20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2004 PERŞEMBE DIZI AlatiirkHhı yaznı tulkıısu subaylarından ayıran temel özelliği, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu entelektüel kimliği, onlarla oranlanamayacak bir düşünce adamı oluşudur. Mustafa Kemal, bu aydın, entelektüel kişiliğini, daha ortaokullise sıralarındayken başladığı edebiyata olan ilgisinden, hatta bir gizli edebiyatçı olmasından kazanmıştır. " m M~ustafaKemaTi, EnverPaşa,Ceİ V İ malPaşa,FevziÇakmak,Kâzım 1. T A K a r a b e k i r . AKFuadCebesovvb gibi yaşıü veya çağdaşı öteki ünlü Osmanlı subaylarından farklı blan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan oluşu mudur acaba? Çanakkale'deki, Kurtuluş Savaşı'nda Sakarya'daki, Dumlupınar'daki komutanlık başanlarını görmezden gelebilmek elbette olanaksızdır. Ancak, 19 Mayıs 1919 'dan sonraki siyasal savaşımlanna, ömeğin Sıvas ve Erzurum Kongreleri'nin ardından, Ocak 1920'de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920'de lngilizlerce basılıp dağıtılmış Osmanlı Meclisi Mebusanı'nı 38 gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleriyle Ankara'da bu kez Büyük Millet Meclisi gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı bu milletvekilleriyle laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği devrimlere bakılırsa, Mustafa KemaTin entelektüel kişiliğinin en az komutanlığı kadar. hatta daha önemli olduğunu yadsıyabilmek de olanaksızdır doğrusu. Kısacası, Mustafa Kemal'i yaşıtı veya çağdaşı ünlü Osmanlı subaylanndan ayıran temel özelliği, bizce hiç kuşku yoİc ki kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan Mustafa Kemal'itı laik bir cumhuriyet kurmasında entelektüel kişiliğinin rolü büyüktür PERŞEMBE ORHAN BURSALI Yâp Bize BiP Tarih! Meryem, MimarSinan'daendüstriyel ürünlertasanmını bitirdikten sonra "Italya'da iç mimariık yüksek lisansı yapacağım" diye tutturmasaydı, AB üyesi olmadığımız için üniversiteye birkaç katı ücret ödemekzoaında olduğumuzu belki de öğrenmeyecektik. Üstelik, "Babanınananın banka hesaplannı, tapulannı, gelir makbuzlannı, sağlıksigortanı ve ayda 360 Euro 'dan biryıllık seyahat çekini de oturma izni alabilmek için getir" gibi taleplerte karşılaşmayacaktık. AB üyeliğinin insanımıza sunacağı olanağın büyüklüğünü, kazandıracağı vizyonu, dünya ve Avrupa yurttaşı olmanın duygu ve nimetlerini tartışmak gereksiz. Avrupa'daki rekabet koşullannın ve yüksek standartlann da, fiili olarak Türkiye'yi ileri itecek rol oynayacağı açık. Üyelik süreciyle birlikte Türkiye'ye önemli ölçüde dış yatınmlann akması da dogal beklenti. Çünkü Türkiye'de daha uzun süre emek ucuz kalacak; öyle ki, Avrupa Topluluğu üyelerinden belki de hiçbiri bu kadar ucuz emekle rekabet edemeyecek. Çünkü yüzde 4O'ı aşan köylü nüfusu, doğal sosyolojik ve ekonomik süreçler sonucu kentlere akacak ve emeği uzun süre ucuz tutacak. Zaten hükümetin raporlan da 2020'ye kadar köylü nüfusunun yüzde 20'nin altına inmesini öngörüyor! Bu ve benzeri durumlann yaratacağı fırsatlardan dolayıdır ki, toplumun yüzde 70'inden fazlası AB üyeliğini destekliyor. ••• AB 17 Aralık'ta tarih vermezse ne olur? Bunun sonuçlarını kendim için düşündüm, kılım pek kıpırdamadı! Her ne kadar yurttaş olarak epey zarara uğrayacaksak da, içimde şiddetli bir meydan okuma duygusu büyüdü. Toplumun yüzde 72'si AB üyeliğini istediğine göre, tarih vermeyişinin önemli bir psikolojik etkisi olacaktır. Hatta bunu küçük bir felaket etkisi olarak da adlandırabiliriz. Fakat toplumlar, felaketleri başka büyük kazançlara da dönüştürebilir. Şüphesiz böyle bir durum, Türkiye için gerçekten yepyeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Ancak, bugünkü siyasal yapı ve halkın genel ve toplam nrteliği, önemli bir eksi durumdan büyük artılan olan bir üst konum yaratma becerisi gösterebilir mi, doğrusu tartışmalı. ••• Peki AB müzakere tarihi vermemezlik edebilir mi? Bu çok zordur. Bu olasılığı az görüyorum. Ama, şu kesinlik kazanmış gibi: Müzakere tarihi verilmesi ile Türkiye'nin üyeliğinin gerçekleşmesi, birbirinden tamamen ayn iki konuya dönüştü. AB, belki de hemen hemen şartsız bir müzakare tarihi verebilir, gelecek yılın sonbahannda veya 2006 başında! Eğer reddedilmeyecek şartlarda bir tarih verseler bile, bu Türkiye'nin üyeliğinin sonunda gerçekleşeceği anlamına gelmeyecek. Bugün AB ülkelerinden pek çoğunun eteklerinden döktükleri bütün taşlar, Kürt devleti kuruluşuna destekten tutun serbest dolaşımın sürekli askıda kalmasına ve Kıbrıs'ı tamamen Yunanlılann istekleri doğrultusunda çözmeye kadar, müzakare sürecinin ilerlemesinde ve sonuca bağlanmasında engeller olarak önümüze konacak. Zaten bunlann bütünü, "özel üyelik koşullan"d\r\ O kadar yeni durumlar çıkartıyorlar ki, başka ülkeler için tamamen teknik bir olay olan tarama ve uyum sürecinin, Türkiye için teknik süreç olmaktan çıkacağı açık. Bu müzakere sürecini, AB üyelerinin bizden bütün isteklerini bir bir kabul ettirme sürecine dönüştürmek niyetlerini görmemek veya bütün bunları doğal görmek için, başka dünyalann insanı olmak gerekir. Gördüğüm kadanyla kayıtsız şartsız AB'ciler, bu istekleri rasyonalize etmek, ılımlılaştırarak şeker paketçiklerine sarmak görevini üstlenmeye başladılar bile... Bugünkü durum şunu gösteriyor ("yann" değişebilir!): TürkiyeAB üyelik görüşmeleri hep sırat köprüsü üzerinde ve büyük gerilimlerte geçecek. Biz ne yaparsak yapalım, üyelik karan bizde değil onlarda olacak. Bu sırat köprüsünde yürümeyi Türkiye'nin belki de reddetmesini bekleyecekler. Ve, üyeliğimizin gerçekleşmesine Avrupa'nın stratejik çıkarlan karar verecek... Bunu da, ortaya çıkacak yeni önemli olaylar ve gelişmeler belirleyecek... O takdirde, değil 1020 yıl, beş yıl içinde bile üyeliğimiz gerçekleşebilir! Ama uzun süre (hiç) gerçekleşmeyebilir de! Ne yazık ki, Avrupalı günlük çıkarianyla yaşıyor! Türkiye Kopenhag kriterlerini yerine getirmiştir, Ankara'nın sağlam duruşunu desteklemeliyiz. M ustafa Kemal'i yaşıtı veya çağdaşı ünlü Osmanlı Edebiyatımı r I , DEMİRTAŞ CEYHUN 1 bu entelektüel kimliği, onlarla oranlanamayacak bir düşünce adamı oluşudur kesinlikle. Bilindiği gibi, kişinin entelektüel kimliği, yani insanlığın ideolojik e\Tİmini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur bütün tarih boyunca. Örneğın, eski Yunan düşüncesini oluşturan Sokrates'ler, Platon'lar, Aristotefcs'ler, hiç kuşku yok ki Homeros'un, Aisopos'un, Sophokles'ın. Aristophanes'in, Pindaros'un şıirlerinin. oyunlannın, öykülennın eserleridirler. Roma düşüncesmın temelınde Lucretius. Catullus, Vergüius, Horatius, Ovidius gibi büyük ozanlar yatmaktadır. Rönesans Danteıle. Boccaccioile başlamışnr. Çağdaş Fransız düşüncesi Vflton'lann, Ronsard'lann, Montaigne'lerin, MoM'ere'lerin,Corneile'lerin, Radne'lerin; çağdaş Ingiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer'lerin, Bacon'lann, JohnLvh/'lerin, Svvift'lerin, Danid Defoe'lerin, Shakespeare'lerin, Markwe'lann şiirleri, öyküleri, masalları, romanlan, denemeleri, oyunlan üzerine kurulmuştur. Bu nedenle Mustafa Kemal de kendisini asker arkadaşlanndan farklı kılan bu aydın, entelektüel kişiliğini, daha ortaokullise sıralanndayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, hatta bir gizli edebiyatçı olmasından kazansa gerekir mutlaka. Nitekim kendısı de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde, "Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovuhnuş, bizinı sınıfa geünişti. Daha o zaman şairdL Benden okuyacak kitap tstedi. Bütün kitaplanmı gösterdim. Hiçbirini beğenmedl Bir arkadaşm kitaplanmdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. ŞİDvc edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. Ona çahşmaya başladun. Şür bana cazip göründü. Fakat kitabet hocaa diye yeni gelen bir zat, 'Bu tarzı ıştigal senı askerlıkten uzaklaştınr' diyerek, benişiirle uğraşmaktan men ettL", "Şiir yazmak hakkında İdadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü" dıyerek daha Manastır Askeri tdadisi'nde (ortaokullise) öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini ve şiir yazmasa bile edebiyata ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir. Osmanlı 9da şairin 'iktidan'na 17.yy'da ulema tarafından son verildi Şnr saraydan koYubnuştu B ilindiği gibi, Osmanh geleneğinde de devletin resmi ideolojisinin oluşturulmasında ve yönetiminde şairin ve şiirin ayn bir yeri vardır. Daha XV yüzyılın başlanndan itibaren şairleri önemli devlet görevlerine getirmeye başlamışlar ve bu tarihlerden itibaren şehzadelerin eğitimini de şairlere bırakmışlardır. Örneğin, Şair Ahmedî 1410'da Divan Kâtipliği'ne getırilmiştir Süleyman Çelebi tarafuıdan. Fatih'in babası Sultan IL Murad'ın şehzadeliği sırasındaki ögretmeni ünlü Divan şairi Ahmed4 Dai'dir. Nitekim Fatih'ten itibaren de şiir yazmamış Osmanlı padişahı sanki yok gibidir zaten. Çünkü görünürdeki tek eğitim kurumu olan medreselerde Kuran'uı ezberletilmesinin ve Kuran'la hadislerin, yani Islamiyetin Hanefı yorumunun dışında hiçbir din dışı bilginin verilmediği düşünülürse, XIV yüzyıl başında bir uç beyliği olarak kuruhnuş Osmanlılar'ın Timur yenilgisine rağmen daha XV yüzyıluı ortalannda bir imparatorluk haline dönüşmesini sağlayan Osmanlı uygarlığını ve ideolojisini de bu medreselerin değil, Divan şiiri ile Enderun okulunun yarattığından galiba gerçekten kuşku duyulmasa gerektir. Gene, bu Divan şairleri imparatorluğun görkemli günlerinde padişahlann en yakın dostlan (musahibleri/yâranlan) arasında olmuşlardır her zaman, bilindiği gibi. neğin III. Mehmed'in ölümü üzerine, geride yetişkin şehzade bırakılmadığından henüz 14 yaşındaki oğlu I. Ahmed, valde sultanlarca haremden kucaklanıp getirilerek tahta oturtulmuştur 1603 yıhnda. 1648 yılında tahta oturtulduğunda daha yedi yaşına bile basmamış olduğu için de önünde sıraya girip el etek öpecek onca sakalli veziri birden karşısında görünce belki korkar denilerek, biat töreni de düzenlenmemıştir Sultan IV. Mehmed'e. Gene, 1617 yılında 3 ay 10 gün, 1622'de de 1 yıl 4 ay sultan olmuş, yani iki kez tahta oturtulmuş, akhna estikçe havuzdaki balıklara yem diye altın atıp, pencereden dışanya akçe saçan L Mustafa'nın adı zaten Divane Mustafa'ya çıkmıştır halk arasında. Tarihe Genç Osman diye geçmiş Sultan IL Osman da henüz 14 yaşında var yoktur tahta çıktığında. 1640 1648 yılları arasında hüküm sürmüş padışahın adı Deli İbrahim'dır Tam 30 yü sarayda gözaltında tutulmuş IL Süleyman, yalnız deli de değil, tahta oturtulduğunda ağır hastadır ve 3.5 yılhk saltanatının 2 çmüğine (dirliğine) git bize dua et Padişahuı ne zaman padişah olur, sen de geri dönersin" diye 1665'te de, sanki Osmanlılığın ve Divan şiirinin kaynağını bir an önce kurutabihnek amacıyla Edirne'de ve Istanbul'da saraylarda açılmış Acemi Oğlanlar Ocaklan ile Enderun okullannı Sultan IV Mehmed'e kapatnrarak medrese haline getirmeyi başarmışlardır. .Ama öte yandan da, Bosna Kadısı Akhisarh Hasan elKâfi'nin anılannda, "Şimdi düşmanda yeni çıkmış silahlar kuManümakta. yeni top ve tüfekkr yapılmakta. Onun için savaş sırasında kaçmak çok olur" diyerek belirttiği gibi, daha Egri seferinde Yeniçerilerin de düşmanın ateşli süahlan karşısuıda bozguna uğrayıp kaçtığını gören Sultan III. Mehmed'in atını mahmuzlayıp kaçmaya kalkışmasını. yanındaki lalası Hoca Saadeddin Efendi dizginlere asıhp "Aman Sultanım" diyerek zar zor önleyebilmiştir 1596 yıhnda. 1621 yılında on yedi yaşuıa basınca atalan gibi cihangir ohna sevdasına kapılan genç sultanın n'olur n'olmaz diyerek iki yaş küçük kardeşi Şehzade Mehmed'i boğdurup çıktığı Lehistan Seferi'nde de düşmanın ateşli silahlan karşısında gene bozguna kapılıp kaçışan *testiye kurşun aup, keçeye pala çalmaktan öte" bir eğitim görmemis Yeniçeriler, bihndiği gibi sefer dönüşü yeni bir ordu kurmayı düşündüğü gerekçesiyle Sultan II. Osman'ı acele tahttan indirip, Yedikule zindanlannda "husyelerini sıkarak" öldürmüşlerdir. Tevflk Flkret'l çok severdl' Sınıf arkadaşı Asun Gündüz'ün anılannda yazdığına göre de Harbiye'de "Namık Kemal'in şiirierini bir defterde toplamış" ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrencihği sırasında da "Dünkü vOayetimiz Bulgaristan'ın bir milH şairi v^nhr. Bu şair şnrkmie Bulgarian sürekli kurtuhış hareketine, uyuşukluktan südnme\¥ çagırmıştır. Müktine, tarihine âşık oian bu şair kısa zamanda kiüeje hâkim olmuş, şiirleri halk arasında düden dile dolaşmaya başiamışar. Onun gösterdiği yoOa bagımsızlıklanna kavnşmuşlanhr Bulgarlar. Sırplann da iki gözü görmej en bir mflh' şairleri vanhr. O da aynı yoklan jiirüyerekmiietinenu1Kdm^uİan,bağırnsclıkfJkriniaşdamışör.YiınanUarmdaböylebirmiB şairleri vardır. O da yıDar boyu eski Yunan medeniyetini şürieriyle anlaurken mfli letine güç kazandırmak, hürri> et için birBk ve beraberlik şarbnı telkin etmek istemiştir. Başka milletlerin şairieri böyle çaoşıp uyanrİarken nerede bizim şairterimiz" diye konuşmuştur, "Imparatorhığundurumu üzerine" hafta sonlan cuma günü akşamlan arkadaşlanyla smıfta yaptıklan gizli toplantılardan birinde. Yani, yahıız Namık Kemal ile öteki Tanzimat şairlerini de değil, büyük bir olasılıkla edebiyatla ügüenmediği için Asım Gündüz'ün adlannı akhnda tutup aktaramadığı Hristo Botev, Radiçeviç, Miletic, Kostiç. Rigas vb. gibi Balkan halklannın bağımsızhk savaşçısı, çağdaşı komşu ozanlan da yakından izlemektedir anlaşıldığı kadanyla. SaHh Bozok'a Sofya'dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğuü yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subayhğı smısında da sürmüştür. Agop Dilaçar da bir yazısında, "FransEca\i çokhi bühordu. Fransız romanlannt, şiirierini Fransızca olarak asdtarmdan okumuş. Asker arkadaşlanndan birinin dul hannnıMadamCorinne'eyazdığımektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türkedebh'aünı, Divan döneminden yeni akımlara d * i\i biür, hele Tevfık Fikret'i çok severdi" demektedir. Melda Özverim'in "Mustafa Kemal ve Corinne Lütfii" adlı kitabında verilen bılgilere göre de "İstanbul'dabuhmduğu sürece Corinne'in saktnunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplannlanna düzenli olarak kaohmş" ve "şiir okuma>ı yaşamı bovıınca sürdürmüş"tür. Ruşen Eşref Ünaydm da, "odasmdaki ldtaphkta" bulunan kitaplara bakıp "Mustafa Kemal Paşa'nm savaşm durgun daldkalannın boşiuklannı bile edebKatia doldurduğuitaııısıııa vardığını" yazmaktadır. [email protected] iktldar kavgası Ola ki bu nedenle de, Osmanlı tarihi ü . Murad'dan ta XIX. yüzyüa kadar hanedan ile SünniHanefi ulema arasındaki sürekli bir ıktıdar kavgası şeklinde geçmiştir sanki. Ömeğin, gördüğümüz kadanyla Sultan IIL Murad'uı, babasının ölümü üzerine acele Istanbul'a gelirken Manisa'dan beraberinde getirdiği lalası Hoca Saadeddin Efendi, falcısı Şeyh Süc. ca, yâranı Kara Cyevs ile 1575'lerden itibaren Saray'a girmeyi başaran ve göreve gelir gelmez "Gökleri rasad etmek uğursuziuktur, dinen caiz dep d i r " diyerek gözlemevini yıktırmış Şemseddin Ahmed Efendi ve Bostanzade gibi mollalann şeyhülislam olmasını sağlayıp Saray'da söz sahibi olan SünniHanefı ulemanın ilk işi, şairleri derhal padişahlann yanından uzaklaştırmak ohnuştur sanki. Çünkü, şeytanın bile akhna zor gelecek bir kumazhkla gerekli fetvalan verip Sultan III. Murad'a saltanatının ilk gününde 5 kardeşini, ardından 1595'te de oğlu IIL Mehmed'e gene daha tahta çıkarken tam 19 kardeşi ile bir oğlunu boğdurtarak kendi deyimleriyle 25 şehzadeye birden "şehitiikşerbeti kârtnı", sarayı mezbahaya çevirten ulema, gerçekten de geride şiirle uğraşacak veya şairlerden ders alacak yaşta şehzade bırakılmadığı için yalnız şairleri saraydan uzaklaştırmakla da kalrnamış, sinsice oyunlarla valde sultanlan kandınp 16031695 arasında tahta çıkan sekiz sultandan dördünün çocuk, dördünün de deli olduğu lanetli XVH. yüzyılda iktidan tam anlamıyla ele .geç irmeyi başarmıştır. Ör, I smanlı'nın resmi ideolojisini • oluşturmasında ve yönetiminde şairin ve şiirin önemli bir yeri vardır. Fatih'ten itibaren şiir yazmamış Osmanlı padişahı yok gibidir. XV. yüzyılın başlanndan itibaren şairieri önemli devlet görevlerine getirmeye başlamışlar ve bu tarihlerden itibaren şehzadelerin eğitimini de şairiere bırakmışlardır. Ancak Osmanlılar, XVII. yüzyılda devleti bütünüyle ulemaya kaptınp şairi ve şiiri saraydan uzaklaştırmıştır. MEB^tN ARAŞTIRMASI Ata 10 binden fada kitap okudu • Okuduğu kitaplann üzerine el yazısıyla not alıp eleştirilerde bulunan Atatürk, yurtdışında Türk tarihi ve Türk dili ile ilgili yayımlanan kitaplan getirtip tercüme ettirdi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Eğitim Bakanlığı'nm Mustafa Kemal * Atatürk'ün yaşamı üzerine yaptığı bir araştırma, Ülu Önder'in 10 binin üzerinde kitap okuduğunu ortaya çıkardı. Milli Eğitim Bakanlığı'nm yaptığı araştınnaya göre, Atatürk 10 binin üzerinde kitap okudu. Edebiyattan tarihe, hukuktan dini kitaplara kadar her alanda eserler okuyan Atatürk, yabancı dillerde özellikle Türk tarihi ve Türk dili ile ilgili olarak yazılan kitaplan elçilikler aracılığıyla getirtip Türkçeye tercüme ettirdi Üzerine el yazısıyla not alıp eleştiriler yapan Atatürk'ün okuduğu kitaplann 1233'ü tarih, coğrafya ve biyografi, 121 'i felsefi, 161 'i dini, 387'si dilbilim, 261 'i askeri, 204'ü siyasal bilimler, 150'si hukuk üzerine... Mustafa Kemal Atatürk, araştırma sonuçlanna göre, yurtiçinde yaptığı tüm gezilerde özel kütüphanesine ait kitaplan sAdıklarla yanında götürdü. Devlet ulemaya kaptırıldı 1683 yılında da Osmanh ordusu, bu kez cihangir ohna sevdasına kapılan Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın ünlü Dcinci Viyana Kuşatması'nda gene aynı nedenlerle büyük bir bozguna uğramıştır. 1695 yılında amcası II. Ahmed'in ölümünü duyar duymaz, kimseyi beklemeden acele bir taht kurdurarak kendisini sultan ilan eden IL Mustafa'nın, "Aman hünkânm, bir padişahm ordunun başına geçip sefere çıkmasına yetecek para Osmanh hazinesinde nerde" denihnesine aldırmadan, hemen "Büyük atası Sultan Süleyman gibi askerin başına geçip" 1697 yılında çıktığı Viyana seferindeki Zonta Savaşı'nda da çoğu cephe gerisinde kahvecüik yapan, kumar oynatan, içki satan Yeniçerilerin ateşli silahlar karşısında çareyi kaçmakta bulması yüzünden Osmanlı ordusu bir kez daha bozguna uğrayınca, çaresiz Karlofça Antlaşması imzalanmıştır 1699 yılında. Kısacası, XVII. yüzyılda devleti bütünüyle ulemaya kaptınp şairi ve şiiri saraydan kovmuş Osmanlılar, XVm. yüzyıla girilirken imparatorluğu eski görkemine kavuşturabümek için gerçekten de Batı'nın yeni "silah fennini" edinip orduyu sil baştan donatmaktan başka umar düşünememektedirler, gördüğümüz kadanyla. yılını yatakta geçirmiştir. Ardından sultan olan II. Ahmed de, 50 yühk ömrünün neredeye tamamını şimşirlikte geçirmiştir ve tam anlamıyla "meczup"tur. Öyle ki bu çocuk ve deli padişahlar döneminde, gene 12 yaşuıdayken kucaklanıp tahta oturtulmuş, ancak 20 yaşına basınca önce annesi Kösem Sultan'ı odasına hapsettirip iktidan ulemanın elinden alabihnek uğnma sadrazam ve şeyhülislam kellesi uçurtmaktan bile çekinmediği için SünniHanefı tarihçilerce taş yürekli, kan dökücü, sarhoş biri olarak tanıtılan güya acımasız IV. Murad bile, saraya yeniden aldığı şairlerin ulema tarafından gene sinsi oyunlarla uzaklaştuıhnasını, hatta öldürülmesini engelleyememiştir ne yazık ki. Ömeğin, şair NeFî, güya söz verdiği halde gene bir hiciv yazdığı için Sadrazam Bayram Paşa tarafından sarayın bodrumunda boğdurulmuşrur. Çok sevdiği şair Şeyhülislam Yahya'yı, ulemanın bu sinsi oyunlan karşısında umarsLz kalıp şeyhülislamlıktan alırken de "Ben azl itmedim, ama bunlar seni azl ittiler. Şimdi ASÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle