25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MAYIS 2002 PERŞEMBE DIZI Kaçan beş devrimcinin karşılığında 12 Martçılar beş kişiyi idam etmeye karar verdiler FaikTürün 5'e5 demistiNEOIİ DE>ÜR 2 9Kasım 1971 akşamıhavanınka- rarmasıyla Kartal Maltepe Aske- n Ceza ve Tutukevi'nin dış nö- betçılerinin gelişi arasındaki 20 daki- kalık boşluğu tespıt eden kadın koğu- şundaki arkadaşların desteğiyle, iki defa ertelenen kaçış planı nihayet ger- çekleşmiş. Mahir Çayan, Ulaş Bar- dakçı, Cihan AJptekin. Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz kazılması epey süren tünelden çıkmışlardı. Tünelin hapis- hane dışındaki çıkışını kapatmaklagö- revli arkadaşımız u ben de özgürlü- ğüme kavuşabilirim" kararsızlığını yaşasa da, sonuçta görevini bilip, tü- nelin çıkış kapağını üzerinde toprakla birlikte kapatıp, bize arkadaşlann sağ salim çıküklan haberini getirmişti. Bu- na müthiş sevindik, elbette. Ama aynı zamanda endişeli bir bekleyiş başladı. Maltepe Asken Cezaevi, Kartal-Mal- tepe Zırhlı Tugayı'nın ortasındaydı. Askeri birlikten dışan çıkabilmek ıçin birçok engeli aşmak gerekıyordu. As- keri birliğin planlan üzerinde çalışma yapılmış olsa bile, bunun gece karan- lığında ve pratikte gerçekleşmesi epey güçtü. Onlan almak üzere birlik dışın- da belirlenen bir noktada bır araba ha- zır olacaktı. Ama bunlann ne kadan- nın gerçekleşeceği belli değildi. Endi- şeli ve umutlu bekleyişimiz uzadıkça rahatlıyorduk, cezaevi çe\Tesinde bir hareket olmadıkça sevincimiz artıyor- du. Bırkaç saat geçince askeri birlik dışına çıktıklanndan emın olduk. Ama sevincimizi çok belli edemiyorduk. Plrenls kararı Gece yarısına doğru, kaçan arka- daşlara biraz daha zaman kazan- dırmak amacıyla ertesi gün için dire- niş karan aldık. 30 Mart sabahı duruş- mamız vardı ve arkadaşlann kaçtığı, sabah hemen anlaşılacaktı. Sabah er- kenden ötekı koğuşlara da haber sala- rak kapılann arkasına yığınak yapıp di- renişe geçtik. Ilk başta cezaevi idare- si pek de anlam veremedikleri bu dı- renışi cıddiye almadı. Yine de cezaevi çevresindeki nöbetçileri arttırdıklan- nı pencerelerden görüyorduk. Nöbet- çilerden binnin ayağı cezaevi dışında- ki tünel çıkışına kaçınca, durum bir- den ciddileşti. Idarenin bizimle konuş- ma üslubu sertleşti. Israrla Mahir'le, Ci- han'la, Ulaş'la konuşmak istiyorlardı. Biz de sadece sözcüyle görüşebilecek- lerini söylüyorduk. Mahir aylardır Se- limiye'de tutuldugu "ölüm hücresin- den" Maltepe Cezaevi'ne yeni getiril- mişti. Onu ellerinden kaçırmış olmak- tan korkuyor ve en azından sesini duy- ma ısteğınde ısrar ediyorlardı. Ceza- evinın çevresi taretler ve tanklarla ku- şatıldı. Maltepe Zırhlı Tugayı'nın he- men bütün subaylan, hatta 1. Ordu'nun bütün üst rütbeli subaylan cezaevi çev- resinde toplanmışO. "Harekâü" 1. Or- du ve Sıkıyönetim Komutanı Faik Tü- rün yönetıyordu. Saatler ilerledikçe ordu "savaşdüzenT almaya başladı. Nı- tekim erkek kısmımn hemen yakının- da, tel örgüyle çevrili bir barakada ka- lan kadın arkadaşlar bu hazırlıklan gö- rünce iyice endişelenmişler ve soba atıyor llka> Demir ve Necmi Demir 1971 yüında THKP-C davasında idamla yargdaııdılar. Oral Çalışlar, ilkay Demir, Necmi Demir, Tuğrul Eryılmaz, Oğuz Etçi, Afillo Keskin, Ertuğrul Kürkçü, OğuzKon Müfrüoğlu, Muzaffer Oruçoğlu, Ülkü Sağır, Teslim Töre ve Mustafo Yalçıner Demir: Rehinelîk arkadaşlarmıızın öKimüyle bitti 30 Mart 1972 'de 10 arkadaşımız 4 Kanadalı ile birlikte Kızıldere'de bir evde çe\Tildiler. Kacmalannın mümkün olmadığı sonradan çok yazıldı. Ama onlar sağ istenmıyordu. Kısa sürede bazukalarla öldürüldüler. "Beşe beş", "beşe on artı dört" gerçekleşmişti. O günlerin gazete manşetleri ibret vesikası olarak tarihe kaldı. Ben ise getırildiğimiz Selimiye Kışlası'nın ikinci katındaki hapishanemizde haberi duyduğumda bir duvar kenanna çöktüm. Rehinelikten kurtulduğum an arkadaşlanmızın ölüm anı olmuştu. Sonradan bu durum kılıfına uyduruldu, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu'nda cezam müebbet hapse çevnldi. Ama gerçek karar anı Kızıldere'de bazukalann atıldığı andı. Ardından 6 Mayıs'ta Mahir Çayan. "üçe üç" de gerçekleştirildi. Bunu onlarca, yüzlerce fiili ve resmi yok etme izledi günümüze kadar. Bugünlerde "asmayalım da besleyelim mi" diyenlerin takipçileri titrekçe idam cezasının kaldınlmasını tartışmaya başladılar. Ben ise rehine olmaktan kurtulmanın acısını otuz yıldır yaşamaya devam edıyorum. borusundan yapüklan birmegafonla as- kerlere ateş etmemelerinı telkin eden propagandaya başlamışlardı. Kadın koğuşunun önüne tugay bandosu yer- leştirildi ve askeri marşlarla olay gide- rek traji-komik bır hal aldı. Oğleye doğru taretler harekete geçtı. emırler sertleşti; durum çok kritikleşmişti. Bir değerlendirme yapuk, arkadaşlanmı- za yeterince zaman kazandırdığımızı düşünerek direnişi bıraktık. Ortama şaşkınltk egemendl Kapıda isım okunarak dışan çıka- nldık ve ite kaka bindirildiğimız arabalarla duruşmalann yapıldığı Se- limiye Kışlasf na götürüldük. Beş ki- şinin kaçtığı böylece ortaya çıkmıştı. Duruşma salonuna götürüldüğümüz- de arkadaşlanmızın kaçışını basın önün- de açıkladık. Ortama şaşkmlık ege- mendi; sanki bizım basın açıklama- mız için duruşma yapılmıştı. Açıkla- manın ardından duruşma ertelendi ve dışan çıkanldık. Bizim davadan dört kişiyi cezaevine götürmek yerine, ay- n bir arabaya bindirdiler. Kısa süre sonra THKO davasından bir arkadaşı da yanımıza getirdiler. Uzun bir yol- culuktan sonra Merkez Komutanlı- ğı'nın ünlü Harbiye hücrelerine götü- rüldük. Kapıdaki talimatta en küçük bir harekette nöbetçilere "vur emri" verildiği yazılıydı. Benim için işken- ceden de beter dakikalar başlamıştı. Kaçan arkadaşlann tstanbul'da gide- cekleri bütün adresleri biliyordum. Bu işi organize etmek benim görevimdi. Bu nedenle olsa gerek, bir arkadaş be- nim de kaçmamı önermiş, ama Mahir, sanınm Ükay'ın kaçamayacağını bildi- gi ıçin "buna gerek yok" demışti. Her an işkenceye götürülebileceğım korku- su, en büyük kâbusum ohnuştu. Yaka- landığımızda Irfan Uçar'la birlikte dö- nemın en ağır ışkencesiyle karşılaş- mıştık. Bizı insan ıçine çıkarabilmek ıçin 30 günü aşkın bir süre hücrede tutmuşlar, bir o kadar da hastanede ya- tırmışlardı. Işkencenin ne olduğunu biliyordum. Hücrelerdekıhernöbetde- ğişiminde, her tıkırtıda büyük bir en- dişeye kapılıyordum. O günlerde hiç uyuyamadım. Hücreye alınışımızın ikinci gününde bir komutan gelip "be- şe beş" demişti. Bir arkadaş bu kişi- nin Faik Türün olduğunu anımsıyor. Ka- çan beş kişiye karşı beş rehine. Böy- lece bize ölüm hücrelerinde olduğumuz bildirüiyor, rehine olduğumuz yüzümü- ze söyleniyordu. Onlar yakalanmazsa Yirmi dört saat sürekli gözlenen hücrelenmiz. bizım de "tünel kazarak kaçabileceğimiz" endişesiy- le iki günde bır değıştınliyordu. Gün- ler geçtikçe rehine olduğumuz bilin- cıne daha çok vardık. Onlar yakalana- mazsa biz bir şekilde öldürülecektik. Benim için işkence endişesi azalıyor, rehınelık bılinci pekişıyordu. Yakalan- dıgımız 27 Mayıs 1971 günü Kurtu- luş'takı evde Mahır'in katıldığı top- lannda "geri çeküme" karan almışük. Mahirler Maltepe Cezaevı'nden kaç- madan önce yaptığımız toplantıda da kaçan arkadaşlanmızın hiçbir şekil- de bir eyleme girişmemelerini karar- laştırmışnk. Mümkünse yurtdışına çık- malan gerektiğıni behrlemiştik. Mahir her ne kadar Denizler idam sehpasının altındayken bu karara kerhen uyacağı- nı tavırlanyla belli etse bile, biz yine de arkadaşlanmızın kurtuldugunu umu- yor ya da öyle olmasını istiyorduk Ka- rar aşamasındakı mahkememız birkaç duruşmada bitti. Bızim davadan iki ki- şi idam cezasına çarptınldık ve ceza- mız müebbete çevnlmedı. Ne kadar zorlasalar da sayıyı beşe çıkaramamış- lardı. Olsun. açığı Istanbul THKO da- vasıyla kapatabilirlerdi. Böyle- ce rehine günlerimiz "hukuk" de tes- cil edilmiştı. Denizler'ın idam edilme- leri söz konusuyken. Mahirlenn yurt- dışına çıkamayacaklannı kısa sürede anladık. Umutsuz bir kurtarma girişi- mi olacağını etimizde kemığimızde hıssediyorduk. Gelen üstü kapalı ha- berler de bunu doğruluyordu. YARIN: O. MÜftÜOğlU Kızıldere öncesini; T. Eryılmaz, H. Cevahlr'i anlatıyor 12 Mart darbesinden sonra Kaypakkaya ve arkadaşları Fırat'ın ötesinegidip köylü kılığına girdiler İbo'nun Antep şapkası, Haydar kimliği MUZAFFER ORUÇOĞLU Ibrahim, 68 yükselişinin can alıcı çelişkile- rini kendi ruhunda hararetle yaşayan bir insan- dı. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na, başan- lı bir öğrencilik sürecinden geçerek gelmişti. 01- dukça zekiydi. 1967'de, Fürir Kulüpleri Federasyonu"nun Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Şubesi kurucu üyeleri olarak 6. Filo'ya karşı yayımladığımız birbağımsızlık bildirisinden dolayı okuldan ih- raç edüip mabkemeye verildik. Bu olaydan son- ra Ibrahım, işçi ve köylü hareketleriyle yakın- dan ilgilenmeye başladı. 1969'da Trakya'daki Değirmenköy toprak iş- gahne gittik îbrahim toplanan köylülere bağım- sızlık ve toprak sorununa ilişkdn bir konuşma yaptı. Ibrahım ve arkadaşlan, işgalci köylüle- re toprak sorununa dair bir konferans vermesi için Doktor Hikmet Kıvdcımlı'yı götürmüş- ler. Bu olayı gülerek anlatıyordu. Doktorun elindeki küreğı Selçuklu ve Osmanh toprağı- na oldukça derin sapladığını, miri sistem, re- aya, ÖŞÜT, avanz akçesi, sipahi, hüccetiye, ih- zariye, hüddamiye derken köylülerin esneme, kaşınma ve kestirme sürecine girdiğini ballan- dırâ ballandıra anlatıyordu. Konferanstan son- ra köylülerin agzını yoklamış Ibo. Bir şey an- lamadıklannı, ama âlimin ziyadesiyle derin ol- duğunu, köylerine gebnesiyle de onurlandık- lannı, yabuz oünadıklannı, kendilerine olan güvenlerinin arttığını söylemişler. 12 Mart darbesi, bizi tstanbul'dan Fırat'uı ötesine savurdu. Yollar- da, garajlarda, kasaba- lann kenar mahallele- rinde, mağaralarda, kömlerde, aç alavan, ka- çak, aynksı bir yaşama başladık. Bilinen Dev- Genç'li tipi, uzun boylu, parkalı. botlu, sarkık bı- yıklı bir tipti. Arananla- nn afişleri asılmış, kel- leleri veya yakalanmala- n mükâfata bağlanmış- tı. Biz kaşla göz arasnı- da biçim ve künye ola- rak köylüleşmış, yani aslımıza rücu etmiştik. Bunun en baş örneği de Ibo'ydu. Kafada amca havasını veren bir Antep şapkası. çobanvari bir giyiniş ve lastik ayak- kabdar. Koyun cebinde ise fotoğraf hariç, her şeyi Haydar Macit'e ait olan bir künye. Ibo, biçiminden memnun ve iyimserdi. Kafasında- ki asgari program, köylüye toprak, halka iş ve demokrasi, ülkeye ise bağımsızlık programıy- dı. Halkın bu programı darbe şartlannda kolay- ca destekleyeceğine inanıyordu. Görevine akıl almaz bir inançla sanlmıştı. Durumumuz iyi değildi. îlişkilerimiz, kitle te- meümiz yoktu. Cebimiz dehkti. Ciddi bırbes- lenme ve bannma sorunuyla başımız derttey- tbrahim Kaypakkaya. dı. Heybeth dağlan aşıp kaldığım mağaraya gel- diğinde. halkın duru- munun, bizim durumu- muzdan daha iyi oldu- ğunu söyledim ona. Ki- remit kızılına çalan ya- naklan, dağ ayazmda patlayan hlcal damar- lann etkisiyle iyice kı- zarmıştı. Sağ yana ya- tarak sol eüni ateşe doğ- ru uzattı. "Yanıhyor- sun" dedi. "Halkınuz ve ülkemiz yoksul ve esirdir. Biz ise özgü- rüz. Karanlık bir dün- yaya karşı yürüyoruz. Sen aydınlanmayı ka- ranbğın en koyu oldu- ğu yerden başlattığı- nın farkında değilsin. Şuraya bak." Odun alevinin mağara karanlı- ğındaki macerasına baktık birlikte. Duman ve çökelek kokusu çökmüştü kayalara. "Çin hal- kının kara kader ağı, ilk mağaranın ağzın- daki örümcek ağının yırtılmasıyla başladı." Dağlarda tek başıma bır değnekle gezdığımı, vahşi hayvanlara karşı savunmasız olduğumu söyleyince güldü. "Cebinde her zaman kapa- ğı kırmızı bir kitap taşımayı unutma" dedı. Son görüşmemız, kışın en şiddetü aymda, ocakta oldu. Bir arkadaşıyla birlikte karlı uçu- 1 rumlu dağlan aşarak kaldığımız mağaraya gel- mişti. Ateş yakmışhk ama ısınamıyorduk Önü- müzü kavuran, arkamızı sa\Tjran belah bir ta- şa kaptırmıştık yakamızı. tçinde bulunduğu- muz duruma ilişkin dikkatlice dinledi bizi. "Mağarayı tenüzleyeUm, bir düzene sokaum" diye başladı. "Kışı içeri çeken delikleri ka- patalım. Sıcak suyla bir temizlenme meka- nizması kuralım. Beslenme kaynaklanmızı gözden geçirelim. Bir okuma. aydınlanma programı çıkaralım. Geceleri boş geçirme- yelim. Odun alevinde birisinin okuyacağı ki- tabı dikkatlice dinleyelim. tartışalım, rür- küler söyleyelim. fıkralar anlatabm, eğlene- lim. Ve en kısa zamanda da halkm arasına dağılalım. Deniz kıyısında minnacık kaya yalakları olur. bazı balıklar o yalaklara dü- şüp çıkamazlar, dalgaların vükselmesini bek- lerler denize açümak için. Ama dalgalar bir türlü yükselmez, güneş yalaklardaki sulan kurutur. Balıklar yalaklann dibine yapışıp kayalaşırlar. Bizim şu andaki durumumuz. yalaklardaki balıkiarın durumuna ben/i- yor. Haydin şimdi hep beraber kalkıp işe ko- yulahm, bu mekânı üniversiteleştirelim. Ya- pacağımız en küçük iş, çalışan insanlığın le- hine olacaktır. Şu köşeye odun yığabm. her- kes hemen kokmuş çoraplarım yıkasın." Mağara canlanmış, miskinliğınden sıynla- rak şen şakrak bir uğultuyla ayağa kalkmıştı. Dışan çıktım. Yer gökle kaynaşmış, tipinin kır- baçladığı yaşam kör edici sonsuz bir beyazlı- ğa tesüm ohnuştu. PERŞEMBE ORHAN BURSALI Ecevit'in Gazı I.Ü. lletişim Fakültesi'ndeki Bilim ve Teknoloji Gazetecıliği dersimde, geçen pazartesi, "Başba- kan EcevitVn hastalığı konusunda basının tutu- mu"nu ortaya attı öğrenciler. Bilim ve gazetecili- ğin "ortakalanı" olan "araştırma", "doğrvlan/ger- çeklen" bulup çıkarma ve "toplumu bılgilendirme" açısından, Ecevit'in hastalığı haberieri, tam bir la- boratuvar özelliği taşıyordu. Orhan Birgit'in "Başbakan iyileşiyor, ya med- yamız?" başlıklı yazısı kışkırtmasaydı, yine de ko- nuşma ve tartışmalarımız sınıfta kalacaktı... Ama madem Birgit konuyu açtı, mecburen sür- düreceğiz. • • • 1) Ecevit'in hastalığında toplumumuzun, bası- nımızın ve diğer siyaset odaklannın gösterdiği ani "refleks", doğrusu Türkiye'nin hemen hıçbır konu- da "A, B, C ve dahası Dplanlarının"olmadığı ko- nusundaki kuşkuları bertaraf etti! Herkes hazırlık- lı ve projesi cebinde dolaşıyordu. Benim gelecek için hıç bir endışem kalmadı. Ar- tık bütün sürpriz gelişmelerın üzerinden, milletimi- zin, aslında Ankara'yı ve ülkeyi çaktırmadan yö- neten basın, hükümet dışı siyaset ve iş dünyası- nın mümtaz evlatlan sayesinde şıp diye geleceği- mizin ve milletimizın yararına en iyi çözümlerı der- hal uygulamaya koyabileceğimize iman ettim. 2) Bir kez daha ortaya çıktı kı, "somut durum veya olgu" yoktur. Kimsenin, "kendi dışında" ve "kendi bildıkleri dışında" başka bilgiye de ıhtiya- cı yoktur. Somut durum, herkesin kafasındaki al- gılamanın veya arzu ve ısteklennin ta kendisidır. Ger- çek tamamen ozneldir. "Ben nasıl görüyorsum" öy- ledir. Bu nedenle, abus ve abuk bir hükümet yetkili- si, Ecevıt'i derhal "yoğun bakım"ûa gördüğünü açıkladı; basın mensupları mutlaka başka hasta- lıkların gizli tutuldugu inancıyla davrandılar. Bağır- saktakı gaz sıkışmasının kortizonun yan etkisi ola- bileceği üzerinde duruldu. Bağırsak kanserinden tutun, Çeçen terörist için verilen vur emri sonucu Ecevit'in hastalandığına vanncaya kadar çeşitli senaryolar gündeme taşındı. "Bazı uzmanlar" da, uzaktan görüşlerinı belırterek duruma katkıda bu- lundular... 3) Gerçek durumu anlamak için senaryo uydur- mak ve bunları haber diye manşetlere taşımak ge- rekiyor muydu? Yoksa, basın ve diğerleri, öncelikle insan haya- tının ve arkasından ulkeye etkilerinin söz konusu olduğu böyle bir durumda, doğruluğuna ilişkin hiç bir ipucu yakalayamadan senaryo uydurup yaz- mak ve çığırtkan olmak yerine; kendinı, elde ede- bildiğı en gerçek bilgılerle sınırlasa; anlamlı. akıllı, ağırbaşlı, gerçeğe en yakın bir konumda kalmayı yeğlese, doğru olmaz mıydı? Basın cenahı, kamuoyu katında lıste diplerinde süründüğü ortayaçıkan "basında güven"de bır ba- samak daha düştü mü, yoksa çıktı mı? Spekülasyon yapmak mı gazeteyi kalıcı yapar ve gazete satışını orta ve uzun vadede arttınr, yok- sa doğruya en yakın haberi vermek mi? Tabii bu sorular "ciddi basın"a yöneliktir. 4) Bunlar arasında en normali tabii ki siyasi se- naryolardı. Ecevit'in "işyapamaz" bir duruma düş- mesi ıle "kimin sepetinde neler olduğu" ortaya çık- tı. Senaryoların adresleri belli oldu. Kımlerın gönlünde hangi aslanların yattığı da. Beni bunlar arasında en çok ılgilendiren de ga- zeteci-yazarlarımızın aslanlarıydı! • • • Sonra olan oldu. Ecevit yürüyerek hastaneden çıktı ve herkes açığa düştü. Allah kahretsin!... Bu noktada en önemli ve geçerli senaryonun, Ecevit'in "böyle bırdunjmu görmekamacıyla ba- ğırsağında gaz binktirdiği"ne inanmaz mısınız?!... obursali(« cumhuriyet.com.tr. KADINLARA DAİR ORAL ÇALIŞLAR Oral Çalışıar oır erkek oıarak Kadın konusunun en çok erkeklerı ilgilendırdığım1 düşünerek kaleme aldığı kadın üzerıne yazıları için Bu yazılar benim kadınlara dair düşüncelerimı ve gündelik olaylar karşısındaki tepkllerimi ifade ediyor." Çatalçeşme Sok. No: 19 Ca$alo$u/ist Tel: (0 212) 512 94 67 fax: (0 212) 520 8212 TC ŞİŞLİ1. SULH HUKUK HÂKJMLİĞİ'NDEN DosyaNo: 2002 391 Davacı Yadıkar Ayaş tarafından küçük Tülay Ayaş aleyhine açılan vası tayını davasında verilen karar uya- nnca, Bartın, Bartın merkez. Gökçedere Mahallesi. Cılt 161, Hane 9"da nüfusa kavıtlı. Alı \e Emine'den olma 24.06.1985 d.lu Tülay Avaş'ın 18 vaşına kadar yaşı se- bebıyle. MK'nun 404"üncü maddesi uyannca hacir al- tına alınmasına, Mahkememizın 24.04.2002 tarih. 2002 391 esas, 2002 414 sayılı karan ıle ü\ey annesi Yadikar Ayaş vasi tayın edılmıştır. Keyfıyet ılan olunur. 24.04 2002 Basın: 27296
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle