Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAVFA CUMHURtYET 16EYLÜL2001 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
Telgrafa vemektuba sahip çıkalımBrütsel yakınlarındaki Genval kasabasında
geçm hafta gerçekleşen Avrupa Birliği (AB)
Dışişleri Bakanlan Toplantısı ve AB
Konıisyonu'nun kasımda Türkiye ile ilgili
ya\ mlayacağı ilerleme raporu öncesi Ismail
CenTin Brüksel temaslanndan
bahsedemeyecek, AB Komisyonu'nun
Gen şlemeden Sorumlu Üyesi Günter
\ferheugen'in, TBMM'de ele alınacak
anayasa değişikJiklerini yakından takip
edeceklerini söylemesi üzerine Big
Brotner'a gönderme yapıp "AB'yi biri
izüyor" da diyemeyeceğim. Türk kökenli
senatör Fatma Pehİivan'ın (SP), geçen
.günlerde eski başbakan yardımcısı ve
Sosyalist Parti (SP) eski Genel Başkanı
Luois Toback ile birlikte meclise sunduğu
"Belçika'da 3 yıl resmi oturumu bulıuıan AB
vatandaşı olmayan tünı göçmenkre, yerel
seçimkrde seçme ve seçilme hakkı verilerek
seçme (sandık başına gitme) zorunluluğunu
getiren" ve AB vatandaşı ile AB vatandaşı
olmayanlar arasındaki politik aynmcılığı
ortadan kaldıracak olan yasa tasansını da ele
alamayacağım. ABD saldınlara hedef
olduktan sonra, medya önünde yaptığı
açıklamada, olaya çok üzüldüğünü belirten
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın,
Bush'a telgraf çekeceğini söylediği an,
gündemdeki konulan bir kenara atıp, telgraf
konusunu ele almaya karar verdim. Daha
önce telgrafı maziye gömen Almanya'dan
sonra, eylül başından itibaren Hollanda
PTT'si de telgrafı tarihe gömdü. Tek tesellim
BRÜKSEL
ERDİNÇ
UTKU
telgrafın Belçikalılar
tarafından "saygınhk
ve gûven" simgesi
olarak algılanması
ve daha fazla ücret
ödenmesinin normal
karşılanması.
Hollanda PTT'si 5
yıl önce günde 550
telgraf gönderilirken bu sayının 15O'ye
düşmesini (dörtte üçü kutlama mesajı)
telgraf hizmetini sona erdirmeye gerekçe
olarak gösterdi. Belçika'da telgraf hizmeti
sunan Belgaccon bu gerekçeye katılmıyor.
Belçika'da telgraf hâlâ önemli bir iletişim
aracı. Yılda 180 bin (yani günde yaklaşık
500) adet telgraf gönderiliyor. Belçika halkı
telgrafı, evlilik ve doğum kutlamalan ve
başsağlığı mesajlan için kullanıyor. Belçika
şirketleri, yasal anlaşmazlıklarda kanıt
olarak kabul edilmesi nedeniyle telgrafı
tercih ediyor. (Telgraf metni 6 ay korunuyor)
Belgacom kalitesini ve fiyatun arttırdığı
telgraf hizmetine son vermeyi düşünmüyor.
Belçikalılann telgraf sevgisini göstermek
için fiyat artışına rağmen gönderilen telgraf
sayısının aynı kalmasından daha iyi bir kanıt
olabilir mi? Türkiye'de ilk posta teşkilatı
1840'ta kurulmuş ve 1843'te telgrafın
icadından 11 yıl sonra da telgraf hizmeti
verilmeye başlanmış. Kurtuluş Savaşı'nda
da ayn bir yeri ve önemi vardır telgrafın.
Nâzım, Kuvayı Milliye'de Söylev'den
Manastırlı Hamdi Efendi'yi öven bir alıntı
Onurunuz dolarlı mı
olsunEuro'lumu?..
"Buralarda" birkaç aşın
sağcı dışında "ulusal onuru"
para birimiyle pek ölçen yok,
biliyor musunuz? "Namus"u
yorgan altında aramaktan
çoktan vazgeçtıkleri gibi...
Binlerce masum insanın
hayatma hayasızca kıyan
"ABDçıkışlı/nedenir
kamikazelerin düşmesiyle,
AB ortak para birimi
Euro'nun dolara oranla
yükselmesı, aslında onuru
paraya endekslemenın ne
denlı anlamsız olduğunun
onlarca göstergesinden
yalnızca biri...
Anayurdumuzda geçirdiğimiz
iki buçuk haftahk hasret
giderme süresinde üzülerek
gördük kı, sorunsalı onura
bağladığımız takdırde, hıçbir
vadede çözüm yolu
gözükmüyor. Hükümetin,
belirli politik güçlenn taze
çağnlannın hemen ardından,
alışveriş yaptığımız tüm
esnaf. değil "dolar". deneme
mahiyetinde önerdigimiz
"franc"ı (açtılar gazeteyi ve
yapıverdiler döviz üzerinden
hesaplannı) bile seve seve
kabul ettiler. Üstünü de Türk
parası verdiler. "Yerli malı
yurdun mau, her Türk onu
kullanmair sloganlanyla
büyüdüğümüz yıllann
silmmemiş özlemiyle bir kez
daha anladık: "Orijinal
yabancı marka" (ve çağ
atlama) hevesıni günümüzün
çocuklannın kafasma
yerleştırmeyı öyle bir
başarmış ki rahmetli liberal
muhterem ve
şürekâsı", sizler
bu gıdişle
güv enden yoksun
iktidarlann
ta\ siyeleri,
genelgeleri ne
olursa olsun
"dolarü/dövizli"
yaşamdan herhalde birkaç
nesılden önce (o da her şey
yolunda gidecek olursa)
kurtulamayacaksınız. Paris'te
gınn bir gazete bayıine veya
kıtapçıya, veyahut da bır
süpermarket veya bakkala ve
ödemeyi dolarla veya markla
yapmayakalkışın... Hatta
Pans'in Aksaray'ı dedığimiz.
Strasbourg-St. Denis
Mahallesi'ndekı onlarca Türk
veya Türkiyeli bakkal-kasap,
kaset-videocu, berber veya
lokantacıya gidin ve parayı
dövızle ödemeyi teklif edin
bakalım... Muhatabınız
ldbarsa önerinizi usulca
reddeder. Mizahı kuvvetliyse
dalga geçer. Aksı takdirde
davranışınızı hakaret addedip
ya küfreder ya da sizi kovalar.
Deneyin şansınızı
bankalarda! Size tıkır tıkır
dolar veya döviz hesabı
açarlar mı? Ama hem
Fransızlar, hem de diğer 11
AB ülkesi 3 ay sonra asırlar
boyu kullandıklan ve de bir
zamanlar (!) "milli
«mboUer" arasında
akrettikleri ulusal paralannı
erk etmeye hazırlanıyor.
Cek. havale gibi işlemlerde
iullanılmaya başlanan Euro,
1 Ocak 2002'den itibaren
tekkal-çakkal, elektnk-su,
snema-müzik, aklınıza gelen
ler alanda gündelik yaşama
iatılmakla yetinmeyecek, 1
Mart'ta ulusal paralann yerini
iacak. Belki bazı cılız sesler
•ulusal onur, cgemenBk gitti
dden" diye haykıracak.
PARİS
L UĞUR
HÜKÜM
Ancak tarihi geriye
çevırmeye hiçbır irade
yetışmeyecek. tnsanoğlu
siyasi bir bilinçle, hem de
çok "onurlu" bir biçimde
toplumsal kaderini değiştiren
bir karan uygulamaya
sokacak. Yukardakılerin
hangisi "ulusal onur" acaba?
Bugün Fransa'da, toplumsal
ve tarihsel dönüşüme
hazırlanan sokaktaki adamın
kaygısı olsa olsa. "ulusal
para değişirken tüketim
mallannda gözden kaçacak
fiyat artışlan olabilir mi"
şeklınde özetlenebilır.
Açıkçası tüketicıler yalnızca
kazıklanmaktan korkuyor. Bir
Fransız, bir Alman "ulusal
onur"u artık başka
kalemlerde anyor. Sayın
okur, kaç bakkal, manav ve
benzerinde almak istediğiniz
ürünün açık fiyatını
görebilıyorsunuz? Kimse
hesap sorabiliyor mu?
"Buralarda" tüm ürünler
çifte fiyatlı olmak zorunda.
Şu anda her yerde fiyatlar
çifte rakamlı. Üstte "Euro",
altta "franc". 6 ay sonra
yalnızca Euro kalacak.
Devlet, tüketici kooperatif ve
sendikalan tüketicileri
"uyanık" olmaya davet
ediyor: "Biz her şeyi
kontrol edemeyiz. Siz bir
anormallik fark ederseniz
müdahale edin veya bize
bildirin_." Ortalama bir
Alman, Hollandalı veya
Italyan tüketıcinın, şirretlikle
hak arama arasındaki ince
çizgide
kolaylıkla gidip
gelen Fransızdan
çok farklı
olacağun
düşünmüyoruz.
Hepsi hak ve
çıkarını
savunmasını
bilmek zorunda...
Euro'dakı tek "ulusal" fark,
telaffuzda. Farklı alfabede
direnen Yunanistan dışında
12 ülke zaten kendi dillerinde
A\xupa'yı "Europa" veya
"Europe" diye yazıyorlar. Ilk
dört harf hepsinde aynı: E-U-
R-O. Yani ortak paranın adı.
Hepsi kendine göre okuyor.
Fransızlar "öro", Almanlar
"oyro" derken şimdilik
Euro'yu tedavüle sokmak
istemeyen Birleşik Krallık
vatandaşlan "yuro" diyorlar.
Aynen her yabancı kavram
veya metayı doğal olarak
Amerikanca, pardon tngilizce
kullanmak gibi bir
şartlanmaya sahip Türkler
gibi. Yunanlılann bile
"evro" dedığı bu paranın
adını bız niçın Ingilizce
telaffiız etmekte ısrar
ediyoruz? Nerde "ulusal
onur"? Madem ki bizim
dilimizde Avrupa'dır bu
kıtanın adı. Mademkı hâlâ
"ulusal (namusumuza)
egemenliğinıize" toz
kondurmuyoruz. O zaman iki
üç yıl önce Açık Radyo
mikrofonlanna yaptığımız bir
öneriyi -haddımiz olmayarak-
tekrarlıyoruz. Niçin "yuro"
yerine "Avro" veya "Avru"
bile diyemiyoruz? Veya harf
harf yan yana getırip
okumuyoruz: "e-u-ro"?
"Ulusal onurumuz dolarlı mı
olsun Euro'lu mu?"... Hadi
hepsinden vazgeçtik. Hiç
olmazsa Türkçe
okuyabilsek...
(ugıır.hukum@pari&com)
Kurtarma çalışmaknnm kahramanlan
B köpekler de katüıyor. Günlerdir süren çabşma, görevlüeri de köpekleri de yorgun düşürdü. Bir görevti, artık pes eden köpe-
ğini eliyte su içirerek canlandırmaya çahştL (Fotoğraf: REUTERS)
Şarlo'nun da bir müzesi var
Kara bir zemin üzerinde ince,
beyaz hatlan belli belirsiz,
şöyle bir çizilmiş Hhler
maskesi, United Artists'in
kocaman bir film afişi...
Yaklaşınca bunun Charlie
Chaplin'in ünlü "Bfiyük
Diktatör" fihninin pek
bilinmeyen afişi olduğunu
görüyorsunuz. Darmstad'lı
Wilhetan Staudinger'in "Şarlo"
sevgisi 1950'leredayanıyor.
Melon şapkalı küçük adam
üzerine ne bulmuşsa toplamış.
Evi zamanla küçük bir müzeye
dönüşmüş. Ta ki 1974'te
Chaplin'in 85. yaş günü
nedeniyle Darmstadt Eyalet
Müzesi'nde sergilenene dek.
Frankfurt Belediyesi 1982'de
Staudinger'e Eschersheim
semtinde müze verir.
Kitaplardan afişlere,
plaklardan dergilere,
fotoğraflara, karikatürlere,
Oıaplin üzerine hiç bilinmeyen
belgelere dek 6 binden çok
eşya bu müzede sergilenmekte.
Staudınger bunlan ABD,
Polonya, Çekoslovakya,
Fransa, Almanya ve
Tayland'dan toplamış.
Chaplin'in 80'in üzerinde
filminin kopyası da müze
arşivinde. 7 yaşında Londra'da
sahneye adım atan
Chaplin, 21
yaşında geldiği
Amerika'da kısa
sürede başanya
ulaşır. Yarattığı
melon şapkalı,
ince bastonlu,
kocaman —
ayakkabılı, bol
pantolonlu, ördek yürüyüşlü
"Şarlo" tipi hemen tutunur.
1918 sonrası çevirdiği komedi
filmlerinde, toplumun ittiği,
zavallı, fakir, iyi yürekli küçük
insam canlandınr. Komediler
surata pasta fırlatma,
koşuşmaca, polisten kaçma
ağırlıklıdır. Ozellikle "Şarlo
FRANKFURT
AHMET
ARPAD
Asker" ve "Şarlo Rahip"
fiknleri ilgi çeker. Büyük üne,
1920'lerde yarattığı
"Yumurcak" ve "Alona
Hücum" filmleri ile
kavuşur. 1930'larda sesli
filmler dünya sinemalannı
fethetmeye başlar. "Bu
pandomimim
ölümlü" diyen
Chaplin yeniliğe
karşı çıkar. "Şehrin
Işıldan"i]e
"Modern
Zamanlar"ı yine
sessiz çeker ve
— — — . sinema klasıklen
arasındaki yerini
alır. Kapitalizmin acımasız
çarklannda makineleşmiş
günümüz insanını
canlandırdığı "Modern
Zamanlar" bir Şarlo
başyapıtıdır. Ancak birkaç yıl
sonra sesli filmlerin önü
alınamaz yayılışına Chaplin de
boyun eğer. Şarlo tipı ölür! 2.
Dünya Savaşı yıllannda
yarattığı Hitler parodisi
"Wktatör"ü (1940) sesli çeker.
Yine unutulmaz bir film
yaratmıştır. 1947'de çevirdiği
"Monsieur Verdoux"da da
değişik bir Chaplin vardır
karşımızda. "Sahne lşıklarTnı
(1952) Chaplin'in
yaşamöyküsü olarak kabul
edebiliriz. Bu filminde sanat
gücünü yitirmiş Kalvero,
Charlie Chaplin'dir.
O, yüzyılımızın "Don
Kişot"udur. Ölümsüz bir
melankolik kahramandır. Rene
Clair'in "Tüm film dünyası
Chapiin'in öğrendsktir" sözleri
gerçeği yansıtır. Bu üstün
yetenekli sanatçının filmlerini
defalarca seyredebilirsiniz.
Heyecanla, sevinerek,
dudağınızda buruk bir
gülümseme ile. Çünkü hep
hüzünle gülümseyen "Şarlo"
insancıldır. Sizden bir parçadır.
O bir "küçük adam"dır...
yaparve 1920'nin 16 Martı/Harbiye
Nezareti telgrafhanesı buldu Ankara'yı: /
"Etrafta dolaşıyor tngiliz askerleri / Şimdi
işte / İngüiz askerleri girivoriar nezarete / İşte
guiyorlar içeri / Nizamiye kapısına /Teh kes /
Ingilizkr burdadır" diye Manastırlı
Hamdi'nin paşa hazretlerini Harbiye
telgrafhanesinin de işgal edildiğinden
haberdar ettiğini anlatır. En son ne zaman
telgraf gönderdiniz ya da yazdığınız bir
mektubu zarfa koyup üzerine pul
yapıştırdınız ve postaya verdiniz arumsıyor
musunuz? Yoksa telgrafla mektubun sonu
mu geliyor? Halbuki Nâzım ne güzel ifade
etmiş ülkemizde postacının önemini postacı
adlı şiirinde: //...Çocukken postacı olmak
isterdim / Oysaki Türkiyemde postacılık
zor sanattır. / Telgraflarda
envai tiirlü acı / mektuplarda
satır satır keder taşır / o
güzelim memlekette postacı.
Mektup ve telgraf yüzlerce şiire
esin kaynağı olmuş. Nâzım'ın
şiirinde önemli bir yer kaplar.
Belki de sıla özlemidir bunun
nedeni. "Kanmm İstanbul'dan
Yazdığı Mektup", "On
Mektup", "Moskova'dayun" ilk
anımsadıklanm. Orhan Veli
"Mektup ahr, efkârlanır", Ikinci
sevgilisi Münevver Abla, Orhan
Veli'den büyük. Yazıp yazıp
bahçesine attığı mektuplara
gülmekten katılırdı, okudukça.
Utanır Orhan Veli o mektuplan
hatırladıkça. Almndaki bıçak
yarası onun yüzünden; tabakası
onun yadigân; "iki elin kanda
olsa gel" diyor telgrafı; nasıl
unutur seni Orhan Veli, vesikalı
yâri? YAPAyalnızlık hakkında
" Yalnızlık / İnsanın kendine
mektup yazması / Ve dönüp-
dönüp onu okuması / Yalıuzhğm
da ötesidir" dıyen Özdemir Asaf
sanal âlemdeki YAPAYyalnızhk
konusunda ne düşünürdü acaba?
Anadolu'ya seslenen Cemal
Süreya //Adresimsen, /
Mektuplanm doğru dürüst
gelsin; / İki kişi telefonla
konuşurken / Olmayaüm
hemen üç kişi // ıstemını dile
getirirken kimleri iğneliyor
dersıniz? . ı 3
. . ,,».u »»
Melih Cevdet Anday telgrafhane
şiııınde // Uyuyamayacaksın /
Memleketinin hali / Seni
seslerle uyandıracak / Oturup
yazacaksın / Çünkü sen artık o
eski sen değilsin / Sen şimdi
ıssız bir telgrafhane gibisin, /
Durmadan sesler alacak /
Sesler \ereeeksin /
Uyuyamayacaksın /
Düzelmeden memleketinin
hali / Düzelmeden dünyanın
hali / Gözüne uyku girmez ki /
Uyuyamayacaksın / Bir sis
çanı gibi gecenin içinde / Ta
gün ışıyıncaya kadar / Vakur
metin sade / Çalacaksın //
derken Türkiye'nin ve dünyanın
şimdiki halini sanki çok önceden
görmüş gibi.
Ozdemir İnce gibi siz de
//Seviyorsanız eğer, / Geç
kalmayuı sakın aşkuıızı
söviemeye telgraf çeküı, / telefon
edin, / mektup yazın.. // Fastfood
hayabnuzuı elektronik posta ve
cep telefonu mesajlanmn esiri
olmayahm. "Emailinde diyorsun
Id gel gayn, \\eb sitemi, kurar-
kurmaz ordayım" demeyelim.
Telgrafa ve mektuba
sahip çıkalım. Fazıl Hüsnü
DağJarca'nın bir telgraf
direği dibinde, zamanlar kadar
telaşsız ve köpüksüz,
yürüyen, Sıvaslı kanncası ne
yapar sonra?
(erdincutku@yahoo. com)
Doğa bir sonbahar daha yaşıyor kendince, ya biz?
Yavaş yavaş mevsimin sonbahara
dönüşünü izlemek hüzün veriyor insana,
hele ki kışı uzuuun geçen bir ülkede
yaşıyorsanız. Son 50 yılm en kuru yazuıı
yaşadı Kanada; bazı bölgeler alması
gereken yağışm sadece yüzde 15'ini
alabildi, bazılan yüzde 25'ini.
Bu yaz sadece 23 gün hava sıcaklığı 30
derecenin üstüne çıktı. Bunun da yansı
kadar olması gerekiyormuş,14 gece 20
derecenin üstünde kahmş, bunun da 5
gün olması beklenirmiş. Sıcaklığının 30
derece üstüne çıktığı günlerde önlem
almaya başlıyor belediyeler; sokaklarda s
u dağıtmak, kapalı yerleri soğutarak
evsizleri banndırmak gibi.. Biz Akdenız
ülkesi insanlanna pek komik gelebilir bu
istatistikler ve bu önlemler, ama bana
komik gehniyor, çünkü kış geliyor. Az
bir süre sonra bir buz kahbı haline
dönecek göle bakıp, yakında ağaçlannın
önce kırmızıya dönüp sonra da çıplak
kalacağı adaya olabildiğince çok gitmek
gerektiğini düşünüyorum. Bütün bu
neşeli insanlar yavaş yavaş sokaklan terk
edecekler. Sabahlan yolda bana eşlik
eden ağustosböcekleri, henüz eylül ayına
geçtiğimizi anlayamadılar, ama ha bugün
ha yann susacaklar diye bekliyorum.
Halbuki sonbahan bu kadar güzel geçen
pek az memleket vardır sanırım,
boyalann sahibinın bu güzelliği sadece
doğada yaşayan özgür canlılara sunmaya
içinin elvermediğinden olsa gerek, şehir i
çini bile tam bır renk cümbüşüne
döndürüyor sonbahar. Fakat yine de bu
tatlı sonbahann arkası gri, beyaz bır kış o
lacak, soğuk ve ıssız. Toronto'ya böyle
sonbahar havası hâkim olurken "Toronto
Uluslararası Film Festivaü" de şehri
canlandırdı. Sinemalann önündeki uzun
kuyruklar, ünlü sinema sanatçılanmn
yemek yediği restoranlann önünde
bekleyen medya mensuplan, meraklılar
basın toplantılan, söyleşiler. Işte ben
böyle kendimi sonbahara ve aslında kışa
motive etmeye çalışırken kendime
bilerek ve isteyerek bir Ken Loach fihni
seçip, sinema salonundan mutlu ve
huzurlu çıkmamaya gönüllü oldum. Ken
TORONTO
Loach, Navigator filminde,
özelleştirmenin sonuçlannı, îngiltere'de
demiryollannm özelleştirihnesi ile
işçilerin yaşadıklannı anlatmış ve
belgesele yakuı, kendinizi film izler
değil de bir grup insamn yaşamına
tanıklık eder
bulduğunuz,
çok doğal bir
fihn çekmiş.
BERNA
B u f i l m i n
DEMİRYOL üstümde
yarattığı etki
^ _ ^ _ _ _ ^ _ ^ ^ _ _ _ _ ^ taze iken pazar
akşamıbir
arkadaş toplantısında yaptığımız sohbet
benı iyice yoldan çıkardı. Klonlamadan,
yani ınsanm kendine, kendinden bir köle
mi yaratacak olmasından, son 15 yıluı
insan mahsulü hayvan hastalıklanna,
değişen politik dengelerden açlığa,
savaşın nasıl da nüfusu dengelemek
amaçlı kullamldığmdan suyun
azalmasma atlaya atlaya gittik. Pazar
gecesi eve dönerken bir pazartesi için her
zamankinden daha da az hazır olduğumu
hissettim ve kendi kendime insanın kötü
olduğu ve dünyayı da yaşanmaz bir yere
çevirdiğine karar verdim. Bilmediğimiz
bir şeyleri konuşmamıştık, ama işte
sonbahann eşiğinde olunca daha bir ağır
mı geliyor nedir. Sorunlardan çok
sorunlann ele alınış şekliydi canımı
sıkan ya da insanoğlunun sorunlan
yaratışı idi. Birkaç gündür işe giderken
iyi bir şeyler akluna getirmeye, kendime
aslmda olumlu şeyler de olduğunu telkin
etmeye çalışıyorum. Örneğin birkaç
sabahtır göl kenanna gıdip yavru
balıklan seyrediyorum. Yavru balık
kaynıyor göl bu son günlerde. Adadaki
ağaçlara doğru bakıyorum. bu da iyi
duygular veriyor. Filminde acımasız yeni
dünyayı ve ona boyun eğmek zorunda
kalan insanlanru anlatan Loach iyi ki bu
filmi çekti diyorum sonra. Derken salı
sabahı eşim anyor, duymadın mı diyor,
henüz duymamışım oh binlerce kişinin
yaşamdan kopanldığını. Bir kez daha
nasıl bir dünya diye soruyorum.