Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3 OCAK 2002 PERŞEMBE
DİZt
1917 DevrimiveeseriSovyetler Birliği yurttaşlarına gösterilen hedef şudur: Kaybolmuş zamanı
gidermek, 'en büyük'le yani Amerika Birleşik Devletleri'yle boy ölçüşmek
irinci Dünya Savaşı'nın arka-
sından Avmpa geriler ve dünya
kapitalizminin başına Amerika
Birleşik Devletleri geçerken, aynı süreç
içinde bir başka önemli yenilik de şu-
dur: Rusya'da sosyalist devrim olmuş-
tur. "Refonn'dan beri en büyük çapta
bir tarüısd olay" nıteliğini de taşımak-
tadır bu. Hemen hemen bütün dünya
aynı iktisadi ve sosya! sistemin içine, ya-
ni kapitalizme gelip girmişkeu aynı dü-
şünce biçimleriyle tekniği kabul etmiş-
ken. 1917de anibir kopuş olur.
Blrblrlne zıt llcl sürec
0 tarihten başlaya-
rak. liberal ve kapitalist
dünyanın karşısında.
baştarı aşağıya yeni bir
örgütleniş yükselmeye başlar; bu ör-
gütlenişin temel ilkeleri kökten farklı-
dır ve kendi kurallanna göre evrilecek-
tir. Neredeyse bir ilkel köylü ekonomi-
sinden yola çıkan Bolşevik Rusya, baş-
ta gelen bir sanayisel ve askeri güce dö-
nüşecektir. Beş yıllık kalkınma planla-
nyla dev bir gelişme sürecı içine giren
toplumda, yapılar altüst edilir. Özellik-
le nankör maddi koşullar içinde, her
gün rejimin sonunu bekleyen düşman-
ca bir ortamda. Bolşevikler. dış yardı-
ma başvurmadan büyük bir ekonomik
güç yaratırlar. Sovyet halkına gösteri-
len hedef şudun Kaybolmuş zamanı gi-
dermek, "en büvük"le yani Birleşik
Devletler'le boş ölçüşmek. 1930"da her
iki ülke arasındaki farklılık büyüklü-
ğünü sürdürse de ilerleme olağanüstü-
dür. Bu, Sovyetler Birliği'ni, kapitalist
ve siyasal liberalizme bağlanmış güç-
lerin başı durumuna gelmiş olan Birle-
şik Devietler' in antitezi haline getirir-
ken bütün dünyada dikkatleri de çeler
ve yeni bir çekım merkezı olur.
Kapitalist dünyanın çelişmeleri kar-
şısında önerdiği çözümler, özellikle
planlı ekonomi düşüncesi, bu arada li-
beral demokrasinin ideolojik eleştirisi,
aydınlara. iktisatçılara ve politikacıla-
ra kendisıni dayatır; ilkeler ve örnekler,
liberal devletlerin yapısında derin deği-
şikliklere yol açarken sosyalist ve ko-
münist çe\Teleri ve partileri de etkiler.
Ama ne olursa olsun, 1939'da, kapi-
talizmin kendi bağnndan çıkardığı fa-
şizm saldırıya geçtiğinde. liberal dün-
ya, yani başında Sovyetler Birliği'ni
görecektir düşmanına karşı; çünkü bu
düşman. her ikisinin de düşmanıdır.
Zafer de her ikisinin eseri olur.
Ancak şunu da hatırlatmalı: Sovyet-
ler Birliği'nin savaştaki kayıplan her-
kesinkinden fazladır: Onca öz\'eri pa-
hasına diktiği yapı yerle bir edilin cep-
hede ve cephe gerisinde ise 20 milyon
evladını kaybeder.
Başka harırlatılacaklar da var...
Yeni bir lcaHcınma ydnteml
Ülkenin. başta ikti-
sadi yaşamında, "Beş
Yılhk Plantar"ın dam-
gasını \iirdugu dev bir
kalkınma politikasını dayatan, kurum-
sal değil "pratiknedenkr" olmuştur, Ye-
ni Ekonomi Politikası çıkmazından kur-
tulmanın tek yolu olarak bu görünüyor-
du. Akla geç gelmiş bir çözümdür bu;
neredeyse umutsuzluk egemendir; öy-
le olduğu içindir ki, radikal bir nitelik
kazanır baştan ve çılgınca yürür işler.
Küçük mülkiyet, görenekçi ve alışı-
lagelene bağlandığı için tanmda üre-
tim ve verimliliği arttırmaya uygun de-
ğildir; bunlan sağlayacak olansa; dev-
Sovyetler Birliği
Niçin ve
Nasıl Çö
SERVER TANILLI
D
ünyanın geri kalanı, 1929'da
başlayan ağır iktisadi
bunalıma gömüldüğü bir
sırada, ekonomisindeki planlama ve
sosyalizasyon, Sovyetler Birliği'ni,
işsizlik, fiyatlarda düşüş, aşın üretim
gibi bunalımdan kurtarmıştır.
Herkesin ücretini ihtiyaçlanndan
başka bir sınırla karşılaşmadan
alacağı bir toplum kuruluncaya değin, tüketim maddelerinin dağılışı,
topluma verilmiş "emeğin sosyal değeri oranında" olur.
letin ya da kooperatiflerin, yetkin ma-
kineler kullanıp bilimsel yöntemlerden
yararlanacak büyük tanra işletmeleridir.
En deflerll sermaye: Insan
O tarihe değin. tanm
I ülkelen ağır ağır sana-
yileşir, ama bir yandan
da ileri kapitalist ülke-
lere mali bağunlılık içine düşerlerken,
Sovyetler Birliği 1939'da "dünyanın
üçüncü sanayi gücü" olmuştur ve bunu
da yabancı alacaklılar yaranna bağım-
sızlığından bir şey yitirmeden başar-
rruştır; artık elinde, her türlü askeri güç
için gerekli sağlam bir sanayi temeli
vardır. Öyle de olsa, kişi başına üretim
düzeyi, öteki sanayi ülkelerine kıyasla
pek düşüktür hâlâ.
Son olarak. en büyük yenilik, "dev-
letin ekonomive sistemli ve bütünlüğü-
ne müdahalesi"nde görülmektedir. O
tarihe değin, ekonomiyi yönlendirme
ve denetleme çabalan, savaş sırasında
olmuş ve koşullann dayattığı geçici mü-
dahaleler olarak ortaya çıkmıştir. Sov-
yetler Birliği'nde ise bir devlet, ilk kez
banş zamanında, kendi ekonomi siste-
mini, bütünlüğüne yeniden örgütlemek-
te ve denetlemektedir. Böylece, daha
sonra yığınla ülkenin arkasından gide-
ceği birömekkonmuşturortaya. Öte yan-
dan, söz konusu olan, bir ülkenin ikti-
sadi etkinliğini var olan sistem çerçe-
vesinde uyumlu kümak ve eşgüdüme ka-
vuşturmak değildir sadece; onu baştan
aşağı değiştirmek ve sosyal yapıyı te-
peden tırnağa yeniden kurmakur.
En çarpıcı sonucu ne oldu bunun?
Dünyanın geri kalanı. 1929"da başla-
yan ağır iktisadi bunalıma gömüldüğü
bir sırada, ekonomisindeki planlama ve
sosyalizasyon, Sovyetler Birliği'ni, iş-
sizlik. fiyatlarda düşüş, aşın üretim gi-
bi bunalımlann -pek bilinen- sonuçla-
nndan kurtarrruştır; dahası, ülkenin sa-
dece maddi görünüşü değil toplum da
değişir.
Tüketim
Herkesin ücretini ih-
I tiyaçlanndan başka bir
sınırla karşılaşmadan
' alacağı bir toplum kuru-
luncaya değin, tüketim maddelerinin
dağılışı. topluma verilmiş "emegjn sos-
yal değeri oranında" olur. Ücretler yel-
pazesi, çeşitli emekçi kategorileri göz
ovyetler
Birliği'nde
en aşağı
düzeydeki ücret
bile, asgari
yaşamın
gerektirdiği
nesneleri
kolayca
edinmeye
uygundur.
'Lûks"
denebilecek
maddeler ise
nadirdir. Yeni
rejimin en önde
gelen
amaçlarından
biri, halklann
maddi ve
kültürel düzeyini
yükseltmektir;
böylece
Bolşevik rejim,
sağlık, eğitim ve
kültür alanındaki
gecikmişliği
kapamak için
pek büyük çaba
harcar.
önüne alınırsa, pek geniştir; sanayi dal-
lan, büyük kentlerle küçük kentler ara-
suıdaki farklılıklar da rol oynar bu yel-
pazede. Ancak, en aşağı düzeydeki üc-
ret bile, asgari yaşamın gerektirdiği nes-
neleri kolayca edinmeye uygundur.
"Lûks" denebilecek maddeler ise nadir-
dir. Yeni rejimin en önde gelen amaç-
larından biri, halklann maddi ve kültü-
rel düzeyini yükseltmektir, böylece Bol-
şevik rejim, sağlık, eğitim ve kültür ala-
nındaki gecikmişliği kapamak için pek
büyük çaba harcar.
Safllık ve eflttlm
Ülkeyi sağlık kurum-
I lanyla donatma çabası,
dispanserler, doğumev-
leri. hastaneler, klinik-
ler... açıp tıp hizmetini parasız yapınca,
ölüm oranını, hemen hemen Fransa'nın-
kine yakm bir düzeye, binde 15'e dü-
şürür, sanatoryumlar, ihtiyarlar, sakat-
lar. nekahet dönemindekiler için din-
lenme yerleri de çoğalır. Çocuk, özel bir
dikkatin konusu olur.
HaroM Laski'nin söyleyişiyle, nite-
lik olarak en ileri Batı devletlerinde ola-
nı aşmayan, ama "hangisi olursa olsun
kaptalisttophırrMİadüşünükme>ecekbir
hızla gerceldeşen" bu önlemlere koşut
olarak. aile yeni temeller üzerine kuru-
lur. Devrimle beraber, kadının aşağı dü-
zeyde tutulması, evliliğin dinsel ve çö-
zülmez niteliği, erkeğin mutlak iktida-
n üstüne kurulu geleneksel aile. evlili-
ğin laikleştirilmesi, kocanın mutlaki-
yetine son verme ile yıkılır, çocuklar üze-
rinde haklar ve onlara karşı ödevler
açıklık kazanır: eşler ve ana-baba ara-
sında yeni bir ilişki anlayışı doğar. Bu
anlayış. eşlerin tam eşitliği, fıili evlili-
ğin yasallığı, karşılıklı nzayla ya da eş-
lerden sadece birinin isteğiyle boşanma,
evlilik içi ve evlilik dışı çocuk aynmı-
nm ortadan kaldınlması ilkesine dayan-
maktadır. Nüfusu çoğaltmak, güibüz
bir gençlik yetiştirmek çabalarına, onu
eğitme de gelip eklenir. 1913'te okur-
yazar olmayanların oranı yüzde 75 ile
80 arasındadır; Asya halklan için bu
oranyüzde97'dir. 1940'tanbaşlayarak,
32 milyon çocuk ilk ve ortaöğretimde-
dir, okuryazar olmayanların oram, en az
ilerlemiş bölgelerde yüzde 30'a düşer.
Eğitim kurumlan, "komûnist tophımun
gelişi için gerekli insansal koşuîlan ya-
ratma"ya koyulurlar; okul, "devTİmin
siyasal ve sosyal fetihlerini" sağlama
bağlamalıdır ve okul "neyaşamm nede
potitikanın dışındadır". Bu formüller,
okula verilen önemi gösterir; rejim, pe-
dagojik sorunlara, Mayakovski'nın bir
şiirindeki deyimlerle söylersek, bir
"üçüncü cephe", bir "pedagojikcephe"
olarak bakar ve ilgi duyar. Pedagoji,
devrimden doğmuş topluma bağlıdır.
Eğitim "poBteknik", yani kuramsal
ve uygulamalıdır; fıkri çalışma ile elle
çalışmayı birleştirir; laiktir eğitim, dev-
letçe yapılır ve yönelişleri o saptar, 7 ya-
şından 14 yaşına kadar zorunlu ve be-
davadır; ulusal dilde verilir ve Rusça
öğrenmek de zorunludur. Bu orta eği-
time, üç yıllık genel ya da mesleksel ek-
leme yapılır. Öte yandan, her ikisi de bir
sınavdan geçerek üçüncü derece, yani
üniversiteler ve enstitülere kapılan açar
(1940'ta yüksek eğitimde 620 bin öğ-
renci bulunuyordu). Rejimin bir çaba-
sı da "kültürü demokratikleştirmek''
olur. Bunlar olurken polıtık kurum ve
uygulamadaki gelişmeler nedir?
YARIN: Yeni bir özgürlük,
yeni bir demolcrasl ml?
PERŞEMBE
ORHAN BURSAJJ
Alçaklığın Kısa Tarihi
Bugünkü başlığın esinlendiği kitabın orijinal
adı "Alçaklığın Evrensel Tarihi"d\r.
Bütün dünya edebiyatını Arjantinli Jorge Lu-
is Borges kadar avucunun içinde tutan belki
de kimse yoktu. Bayılarak okuduğum, Dost Ki-
tabevi'nden yayımlanmakta olan Babil Kitaplı-
ğı dizisi de Borges'in olağanüstü seçkilerinden
oluşuyor.
Kitaplığımın bir bölümünü nihayet yeniden
düzenlediğim sırada Borges'in "Alçaklığın Ev-
rensel Tarihi" elime geçmişti bir süre önce. Ge-
çen ay Cumhuriyet'in sanat sayfalannda "Ayın
Şiiri"ni keyifle okuduğum Enis Batur'un, kita-
bın arka sayfasındaki sözlerine göz gezdirdim.
(İlk "Ayın Şiiri" Said Maden'indi ve olağanüstü
güzellikteydi!) Sonra oturdum ve bu küçük kita-
bın içindeki evrensel alçaklık öykülerini bir so-
lukta okudum.
Hangı edebiyat eseri, izini veya gölgesini,
günlük yaşamda hangi olayın üzerine nasıl dü-
şüreceği bilinmez, ama bu kitabın kısmeti yılın
bu ikinci yazısınaymış.
Borges'ten esinlenerek diyorum ki:
Hep biriikte şöyle geçmiş 10 yılı veya bir yılı
tarasak, ülkemizde yaşanmış; gazetelerde, der-
gilerde vb. yayımlanmış en alçaklık öykülerin-
den ve yazılanndan bir seçki yapsak, içine ne-
ler girerdi veya neler seçerdiniz...
Herkes kendi seçkisini düşünmeye başlasın...
Sonuçta ortaya, Türkiye'nin yaşadığımız kara
tarihinin, kara talihinin, kara mizahının fevkala-
de güzel bir seçkisinin çıkacağına eminim...
Birileri bir web sitesi kursa da, Türkiye için,
Borgesvari bir "Alçaklığın Kısa Tarihi" herke-
sin katkısıyla oluşsa!
• • •
Benim, Alçaklığın Kısa Tarihi'ne koyacağım
öyküler zaten vardı, yazılar da son zamanlarda
iyice artmaya başladı.
özellikle 11 Eylül'den sonra kendi çıkarları
açısından Türkiye ekonomisini kurtarmaya ka-
rar veren küresel ekonomi liderinin güvencesi
ve parasıyla, dalgalı ekonomik hayatımızda sa-
kinleşme ve 2002 yılında canlanma eğilimleri
başgösterince, Türkiye'yi batıranlann sözcüleri
de cesaret buldular, başlannı katdırdılar.
Ibret verici yazılar çoğalmaya başladı.
Pir-ü pak bir ülkeyi, pir-ü pak bir ekonomiyi,
pir-ü pak bir siyaset dünyasını, pir-ü pak bir iş
ve ekonomi dünyasını, aslında bir veya iki kişi
batırmıştı!
Bunların biri Bakan'dı, diğeri belki Cumhur-
başkanı'ydı..
Batıran öbürteri de, aslında hepsinin ipe çe-
kilmesi, sürülmesi veya zindana atılması gere-
ken iflah olmaz eleştirmenlerdi.
Bunlar Türkiye'yi cehenneme çevirdiler!
Yazdılar, yasa çıkarmaya kalkıştılar, konuştu-
lar, bunun sonucunde örneğin Murat Demirel
ve diğerleri "Eyvah Türkiye batıyor!" korkusuyla
bankalann içine boşatttılar ve Türkiye battı!
Kara ekonominin beyaz ekonomiye dönüştü-
rülmesini istediler, para kaçtı ve Türkiye battı...
Çizdiler: Susurluk'ta korkudan kaza oldu ve
Türkiye'yi ağ gibi saran çete çökünce Türkiye
yeniden battı!...
Konuştulan Bütün namuslu işadamlannı, na-
muslu bürokratları, namuslu siyasetçileri ürkü-
terek namussuz yaptılar... Bunun sonucunda,
isimleri paraşütten vurguna kadar uzanan, 30
kadar büyük soygun, dolandırıcılık, rüşvet ola-
yının tezgâhlanmasını tetiklediler, Türkiye'nin
zenginliklerinin talan edilmesine zemin hazıria-
dılar...
Eleştirenler en büyük namussuzlardır aslında!
Eleştirerek, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşü-
rüyor ve herkesi kendileri gibi namussuz yapı-
yorlar!
• • •
Ne diyorduk?
Türkiye'de Alçaklığın Kısa Tarihi'ni yazma
zamanıdır.
Vakit geçirmeden...
Hemen başlamalıyız.
Şöyle Borgesvari olmalı..
Oyle ki, o menbaya dalanlar bir daha çıkmak
bilmemeli...
Yıllar boyu edebiyatı, sinemayı, tarihi, baleyi,
müziği, şiiri, öyküyü etkilemeli, onlara yataklık
etmeli bu kaynak...
Hadi, ne duruyorsunuz!?
İş başına!
obursali@cumhuriyet.com.tr
Rektör seçimi ve ötesi (T)Prof. Dr. GENÇAY GURSOY
YÖK oylamasından sonra iyice
arapsaçına dönüşen Istanbul Üniver-
sitesi'ndeki rektör seçimi, Sayın Cum-
hurbaşkanı'nın atama ışlemini yap-
masıyla noktalandı. Adaylann se-
çimde aldıklan oyun ve YÖK'teki
sıralamanın, Curnhurbaşkanı'nın ya-
pacağı atama bakımındanhiçbir bağ-
layıcılığı yoktu. Daha önce de seçim
sonuçlannın ve YÖK sıralamasının
dikkate alınmadıgı rektör atamalan
olduğunuhepımizbiliyoruz. Rektör
atanması ile ilgili yasal düzenleme-
nin ve genel olarak YÖK sistemınin
işlevsel tutarsızlıklan sürdükçe, tar-
hşmalı her rektör atamasında ben-
zersorunlar gündeme gelecek. Fakat
Istanbul Üniversıtesi'ndeki özel du-
rum nedeniyle, sistemdeki bu yapı-
sal zaaf. daha da karmaşık ve trav-
matik sonuçlar doğurdu. Sayın Cum-
hurbaşkanı, Prof. AlemdaroğhTnu
atamakla üniversite çoğunlugunun
karanna uygun davrandı. Ama aynı
zamanda Alemdaroğlu'nun bugüne
kadarki ıcraatını da onaylamış oldu.
Bu orada kamuoyuna aynntılan ile
yansıyan, sorumlu kurumlann ısrar-
la görmezlikten geldiği "intihal" (bi-
limsel aşırma) iddiası da ortada kal-
dı.
Sayın Cumhurbaşkanı, Alemda-
roğlu dışında bir atama yapsaydı ne
olurdu? YÖK'teki oylamanın hemen
arkasından, Alemdaroğlu'nu destek-
leyen köşe yazarlanmn, bu endişey-
le başlatnklan eleştirilerin nerelere ka-
dar uzanabileceğinı tahmin etmek
zor değil. Kimileri daha seçim aşa-
masındayken Alemdaroğlu'nun ye-
niden rektör seçilmesinin "ulusal bir
sonın" olduğunu ileri sürerek işi çığ-
nndan çıkartmışlardı. Asıl vahim
olan durum buydu.
Bir rektör seçiminin bu hale gel-
mesini soğukkanlıhkla irdelemek ge-
rekiyor. Sorunlar nereden kaynakla-
nıyor? Seçimden mi? YÖK'ten mi?
Istanbul Universitesi Rektörü'nden
mi? Öğretim üyelerinden mi? Üni-
versite sorununu bugün üniversiteden
çok köşe yazarlan tartışıyor. Bence
sadece bu tespit bile sorunların kay-
nağına yeterince ışık tutuyor.
Prof. Alemdaroğlu'na muhalefet
eden bir öğretim üyesi olarak. kuş-
kusuz bütün bu sorulan yanıtlayabi-
leceğim iddiasında değilim. Bu ya-
zı da sadece bir "durum tespiti* ama-
cını taşıyor. Durumun biraz kanşık
olduğunu kabul ederek > azının uzun-
luğunu anlayışla karşılayacağınızı
umanm.
YÖK sisteminin rektörlere verdi-
ği olağanüstü yetkiler, onlan sonu-
na kadar kullanmaya kararlı olduğu-
nu gösterenleri, ister istemez doku-
nulmaz bir konuma getirir. Öğretim
üyelerinin özlük haklan. akademik ge-
lecekleri. çalıştıklan bölümün gele-
ceği, kadro ve para olanaklan tü-
müyle rektörün iki dudağı arasında-
dır. "tster istemez" diyorum, çünkü
Türk halkının otoriteye boyun eğme
eğilimi konusundaki kültürel mira-
sından üniversite öğretim üyelerinin
de yeterince nasiplendiğinden kuşku
duymak için inandıncı bir neden gö-
remiyorum.
HakkıDevrim'in anımsattığı gibi,
1960'ın hemen arkasından yaşanan
"14ner" olayını, 1980 askeri darbe-
sini izleyen "1402'likler" olayını
unutmayalım. Yine unutmayalım ki,
bugünkü öğretim üyelerinin hemen
tamamı üniversite kültüriinü büyük
ölçüde "askeri dönemler" içinde
edinmiş ve akaderruk kadrolara 1980
sonrası dönemde oturtulmuşlardır.
Demokratik yönetim alışkanlıkla-
n edinecek ortamlarda yetişmemiş ku-
şaklann tartışma özgürlüğünün de-
ğerini içselleştirmesi kolay değildir.
Böyle bir öğretim üyesi topluluğu-
nun başına. olağanüstü yetkilerle do-
natılmış bir rektörü seçimle değil de
atamayla getirirseniz üniversite soru-
nunu çözebilir misiniz? Orhan Bur-
sah. bir süredir bu öneriyi geliştirme-
ye çalışıyor. Elbette haklı taraflan
var. Ama yetkilerini ancak kaçınılmaz
durumlarda kullanan, yaratıcı düsün-
cenin değenni, nasıl bir ortamda üre-
tilebileceğini bilen ve daha birçok
özel niteliğe sahip olması gereken
bir rektörü nereden bulacaksınız? Bu
nıteliklere sahip bir rektörü atayacak
kurumu nasıl oluşturacaksınız? Bu so-
nılann yanıtlan ne yazık ki açıktır.
Yukarda özetlediğim nitelikler, öğ-
retim üyelerinin "araşürma" yapma-
sına engel midir? Elbette değildir.
Nazi Almanyası'nda bile teknoloji-
ye dayalı bilimsel araştırmalar yapıl-
mıyor muydu? Ama aynı şeyın sos-
yal bilimler için geçerlt olmadığını he-
pimiz biliyoruz. Amacınız sadece
teknoloji üretmekse, bunun için üni-
. 1.
versite değil laboratuvar kurarsınız.
Dünyadaki genel eğilim de bu yön-
dedir. Batı üniversitelerindeki mo-
dellerin birebirkarşılığını Türkiye ve
benzeri ülkelerde kuramazsınız. Kal-
dı ki Batı üniversitelerinin şu son 20
sene içinde ne hale geldiklerini bilen-
lerbiliyor. Türkiye üniversitelerinde
bilim üretilmiyor mu? Bunu yaban-
cı yaym ölçütüne göre değerlendirir-
seniz, hemen her üniversitede yayın
sayısınm az çok arttığını görürsünüz.
Ama üzülerek belirtmek zorundayım
ki bunlann çok büyük bir bölümü
akademik yükselmeye yönelik "tak-
Ut" çalışma, önemli bir bölümü "ör-
tülü intihal". azımsanmayacak bir
bölümü de "açık intihal"dir. Istan-
bul Üniversitesi'nin ise bu konuda
hiçbir ayncalığı yoktur.
Peki ne yapmalı? Bence bizim ko-
şullanmızda yapılabilecek şey kısa-
ca YÖK'ü bir eşgüdüm kurumu ha-
line getirmek, rektörün yetkilerini
sınırlamak. fakülte ve bölüm kurul-
lanna işlerlik kazandırmak, seçim
sisteminindeki tutarsızlıklan gider-
mek, büyük üniversitelerde rektörle-
rin dönüşümlü seçimini sağlamak
vb. değişikliklerdir. Bunlar her soru-
nu çözer mi? Elbette hayır. Unutma-
yalım ki buüniversiteler Türkiye' nin
üniversiteleridir. Şimdi asıl konumu-
za dönebiliriz:
Prof. Alemdaroğlu göreve atandı-
ğı dönemin daha başında, rektör ola-
rakne gibi yetkilerle donatıldığını, fa-
külte akademik kurullannı dolaşa-
rak öğretim üyelerine "münasip bir
dilfc" anlatmış ve "biraz sinirfi" ta-
biatta olduğunu da, açıkyüreklilikle
belirtmişti.
Teamüllerin aksine, katıldığı fa-
külte akademik kurullanna başkan-
lık etmeyi âdet haline getiren Prof.
Alemdaroğlu'na rektörlük icraatıy-
la ilgili olarak eleştiride bulunacak öğ-
retim üyeleri, en azından azarlanma-
yı. hakarete uğramayı ya da onunla
sevimsiz ağız dalaşlanna girmeyi gö-
ze almak zorundaydı. Böyle bir or-
tam, zaten tartışma alışkanlığı yete-
rince gelişmemiş öğretim üyelerini
daha da suskun hale getirdi. Depre-
min üniversite binalannda yol açtı-
ğı hasan dile getirmek bile cesaret is-
teyen bir işti. Bu sorunlan bir tele-
vizyon ekranında anlatmaya çalışan
öğrencilerin başına neler geldiği da-
ha belleklerden silinmedi.
Böylece kurullar tümüyle işlev-
sizleşti, otoriteryönetiminbütün un-
surlan adım adım yerleşti ve büyük
ölçüde kanıksandı. Bu arada rektör
Alemdaroğlu'nun, Prof. BülentTa-
nör'e karşı yaptığı akıl almaz haksız-
lıklardan, özellikle Hukuk, Iktisat ve
Siyasal Bilgiler fakültelerinde ka-
muoyuna da yansıyan gelişmelerden
tek tek söz etmeye gerek görmüyo-
rum. Bunlan içine sindiremeyen ve
tepki gösteren öğretim üyelerinden
bazılannın siciliyle oynandı, bazıla-
nna soruşturma açıldı. bazılan idari
görevlerinden aynldı, bazılan üni-
versiteden istifa etti ya da emekli ol-
du. Prof. Alemdaroğlu'nu onayla-
yanlar ise, uygun yöntemlerle ödül-
lendirildiler. Öğretim üyelerinin
önemli bir bölümü bu dönemde et-
liye sütlüye kanşmadan köşelerine çe-
kilip görevlerini yapmaya devam et-
tiler. Onlar için olup bitenlerin fazla
bir anlamı yoktu. Çünkü sonuç ola-
rak şikâyetçi olunan şey özgürlükle-
rin kısıtlanması ve başkalanna yapı-
lan haksızlıklardı. "Yaşadığımız or-
tamda bunlar olağan şevlerdL"
SÜRECEK