Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2001 PAZAR
12 PAZAR KONUGU
Eski Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş, toplumun TBMM'deki beşpartiyi de iktidarpartisi gibi gördüğünü söyledi
Türkiye'yeyenianlayış gerek
'Eğitimde
dünyanın
gerisindeyiz'
- Toplumumuzun SQ sonınunun büyük
bir kısmı acaba eğitim eksikliğinden mi
kaynaklamyor?
- Bu çok önemlı bir etkendir. Bakınız,
ülkemizde en çok satan roman 50 bin
satıyor. Bu bizim ıçin o kadar büyük bir
rakarn olarak gözüküyor ki..:
Einstein m bir teorisiyle ilgili bir kitap
çıktı. Yayınevi sahipleri benim dostlanm.
Bu kitaptan iki bin bastılar. Iki yıl içinde
600 tane sarmışlar.
Bu ülkede en az 100 bin fizik öğretmeni
var. Ders verdikleri konu fizik. O
öğretmen bu kaynağı ahp kullanmıyor.
Okur-yazar dediğimiz kitleye bakıyoruz.
Anlı şanlı profesörlerirnizin makalelerini
okuyoruz. Genelde dipnotlar 1960-65
yıllannm yayınlanna atıfta bulunuyor.
Anlaşıhyor ki o değerli hocalanmız
profesörlük unvanını aldıktan sonra bir
daha kendi alanına kafayt yormamış.
Biz 1960 ya da 1965 yıllannın
referansıyla Türkiye'ye bakacak olursak
burada bir yanlışhk var. Biz çok
gerilerdeyiz. Bakıyoruz. Biz eğitimde
Pakistan'ın. Hindistan'ın çok gerisine
düşmüşüz. Böyle bir tabloda dünyada
iddialı olmak kolay iş değil. 200 milyar
dolara yakın iç ve dış borç sarmalına
yakalanmış bir ülkede bizim öyle iddialı
fılan olmamız mümkün değil. Zaman
zaman söylediğimiz, "Tarih tekerrürden
jbarettir*1
gibi bir tekerlememiz var.
'Tarih
tekerrür
ediyor'
- Gerçekten tarih tekerrürden ibaret mi?
- Tarihi iyi kavrayabilmiş, iyi
anlayabilmişsek tarihteki o olaylann
tekerrür etmemesi lazım. Ama bizim gibi
toplumlara baktığımızda. tarih
tekerrürden ibarettir. sözü doğru gibi
geliyor. 1875'te iç ve dış borç sarmah
öyle hale geldi ki Osmanlı moratoryum
ilan etti. Şimdi. bir iki aydır bu yine
konuşuluyor. Bu sıkıntı yine önümüze
gelebilir. Moratoryum ilanı dönemine
bakıyoruz. O dönemin bakanlannın bir
kısmı, moratoryum ilanından birkaç gün
önce Osmanlı Hazinesi'ne borç olarak
verdikleri paralannın faiz gelirlerinin
moratoryum sonucu yan yanya
düşmesini önlemek için tedbirlerini
aldılar. Moratoryum ilanıyla birlikte
padişahla hükümet arasında bir sıkıntı
doğdu. Çünkü padişah da kendi parasının
birkısmını Osmanlı Hazinesi'ne borç
olarak vermişti, ama bakanlar
moratoryum ilanıyla ilgili onu
uyarmamışlardı. Bugün bakıyoruz,
Merkez Bankası Başkanı
devalüasyondan bir gün önce kendi
parasını dolara çevirmiş. Merkez
Bankası'ndan beş milyar dolar para
gitmiş. 1881 'de Osmanlı Düyun-u
Umumiye'ye teslim edildiğinde Maliye
Nezareti'nde sekiz bin kişi çahşıyor.
Düyun-u Umumiye'nin emrinde 7 bin
500 para tahsildan görevli. Yani Düyun-u
Umumiye'de Osmanlı Maliyesi'ndeki
kadar personel var.
Şimdi Bankalar Birliği binasında IMF
yetkililerine odalar açıyoruz. Işte, tarih,
bizim gibi toplumlar için tekerrür ediyor.
1881 'de Osmanlı'nın önüne şu kondu:
Sen savaş kazanamıyorsun, ekonomini
büyütemiyorsun, asayişi
sağlayamıyorsun. Ekonomiyi büyütmen
için coğrafyanı küçültmen lazım.
Sekiz milyon kilometrekarelik alanm
üzerine oturmuş Osmanlı, coğrafyasını
küçülterek yaklaşık 800 bin
kilometrekareye düştü.
- Peki, o zaman Osmanh'ya dayatılan
toprak küçültme bugün Türkiye'ye
dayatılabUir mi?
- Sanki önümüzde şöyle bir süreç var:
Coğrafyayı küçülönekten çok,
coğrafyayı kullanım hakkını elimizden
almak gibi yeni bir modelin önümüze
doğru sürüldüğünü görüyoruz.
O zaman da Kurtuluş Savaşı'nı niye
yaptık. sorusu akla gelmez mi? Siyasi
elit Türkiye'nin bu gerçeklerini
konuşmuyor. Hele bu medyanuı sunduğu
Türkiye, reel Türkiye'yle çok farklı
noktada.
LEYLA TAVŞANOGLU Ülkemizin, insanlanmızın bu durumlara düşmesiya da düşürülmesi hepimizin derdi. Hep buna yol açan nedenlerin
kökenlerini bulmaya çahşıyoruz. Düşüncelerimizi, fıkirlerimizi başkalannınkilerle çatıştınyoruz. Çıkış yollan anyoruz. Sonuçta görüyoruz ki
siyaset ringine havlu atan ya da şimdilik havlu attırılanlar daha doğru çözümlemeler yapabiliyorlar. Siyaset ringine, en azından şimdilik havlu
attırılanlardan birisi de eski Denizcilik Bakanı
Gürcan Dağdaş. Gürcan Dağdaş ülke
sorunlarına tek tekparmak basıyor, bugün
gelinen noktayı doğru değerlendirmeye
çahşıyor. Onun ürettiği bir de teori var. Diyor
ki: "Biz IQ 'sunu (intelligence quotient-zekâ
katsayısı) ve EQ 'sunu (educational quotient-
öğrenim katsayısı) devre dışı bırakmış bir
toplumuz. Yani biz şu anda SQ (simplistic
quotient-basit zekâ katsayısı) noktasındayız."
Dağdaş, bu noktadan yola çıkarak Marx 'ın
"Altyapı üstyapıyı belirler" cümlesini
anımsatarak sonuçta bizim toplumun ürünü
olan siyasetçilerimizin de bulunduklan '
noktamn SQ olduğunun altım çiziyor.
PORTRE / GÜRCAN DAĞDAŞ
1960, Kars doğumlu. Kars'a Kajkasyn'dan göç etmiş bir ailenin çocuğu.
Ankara Universitesi Dii ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümii 'nde
yükseköğrenimi tamamladı. Şimdiki halde Atatürk'ün Türk Tarih Tezi
konusunda doktora tezini hazırhyor. Ailesinin bazı üyeleri DP-AP
çizgisinde siyasetyaptı. AP döneminin eski Tarım Bakanı Bahri
Dağdaş'ınyeğeni. DYP'nin kurucuları arasında bulundu. Daha sonra
Aydın Menderes 'le bir siyasiparti denemesiyaptu 24 Aralık 1995
seçimlerinde, Necmettin Erbakan 'ın DP benzeri bir RP arayışı içinde
olduklannı söylemesi üzerine RP'den İstanbul 3. bölgeden seçimlere
katıldı, seçildL 54. hükümetteya da REFAHYOL hükümetinde
denizcilikten sorumlu Devlet Bakanlığıyaptu RP'nin, daha çok tslami
zemine çekilmek istendiğini anlayınca partisinden istifa etti. Kısa bir süre
DTP'ye katıldı.
- Aylardır Türkiye'de bir siyasi tıkanıklığın olduğunu, bu-
nun ülkeyi ciddi bir tehlikeye doğru götürdüğünü hep konu-
şuyoruz. Bunun sorumluları da bu gerçeği dilegetiriyoriar. A-
mayine de hiçbir şeyyapılmıyor. Bu tıkanıkhk sizce nasıl aşı-
lır?
- Biz IQ ve EQ'sunu devre dışı bırakmış bir toplumuz. Yani
biz şu anda SQ noktasındayız. Sorun 15 günde 15 yasa çıkar
m\, noktasında. Aslında IQ ve EQ noktasında yaklaştığımızda
sorunun şu olması lazım: Nedirbu yasalar? Neyımize katkı sağ-
lar? Neyimizi değiştirir? Ne faydası var? Ama biz bunu sormu-
yoruz. "On beş günde on beş yasa çıkar mTyı soruyoruz. Ye-
dinci Cumhurbaşkanı, dokuzuncu Cumhurbaşkanı, diyoruz.
Kanuni Sultan Sükyman'ın kaçıncı Osmanlı padişahı olduğu
konuşuluyor mu? Onu sadece ismiyle anıyoruz.
Yine soruyoruz:
550 milletvekili mi olsun, 350 milletvekili mi?
Oysa şunun sorulması gerek:
Nasıl bir milletvekili?
Elli tane kirliliğe bulaşmış milletvekilimiz olsun. Bu bizim
işimizi halleder mi? Şu anda Türkiye'de sözün hükmü tüken-
miş. Yani SQ noktasında bir düşünce tarzı. Basitleştirilmiş. ko-
laycı bir zekâ... Sizebaşkabirörnek. Seksen ile 80üniversite...
Ama soru bu değil. Nasıl bir üniversite?
- Sözün hükmünün böylesine tükendiğini söylediğiniz bir
toplumda insanlar nasıl anlaşabilecek?
- Sözün hükmünün bu kadar tükendiği bir toplumda olup bi-
teni doğru sorularla çözmeye çalışan. cevabını arayan insanla-
rın da anlaşılmamak gibi kötü bir kaderleri var. Yani, Türkiye'de
siyasetin, siyasi kadronun toplurnla olan ilişkisini sorguladığı-
mızda, sadece bu olup biteni sanal bir yansıma olarak değer-
lendirmemiz gerekir. diye düşü-
nüyorum. Toplumun bu SQ
özelliğinden dolayı sorgulaya-
mamasından ortaya çıkan bir so-
nuç var ki her siyasi tercihiyle il-
gili seçim sonrası, bir iki ay geç-
meden. **Elim kınlsaydı da ben
bunlaraoy vermeseydim'' serze-
nişinde bulunuyor.
cesaret
- Bu, toplumun SQ noktasın-
da oluşundan mı kaynaklam-
yor?
- Evet. "Etimkınlsaydr dedi-
ğiniz zaman elinizı kırmanız la-
zım. Bu bir cesaret işi. Ama ne
hikmetse elini kıran da yok. Bu-
nu karikatürize edersek şöyle bir
sonuç çıkıyor: Bu kadar kınk çı-
kığın olduğu bir yerde bu coğ-
rafya bir hastane kimliği taşıyor.
O zaman kınk çıkıktan anlayan
birini bulalım bu ülkeye. Onu
başbakan yapalım. Allah uzun
ömür versin. Sayın Rıdvan Ege
bu ülkede kınk çıkıktan en iyi anlayan kişi. Kamuoyu yokla-
malan yalan söylemiyorsa vatandaşın yüzde 50'sine yakını bu
mevcut siyasi kadroyla, siyasi partilerle işin yürümeyeceğini dü-
şünüyor. Bunlarla olmaz, diyor. Bu mevcut siyasi yapıyı tama-
mıyla medyatik imajla içini doldurmaya çalışan yapılar olarak
görüyoruz. Öbür yüzde 50'ye baktığımızda da her şeye rağmen.
bu benim partimdir, diye tuttuğu siyasi partinin arkasında du-
ran yüzde 3, yüzde 5'lik bir kitle olduğunu görüyoruz. Ama ne
o kitlenin ne de o yüzde 3'lük ya da yüzde 5'lik desteğe sahip
siyasi partinin Türkiye'nin meselelerini çözecek özgül ağırlı-
ğının olmadığı da hepimizin önünde bir gerçek. Parlamentoda-
ki beş partinin üçü 351 'e yakın parlamenterin blok hareket et-
tiği bir iktidar tablosu ortaya çıkanyor. Yaklaşık iki yıllık bir
süreç içinde görünen o ki bu 351 'lik blok, toplum nezdınde iti-
bannı yitirmiş. Böyle negatif bir algılama var.
- Peki, TBMM'de bu 351 'lik blok dışında kalanlar neyapı-
yor sizce?
- Parlamenter sistem içinde ya da dışındaki yapılarda iktidar
erki toplumda tartışılır. Bunun gibi negatif bir yansıma olabi-
lir. Ama işin tuhaf tarafı, muhalefet çizgisindeki yapıyı da bu
iktidar fotoğrafının içinde görüyoruz. Bakış açısından aym ka-
redeler. Toplum TBMM'deki bu beş partinin beşini de iktidar
partisi gibi algılıyor. Siz sırayla geminin dümenine geçiyorsu-
nuz. Hanginiz bu geminin dümenine geçtiyseniz ben gol yedim,
diyor. O zaman sizin muhalefetiniz, sizin iktidannız sadece de-
vir teslim töreni için kendini şekillendirdi. Ya da kendinizı öy-
le tarif etme ihtiyacı duydunuz. Sizin beşiniz de iktidar parti-
sisiniz.
- Peki, golyiyen masum mu?
- Gol yiyen de masum değil. Gol yiyen sürekli bakire arıyor.
Bakire arayanın da bakire olmadığı gibi reel bir durum var. Bu
coğrafya bakire insanlann yaşadığı bir coğrafya değil. O zaman
başka bir şey ortaya çıkıyor. Her şeye rağmen yönetenlerin, yö-
netilenlerden daha ağır sorumluluğu reel durum olarak karşı-
mızdaysa yönetilenlerin bakire bir Türkiye talebine uygun ye-
ni bir projenin, yeni bir anlayışm Türkiye'nin önüne getirilme-
si lazım.
Bu yönetenler, yeni bir projeyi, yeni bir anlayışı Türkiye'nin
önüne getirmekten çok dertleri sadece slogancı, makyaja yö-
nelik bir şeyler yapıyorlar. Böyle bir sürece girmişiz.
-ASAP'taSadettin Tantan 'ın tasfiye edilmesini nasıldeğer-
lendiriyonunuz?
- Toplum Sayın Tantan'ı. var olan kirlilikle. kendi partisin-
den simalan ıçine almış olsa bile, bir mücadele sürecine katkı
sağlayan bir imajla sahada olduğunu görüyor. Sayın Mesut Yü-
maz'ın adına söylüyorum. Siyaset anlayışınız. partiyi yönetım
anlayışınız partinizin içinden bir kişinin size karşı çıkmasına
belki izın vermeyebılir. Ama toplum Sayın Tantan'la bir şeyle-
ri bütünleştınnişse o zaman siyaset, sizin aklınızdan geçenler-
le yapılan bir iş değildir. Sizin dışardan nasıl algılandığınızla
yapılan bir ıştir. Bu argümanla yola çıkarsak sanki toplumda
Sayın Tantan'la ılgılı oluşan imaja karşı savaşı içeren bir adım
görüyoruz. Burada Tantan'ın görevden alınması. onun istifası
filan sorgulanmıyor. Ben sahadaki tabloyu ifade ermek istiyo-
rum. Vatandaş. Sayın Tantan'a kirlilikle mücadele eden kişi
ımajını vermiş: bunu böyle algılamış.
'Altyapı üstyapıyı belirler'
- Bu gelişmeler de siyasilerin SÇ'lanyla mı ilgili?
- Bu coğrafya üzerindekı insanlann SQ'yla düşündükleri gi-
bi bir iddiamız varsa bu böyle. Belkı bana ideolojik açıdan ters
düşer. ama Karl Marx'ın da şu sözüne ınanıyorum: "AHyapı
üstyapıyı betirler."
Yani altta SQ varsa üstte SQ'nun olmaması mümkün mü?
Böyle baktığımızda, her şeye rağmen Ankara'nın artık 1Q ve
EQ'lartnı çahştırafl yeni karm%ĞffiBWPsahaya irttnelerme ta-
hammül etmesi gereken bir sürecin başlaması lazım. Ama bu
sürecın de başlamadığı gıbı bir durum var.
Her şeye rağmen Türkiye uzun bir zamandır iç ve dış dina-
miklerin talepleri ve söylediklerinın örtüştüğü bir durumla kar-
şı karşıya. Örneğin. Van Erciş"teki vatandaş diyor kı:
"Bu siyasi partiler ve seçim yasalannı değiştirin."
Aynı talep ve sözler, örneğin ABD"den de geliyor. Erciş'teki
SQ. diyelim. Peki, ABD'deki de mi SQ?
Demek ki zaman zaman IQ, SQ noktasındaki düşünceyi ma-
nipüle eden, onu o alandan çıkarmak isteyen imkâna sahip.
Burada vatandaş adına da bir şey söylemek istiyorum. Vatan-
daşın. verdiği oyu çıkarlan doğrultusunda tercihe dönüştüren
bir geleneği var. Yani bu ülkede 300 kilo kömür. oy vermek için
bir gerekçe.
Bu arada, dünyadaki işleyişle ilgili baktığımızda vatandaşın
bu talebını doğru ve yapılması gereken bir talep olarak değer-
lendirmemiz lazım. Ama vatandaşa da artık 300 kilo kömür için
oy vermeyeceğin bir ahlaka, bir disipline oturman gerekir, di-
ye de uyanda bulunmak lazım.
Devlet baba'
- Vatandaşlayöneten arasında bu al-ver ilişkisisizce çok mu
güçlü?
- Devletın kurgulanış biçimine baktığımızda onu baba ola-
rak sunuyoruz. Babanın doyuran tarafı var. Vatandaş da devle-
te baba diye yaklaşıyor. Devlet diye orada duranlar da baba mu-
amelesiyle karşımıza çıkıyor. O doyuran kimlik doğal olarak
babayla evlat arasında bir al-ver sürecini oluşturuyor. Ama ba-
banın o doyuran tarafında zaman zaman zayıflama oluyor. Ör-
neğin, "Şu Ali benim has e\ladım. Şu bir mUyar dolan yesin. İs-
tediği yerde bagırsın. İstediğinin kulağını kessin. Ama şu \eü si-
mit bile yemesin" gibi kayırmalar. ayırmalar olunca baba sor-
gulanmaya başlıyor. Babanın doyuran tarafı zayıflayınca buyu-
ran tarafı öne çıkıyor. Ama o tarafı. tabir caizse. yalama olmuş.
O zaman bızım, sadece seçen-seçilen ölçeğinde meseleye bak-
madan. baba diye nıtelediğimiz dev let olgusundan başlamak
üzere yeni bir projeyi şekillendirmemız lazım.
- Bu bizim becerebileceğimiz bir iş mi?
- Biz zaten bunu becerebilseydik bugüne kadar becermiştik.
Bu bizim zihniyetimizle olacak gibi gözükmüyor. Bu. bize dı-
şardan sunuluyor ve deniliyor ki:
"Siz gemi}i batınyorsunuz. Bu geminin barmasını önlemek
için şunlan, şunlan yapın."
Bu da bizim ağrımıza gidiyor. Nıye bunu bize dışardan söy-
lüyorlar, diyoruz. Doğrudur. Bunun bize dışardan söylenmesi
ağrımıza gitmeli. Ama biz ödevini, görevıni doğru yapmış bir
toplum değıhz ki. Biz toplum, yönetim. sistem olarak kendi-
mizi yeryüzünden ayn bir ada olarak tanf etmiyor da yeryüzüy-
le birlikte yaşıyorsak ve ödevimizi doğru dürüst yapamamış-
sak o zaman bizim ağnmıza gidecek şeyleri dışardan söyleni-
yor. noktasından ahp bunu kendi irademiz olarak uygulamaya
sokmamız gerekir. Bu bizim ağnmıza gidiyor, biz bunu yap-
mayız, diye de bir şey yok. Bu ölçekte bakınca. Sayın Kemal
Derviş"ın on beş gün içindeki on beş yasası var. Bundan sonra
belki 25 gün içinde 25 yasa da gelir. Şimdi. vatandaşta belki
Kemal Derviş kıskanıhyor, diye de bir algılama olabılır.
- Ama dışarda da öyle bazı algüamalar var. Derviş eleştiril-
diğinde hemen, kıskanıyorlar, yakıştırması yapılıyor...
- Ben kıskanan bir adam değilim. Teorik olarak Sayın Der-
viş'in yapısal değişimi, dönüşümü ortaya çıkacak adımlannı da
desteklerim. Fakat, her şeye rağmen bu coğrafya, iddiamız o-
dur ki bin yıllık bir devlet geleneğine sahip. 78 yıldır bağım-
sızlığıyla ilgili iddiası olan bir toplumun yaşadığı bir coğrafya
burası. Yani bizim haysiyet noktasında zaman zaman canımızı
sıkan bir sunum söz konusuysa bundan ciddi rahatsızhk duyu-
yoruz. Ben kendi adıma konuşuyorum. Sayın Derviş'in üslubu
ve ortaya konulan metot beni rahatsız ediyor. Ama bu rahatsız-
lık Sayın Derviş'in şahsıyla ilgili değil.
- Koalisyon ortağı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli,
Kemal Derviş 'in programı için,
"Zehir olsa içerim " dedi. Yani
sizce Bahçeli, Derviş 7biranlant-
da zehir olarak mı görüyor?
- Bana göre bu iktidar bloku ve
mevcut siyasi elit, Sayın Der-
viş'in zehir içirdiğini biliyorlar.
"Bu zehri içmiyorum" diyebile-
cek güçte değiller. Burada bir pa-
radoks var. Zehir olduğunu bile
bile içeceksiniz...
Küreselleşmenln bedeli
- Ama zehir içerseniz ölürsü-
nüz...
- Bu ölüm eğer mevcut siyasi
aktörlerin ölümüyle sınırlı kala-
caksa 65 milyon kişi bundan
memnun olur. Bunlann defih iş-
lemleri için de alkış tutar. Ama bu
ölüm, Türkiye gerçeğini göz ardı
ederek sadece siyasi aktörleri de-
ğil, Türkiye'nin büyük bir kesi-
mini içine alan bir noktaya bizi
sürüklerse o zaman iş değişir. Biz
beceriksiz siyasetçinin siyaseten
ölümünü alkı^ld) alıın. Ama 65 milyonun 55 milyonunu paket-
leyen, siyasetin ötesinde bu ülkenin haysiyetinı sıkıntıya sokan
bir sonuçla karşı karşıya kalacaksak hepimizin duyarlı ve dik-
katli olmamız lazım.
Biz bir küreselleşme olgusuyla karşı karşıyayız. Bu bir dün-
ya gerçeği. Biz acaba küreselleşmeyi şöyle mi algılıyoruz?
Dünya küreselleşiyor. Türkiye bu küreselleşme içınde gereken
yerini alacak. Hepimizin cebine yılda kişi başına 10-15 bin do-
lar para girecek. Biz haysiyetli, onurlu bir toplum olarak ayak-
lanmızın üzerinde duracağız.
Küreselleşme buysa tabii ki bunu kabul ediyoruz ve gereke-
ni de yapanz. Ama eğer küreselleşme şöyleyse:
Dünya GSMH'sinin >iizde 80'ini dünya nüfusunun yüzde
20'si kullanıyorsa, bu yaklaşık 700 milyon insansa, bu 700 mil-
yonun içine ABD 200 milyonluk nüfusundan 190 milyonunu
sokmuşsa, Almanya 100 milyon nüfusunun 90 milyonunu sok-
muşsa, buna karşılık Türkiye 65 milyon nüfusunun sadece 3-5
milyonunu bu kulübe sokabılmişse, bu küreselleşme fukaramn
beline vurmaktadır. Bu küreselleşmenin bedelini fukara öde-
yecektir.
- Bu bağlamda bir sorum var. Kişi başına 100 dolar asgari
ücretyüksek, deniliyor. Siz buna katılıyor musunuz?
- Asgari ücret 100 değil. 30 dolar olmalı, derseniz siz insan-
lan açlığa mahkûm etmek istiyorsunuz, demektir. Nüfusumu-
zun en az 35-40 milyonu bu küreselleşen 700 milyonun stan-
dartlanna kendini ulaştırmış olsaydı biz bu dalganın önümüze
çıkardığı tüm gerçeklere zaten kendi donanımımız itibanyla ha-
zırdık. Ama gerçek böyle değil. 65 milyonun sadece 3-4 mil-
yonu bu 700 milyonluk kulübün üyesi olmuş. geri yani paket
olmuşsa burada başka bir sonuç ortaya çıkar. Ben bağımsızlık,
ulusalcıhk adına da bir şey söylemek istiyorum:
Bu sonuç bu ülkenin teslim olmasıdır. Biz ABD'yle ilişkimi-
zi en üst düzeyde partner olarak sürdüreceğiz. Sürdürmeliyız.
Batı'yla ilişkimizi en ideal noktada tutmalıyız. Batılı dostlan-
mız, küreselleşmenin kumanda merkezinde oturanlar da Tür-
kiye'nin gerçeklerini idrak edip bu gerçeğe uygun bir modelin,
bir rehabilitasyon döneminin bu coğrafya üzerinde şekillenme-
sı için bizimle partnerlik gereği olan dostluğu, arkadaşlığı doğ-
ru dürüst götürmeliler.