18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2002 S/ 14 JVLJJ-jl. U ± C [email protected] TIYATRO DÜNYASINDAN DİKMEN CÜRÜN 'Hashirigaki' festivalde"HashirigaJd" için "yükselen gü- neşin ülkesinde samuraylann savaşçığ- hğııu anımsatan bir oyun" da deni- yor. "deniz\üsunlanndanjapdmabir yemek" de, "şen şakrak ve şakacı" da... Hepsi de dikkat çekıcı, çarpıcı ve merak uyandıran tanımJar. Alman bestecı Heiner Goebbels' in 2001 yı- Iında gerçekleştırdığı ve pek çok fes- tivale katılmış olan son çalışması "HashirigaJd". Çeşitli kaynaklardan yararlanarak oluşturdugu bu oyunda ahşılagelmiş tiyatro dilinin çok öte- sinde bir yerierde dolaşıyor Goebbels. GertrudeSteoıın "MakingofAme- ricans" (Amerikalılann Oluşumu) metinlerinden, ünJü Beach Boys şar- kılanndan klasik Japon müziğine, pop parçalara uzanan eklektik bir ya- pıya sahip oyun. "Yürürken düşiin- mek ve konuşmak" anlamına gelen "hashirigakTnin büyüJeyici birrenk cümbüşü oluşrurduğunu söyleyen Goebbels için sanatın kendine özgü gizemi olması şarttır. Burada gizem. söz konusu renkler altında yatıyor. Ahşılmamış bir tiyatro "Eserierimde çok basit mesajlar vermek istemem. Özellikle Hashiri- gaki'de dünyayla itişldlerimize ve ba- Jaş açılanmıza dairözeJ birduygu ya- ratmava çahsüm* diyor ünlü yorum- cu. "Hashirigaki'' farklı bir sahne diline sahıp ve alışılagelenin çok ötesinde bir tiyatro olayı... Heiner Goebbels in oyundaki te- mel hareket noktalanndan biri Gert- rude Steinın u Her şey kendini tek- rareder" sözlen. "Tekrar" sözcü- ğü ardında yatan gizli anlamlar sa- natçıyı cezbediyor. Bundan önceki oyununda da "tekrar" teması üze- nnde duran Heiner Goebbels, bu so- ruyu 20. yüzyıla Gertrude Stein'ın yaydığını söylüyor. "Tarihte, siyasi döngülerde, savaşlarda yaşananlar hep tekrar değil mi? Stein'ın siyasi gerçekliği gözlemleme \ öntemi insa- nuı hiçbir şev öğrenemediği düşün- cesh le birleşir." "HashirigaJd" adı belki insanı he- men kavramayabilir ama şurası bir gerçek ki izlenmeye başladığı an- dan itibaren ovunda rol alan Kana- dalı, İsveçlı ve Japon olan üç kadın sanatçı seyırciyi kavnyor. Oyun bo- yunca yetenek, mizah, şiır, usta oyun- culukJar ve aynı ustalıkla kotanlan ses ve ışık tasanmlan ıç içe geçiyor. Eleştirmen Marie-Pierre Gene- cand "Müzikal Resim" başlıkh ya- zısında şöyle diyor "Hashirigaki'' için. "Tekrar hakkında bir şeyler söyleyen bir dans bu, topiumun kes- kin gözleme tabi tutuhnuş bir başka fenomeni.(tyuncu-müzisyenler Gert- rude Stein'ın metinJerindeki sptral manbksaltaktan sürekJi bir hareket zemini yaraöyorlar." DiHe müağin dengesi Goebbds, "Bu oyunda kullandı- ğını Beach Boys da Gertrude Steüı metinkri de farkh niteliklere ve yere basmayan yapılara sahip. Her ikisi de sanki yerden belli bir yükseklikteler. Beach Boys şarkıJannın sınırian hiç- bir zaman çizümemiştir. Gertrude ugünün tiyatrosu tüm gerçekleri ortaya çıkarmalı, elindeki tüm olanakları kullanarakyaraîıcı olmahdır. Gözlemlerimîzde daha yaratıcı olmamızayol açmahdır. Sadece mesajı almamızı değil, imajı da gömıemizi sağlamahdır." Stein ise çok sııuru kelimeler kulla- nır. Onlan bu nedenle birlikte kullan- dım, çiinkü ben de genelde yere bas- mıyorum ve sorulara basit yanıtlar verir gibi ealışmıyorum" diyor ve devam ediyor, "Tiyatroda asıl ilgflen- diğim şey, dilte mü/iği. mekân ik ha- reketi dengelemek. Sanatta ulaşmak istediğim noktada biitün bunlar hi- yerarşik bir düzende değüdir." Kuş- kusuz "HashirigakT merak ve il- giyle izlenecek bır oyun. 9 'diva' ile Genco Erkal'm 'Nazım'a Armağan'ı daha çok biz izleyicilere bir armağandı RumeH Hisarı'ııda mucize• Sahnedeki on sanatçının, koroda sıradan bir "nefer" olmakla. "star"lığın en doruğuna ve gorkemine tırmanmak arasında hiçbir aynm yapmamalan müthişti! ZEYNEPORAL Rumeli Hisan bir baştan öteki başa, en alt sıradan en tepeye, tıklım tıkış doluydu. Yal- nız taş sıralar değil, otlann üstü. ağaçlann al- tı da doluydu. Şükran Giingör ve Tankred Dorsfa "onur ödüfleri" verilmiş, Uluslararası Istanbul Ti- yatro Festivalf nm yaşamasını sağlayan spon- sorlara teşekkür plaketleri sunulmuştu. Sonunda tüm ışıklar sönmüş, beklenen an gelmışti. Rumeli Hisan'nın büyüleyıcı havası... Gök- yüzünde yıldızlar... Burçların tepesindeki aydınlık... Uzaktan geçen vapurlann seslen ve ışıkJan... Soluğunu tutmuş binbeşyüzka- darizleyıcı... Soluklartutulmuştu, çünkü ilk kez Türk tıyatrosunun her biri kendi başına "•yıldız" olmuş. tiyatromuzun "diva" lan di- yebileceğim, yorumculuğu yaratıcılığa dö- nüştürmüş sanatçılarını bir arada izleyecek- tık. Önce seslerini duyduk, sonra onlan gör- dük. Seslen, karanlıktayanıbaşımızdaydı. Fı- sıldayarak Nâzun Hikmet'in dizelerini oku- yorlardı. Hisann dört bir yarundan, merdi- \enlerinden aşağıya sahheye inerken sanki bir ayine tanıklık ediyorduk. Hemen belirte- yira: Bilge Mestçi'nın kostüm tasanmı, daha ilk andan bu ayin havasını yoğunlaştıran, so- nuna dek etkileyici olan, çok işlevli, müthiş görkemliydi. GûneşeAkın Ayın başlamıştı: Güneşe akın vardı ve gü- neşin zaptı yakındı. Sahneye indiler; güneşi, ateşi, suyu, havayı yaratıp sahneyi ve bizi zap- tettiler. YıldızKentermüthiş bir fenomendi. Her za- mankınden bın kat daha çok kendisiydi. Yıl- dız Kenter'di. Rol yapmıyordu. Ama aynj za- manda tepeden tırnağa Nâzun Hikmet'ti. El- leriyle. ellerimizi isyana kışkırtıyordu. Jüüde KuraJ. kadronun en genç oyuncusu, bır ateş parçasıydı. Gökyüzüne uzanan mer- dıvenlerin tepesinde, kızıl yelkenlerle yanşı- yordu. Özellikle Şeyh Bedrettin'de, toprağı ve sıcağı içinde taşıyordu. Zefa'ha Berksoy, tüm birikimini sesine, be- denine, yüzüneyükJemışti. BılgelikJegeçiyor- du rolden role. Taranta Babu'nun kara Afh- ka'sından, su kenanndaki yıldızlı gecelere uzanırken sevgiyi ve direnişi oyunculuğunda buluşturuyordu... Işık Yenersu: Duru, berrak, pınl pınl bir sugıbiydi. Akıyordu, kayjyordu hapisliğin, askın, acının, özlemin, yalnızlığuı arasuıdan. Duygu yüklü sesine yeryüzünün tüm aşk- lannı yerleştirmişti. Bir isyan bayrağı kadar güzeldı. Tübe Saran olağanüstüydü. Söylediği her sözcük. kendi anlamının çok daha ötesinde an- lamlar taşıyordu. Yaptığı her hareket, her du- ruşu, her bakışı izleyiciyi kendisine kenetfi- yordu. Duygulan elle turulur kılıyordu. Ayla Algan: Oyunun her anında sahnedey- di Tavırlanyla, varhğıyla, duruşuyla. bakışıy- la meydan okur gibiydi. Ama aynı zamanda tüm kadroya kanat germiş bilge bir ana gibiy- di. Nâzım'ın annesi Ceüle Hanım'dı Hapis- teki açlık grevindeki oğlu için imza istediği siyle "KadınJanmız"daki zengin görsellik (resmen kağnılan, dönen tekerlen. ve kadın- lanmızı gördüm). Tank ÖcaJ bestesı "Ta- hir'leZühreMeselesi''ndeki duygu ve düşün- ce yoğunluğu, oyunun unutulmaz anlannı oluşturacaktı. Tarihi buluşma Yukandaki sıralamada, yaş, alfabe, oyun- culuk, önem sırası degil, oyunun geneline damgasını vuran sonuncu isim dışında, oyu- nun aJaşını izledim, Ancak ikişercümleyle ver- bu ayın, ritüel havası, sonuna dek sürdürül- seydı... Keşke daha ekonomık anlatım biçim- leri seçilseydi... Keşke daha incelikli seçim- lerle, sahnelemede kimi tekrarlardan ve küni klişelerden annılsaydı... Ama bu bir eleştiri yazısı değil, önceki akşamı sizlerle paylaşma yazısı... Bence önceki akşam, Rumeli Hisan'nda tarihi bir buluşma yaşadık. Bir daha tiyatro- muzda bu kadar önemli ismi bir arada göre- bılir miyiz. bilmiyorum. Oyunu kâh gülerek kâh ağlayarak ızledım. Ama beni en çok duy- (Fotograf: UĞVR DEMİR) andan sonraki bölüm, tüm oyunun en etkıli anlannı yaşatacaktı izleyicilere. Sema: Şaşırtıcı sesini, yeteneğini, şarkı söy- leme biçünlerini bu oyunun hizmetine sunma- sı, hiç kuşkusuz yönehnenin ve biz izleyici- lenn mutluluğuydu. Savaşın acımasız seslerinden, banşın umu- dun sesine. "Şu Varna deli etti beni"lere uza- nan bir gökkuşağı sundu. ZuhalOlcay: Tek sözcükJe mükemmeldi. Fa- zıl Say bestesı "Memleketim, memleketim, memleketin]" şarkısında mükemmeldi. Ama içıme yerleşen bir "keşke"yi bir türlü aklım- dan ko\amadım. Keşke o da oyuna taa en ba- şından katılabilseydı... Zeynep Tanbay: Yalnız kendi danslannın de- ğil tüm oyunun koreografisini üstlenen... Şi- iri dansa, dansı şiıre dönüşrüren... Müziği ve sözü bedenin hareketıyle bütünleyen, daha doğrusu bedeni, müzık ve söz gibi kullanan... Yaratıcılığı, sonsuz duyarlı bırestetik anlaşıy- la bütünleyen bir sanatçı... "Akrepgibisinkar- deşim"dekı doğaüstü tavır; Ruhi Sunun se- diğım ıpuçlan sizi yanılrmasın. Oyunun her anında, herkes hem Nâzım Hikmet'ti, hem de bir anda herkes bir başka kişiydi... Oyunun temasal akışı şöyleydi: "Otobiyog- ratT'yle başlayıp Kurtuluş Savaşı. emperya- lızme karşı tüm savaşlar, hapislik, Piraye'ye mektuplar, Münevver'e şiu-ler, oğul hasreti, memleket hasreti, banş özlemi v e daha güzel bir gelecek umudu... Ve Genco Erkal: Bu dokuz insanı bır ara- ya getiren metni, kurguyu, sahneye koyuşu üstlenen, aynı zamanda ovnayan. işin mima- n oydu. Eşsiz bir orkestra şefiydi. Farklı di- sıplinlerden, farklı birikimlerden gelen bu dokuz insanı bır araya getirmesi bile mucizey- di. (Aslında on olacaktı, yazık ki Gülriz Su- ruriaynldı.) Metin Deniz'in Rumeli Hisan'nın doğal görüntüsüne, renk, coşku ve umut katmaya yö- nelik sahne tasanmı işlevseldi. Selinı Atakan'ın evrensel ve geleneksel renkler taşıyan müzikleri çok etkileyicıydi. Içime yerleşen keşkeler elbet vardı: Keşke gulandıran, sahnedeki on sanatçının (9 diva ve Genco Erkal'ın), koroda sıradan bir "ne- fer" olmakla. "star"lığın en doruğuna ve gör- kemine tırmanmak arasında hiçbir aynm yap- mamalanydı. Yaşamım boyunca asla unutmayacağım bir sahne, önceden tasarlanmamış şu sahne ola- cak: Oyunun sonlanna doğnı Zuhal Olcay'ın mikrofonu bozuldu. Sesi duyulmuyor! Ey- vah. şimdi ne olacak? Ben oturduğum yerde panikten ölebilirdim! Ne mi oldu? Mikrofo- nun bozulduğunu ilk fark eden Işık Yenersu. Zuhal Olcay'a doğru yürüdü, ona sanldı, ken- di bovnundaki mikrofondan yararlanmasını sağladı, sonra Sema, sonra ötekiler... Tasar- lanmamış birmizansendı... Aralanndaki da- yanışma, duygu beraberliği görülecek(hısse- dilecek) bir şeydi. Oyun sona erdiğinde millet ayağa fırlamış bu tarihi buluşmayı ayakta alkışlıyordu. Bence "Nâzım'a Armağan", büyük şair- den çok, biz izleyicilere bir armağandı. 1AZIODASI SELİM İLERİ Ögretmenlerim Anılanmı birkitabadökmeyeçalışıyoruz. Sö) leşi ve yazışma aracılığıyla. Geçen gün ilkokul öğretmenlerimi düşündürr Anılar arasından çıkageldiler. llkokulda üç öğ retmenim oldu. Birden beşe aynı öğretmend< okumadım. Birinci sınıfa Cihangir llkokulu'nda başladım Öğretmenimiz Ulviye Hanım kır saçlı, gözler gri-yeşil ve koyu sürmeliydi. Galiba duldu, eş ölmüş. Eski bir milletvekiliyle âşıkhâne bir dost- luk yaşadığı söylenirdi. Bayramda elini öpmeye gitmiştik: Fevkalade alçakgönüllü bir ev. Milletvekilleriyle arkadaşlık eden insanlar o devirde demek ki öyleymişler. Bodrum katında yaşayan Ulviye Öğretmen bizi pikniğe götürmüştü ve ballıbaba toplamış- tık. Ballıbabayı ilk kez ayırt ediyordum. Çiçeği- ni emmiş, balını tatmıştık. Ertesiyıi Firuzağa llkokulu'nageçtim. Ikinci ve üçüncü sınıfta Belkıs Öğretmen'in öğrencisiy- dim. Sevecen bir öğretmendi. Salacak'taki evlerine gitmiştik. Güneşli bir gün, balkon, uçsuz bucaksız Boğaziçi. Çay içilmiş ve poğaça yenmişti. Belkıs Öğretmen, anneme bir çift yakut küpe- sini göstermişti. 6-7 Eylül Olayı'ndan birkaç gün önce, öğrencisinin babası Rum bir kuyumcu gelmiş. Adam her şeyini satıp savıyormuş. Ofa- caklan herhalde işitmiş. Çok ucuza vermiş kü- peleri. Bu an/yı biraz değiştirerek Gramofon Hâlâ Ça- lıyor'da romana dönüştürmeye çalışmıştım. Belkıs öğretmen sınrf birincilerine, ikıncileri- ne hep kitap armağan ederdi. Doğan Kardeş Ya- yınlan'nın o kadar güzel çocuk romanlanydı bun- lar. Iki yıl sonra Belkıs Öğretmen başka bir ilko- kula atandı. Onun yerine Nevzat Öğretmen gel- di. Nevzat öğretmen, Belkıs Öğretmen'in kız kar- deşiydi. Tuhaf bir rastlantı işte... Öğretmenimiz mavi gözlüydii,tepiskasaçlı, yor- gun birgeçkin kız. Hırçındı. Ama onu severdim. Çünkü yalnızdı. Yalnız kişilerin bana daha yakın olduklannı duyumsayabiliyordum artık. Derli toplu fakat çok sade giyinir, hemen hiç makiyaj yapmazdı: Çok uçuk ruj, belli belirsiz ri- mel... Yalnız bir defa, bir cumartesi günü, Taksim Belediye Gazinosu'nda öğleden sonra okulun çayı var. Nevzat öğretmen, iki ders arası, elbi- sesini değiştirmiş olarak döndü: Siyah geniş etek, beyaz ipek bluz. siyah moher hırka, ince çoraplar, yüksek topuklu iskarpinler. Saçlannı aç- mıştı. Saçlan omuzlanndaydı. Nevzat Öğretmen birden değişmiş, çok güzel bir kadın olmuştu. Görüntüyü unutamam. Bu anı sonra hep Yağmurcu piyesindeki sahneyi çağ- nştırdı, piyesi okuyunca. Okul çayına gittik. Nevzat Öğretmen, zengin- ce bilinen bir arkadaşımızın masasına oturma- yı yeğlemiş, orada, kızın annebabasıyla birlikte. Oğretmenlerin olanaklan o zaman da daracık- tı. Nevzat Öğretmen'e yine bayram günü gitmiş- tik. Eşyası enikonu eskimiş bir ev. Solgun ışık- lann dökülüştüğü geniş pencere. Hepsi bu. Öğretmenim bize şeker ikram etmişti. Hacı Bekir'den alınmadığı apaçık badem şekeri ve lo- kum. Badem şekeri bayat, lokum lezzetsız. Dışanya çıktığımızda, annem, "Zavallı kadın, tek başına... Kolay değil," demişti. Gerçekten kolay değildi. Çünkü kimi günlerde, Nevzat öğretmen'i uzaktaki bir pazardan elin- de filelerle dönerken görürdük. Cihangir'in ma- navlanndan alışverış yapamıyormuş. Anneme söylerdi. Takvimde iz Bırakan: "Robenson, halden bilir Robenson, I Adan hâlâ batmadıysa eğer/Alıp götürsen beniora- ya, I Denizyolu kapanmadan ewel." Cahit Srt- kı Tarancı, "Robenson", Bütün Şiirteri, Can Yay., 1984. 6. Ankara Öykü Günleri ANKARA (Cumhumet Bürosu) - Edebiyatçılar Demeği tarafından düzenlenen 6. Ankara Öykü Günleri 21 -26 Mayıs tanhleri arasmda gerçekleşri- rilecek. Ö\'kü üzenne 3 ayn panelin düzenleneceği etkinlik kapsamında gazetemiz yazan IşıkKansu da 'Çocukhığa Yokuluk 1 başlıkh bır dıa gösterisi su- nacak. Aynca 'Mustafa Ekmekçi'yi Annonız' baş- lıklı bir söyleşi düzenlenecek. Düşler Öyküler der- gisi tarafindan 1997'de başlatılan etkinlikte ö'ykü- nün Türk ve diğer kültürlerin edebiyatındaki yeri- nin ve sorunlannın irdeleneceği, öykü yazarlannın birbirleriyle ve okuyuculanyla >TİZ yüze gelebile- cekleri. canlı bir edebıyat ortamı yaratılması amaç- lanıyor. Etkinliğin ilk gününden bu yana içinde yer alan Edebiyatçılar Derneğı Başkan Yardımcısı Ozcan Karabulut. Ankara Oykü Günleri ile bir düşlerini gerçekleştirdıklerini belirterek amaçlannın "Anka- ra 'nın. giderek Türkiye'nin sanatsal yaşanuna ve kültürüne kanoda bulunmak vegençö\ İdicüJerle, us- ta öykücüleri buluşturmak" olduğunu söyledı. Ya- kın bır tarihte Hollanda. Almanya v e Yunanıstan'da öykü günleri düzenleyeceklenni dile getiren Kara- bulut, böylece yabancı edebıyatçılarla da iletişime geçmek istediklerini vurguladı. Ülkenın dört bir yarundan 50 öykücünün katıla- cağı .\nkara Öykü Günlerfnde. tüm gün sürecek'Öy- kû Saati' adlı bölümde, öykücüler kendi öyküleri- ni okuyacak. EtkinJikte "GunümüzÖykiicûlüğüHa- yaoNeKadarlçemor*, 'Ankara 03(101 Günieri'nden Dünyıa Öykü Gününe Doğru'. 'ÖjMcüJüğümüzde Kadın ve Aşk' konulu üç panel gerçekJeştinlecek. Gazetemiz yazan Işık Kansu"nun hazırladığı 'Ço- cukhığa YöİculıuV adlı dia göstensi eşlığinde ger- çeldeştirilecek iki ayn anlatıyla. KemaJAteş ve Mu- zaffer İzgü'nün çocukluklannı Devlet Tiyatrosu Sa- natçışı Tülay Bursa seslendirecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle