25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAVFA CUMHURtYET 16EYLÜL2001 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Telgrafa vemektuba sahip çıkalımBrütsel yakınlarındaki Genval kasabasında geçm hafta gerçekleşen Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Bakanlan Toplantısı ve AB Konıisyonu'nun kasımda Türkiye ile ilgili ya\ mlayacağı ilerleme raporu öncesi Ismail CenTin Brüksel temaslanndan bahsedemeyecek, AB Komisyonu'nun Gen şlemeden Sorumlu Üyesi Günter \ferheugen'in, TBMM'de ele alınacak anayasa değişikJiklerini yakından takip edeceklerini söylemesi üzerine Big Brotner'a gönderme yapıp "AB'yi biri izüyor" da diyemeyeceğim. Türk kökenli senatör Fatma Pehİivan'ın (SP), geçen .günlerde eski başbakan yardımcısı ve Sosyalist Parti (SP) eski Genel Başkanı Luois Toback ile birlikte meclise sunduğu "Belçika'da 3 yıl resmi oturumu bulıuıan AB vatandaşı olmayan tünı göçmenkre, yerel seçimkrde seçme ve seçilme hakkı verilerek seçme (sandık başına gitme) zorunluluğunu getiren" ve AB vatandaşı ile AB vatandaşı olmayanlar arasındaki politik aynmcılığı ortadan kaldıracak olan yasa tasansını da ele alamayacağım. ABD saldınlara hedef olduktan sonra, medya önünde yaptığı açıklamada, olaya çok üzüldüğünü belirten Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın, Bush'a telgraf çekeceğini söylediği an, gündemdeki konulan bir kenara atıp, telgraf konusunu ele almaya karar verdim. Daha önce telgrafı maziye gömen Almanya'dan sonra, eylül başından itibaren Hollanda PTT'si de telgrafı tarihe gömdü. Tek tesellim BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU telgrafın Belçikalılar tarafından "saygınhk ve gûven" simgesi olarak algılanması ve daha fazla ücret ödenmesinin normal karşılanması. Hollanda PTT'si 5 yıl önce günde 550 telgraf gönderilirken bu sayının 15O'ye düşmesini (dörtte üçü kutlama mesajı) telgraf hizmetini sona erdirmeye gerekçe olarak gösterdi. Belçika'da telgraf hizmeti sunan Belgaccon bu gerekçeye katılmıyor. Belçika'da telgraf hâlâ önemli bir iletişim aracı. Yılda 180 bin (yani günde yaklaşık 500) adet telgraf gönderiliyor. Belçika halkı telgrafı, evlilik ve doğum kutlamalan ve başsağlığı mesajlan için kullanıyor. Belçika şirketleri, yasal anlaşmazlıklarda kanıt olarak kabul edilmesi nedeniyle telgrafı tercih ediyor. (Telgraf metni 6 ay korunuyor) Belgacom kalitesini ve fiyatun arttırdığı telgraf hizmetine son vermeyi düşünmüyor. Belçikalılann telgraf sevgisini göstermek için fiyat artışına rağmen gönderilen telgraf sayısının aynı kalmasından daha iyi bir kanıt olabilir mi? Türkiye'de ilk posta teşkilatı 1840'ta kurulmuş ve 1843'te telgrafın icadından 11 yıl sonra da telgraf hizmeti verilmeye başlanmış. Kurtuluş Savaşı'nda da ayn bir yeri ve önemi vardır telgrafın. Nâzım, Kuvayı Milliye'de Söylev'den Manastırlı Hamdi Efendi'yi öven bir alıntı Onurunuz dolarlı mı olsunEuro'lumu?.. "Buralarda" birkaç aşın sağcı dışında "ulusal onuru" para birimiyle pek ölçen yok, biliyor musunuz? "Namus"u yorgan altında aramaktan çoktan vazgeçtıkleri gibi... Binlerce masum insanın hayatma hayasızca kıyan "ABDçıkışlı/nedenir kamikazelerin düşmesiyle, AB ortak para birimi Euro'nun dolara oranla yükselmesı, aslında onuru paraya endekslemenın ne denlı anlamsız olduğunun onlarca göstergesinden yalnızca biri... Anayurdumuzda geçirdiğimiz iki buçuk haftahk hasret giderme süresinde üzülerek gördük kı, sorunsalı onura bağladığımız takdırde, hıçbir vadede çözüm yolu gözükmüyor. Hükümetin, belirli politik güçlenn taze çağnlannın hemen ardından, alışveriş yaptığımız tüm esnaf. değil "dolar". deneme mahiyetinde önerdigimiz "franc"ı (açtılar gazeteyi ve yapıverdiler döviz üzerinden hesaplannı) bile seve seve kabul ettiler. Üstünü de Türk parası verdiler. "Yerli malı yurdun mau, her Türk onu kullanmair sloganlanyla büyüdüğümüz yıllann silmmemiş özlemiyle bir kez daha anladık: "Orijinal yabancı marka" (ve çağ atlama) hevesıni günümüzün çocuklannın kafasma yerleştırmeyı öyle bir başarmış ki rahmetli liberal muhterem ve şürekâsı", sizler bu gıdişle güv enden yoksun iktidarlann ta\ siyeleri, genelgeleri ne olursa olsun "dolarü/dövizli" yaşamdan herhalde birkaç nesılden önce (o da her şey yolunda gidecek olursa) kurtulamayacaksınız. Paris'te gınn bir gazete bayıine veya kıtapçıya, veyahut da bır süpermarket veya bakkala ve ödemeyi dolarla veya markla yapmayakalkışın... Hatta Pans'in Aksaray'ı dedığimiz. Strasbourg-St. Denis Mahallesi'ndekı onlarca Türk veya Türkiyeli bakkal-kasap, kaset-videocu, berber veya lokantacıya gidin ve parayı dövızle ödemeyi teklif edin bakalım... Muhatabınız ldbarsa önerinizi usulca reddeder. Mizahı kuvvetliyse dalga geçer. Aksı takdirde davranışınızı hakaret addedip ya küfreder ya da sizi kovalar. Deneyin şansınızı bankalarda! Size tıkır tıkır dolar veya döviz hesabı açarlar mı? Ama hem Fransızlar, hem de diğer 11 AB ülkesi 3 ay sonra asırlar boyu kullandıklan ve de bir zamanlar (!) "milli «mboUer" arasında akrettikleri ulusal paralannı erk etmeye hazırlanıyor. Cek. havale gibi işlemlerde iullanılmaya başlanan Euro, 1 Ocak 2002'den itibaren tekkal-çakkal, elektnk-su, snema-müzik, aklınıza gelen ler alanda gündelik yaşama iatılmakla yetinmeyecek, 1 Mart'ta ulusal paralann yerini iacak. Belki bazı cılız sesler •ulusal onur, cgemenBk gitti dden" diye haykıracak. PARİS L UĞUR HÜKÜM Ancak tarihi geriye çevırmeye hiçbır irade yetışmeyecek. tnsanoğlu siyasi bir bilinçle, hem de çok "onurlu" bir biçimde toplumsal kaderini değiştiren bir karan uygulamaya sokacak. Yukardakılerin hangisi "ulusal onur" acaba? Bugün Fransa'da, toplumsal ve tarihsel dönüşüme hazırlanan sokaktaki adamın kaygısı olsa olsa. "ulusal para değişirken tüketim mallannda gözden kaçacak fiyat artışlan olabilir mi" şeklınde özetlenebilır. Açıkçası tüketicıler yalnızca kazıklanmaktan korkuyor. Bir Fransız, bir Alman "ulusal onur"u artık başka kalemlerde anyor. Sayın okur, kaç bakkal, manav ve benzerinde almak istediğiniz ürünün açık fiyatını görebilıyorsunuz? Kimse hesap sorabiliyor mu? "Buralarda" tüm ürünler çifte fiyatlı olmak zorunda. Şu anda her yerde fiyatlar çifte rakamlı. Üstte "Euro", altta "franc". 6 ay sonra yalnızca Euro kalacak. Devlet, tüketici kooperatif ve sendikalan tüketicileri "uyanık" olmaya davet ediyor: "Biz her şeyi kontrol edemeyiz. Siz bir anormallik fark ederseniz müdahale edin veya bize bildirin_." Ortalama bir Alman, Hollandalı veya Italyan tüketıcinın, şirretlikle hak arama arasındaki ince çizgide kolaylıkla gidip gelen Fransızdan çok farklı olacağun düşünmüyoruz. Hepsi hak ve çıkarını savunmasını bilmek zorunda... Euro'dakı tek "ulusal" fark, telaffuzda. Farklı alfabede direnen Yunanistan dışında 12 ülke zaten kendi dillerinde A\xupa'yı "Europa" veya "Europe" diye yazıyorlar. Ilk dört harf hepsinde aynı: E-U- R-O. Yani ortak paranın adı. Hepsi kendine göre okuyor. Fransızlar "öro", Almanlar "oyro" derken şimdilik Euro'yu tedavüle sokmak istemeyen Birleşik Krallık vatandaşlan "yuro" diyorlar. Aynen her yabancı kavram veya metayı doğal olarak Amerikanca, pardon tngilizce kullanmak gibi bir şartlanmaya sahip Türkler gibi. Yunanlılann bile "evro" dedığı bu paranın adını bız niçın Ingilizce telaffiız etmekte ısrar ediyoruz? Nerde "ulusal onur"? Madem ki bizim dilimizde Avrupa'dır bu kıtanın adı. Mademkı hâlâ "ulusal (namusumuza) egemenliğinıize" toz kondurmuyoruz. O zaman iki üç yıl önce Açık Radyo mikrofonlanna yaptığımız bir öneriyi -haddımiz olmayarak- tekrarlıyoruz. Niçin "yuro" yerine "Avro" veya "Avru" bile diyemiyoruz? Veya harf harf yan yana getırip okumuyoruz: "e-u-ro"? "Ulusal onurumuz dolarlı mı olsun Euro'lu mu?"... Hadi hepsinden vazgeçtik. Hiç olmazsa Türkçe okuyabilsek... (ugıır.hukum@pari&com) Kurtarma çalışmaknnm kahramanlan B köpekler de katüıyor. Günlerdir süren çabşma, görevlüeri de köpekleri de yorgun düşürdü. Bir görevti, artık pes eden köpe- ğini eliyte su içirerek canlandırmaya çahştL (Fotoğraf: REUTERS) Şarlo'nun da bir müzesi var Kara bir zemin üzerinde ince, beyaz hatlan belli belirsiz, şöyle bir çizilmiş Hhler maskesi, United Artists'in kocaman bir film afişi... Yaklaşınca bunun Charlie Chaplin'in ünlü "Bfiyük Diktatör" fihninin pek bilinmeyen afişi olduğunu görüyorsunuz. Darmstad'lı Wilhetan Staudinger'in "Şarlo" sevgisi 1950'leredayanıyor. Melon şapkalı küçük adam üzerine ne bulmuşsa toplamış. Evi zamanla küçük bir müzeye dönüşmüş. Ta ki 1974'te Chaplin'in 85. yaş günü nedeniyle Darmstadt Eyalet Müzesi'nde sergilenene dek. Frankfurt Belediyesi 1982'de Staudinger'e Eschersheim semtinde müze verir. Kitaplardan afişlere, plaklardan dergilere, fotoğraflara, karikatürlere, Oıaplin üzerine hiç bilinmeyen belgelere dek 6 binden çok eşya bu müzede sergilenmekte. Staudınger bunlan ABD, Polonya, Çekoslovakya, Fransa, Almanya ve Tayland'dan toplamış. Chaplin'in 80'in üzerinde filminin kopyası da müze arşivinde. 7 yaşında Londra'da sahneye adım atan Chaplin, 21 yaşında geldiği Amerika'da kısa sürede başanya ulaşır. Yarattığı melon şapkalı, ince bastonlu, kocaman — ayakkabılı, bol pantolonlu, ördek yürüyüşlü "Şarlo" tipi hemen tutunur. 1918 sonrası çevirdiği komedi filmlerinde, toplumun ittiği, zavallı, fakir, iyi yürekli küçük insam canlandınr. Komediler surata pasta fırlatma, koşuşmaca, polisten kaçma ağırlıklıdır. Ozellikle "Şarlo FRANKFURT AHMET ARPAD Asker" ve "Şarlo Rahip" fiknleri ilgi çeker. Büyük üne, 1920'lerde yarattığı "Yumurcak" ve "Alona Hücum" filmleri ile kavuşur. 1930'larda sesli filmler dünya sinemalannı fethetmeye başlar. "Bu pandomimim ölümlü" diyen Chaplin yeniliğe karşı çıkar. "Şehrin Işıldan"i]e "Modern Zamanlar"ı yine sessiz çeker ve — — — . sinema klasıklen arasındaki yerini alır. Kapitalizmin acımasız çarklannda makineleşmiş günümüz insanını canlandırdığı "Modern Zamanlar" bir Şarlo başyapıtıdır. Ancak birkaç yıl sonra sesli filmlerin önü alınamaz yayılışına Chaplin de boyun eğer. Şarlo tipı ölür! 2. Dünya Savaşı yıllannda yarattığı Hitler parodisi "Wktatör"ü (1940) sesli çeker. Yine unutulmaz bir film yaratmıştır. 1947'de çevirdiği "Monsieur Verdoux"da da değişik bir Chaplin vardır karşımızda. "Sahne lşıklarTnı (1952) Chaplin'in yaşamöyküsü olarak kabul edebiliriz. Bu filminde sanat gücünü yitirmiş Kalvero, Charlie Chaplin'dir. O, yüzyılımızın "Don Kişot"udur. Ölümsüz bir melankolik kahramandır. Rene Clair'in "Tüm film dünyası Chapiin'in öğrendsktir" sözleri gerçeği yansıtır. Bu üstün yetenekli sanatçının filmlerini defalarca seyredebilirsiniz. Heyecanla, sevinerek, dudağınızda buruk bir gülümseme ile. Çünkü hep hüzünle gülümseyen "Şarlo" insancıldır. Sizden bir parçadır. O bir "küçük adam"dır... yaparve 1920'nin 16 Martı/Harbiye Nezareti telgrafhanesı buldu Ankara'yı: / "Etrafta dolaşıyor tngiliz askerleri / Şimdi işte / İngüiz askerleri girivoriar nezarete / İşte guiyorlar içeri / Nizamiye kapısına /Teh kes / Ingilizkr burdadır" diye Manastırlı Hamdi'nin paşa hazretlerini Harbiye telgrafhanesinin de işgal edildiğinden haberdar ettiğini anlatır. En son ne zaman telgraf gönderdiniz ya da yazdığınız bir mektubu zarfa koyup üzerine pul yapıştırdınız ve postaya verdiniz arumsıyor musunuz? Yoksa telgrafla mektubun sonu mu geliyor? Halbuki Nâzım ne güzel ifade etmiş ülkemizde postacının önemini postacı adlı şiirinde: //...Çocukken postacı olmak isterdim / Oysaki Türkiyemde postacılık zor sanattır. / Telgraflarda envai tiirlü acı / mektuplarda satır satır keder taşır / o güzelim memlekette postacı. Mektup ve telgraf yüzlerce şiire esin kaynağı olmuş. Nâzım'ın şiirinde önemli bir yer kaplar. Belki de sıla özlemidir bunun nedeni. "Kanmm İstanbul'dan Yazdığı Mektup", "On Mektup", "Moskova'dayun" ilk anımsadıklanm. Orhan Veli "Mektup ahr, efkârlanır", Ikinci sevgilisi Münevver Abla, Orhan Veli'den büyük. Yazıp yazıp bahçesine attığı mektuplara gülmekten katılırdı, okudukça. Utanır Orhan Veli o mektuplan hatırladıkça. Almndaki bıçak yarası onun yüzünden; tabakası onun yadigân; "iki elin kanda olsa gel" diyor telgrafı; nasıl unutur seni Orhan Veli, vesikalı yâri? YAPAyalnızlık hakkında " Yalnızlık / İnsanın kendine mektup yazması / Ve dönüp- dönüp onu okuması / Yalıuzhğm da ötesidir" dıyen Özdemir Asaf sanal âlemdeki YAPAYyalnızhk konusunda ne düşünürdü acaba? Anadolu'ya seslenen Cemal Süreya //Adresimsen, / Mektuplanm doğru dürüst gelsin; / İki kişi telefonla konuşurken / Olmayaüm hemen üç kişi // ıstemını dile getirirken kimleri iğneliyor dersıniz? . ı 3 . . ,,».u »» Melih Cevdet Anday telgrafhane şiııınde // Uyuyamayacaksın / Memleketinin hali / Seni seslerle uyandıracak / Oturup yazacaksın / Çünkü sen artık o eski sen değilsin / Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin, / Durmadan sesler alacak / Sesler \ereeeksin / Uyuyamayacaksın / Düzelmeden memleketinin hali / Düzelmeden dünyanın hali / Gözüne uyku girmez ki / Uyuyamayacaksın / Bir sis çanı gibi gecenin içinde / Ta gün ışıyıncaya kadar / Vakur metin sade / Çalacaksın // derken Türkiye'nin ve dünyanın şimdiki halini sanki çok önceden görmüş gibi. Ozdemir İnce gibi siz de //Seviyorsanız eğer, / Geç kalmayuı sakın aşkuıızı söviemeye telgraf çeküı, / telefon edin, / mektup yazın.. // Fastfood hayabnuzuı elektronik posta ve cep telefonu mesajlanmn esiri olmayahm. "Emailinde diyorsun Id gel gayn, \\eb sitemi, kurar- kurmaz ordayım" demeyelim. Telgrafa ve mektuba sahip çıkalım. Fazıl Hüsnü DağJarca'nın bir telgraf direği dibinde, zamanlar kadar telaşsız ve köpüksüz, yürüyen, Sıvaslı kanncası ne yapar sonra? (erdincutku@yahoo. com) Doğa bir sonbahar daha yaşıyor kendince, ya biz? Yavaş yavaş mevsimin sonbahara dönüşünü izlemek hüzün veriyor insana, hele ki kışı uzuuun geçen bir ülkede yaşıyorsanız. Son 50 yılm en kuru yazuıı yaşadı Kanada; bazı bölgeler alması gereken yağışm sadece yüzde 15'ini alabildi, bazılan yüzde 25'ini. Bu yaz sadece 23 gün hava sıcaklığı 30 derecenin üstüne çıktı. Bunun da yansı kadar olması gerekiyormuş,14 gece 20 derecenin üstünde kahmş, bunun da 5 gün olması beklenirmiş. Sıcaklığının 30 derece üstüne çıktığı günlerde önlem almaya başlıyor belediyeler; sokaklarda s u dağıtmak, kapalı yerleri soğutarak evsizleri banndırmak gibi.. Biz Akdenız ülkesi insanlanna pek komik gelebilir bu istatistikler ve bu önlemler, ama bana komik gehniyor, çünkü kış geliyor. Az bir süre sonra bir buz kahbı haline dönecek göle bakıp, yakında ağaçlannın önce kırmızıya dönüp sonra da çıplak kalacağı adaya olabildiğince çok gitmek gerektiğini düşünüyorum. Bütün bu neşeli insanlar yavaş yavaş sokaklan terk edecekler. Sabahlan yolda bana eşlik eden ağustosböcekleri, henüz eylül ayına geçtiğimizi anlayamadılar, ama ha bugün ha yann susacaklar diye bekliyorum. Halbuki sonbahan bu kadar güzel geçen pek az memleket vardır sanırım, boyalann sahibinın bu güzelliği sadece doğada yaşayan özgür canlılara sunmaya içinin elvermediğinden olsa gerek, şehir i çini bile tam bır renk cümbüşüne döndürüyor sonbahar. Fakat yine de bu tatlı sonbahann arkası gri, beyaz bır kış o lacak, soğuk ve ıssız. Toronto'ya böyle sonbahar havası hâkim olurken "Toronto Uluslararası Film Festivaü" de şehri canlandırdı. Sinemalann önündeki uzun kuyruklar, ünlü sinema sanatçılanmn yemek yediği restoranlann önünde bekleyen medya mensuplan, meraklılar basın toplantılan, söyleşiler. Işte ben böyle kendimi sonbahara ve aslında kışa motive etmeye çalışırken kendime bilerek ve isteyerek bir Ken Loach fihni seçip, sinema salonundan mutlu ve huzurlu çıkmamaya gönüllü oldum. Ken TORONTO Loach, Navigator filminde, özelleştirmenin sonuçlannı, îngiltere'de demiryollannm özelleştirihnesi ile işçilerin yaşadıklannı anlatmış ve belgesele yakuı, kendinizi film izler değil de bir grup insamn yaşamına tanıklık eder bulduğunuz, çok doğal bir fihn çekmiş. BERNA B u f i l m i n DEMİRYOL üstümde yarattığı etki ^ _ ^ _ _ _ ^ _ ^ ^ _ _ _ _ ^ taze iken pazar akşamıbir arkadaş toplantısında yaptığımız sohbet benı iyice yoldan çıkardı. Klonlamadan, yani ınsanm kendine, kendinden bir köle mi yaratacak olmasından, son 15 yıluı insan mahsulü hayvan hastalıklanna, değişen politik dengelerden açlığa, savaşın nasıl da nüfusu dengelemek amaçlı kullamldığmdan suyun azalmasma atlaya atlaya gittik. Pazar gecesi eve dönerken bir pazartesi için her zamankinden daha da az hazır olduğumu hissettim ve kendi kendime insanın kötü olduğu ve dünyayı da yaşanmaz bir yere çevirdiğine karar verdim. Bilmediğimiz bir şeyleri konuşmamıştık, ama işte sonbahann eşiğinde olunca daha bir ağır mı geliyor nedir. Sorunlardan çok sorunlann ele alınış şekliydi canımı sıkan ya da insanoğlunun sorunlan yaratışı idi. Birkaç gündür işe giderken iyi bir şeyler akluna getirmeye, kendime aslmda olumlu şeyler de olduğunu telkin etmeye çalışıyorum. Örneğin birkaç sabahtır göl kenanna gıdip yavru balıklan seyrediyorum. Yavru balık kaynıyor göl bu son günlerde. Adadaki ağaçlara doğru bakıyorum. bu da iyi duygular veriyor. Filminde acımasız yeni dünyayı ve ona boyun eğmek zorunda kalan insanlanru anlatan Loach iyi ki bu filmi çekti diyorum sonra. Derken salı sabahı eşim anyor, duymadın mı diyor, henüz duymamışım oh binlerce kişinin yaşamdan kopanldığını. Bir kez daha nasıl bir dünya diye soruyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle