22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 OCAK 2002 CUMA 12 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr 200 l'in son önemli edebiyat ödülünü alan Erdal Öz yaşanmışlıklardan yola çıkarak yazıyor İçicam kınklanyladolutLKAY KELINÇ **Elbette kendi yaşantüanmdan yola çıkarak yazdım bu öyküleri. Ama hiçbiri birebir 'yaşanmış olan' değildir; belki yaşanacak olandır; yaşatacak olandır." Yaşamın içinden, insanüstüne, sı- cacık öyküler... Erdal Öz, son kita- bı 'Cam Kınklan'nda yine acıyı, hüznü, umudu ustalıkla yoğurmuş; yalın ve sürükleyici anlatımryla oku- ru büyülemeyi başanyor. Şu günlerde YusufAslan'ın baba- sının öyküsünü yazmakta olan Öz, bir yandan da yeni kurulacak Top- lıuncu Demokratik Parti'nin hazır- lık çalışmalanna katılıyor. 1975'te 'Yarahan' ile Orhan Ke- mal Roman, 1998'de 'Sular NeGü- zelsin" ile Sait Faik Öykü ve son ola- rak da 'Cam Kınklan' ile 2001 Se- dat Simavi Edebiyat Ödülü'nü alan Öz'le öykücülüğü, son kitabı ve gü- nümüz Türk yazını üzerine söyleş- tık. - Tür olarak öykünün oluşum ve genşim süreçlerinden söz eder misi- niz? ERDAL ÖZ -Roman ve öykü bı- ze Avrupa'dan gelen edebiyat türle- ri. Gerçi sözlü edebiyatta halk ara- sında anlatılan birtakım masallar, destanlar vardır, bence en modern- lerinden biri de Dedem Korkut Öy- küleri'dir. Anlatıınıyla günümüz Türk edebiyatını, örnegin Yaşar KemaTi çok etkilemiştir. Türkiye'de modern öykününbaşlangıcındaysa ben Omer Seyfettin'i görüyorum. Öyküde ko- nu kolayca özetlenebilır. Ama örne- ğin Hemingway'in, Steinbeck'in, Fa- ulkner'ın öykülerini kolayca özetle- yip anlatamazsınız. Ben bu tür an- İatılamayan öyküden yanayım. Bu konuda en büyük ustamSaitFaik'tir. Bır de Orhan KemaLÜzerimde çok büyük etkileri vardır. Ama bana ke- sınlikle, "Şu öykün Sait Faik'in et- kisinde kainuş" ya da "Orhan Ke- mal'inetkisindekalnuş" dıyemezsı- niz. 'Yazdıklanmda kusur aranm' -Yazdıklanmzla aranızdakididiş- melerden söz ediyorsunuz kitabınız- da. Nasü bir hesaplaşma bu? ÖZ - Çoğu kez yazarken içerim. Bu, banabaşka türlübir özgürlük ala- nı getiriyor. Yazdıklanmda hep ku- sur aranm ve düzeltmeye çahşınm. Böylece öyküyle aramda bir didiş- me başlar. Yazdıklanmı beğenmedik- çe insan ıçine çıkarmam. Tüm bun- lar yorucu elbette. ama güzel bır yor- gunluk. - Sizi > r azmaya iten nedir? ÖZ - Cezaevındeyken yazdığım bir öykü vardı. Gızlice çıkarabıldim onu dışan. Hatta yayımlandığında bana göstermediler. Yülardır yaz- mayı bırakmıştım. Tanık olduğum çırİcinlıklenn içimdeki insana hiç uymadığını görmüştüm. Ama içeri- de yaşananlann acılı. hüzünlü yan- lan vardır. insana yakışmayacak olaylar yaşanır. İşte bütün bunlan yazmak, yansıtmak ve bölüşmek ıs- tedim. Bazen de hiç beklemediğim bir • k 'O cam kınklan olmasa ben ne yazabilirim ki? îçimde çiçekler açmıyor benim. Onlar olmadan yazamam... Herkesin hayatında vardır cam kınklan. Aynca, hüzün ve acı edebiyatın temelidir. Büyük romanlarda çok büyük acılar vardır. Mutluluksa gelip geçici ve basittir; insanın hayatında çok kısa dönemlere rastlar, gelir ve gider." TDP solu toplayacaktırf - Sema Pişkinsüt başkanhğmda bir parti kurma hazırhgınız var. Partideki konumunuz neolacak? ÖZ - Sayın Sema Pişkinsüt ile Kitap Fuan'nda tamştım, kitabı çıkmıştı: Fitistin Askısından Fezlekeye. Biliyorsunuz, Sema Pişkinsüt TBMM'de İnsan Haklan Komisyonu'nda başkandı. Karakollan basıp işkence aletlerini ortaya çıkardı. Hatta bazı kişilere Türkiye'de işkencenin varhğını itiraf ettirdi. Tüm bunlan daha sonra kitap haline getirdi. Partisi ve Bülent Ecevit arkasında durmayınca o da istifa etti. Ecevit'le kurultayda başkardık yanşına girdi. Ama kongrede de konuşturmadılar onu, oğlunu dövdüler, delegelerini sokmadılar içeri. Bağımsız milletvekili olarak da mücadele edemeyeceğini anlayınca parti kurmaya karar vermiş. Partüün adı Toplumcu Demokratik Parti (TDP) olacak. Beni de kurucu olarak aralannda görmek istiyor. Siyaset çok kirlendi. Sema Hanım kirlenmemiş, lekelenmemiş politikacılarla, bilim insanlanyla ve sanatçılarla yola çıkıyor. Kurucular arasında üç beş kişi dışrnda hiç siyasi yok. Kurulduktan sonra büyük katılım olacağını düşünüyorum. Solda şimdi böyle bir partiye çok gereksirüm var. Ben Sema Hanım*ı çok bilinçli ve tutarlı bir solcu olarak gördüm. Sol oldukça dağınık durumda. Bu parti solu toplayacaktır. Partinin kuruluşu sanınm ocak başlannda açıklanacak. anda aklıma değişik fikirler geliyor; bu cama vuran bir kuş olabilir, bir kedinin doğurması, bir gülün açışı ya da bir annın insanı sokuşu... Bir- takım yaşanrruşlıklardan yola çıka- rak öyküyü yazmaya girersiniz; son- ra o alır başını gider. - Geçen günlerde Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü aldınız. Bu ödül sizin için ne anlam taşıyor? ÖZ- Daha önce OrhanKemal, Sa- itFaikOdüllerini almıştım. Sevdigim yazarlann adını taşıyan ödüllere adı- mı eklemek müthişbir tattı. Sedat Si- mavi Ödülleri de öylesine önemli yazarlara verilmiş ki... Lıste Peride Celal ve Fazü Hüsnü Dağlarca'yla başhyor. Ondan sonrakimler yok ki; Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Yaşar KemaL Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Adalet Agaoğhı... îyi yazar- larla buluşmuş. ağırhğı olan bir ödül. Benim için mutluluk vericiydi. İz bırakan yaşanmışhklar... - Kitabımzda, anlaücı sık sık geç- mişi aıumsayıp günah çıkanyor gi- bi Sanki içini yakan cam kınklannı ortaya döküyor... ÖZ - Bunlar yaşanmışlıklardan yola çıkan öyküler. O masabaşı ro- mancılannın yazdıklan gibi yaşan- mamış ve basıt değıl. Benim kımli- ğimi oluşturan, bende izler bırakan birtakım yaşanmışhklar vardır. Bu küçücük yaşantılann tümü bütün bir yaşamı oluşturur. Örneğin öyküle- rimde çocuk çoktur. Pek yakında bunlardan bazılannı toplayıp çocuk- lar için bir kitap yapacağım. Adını belirledimbile... Cam Kınklan'nda- kı bir öykünı: Babam Resim YaptL - Peki ya sizin içinizi kanatan cam kınklan... ÖZ - Içim cam kınklanyla dolu. Çünkü onlarlayeni öyküler yazaca- ğım. O cam kınklan olmasa ben ne yazabilinm ki? Îçimde çiçekler aç- mıyor benim. Onlar olmadan yaza- mam... Herkesin hayatvnda vardır cam kınklan. Aynca, hüzün ve acı edebiyaun temelidir. Büyük roman- larda çok büyük acılar vardır. Mut- luluksa gelip geçici ve basittir; insa- nın hayatında çok kısa dönemlere rastlar, gelir ve gider. İnsan doğal olarak mutsuzdur. Ama umutsuz de- ğildir. Benim konum da msan. -Bu khabuuzdabirkaç öykünüz dı- şında siyasi öğelere pek rastianmı- yor. Daha çok günlük yaşamın için- den öyküler» ÖZ- Bu kitaptaki öykülerin çoğu- nu gençkenyazmıştım ve hiçbiri ya- yımlanmamıştı. Daha sonra dosya- mı kaybettım, annemın ölümünün ardındanyenidenbuldum. Tabii o hal- leriyle yayımlayamazdım. Çoğunu attım. Atamadıklanmı da oturdum yeniden yazdım. Işte bu yüzden si- yasi boyutlan az. - 'Dövmeye Geldiler' adh öykü- nüz, DenizGezmiş'iarumsarjyor.On- larla ilgili yeni bir tasanmz var mı? ÖZ - Evet, onlardan yola çıkarak ıdam edilen Yusuf un babasının öy- küsünü yazıyorum. Unutamadığım ve yaşadığım bir öykü. - 'Tam DenizeAÜarken'deGüney- doğu'yuanlatmışsınız. HâlâGüney- doğu'yla ilgiliiyi kitaplaryazrimadı- ğıru düşünüyor musunuz? ÖZ-Dıyarbakır Cezaevi'nden Can Yayınlan'na çok dosya geldi. An- cak bunlar yalnızca olay anlatıyor- du; vahşetti, hiç edebiyat yoktu. Oy- sa oralardan öyle romanlar ve öykü- ler çıkabilir ki... Güneydoğu'yla il- gili kitaplardan bazılan sırf yankı uyandırmak için basıldı. Ama uyan- dırmadı, çünkü kötü edebıyattı. - Övküde aslolan kurgu mu, olay- lar nu, dil mi? ÖZ-Tabii ki hepsi önemli. Eliniz- deki asıl hammadde dil. Onun geri- sinde dünya görüşünüz ve kurguda- kı ustahğinız vardır. Ancak öyküyü getiren de götüren de dildir. 'Dil düşkünlüğü kalmadT - SonyıHardaTürkiye'deedebiya- tm durumunu nasüdeğerlendiriyor- sunuz? Bazı yazarlann söylediği gi- bi bir kısıriaşma söz konusu mu? ÖZ - Türk edebiyatı en parlak dö- nemini ya§ıyor kanısında değilim. Daha parlak dönemler geçirmişti. Şiirde bir duraklama, yerinde sayma var. Büyük bir dağınıklık ve birbiri- ne benzerlik egemen. Türkiye düşün- ce yaratmada çok geriledi. Dil düşkünlüğü kalmadı, dilimiz gün geçtikçe bozuluyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri televiz- yon ve 'şımank' medya. Eğıtim dü- zeyiyse bir başka etken. Çok fazla okumayan, depolitize bir gençlik ya- ratıldı. Yine de son iki yıldır öykü- de iyi bir patlama var. Bunlar kabu- ğu yırtıp çıkabilenler. Çok mutlu- yum, öyküye bir dönüş var. Romandaysa, birkaç kişi dışrnda, pembe dizi yazarlığı... İyi roman yok değil ama çok az. Yazar olmanın tek yolu i>ı kitaplan çok okumaktır. Bi- zim okurlanmız bilinçli seçim yap- mıyor. Rasgele okuyan bır ülkeyiz. - Bir yayuıevi sahibi olarak, önü- nüze birçok dosya gelhor. Bunlan hangi ölçütlere göre seçiyorsunuz. Yazarkimliginizleyayıncıhğnuzmça- öşüğı ohıyor mu? ÖZ - Seçim işini yıllarca tek ba- şıma yaptım. Önce Türkçenin iyi kullanılrp kullanılmadığına, edebi- yata, kurguya bakıyorum. Türkçeyi iyi kullanmayan kişinin yazarlığı, dünya görüşü ne olursa olsun kabul edemem. Çok fazla dosya geliyor. Önce editörlerimiz karar veriyor. Gerekirse son incelemeyi de ben ya- pıyorum. İyi bir dosya yakaladığı- mızda çok se\Tniyoruz. Theo Angelopoulos usta, yeni üçlemesinin ilk filmi 'Ağlayan Toprak'm çekimlerine başladı Odakkonusu tutku, melankoli ve hüzün ASUSELÇUK 1998'de son filmi "Eternity and A Day" (Sonsuzluk Ve Bir Gün) ile Cannes Film Festivali'nde Al- tın Palmiye ödülünü alan ürüü Yu- nan sinemacı Theo Angelopoulos, üçlemesinin ilk filmi "La Terre qui pleure - Aglayan Toprak"a aralık ayında Yunanistan'da başladı. Bu üçlemede, yönetmen 20. yüz- yılı üç kadının bakış açısmdan an- latmayı amaçlamış. Bu üç değişik kadın kişilik tek bir kadın kişilik- te yoğunlaşıyor. Birinci bölüm "Ağla>anToprak"ın öyküsü ünlü Italyan senarist ToninoGuerra'ya ait. Konu, 1919-1949 yıllannı kap- sıyor, üç ay sürecek çalışmanın tümü Yunanistan'da gerçekleşti- riliyor. "AğlayanToprak'ı,esinlendigim şeyterleçekeceğim'' diyor Angelo- poulos. "Lçkmemde kuflanaca- ğun sinemadiünide ülkenin doğa- sına göre ayariamak istiyorum. Uzunzarnandırüstündeçahştıgım bir tasanüçlemem. Bütçesi de çok yüksek,Avrupahlannbflezor kar- şüayabileceğibir bütçeye sahip...". Ikincı bölüm, "LaTroisieme Ai- le" (Üçüncü Kanat) 1953-1971 yıllanm kapsıyor. Çahşmayı Öz- bekistan ve Sıbirya'da yani eski SSCB'de yapmayı planlıyor Ange- lopoulos. Başrolde Yunan köken- li Kanadalı oyuncu FJasKoteasvar. Koteas'ı Atom Egoyan'm "The Adjuster" ve "Exotica"sında, Da- vid Cronenberg'in de "Crash" (Çarpışma) filminde izlemiştik. Koteas, şu günlerde Egoyan'ın son filmi ".\rarat"ta "AB" rolünde. "Insanhğnı serüveni başlangı- andanbugünedek hep aym, hiç de- ğişmedi" diyor Angelopoulos. "Ben epikkavramlaria soluk alrp veriyorum.Yunanistan'ın biünme- yen yönünü araşürmak, tutkular, melankolive hüzünbenimUgimin odakkonularu.Hüznün,melanko- linin de\ inimi ve onu kapsayan dünya^." Harvey KeiteFk çahşacak Üçüncüve sonbölümse "L'Eter- ndRetour-SonsuzDönüş n te 1972- 2000 yıllanndayız, öykü ABD'de New York'ta geçiyor. Angelopo- ulos, "Ulysses' Gaze" (Ulis'inBa- kışı/1995) filminde beraber çalış- hğı Amerikalı oyuncu Harvey Ke- iteTle bu noktada yeniden buluşu- yor. Keitel'le olan ilişkisini açık- larken: "Amerikah bir oyuncuyla çahşmakbenim için zor oldu" di- yor yönetmen. "Başta birbirimi- ze uzakük. Daha sonralan ancak yakınlaştık. Bu konuda Marlon Brando-Elia Kazan örneğinivere- bilirinı. Ben ona ne istediğimi söy- Miyordum,o da kendinegöreoynu- yordu.UBste onun ümitsizbir hay- van gibi arügı çığuğı unutamanı." Keitel ise "D&'inBakışı'ıımçekim- lerinde bir kimlik arayışı içindey- dhn. Theogerçekbir sunuşdiyeka- bul ettiğim bu roDe bana bu çok önemli iç yokuluğumu yapmayı sağladı" diyor. "ABD, New York'ta çekeceğhn Sonsuz Dönüş'te Amerikan fihn tarznutümüyle tersineçeviren bir anlatun kuDanacağım" diyor Yu- nanlı usta. "Ben sait fihn setlerin- de kendimi capcanh duyumsuyo- ruro. Fihnçeknıcdiğimzamanlar- da çok süahyorum. Doğrusuşu ki, eBmden fihnyapmaktan başka bir iş de gelmiyor. Sanınm bugüne dek söylemekistediğim her şevide çahşmalarunlasöytedniL Banasöz- cük satacak biri pek kahnadL~n \AZIODASI SELtM tLERİ Proust ve Yakıç KadPi (3) YineYakup Kadri'ye göre, on dokuzuncu yüz- yılın çocuğu olan Proust, şaşırtıcı birtutumla, ken- di çağının taleplerine yüz vermemiş gibidir. Kendi çağının belli başlı "istilâ"s\ birsürü "iz- ma"\ar iken, A /a recherche du temps perdu ro- mancısı, hemen hepsinın dışında, belki de üs- tünde kalmayaçalışmış; "ideologialann"dalga- lanışlarından eserine bir çıkar ummamıştır. Yakup Kadri onun başlangıçta anlaşılmama- sını, benimsenmemesini de bu seçime bağlıyor. Herkesin züppe sandığı Proust, günün modaia- nna kapılmayarak, degerteri henüz oturmamış bir "yenizaman" sözcüsü olabiliyor... Yakup Kadri'nin değınmeye çalıştığım bu ön- sözü kaleme aldığı dönemlerde düşünce ve sa- nat ortamımızın Bergson'la çokça ilgilendiğini biliyoruz. Yakup Kadri de Proust'la Bergson'un akraba- lıklannı vurgulamak ihtiyacını duymuştur. Pro- ust'ta "şuuraltı"n\n edebiyatını sezinlemektedir. Öyle sanıyorum ki, bilinçaltının edebiyatı ola- bileceğinden bir romancımız ilk kez söz açmak- tadır. Bugüne kadar tarayabildiğim metinlerde, Yakup Kadri'den önce, böylesi birdeginişe rast- lamadım. Bergson'la felsefesi gelişmiş olan "subcons- cience", Proust'la da yüksek bır edebiyata ka- vuşmaktadır... Bu görüşlerin, bu savlann doğruluğu, geçerli- liği elbette aynca tartışılabilir. Bilinçaltı edebiyatı sözü tartışılabilir sözgelimi: Geçmiş Zaman Peşinde, yazıla çizile beylik- leşmiş "Madeleine Kurabiyeleri" bir yana bıra- kılırsa, oldukça "bilinçli" dönüştürümleri, değiş- tirmeceleri yansıtmakta; bilinçaltını eşelemeye -bence- pek gerek duymamaktadır. Çok ustacayapılmış bu dönüştürümler ve de- ğiştirmeceler, "anlatıcı" Marcel'le romanlann ya- zarı Marcel Proust'u birbirinden iyice ayırmak amacını güder. özellikle eserin son bölümünde ırmak-roman boyunca süregelmiş, yaşamları işlenmiş kişiler, yeni baştan, hatta sil baştan dönüştürümlere uğ- rariar. Bilinçaltları dolayısıyla değil, Marcei'in ye- ni yeni düşünceleri, saptayımları sebebiyle. Böylece, bir anlamda, başa dönüp, A la rec- herche du temps perdu'yü yeniden okumamız talep edilir. Zaten Marcel Proust'un eseri, bana sorarsanız, bütün bir ömrün okuması olup çıka- bilir... Yakup Kadri'nin çevirisine gelince, dönemi için yetkin bir çeviridir. Proust'un üslubunu Türk- çe'de arayışa hâlâ örnek gösterilebilir. Ne var ki, usta romancı Yakup Kadri, Svvann'ın Bir Aşkı'ndak\ genç piyanistin teyzesini, çeviri- sinde, "ha/a" yapıp çıkar. Böyle biryanılgıya düş- tüğünün farkına sonraki yıllarda da varmamış ol- malı ki, eserin yeni basımlarında meçhul hala vartığını korumuştur. O kadar çok sevilerek okunmuş bir eserin ki- şileri arasındaki akrabahk bağlanna dikkatsizce yaklaşmak, okuru elbette şaşırtıyor. Bununla birlikte, Proust konusundaTürkçe'de ciddi çaba harcamış ilk kişi olması Yakup Kad- ri'ye gönül borcumuzu gitgide arttınyor. Kendi- si de önemli bir üslupçu olan romancının, bir başka romancıya emek vermesi bizde öyle sık rastlanılır olaylardan değil. Yakup Kadri'nin Proust çevirisi yayımlandığın- da büyük ilgi görmüş mü diye sorarsanız, hayır, gormemiş. Romancımızın kapısını çalıp, bu eme- ğini tartışmak akla gelmemiş. Aradan onca yıl geçti ve Roza Hakmen Ka- yıp Zamanın /z/nde'yi Türkçe'ye bütünüyle ka- zandırdı. Roza Hakmen'in emeği üzerinde ger- çekten duruldu mu? Takvimde İz Bırakan: "Yağmur, diyecektim, sonbahardan büyüktü. Istanbul, yağmur kadardı." Attilâ llhan, Sokak- taki Adam, Seçilmış Hikâyeler Dergisi Kitaplan, 1953. SON FtLMİNÎ ÇEKERKEN-.\ngelopoulos,Atan Pahrûyekazandığı 'Sonsuzluk wBirGün'fihrttninçekimisırasjndao\ımcusuBrunoGan/ü^Selanikk^^ boyunda. Oyuncu Paul Hubschmid öldü I BERLİN (AA) - tsviçre doğumlu sinema ve tiyatro oyuncusu Paul Hubschmid, Almanya'mn başkenti Berlin'de 84 yaşında öldü. Yakınlan, yaşamım uzun süredir Almanya'da sürdüren Hubschmid'in akciğer embolisi nedeniyle yaşamını yitirdiğini söylediler. 'Alman sinemasının en güzel erkeği' lakabıyla büinen Hubschmid, özellikle Fritz Lang'ın yönettiği 'Bengal Kaplanı' ve 'Hindu Mezarhğı" filmleriyle tanındı. 20 Temmuz 1917'de Isviçre'nin Aargau kentinde doğan Hubschmid. ünlü Ingiliz müzikal komedisi 'My Fair Lady'nin Almancaya uyarlanan versiyonunda da rol almıştı. Oyuncu Bleen Heckart öldü • HAKTFORD (AP) - Kelebekler Özgürdür'deki (1969) rolüyle Oscar ödülü alan ABD'li oyuncu Eileen Heckart öldü. 82 yaşında ölen Heckart, Oscar ödülünün yam sıra bir Tony, iki de Emmy ödülü almıştı. Heckart 2000'de oyunculuğu bırakmıştı. • Kültür Servisi - Las Vegas Film Eleştirmenleri, 'Memento-Akıl Defteri' ve 'Yüzüklerin Efendisi'ni en başanh yaprmlar olarak ödüllendirdi. Peter Jackson'ın beyazperdeye uyarladığı 'Yüzüklerin Efendisi' En İyi Yönetmen, En İyi Sinematografi, En tyi Kostüm, En İyi Görüntü Efekti ve Enja'mn söylediği 'May it Be' şarkısıyla En İyi Şarkı odüllerini aldı. Christopher Nolan'ın psikolojik gerilim filmi 'Memento-Akıl Defteri' ise En İyi Film ödülünü alırken filmde rol alan Guy Pearce En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. 'The Deep End' filmiyle Tilda S\\inton En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alırken Steve Buscemi (Ghost World) ve Naomı Watts (Mulholland Drive) En İyi Yardımcı Oyuncu ödüllerine layık görüldüler. Alhn Küre'nin adaylar arasında göstermediği 'Harry Potter' ise En iyi Aile Filmi seçildi. Bosna savaşını konu alan 'No Man's Land' de En İyi Yabancı Film kategorisinde ödül aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle