03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
-I KASIM 2003 CUMARTESİ CUMHURlYET SAYFA HABERLER AHLAK ARANIYOR TURHAN SELÇUK DÜHÜST TABÎAÎLI İST.4NBU1 2T2KDİSİ ABDlİLCANBAZ1 IN MACERALABI y SISIM T2KMİ1İ Y'NEPE PıŞMAkl P E O - I İ İ M - Hı£ 8O.yıldabircumhuriyetaydınıTürkiye 'ninyetiştirdiği en önemli bilim insanlarından biri olan Ordinaryus Prof. Dr. Ekrem Akurgal 'ı geçenyıl bugün kaybettik Prof.Dr. Akurgal ölümünün birinciyılında, Izmirde düzenlenecekbir dizi etkinlikle anılacak Prof. Dr. Meral Akurgal ve Ord, Prof. Dr. EkremAkurgal'ın bugüne değin yaytmlanan yazılanndan bir derlemedir. Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın ölümünün 1. yılı anısına.... D oğu ve Batı arasındaki büyük aynlıga ilk önce Anadolulu tarihçi He- rodot işaret etmiştir. Go- ettıe Bah-Doğu Divanı admı \erdigi eserinde Haöz'a ithaf ettiği bir şiirde Doğulu olmanın özel- liklerini güzel ve ilginç bir şekilde di- le getirmişrir. Atatürk, Doğulu olma- yı "bir lokma, bir hırka 9e yetinmek" ve "öteki dünya"ya bağlı olmak an- layışı ile tanımlamaktadır. Tanzimat'tan Atatürk çağına kadar süregelen dö- nemde Türkıye aslında Batı'nın tek- nıği yanında farkına varmadan onun yaşam felsefesini de benimsemiştir. Ancak bu dönemde Batılılaşma sade- ce aydın kişiler arasında oluyor, halk Doğulu dünya görüşü içinde yaşama- ya devam ediyordu. Bunu gören Ata- türk, Türk toplumuna gerçekçi bir ya- şam felsefesi kazandırmak amacı ile koklü Bahlılaşmayı uyguladı. Doğu- h komşulanmıza bakılınca yüksek b.r düzeyde bulunduğu muhakkak oan bugünkü durumumuzu büyük öaderin köklü refortn uygulamalan- ru borçlu olduğumuz şüphesizdir. Batı kultürü ve TurKler Türkiye'nin yüzyıh aşkın bir Batı- haşma süreci içinde bulunmasına kar- şn yine de geri kalmışlıktan kurtui- namış olması, çeşitli yorumlara ko- m olmaktadır. Birçoklan, daha doğ- nsu büyük bir çoğunluk, başan sağ- laımamış olmayı Avrupa taklitçüi- ğnde ve "ulusaluygarüktansapma" dıvranışında aramaktadır. Batılılaşma ya da gelişme ve sağ- IKII bir yaşam kazanmak isteyen her ûke. her konu için gerekli kurumlan otaya koymak ve onlan yaşatmak zo- nndadır. Bilimsel araştırmalar yö- nınden durumumuz hâlâ ilkel ölçü- cfcdir. Batılı ülkelerin düzeyine, on- Ism gittiği yoldan ve uyguladıklan ytntemle ulaşıldığını artık bilmemız grekmektedir. Atatürk sosyal bilim- lce ve sanat konulanna büyük önem vrntiş ve bilindiği gibi Tarih ve Dil fcrumlaruu kurarak Türk kültüriinün eı önemli iki alanında düzenli bir ça- lım yapma olanağını sağlamıştır. Esna karşıhk onun ardından gelen dnonlerde ise Türk hükümetlerinin hflim hepsi Türk kültürüne sırtlan- n;evirmişlerdir. Ieîiel bilimlere ve teknik konula- riöcem verilmesi doğaldır. Türki- yde bu alanlarda oluşturduğumuz çöaar yerindedir. Ancak sosyal bi- Inlerdeki eğirim de ona paralel git- nliıür. Çünkü kültür alanında eğitil- tmrş, çağdaş dünya görüşüne ulasa- nınrş bir teknik kışi mesleğinde bi- l(va*arlı olamaz. lüttiir polttlkamız )zjürlükçü demokrasilerde belirli fcr kiltür politikası uygulamak çok r. Çürîkü onJarda ulus topluluğu- çjşıtli eğilimJerini karşılayan de- jğıkailtür akımlanna yer verilir. urt- t2 kiltür konusunda sözlü ve yazılı yıriardan işittiğini ve gördüğünü suyş ve seziş süzgecinden geçir- câteı sonra kişisel kültür doğrultu- sıuona göre biçımlendirir. Günü- czce kamuoyunun kültür konulan bornrıdan oluşturulması, okullar ve ÇOK SEVDICI KENTİNDE ANILACAK ÎZMÎR - Türkiye 'nin yetiştirdiği önemli bilim insanlarından olan Ordinaryus Prof. Dr. Ekrem Akurgal, ölümünün birinci yıldönümünde anılıyor. 30 Mart 1911 'de tstanbulda doğan Akurgal, geçen yıl 1 Kasım'datzmir de 91 yaşında yaşamını yitirmişti. Akurgal ölümünün birinci yılında çok se\'diği Izmirde bugün düzenlenecek çeşitli törenlerle anılacak. Kokluca Mezarlığı 'ndaki kabri başında saat 10.00 da bir araya gelinecek Ardından saat 11.30'da tzmir Büyükşehir Belediyesi Çetin Emeç Konferans Salonu 'nda bilim adamımn yaşamöyküsünün anlatılacağt etkinlik yapılacak. üniversiteier dışında gazeteler, kitap- lar, radyo ve özellikle televizyon ara- cılığı ile sağlanır. Ulusal külrürü oluşturmada gazete, radyo ve televizyon araçlanndan baş- ka bilimsel kurumlann yayınlan yer alır. Bunlann başında üniversiteier ge- lir.Türkiye'nin en büyük eksüdiği onun üniversiteier dışında bilimsel kumm- lardan yoksun oluşudur. îlkişolarak TÜBlTAK'ı daha da güçlü duruma getirmek ve onu Batı'daki benzer ku- rumlann yöntem ve da\Tanışı ile yürüt- mek zorundayız. Bugün yazarla- nmızın yapıtlan ya- bancı dillere çev-ril- mekte, romanlarunız dünya ülkelerinde yüz binJerce kişı tarafından okunmakta, ressamlanmızın tablolan AvTupa'da aranmakta ve lyı paralarlaaücı bulrnak- ta, karikatürcülerimiz büyük ilgi top- lamaktadır. DÜNYA BİZİ TANIMIYOR Ulusal kültür... E vrensel uygarlığın oluşmasında katkısı olan her toplumun bir de kendi uJusal uygarlığı vardır. Öte yandan ulusal bir büim ya da ulusal bir teknikten söz etmek olanağı yoktur. Bundan yanm yüzyıl öncesine değin dünya kamuoyu Türklerin kendilerine öz bir sanan olduğundan habersizdi. Oysa gerçekte Türklerin bir sanatı olduğunu bilen ve bunu yazan yabancr bilim adamlan vardı. Ne var ki baskılan çok sınırlı bilimsel dergjlerde yayımlanan bu araştırmalan ancak uzmanlar okuyor, uluslararası entelektüel ortamda TürkJerin adı bile geçmiyordu. Ancak Atatürk'ün uyguladığı kültür politikası sonucu Türklerin de özgün bir sanat geliştirmiş olduklan gerçeği yaygınlık kazanmaya başladı... tlk önce Birinci Dünya Savaşı sonlannda Türk sanatından söz eden yabancılar Strzygtnvski ve Glfick olmuştur. Daha sonralan Kühlen. RiefsthaL Diez, Erdmann, Dalmann ve Otto- Dorn gibi bilginler Türk sanatının özgünlüğünü ortaya koymuşlardır. Özellikle uzun yıllar Istanbul'da Fransız Arkeoloji Enstitüsü'nün müdürü olarak çalışan Albert Gabriel'in yazdığı kitaplarla yüksek nitelikte bir Türk sanabnın bulunduğu gerçeği dünyaya yayıldı. Daha önemli iJrinci aşama olarak îstanbul ve Ankara üniversitelerinde birer Türk sanatı kürsüsü kuruldu ve bunlan Ortadoğu Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitesi'ndeki bölümler ile Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki yetenekli uzmanlar topluluğu izledı.Üçüncü ve çok zorunlu aşama, 1958 yılında Suut KemaJ Yetldn'in düzenJediği rt Birinci Uluslararasi Türk Sanaü" kongresi oldu. Bu çabalar, daha sonra Kültür Bakanlığı müsteşarlannca önemle sürdürüldü... Bu duruma uJaşıldığı halde kendimizi henüz kesinlikle kabul ettirmiş değiliz. Bir tek üniversitenin kurulmasına çok büyük paralar yaönyoruz, ancak o üniversitenin öğretim kadar önemli görevi olan araştırmalan için gülünç ödenekler koyuyoruz. Ne DPT ne parlamento ne de üniversitelerin kendileri bu işi önemsiyorlar. Ondan sonra soruyorlar, "Dünya bizi, sanatımızı, kültürümüzü niye tanımıyor?" Bilim adamlanmız Amerika ve Av- rupa üniversitelerinde ders vermekte, uluslararası projeleri yönetmekte; bes- tecilerimiz, kemanc» ve piyanistleri- miz, ses sanatçılanmız, orkestralan- mız ve balerinJerimiz yeryüzünün en ünJii müzık salonlannda alkışlanmak- tadır.Böyle olmakla birlikte, dünya uygarhğmdaki yerimizüı Türk toplu- munun yüceliği ile orantılı olduğunu söyleyemeyiz. 15. ve 16. yüzyıldan sonra da\Tam- şımıza egemen olan dinsel tutumun etkisi ile bütün eğitim ve öğretim üahiyat konulanndan ibaret kal- mış, temel bilünler bir ya- na itilmiş olduğu için Osmanlı împara- torluğu dünya- dan kopmuş ve giderek unutulan bir ülke durumuna düşmüştür. Yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa'daki egemen- liğimizin ve düşman sayılan bir dinin baş savTinucusu olmamızın yarattığı olumsuz duygusallığın etkisi altında, Avrupalılar bizi barbar ve kültürden yoksun saymışlar, böylece yeryüzün- deki saygınlığırruz gittikçe azalmışhr. Oysa, kültür kaynaklanmıza baktığı- mızda birçok uygar olarak tamnan ulustan daha yüksek bir düzeyde ol- duğumuz besbellidir. Ancak kültüralanında saygınlık ka- zanamamış olmamızın birçok nedeni vardır. Yanm yüzyıl önceye değin Ba- tı'nin bütün ansiklopedilerinde, sanat tarihlerinde ve genellikle tarih kitap- lannda Türkler, kültürü olmayan geri bir toplum olarak tanımlanmaktaydı. Ancak Atatürk dönemi ile birlikte TürkJer saygınJık görmeye başlamış- lardır. Nitekim son yıllarda özellikle Selçuklu ve Osmanlı sanatlan Baü 'nuı beğenisini kazanmış bulunmaktadır. Jorumluluflu üstlenmek.. Bu konuda sorumluluğun bir bölü- münün de kendimizde olduğunu ka- bul etmek ve ona göre çaba göstermek zorundayız. Türkler konusunda Batı yayınlannda rastlayacağımız yanbşla- nn ve haksızlıklann düzeltilmesini diplomatik notalarla, basunmızda tar- tışmalarla, keskin ve hırçın yazılarla çözmeye çahşmak verimsiz bir tutum olur. Bir ulusun kültürü onu oluşturan ozan, besteci, filozof, bilim adamı, heykelci, ressam ve mimar gibi kişi- lerin yaratılan ile ün kazanır. Bir de gözlerimizi yurdumuza çe- virelim ve kendi kendimize soralım: Selçuklulardan bu yana Türk kültürü- nün uluslararası ün kazanmış büyük- leri var mı? Gerçeği söylemekten çe- kinmezsek, bu kişilerin NasreddmHo- ca, Mevlana ve Mimar Sinan'dan iba- ret kaldığı görülür. Bunlara, aynca Karagöz oyunumuzu da ekleyebiliriz. Bütün bunlann üstünde bir halk ede- biyatımız ve onun çok güçlü ozanla- n vardır. Başta \iınus Emre'yi ana- bilıriz. Ne var ki bu eşsiz ve yüce ozarun yurdumuzda okunmaya başlaması bile çok uzağa git- mez.Mimarlık eserleri göze kolay görünen yapıtlardır; çün- kü ortada, herkesin gözü önündedirler. Böyle olmak- la birlikte Mimar Sinan 'm dünya aydınlan arasında ün kazanması da çok yenidir.. Devlet uzmanları dlnlemelt Ozanlanmızm yabancılara tamtılması daha da zordur. Şi- irin yabancı dile aktanhnası çok zordur; böyle oknakla birlikte Ba- tı dillerinde öyle başanlı çevirilerya- pıhnıştırki asıllan ölçüsünde güzel ve rutarlıdırlar. Homeros'un ya da Ömer Hayyam, Sadi ve Hafız gibi büyük Iranlı ozanJannIngüiz, Alman ve Fran- sız dülerindeki çevirileri gibi.Bütün bu sorunlarbizi kendimize ve dünyaya na- sıl ve hangi yollarla tanıtabileceğimiz konusuna götürmektedir. Önemli olan kültür çahşmalannın süreklilik kazanması, yani kurumlaş- masıdır. Yoksa bugüne değin yapıldı- ğı gibi bu iş rastlantıya bırakılır, an- cak başunız sıkıştığı, olaylann bizi zorladıgı zaman işe koyulur, ondan sonra yine umursamazhğa dönülür- se, tutarlı sonuçlar almamız beklen- memelidir. Devletin bu konulan iyi ve yakın- dan bilen uzmanlan toplayıp on- lann çeşitli öneriîerini din- lemesi şarttır. Birçok önemli kararlann sadece belirli kuru- luşlar tarafından değil, devletin büyük paralar sarfederek yetiş- tirdiği daha baş- ka bilen kişilere danışılarak ahn- ması yerinde ola- cakhr. GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ HapfDevrimi75Yaşında Bugün Arap harflerinin yerine yeni Türk harflerini ge- çiren 1353 sayılı yasanın kabulünün 75'inci yıldönü- mü. Ancak 1 Kasım 1928, Türk harflerinin kullanılmaya başlama tarihi değil. Kısaca bir anımsatma yapalım. 26 Haziran - Latin atfabesinin Türkçe'ye uygulan- masının mümkün olup olmadığını incelemek üzere Ankara'da "Latin Harfleh Komisyonu" toplandı. 28 Haziran - Millet Mektepleri konusunda Bakan- lar Kurulu karan alındı. 9Ağustos - Atatürk, Saraybumu'nda karatahta ba- şında yeni harfleri tanıtan konuşmasına, "Arkadaşlar, güzel dilimiziifade etmek için yeni Türk harflerini ka- bul ediyoruz" sözleriyle başladı. 29Ağustos - Başbakan Inönü Dolmabahçe Sara- yı'nda Atatürk'ün yanında Latin harfleri ile ilgili basın toplanhsı yaptı ve Okuma Savaşı açılacağını duyur- du. • • • Yasa henüz çıkmamıştı ama bir yandan Millet Mek- tepleri yurttaşlara okuma-yazma öğretiyor, bir yandan da gazeteler belirli bölümlerini yeni harflerfe hazırla- yarak Harf Devrimi'ne katkıda bulunmaya çalışıyor- lardı. 21 Eylül 1928 günü Atatürk, Başbakanlığa uygula- maya yönelik izlenimlerini yansıtan ve yazım kılavu- zuna da önderiik eden bir yazı gönderdi. Bu yazı Başbakan Inönü tarafından bir genelge ile bütün kamu kurum ve kuruluşlanna duyuruldu. Ismet Paşa genelgesinde şöyle demişti: "Türk harflerinin memlekette uygulanmasma ait ReisicumhurHazretlerinin izlenimlerini ve derhaldü- zeltilmesi ve yaygınlaştınlması lazım olan esaslan gönderiyorum efendim." ir-k-k Işte Atatürk'ün yazıa: "Başve/câ/efe "Yeni harflerin tatbikatını memleketin pek çok ye- rinde gördüm. Şehirierde, köylerde, heryerde halk yeni harflerie okuyup yazmaya geçmiştir. Halk yeni yazının kolaylığından memnundur. Yalnız heryerde, şefıirde ve köyde, memurda ve muallimde (öğretmen- de) zihinleri kanştınp şaşırtan, bağlama çizgisinin doğm olarak kullanılmasındaki endişe vaziyetidir. Bu sıkıntı harflerin kolaylığına, şevk ve neşeye do- kunacak derecede kendini hissettinmektedir. Encümen esasen yeni harflerieyazrya başlanırken uzun kelimemizin hecelenmesini, seçilmesini kolay- laştıracakbir çare olmaküzerebağlamayı düşünmüş ve bağlamanın kalkmasını ileriyebırakmıştı. (örneğin çalışıyorum sözcüğü ça-lı-şı-yo-rum biçimindeyazı- lıyordu). Yeni harflerin kabul ve taammümündeki te- halûk(yaygınlaşmasınıcandanisteme)vesüratbuza- manın geldiğini gösteriyor. Bilakis bağlama çizgisi- nin kalkması halkın öğrenmesini pek çok kolaylaştı- racak ve şevklendirecektir. Bu sebeple ve halk için- de müşahedelerime güvenerek atideki (aşağıdaki) esaslan kabul etmek faydalı ve lazım görülmüştür. 1) Istifham (soru) edatı olan 'mı?, mi?, mu?, mü?' umumiyetle (genelde) ayn yazılır. Mesela; geldi mi? gibi, fakat kendinden sonra gelen her türiü lahikalar- la (eklerie) beraberyazılır. Mesela: geliyormusunuz? ben miydim? gibi. 2) Rabıt (bağlama) edatı olan 'ki' ve dahi manası- na olan 'de, da'müstakil(bağımsız)kelimeolarakay- n ayn yazılır. Mesela: görüyorum ki, sen de iyisin gi- bi. 3) Türk gramerinde bağlama işareti olan (-) kalk- mıştır. Binaenaleyh fiillerin tasriflerinde (çekimlerin- de) ve isim ve sıfatlann fıii gibi tasriflerinde lahikalar (ekler) çizgi (-) ile aynlmazlar, beraberyazılıriar. Me- sela: geliyorum, gideceksiniz, görecekler, yapmalıyım, gideyim, gidebilirim, söyleyesin, güzeldir, demirdir gibi. Kezalik (bunlargibi) ile, ise, için, iken kelimelerinin muhaffefleri (hafıfletilmişleri) olan -le, -se, -çin, -ken şekillerikendinden evvelkikelimeye bitişikyazılır. Çiz- gi ile aynlmaz. Mesela: Ahmetle, buysa, seninçin, gelirkengibi. Bunungibi-ce, -çe, -ca, -çavezarf eda- tı olan (ki) lahikalan da her vakit iltihak ettiği kelime ile bitişik yazılır. Mesela: mertçe, benimki, yannki, hasta iyicedir, iyice anladım. 4) Türi<çede henüz mevcut olan Farisi terkiplerde (Farsça tamlamalarda) dahi bağlama çizgisi yoktur. Terkip işareti olan sadalı (sesli) harfler (i), ilk kelime- nin sonuna eklenir. Mesela: hûsnü nazargibi. Şimd'ıye kadartabı (basılmış) ve neşrolunmuş muh- telifvesaitlerbu esaslara göre derhalen seri (htzlı) bir surette tashih olunmak (düzeltilmek) lazımdır. Gazi M. Kemal" Kaynak: (Atatürk ve Anadolu Ajansı - Safa Tekeli - îstanbul 15 Nisan 2002). •kitit Atatürk'ün devrimci yaklaşımını ve devlet adamlı- ğını bir kez daha perçinleyen yazısında belirttiği yan- lışlar, ne yazık ki aradan 75 yıl geçmiş olmasına kar- şın bugün de sürüyor. Yazıyı biraz da bu nedenle kö- şeme aldım. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Başöğ- retmen Atatürk'ün uyanlanna ihtiyaç duyacak durum- dayız. Hem de kendisini küçümsemeye kalkışanlann or- talarda dolaştığı bir dönemde. [email protected] VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI Cemiyetimiz üyesi, Sürekli Basın Kartı sahibi değerii arkadaşımız SELİM YAVUZ OKAYBEN 30 Ekim 2003 Perşembe günü vefat etmiştir. Kaybı topluluğumuzda üzüntü yaratan Okayben'in cenazesi 30 Ekim 2003 Perşembe günü öğle namazının ardından Acıbadem Faikbey Camii'nden alınarak Ihlamur Kuyusu Mezariığı'nda topraga verilmiştir. Selim Yavuz Okayben'e Tann'dan rahmet, ailesine ve üyelerimize başsağlığ/ dileriz. TÜRKfYE GAZETECfcfR CEMtYFTf
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle