19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 ARALIK 2001 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA IX. | j I A I U . K . kultur(« cumhuriyet.com.tr 13 FERİDU1N ANDAÇ HAYATIN ÖTE YAKASI Şimdi, o sürgünlüğün yurdunda dostum, sürgünlüğün yurdunda yazıya dönmüştü yüzünü; unutuşa karşı bir direnişti bu belki de! Demir Özlü ise 'bitimsiz yolculuğunıf rengini/soluğunu bir avunuş/sığınış çığlığı olarak yazıyordu. Kundera; "geleceği olmayan bir hayat"ın kavşağında insanın arayışının çığlığını duyurmak istiyordu. sürgün kimliğini/durumunu/konumunu, onun yaşadığı an'lan, bunlarla sarmalanan ömrün tamklığını dile getirdi. 'Ben'in 'öteki bcn' ile söyleşimi de denebilir buna. Özlü, bunu, sürgün yazgısı/sürgünlük durumu olarak da adlandırmaz. ünun başat izleği 'ayndüş.me'dir; parçalanma, yitirılmışliğın sızısı, bitimsiz yolculuğu, nıutsuz doyum an'ları... Artık edebiyatta simgeleşen bir ızleğin, Odysseus'un Ithaka'ya dönüş yolculuğu, onun da anlatısının kurucu öğesidir. Sürgünlüğünün hemen ardında başlayan, onu, yazıda geldiği kıyının daha da ötesine götüren, hatta hayata tutunma sebebi olan yazmak eyleminin labırentlerine girdiğini söylemeliyiz bu anlatı(sı)yla. 1982'de yazmayabaşlar, 19%'dada noktalar. Kopuşlar, gezinmeler, dönüşler ve buluşnıa an'larının esentileri/esinleriyle yazar. Anlatısının anakarasına yapılmış içsel bir yolculuktur. Sürgünün yolculuğudur hcm de, bu: "renkleri günümüzün renkleri olan bir yolculuk" Ait olma duygusudur en çok onu gitgel'lerde sarsalayan. Çözülen bir hayatın durak yerı olan sürgünlüğün yurdundan bir ömrün akışına bakar; geçmışe, yaşanılanlara, derin izler bırakanlara... Dönüşünde ise tthaka'nın yokluğuyla yüzleşir. O sızıyla yazdığını hisseder an an. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Dönüşün imkânsızlığını anlatan sözlerin, iki elimin dayandığı bir duvardı. Koruyan, geçit vermeyen, sevince boğan, o aşılmazlığı dillendiren sözlerindi beni gerçeğinle yüzleştiren. Bakışımındaki hüznü anlıyor, acına dokunuyordum gözlerimlc. Ta ötedeki bir kasabadan çıkip gelmiştin. Hiç düşüıımediğin bir işi yapıyordun. tnsanlar sokaklardan çekilince kepenklcrini indiriyordun. Roka, salata, domates, bir de kırmızı şarap getirmiştin. Doğduğun topraklara dönmüş, konuştuğun dile kavuşmuş gibiydin. Ayrılığının yirmi dördüncii yılıydı, dönememenin, lthaka'yı yitırmişliğinın bitimsiz yolculuğunu da kanıksanıış gibiydin! Bir roman gibi yaşadığınız ömrünüzün baharını anlatıyordun bıze. Acilara yenilmeyen gülümseyişler demiştin o an'lann biriktirdiklerine. Tarih kitaplanndan kaçmış, sevdanıza sevdalanmış çocuklardık. Bayram yerimizdi türkülerinizin tutuşturduğu alanlar. Delimsek bakışlarınıza, ulusal onurdan söz eden sözlerinize/şarkılarınıza tutulmuştuk. "Günlerin bugün getirdiği baskı, zuliim ve kandır..." Tek bir sese, tek bir yüreğe dönüştürmüştü bizi dalga dalga sesiniz: "Saflan sıklaştınn çocuklar, / bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır." Esip savuran bir tufanın önüne katılıp yeryüzüne dağılmıştınız. Kiminiz sürgünlüğü, kiminiz içdenizlerde yaşamayı, kiminiz ölüler ülkesini seçmiştiniz. Sonsuz yolculuk ortak noktanızdı artık. Özlenen dönüş yolları kapanmış, düşler tarumar olmuştu. Sürgünlüğün yurdunda o düşlerle var olmaya çalışmak, büyük çözülme ile sizi de vurguna döndürmüştü. Şimdi hayatın ötesine düşnıüş; dilin solan rengini canlı tutmak için yazıya, bir de oradaki dostlarına vermiştin kendini. Bağlanılacak tek şeyin yazı olduğunu imlemiş, yazıdaki hayatın sıcaklığından söz etmiştın. O ••• "Kentini yitirmiş bir insan için, artık mutlu olabileceği bir yer yoktur yeryüzünde. Kinıbilir, belki o, artık, bir daha ele geçirmemek üzerc yitirmiştir kendisini de" diyen; yazıy ı, biraz da yaşamın kendisi gibi gören yazarla, sürgünlüğünün yurdunda, Cafe Gateau'da oturup konuştuğumuz güne uzanıyorum. Her bir sözünde yeryüzüne dağılmanın getirdiği bir parçalanmışlık duygusu vardı. Orada soluksuz kaldığını hissediyordum. Gezginliği seçmesi de bundandı belki de! Yeni yollar aranıak, yeni yaşam biçimleri edinmek içindi... O, bu sannlı hayatın sürüklenişini, tthaka'yaYolculuk'taanlattı. Sürgünün içinde bulunduğu durumu/konumu anlatabilmek için ycni bir dil yaratmanın ardına düştü Demir Özlü. Soruşturma biçeminde geliştirdiği anlatım biçimi, 0 sürgünlüğün bendeşj olmuş bir başka anlatıcı Milan Kundera ise; bunu daha derinden yaşayanlardan biri. Hem ülkesinde, hem de oradan koparıldığı süreçte. Yazdıklarının her binnde o derin ızleri bulmak mümkün. Bilmemek romanını katmanlı/değış• •• ken/çözümlcyici/karşılaştırmalıokuma Şimdi, o sürgünlüğün yurduna döyordamı eksenınde ele aldığımızda; hatırlamanın yoğun, belleğin derin, unu nerken; asla kopulamayanın, bağlanılanın asıl ne olduğunu anımsayışın kapıtuşun akıcı anlatım örgüsüyle yüzleşilarına vardığımızı düşünüyorum. Birriz ılkten. Ama yönseyici bir okumada, kaç kilometre ötedeki Wuppertal'deki 'sürgünlüğün romanı', Friedrich Engels' in müzeevinı gezerdeyip çıkabiliriz de. Bilmemek' in çıkış nok ken de en çok bunu sormuştum kendime: Çözülen hayatın dur durak bilmetası öyledir öyle olmasına da; bir kopuşun, sü yen yerinde, ınancın gülü solunca düşlerin sonunu mu çağınr hayat?! Çağın rüklenişin savruntusıınbir sanrısı, bizi, başka bir hayatın koldaki insanların, lrena ile larına salarken; içimizdeki anımsayıJosef'in gerçekliğınde şın ve unutuşun sesini hangi sese döyansıtılan bir başına sürnüştürecektik peki? günlüğün ınsana ettikle O dostum, sürgünlüğün yurdunda yan değildır. zıya dönmüştü yüzünü; unutuşa karşı Işte bu dcğildir, ama bir direnişti bu belki de! Demir Özlü ise nedir o kopuşla yaşanılaıı'bitünsiz yolculuğunu' rengini/soluğular? gibısınden sorulara nu bir avunuş/sığınış çığlığı olarak yadoğru yolculuğa çıkarır zıyordu. Kundera; "geleceği olmayan okuru/nu, Kundera. bir hayafın kavşağında insanın arayılrena, yirmi yıllık aynşının çığlığını duyurmak istiyordu. lıktan sonra artık yurduna gidip gelebılmektedir. Josef ise Prag'dan kopuşun O buîuşma noktasından hayata baonca süresinin ağırlığını omuzlarında karken; karşı konulamayanların labihissetmeyerek, ilk kez yurduna döner. rentlerinde yazının sağaltıcı sesinin bir Kcderden, içinde çölleşen 'nostalji yeayin gibi bizi sarmaladığını görebiliriz tersizliği'nin rahatsızlığı vardır. Gelıp dıye düşünüyorum. Kundera da bizi, o durduğu yerde yüzleştiklerı bir başka karşı konulamayanların yurduna götüçöküntüye yöneltir onu. 1989 sonrası rüyor biraz da. Acıya, savrulmalara, nın 'yeni zamanlar'ı ülkesine ne getirbağlanışlara, yeşermesi gereken hayat miştir? Kent de belleğini unutmuştur. kıvılcımına, aşka ve kedere... • •• Belleğin zamansızlığı, boyutsuzluğu karşısındaki 'stoklanan hayat' bağlanma/ vatan/yurtseverlik kavramlannın ne anlama geldiğıni sorgulatır Josef'e. Geleceği yitirmek duygusu daha bir baskınca çıknııştır karşısına. lnancın/ıdeolojilerin artık hiçbir şeye yanıt vermemesı.. Gidenle gclcnin yüzleşmesinde şıınu sorar: "Söylesene, bu da nıı bizim ülkemiz?" Küresel kapitalizmin açtığı yıkıntı daha derin, daha sarsıcıdır. Hayatı tektipleştıren, yeni çözülmelerı yaşatan bir 'canavar'! Sürgünlüğün yurdundan kendi yurduna dönüşü, dıl ortamına dönüşüdür dc Josef'in. Yirmi yıldır konuşmadığı diliyle yüzlcşmesi daha şaşırtıcıdır. Yaşadığı zamanın izlerine dönmekle kalmaz, 'onu tekrar bulmuş'tur, ülkesinde olduğunu hıssettırendır dc.. ama yaşam artık başka yerde akmaktadır. Her şey çözülmüştür. Ait olma duygusunu veren yer/ev/dil de yabancılaşmıştır ona. Yirmi yıl sonra ülkeye dönmenin şokunu yaşarken, onu burada tutan/bağlayan hiçbir şeyın olmaması... Belleği perdeleyen yirmi yılın ötesindeki hayatın anlanıını aramanın boşunahğı... Unutuşun perdesine sırtını dönerek sürgünlüğün dilınde, o 'meçhul dil'de yolculuğa yüzünü çevirir Josef. Orada kalarak değişmeyen Mileda; çözülmeye, içteki sürgünlüğe yargılı lrena; yeni dünyanın açtığı kapılardan Prag'da nemalanan Gustaf, daha ötedeki Sylvıe, sürgünlükte ölen Martin... Sınırsızlığın dilini, yurdunu anlatıyorlar biraz da. OKUMA ONERILERI Bilmemek, Milan Kundera, Çev.: Aysel Bora. 2001, Can Yay. tthaka'ya Yolculuk, Demir özlü, 1996, Can Yay.; Sürgünde On Yıl, 2001, T.îş Bankası Kültür Yay. Odysseia, Homeros, Çev.: Azra ErhatA. Kadir, 1998, Can Yay. Sürgün Edebiyatı Edebiyat Sürgünleri, Haz.: Feridun Andaç, 1996, Bağlam Yayınları, Actlara Yenilmeyen Gülümseyişler, Atilla Keskin, 1999, Gendaş Yay. Doğmayan Hürriyet: Prag 1968, Roger Garaudy, Çev.: Aydil Balta, 1968, E. Yay. BELLEK KUTUSU 'Ama lrena ya da Odysseus gibi memleketleriyle görüşmeyenler, kaçınılmaz olarak bellek yitimine uğrarlar. Sıla hasreti şiddetlendikçe anılardan da o derece boşalır. Odysseus sıla hasretiyle yandıkça, daha çok unutuyordu." Milan Kundera "Yurdundan ayrı düşmüş insanı izleyen bütün bir bilinçaltı, bütün bir çocukluk; sadece kendi kentinin imgeleri de değil, büyüme çağında ona yakmlık, sevgi, sejkat göstermiş, bütün o yakınhklannm hayalleri, bazen de belirsiz hayaletler." Demir özlü. Maya Sanat Merkezi'nde atölye çalışmalan Kültür Senisi Çevresinde ve içinde var olduğu toplumda farklılıkların zenginliğine katkıda bulunmayı amaçlayan Maya Sanat Merkezi, 100 kişilik bir tiyatro salonu, gösteri sanatları ile ilgili bir kitaplığı, art nouevau piyanosu ile oda müziği dinletilerine uygun cafe'si, katıhmcılannı etkin kılacak atölye çalışmalan ve gösteri programı ile Beyoğlu'nda yeni bir buluşma yeri. Maya'da Metin Deniz'ın yönettiği 'MekânInsanYaratıcılık' atölyesi, gösteri sanatlannda mekâninsan, izleyicioyuncu ilişkilerini irdelerken, tiyatro ile sinema arasında benzerlik ve farklılıklan, filmdia vb. araçlar yardımı ile incelerken yine ayııı sanat kollannda yaratıcılığın sanatçı ile izleyici arasındaki paylaşımını araştınp, örnekliyor. Sanat merkezindeki bir diğer atölye ise pazartesi günleri saat 19.00 21.00 arasında yer alan Ses Konuşma ve Diksiyon Atölyesi. Levent Yıbnaz yönetimindeki atölye, nefesi doğru kullanma, ses ve diksiyon çalışmalan ile insanın kendisini ifade edebilmesinin gereği olan konuşma becerilerini geliştirmeye yönelik çalışmalan içeriyor. Perşembe günleri saat 19.0021.00 arası T'ai Chi Ch'uan ve Oyunculuk1 atölyesine yer veriliyor. Erol Keskin tarafından yönetilen atölye, Uzakdoğu'ya özgü Taoizm felsefesinin bir uzantısını içeren, kendi içinde bir bütünlüğü olan bir hareketler zincirinin uygulanmasına yönelik olarak sürdürülüyor. Çarşanıba günleri saat 19.00 21.00 arası Nihal Koldas'ın yönettiği 'çocukdranıa' atölyesınde, 615 yaş arası çocuklar, cumartesi ve pazar günleri sabah atölyelerinde yaratıcı drama çalışmalanna katılarak, hareket, ses, müzik ve görsellik içeren oyunlarla yaratıcıhklannı geliştiriyor ve sosyal ortamda özgüvenlenni kazanıyorlar. 'Çocukdrama' atölyesine cumartesi saat 10.3011.30 0609, saat 11.4513.00 0912, pazar saat 11.0012.30 1215 yaş grubu çocuklar katılabiliyor. (0 212 252 74 52) 74 yaşında yitirdiğimiz Gilbert Becaud ülkemizde de çok seviliyordu Bugün bir değişiklik yapmaya karar verdim: Köşe yazısı değil, fakat bir öykü yazacağım. Hemen belirteyim kı, eğer gerçek kişiler ve kurumlarla öyküdekiler arasında sonradan bazı benzeşmeler ya da örtüşmeler ortaya çıkarsa, bu, yazınsal gerçekliğin kimi zaman gerçek yaşamı ne denli yakalayabildiğinin, ya da bir kaçınılmazlığın göstergesi olarak yorumlanmalıdır... Diyelim ki, bu öykünün başında bir özel sanat kurumu var. Bu kurum, başlangıçta biravuç idealist genç tarafından olması gereken tiyatroyu, ortamın yani öykünün geçtiği ortamın! tüm olumsuz koşullarına karşın, tiyatro sanatının tüm estetiğine ve etiğine uygun biçimde yapmak amacıyla kurulsun. Diyelim ki, sözü edilen kurumun kurucuları, yola çıktıktan biraz sonra bu amact da yeterli görmesinler ve örneğin elbette ki öyküde! şöyle desinler: "Biz, kurumumuzu ve sanatsal amaçlarımızı yalnızca tiyatro ile sınırlı tutmak istemiyoruz. Biz artık çatımızın altında klasik müziğe de yer vermek istiyoruz. Bunu yaparken, aynı zamanda yüksek öğrenimlerini tamamlamak üzere olan geleceğin klasik müzik yorumcularına şimdiden salonumuzu açmayı ve onların konser vermelehni sağlamayı amaçlıyoruz..." Ve bu genç idealistler, kurumlarının kapılarını, bir kadirbilirlik örneği vererek önce kendi eğitimlerini yaptıklan kurumun öğrencilerine açsınlar! Diyelim ki, bu amaç gerçekleşmiş ve küçük çapta bir klasik müzik topluluğu kısa sürede gerçekten de kurulmuş ve konserlerine başlamış olsun. Ve üstelik, çok kısa, geçmiş denemeyecek kadar kısa bir sürede çok olumlu yankılar da yaratsın. Dikkat edilirse, "Diyelim ki"\ehn buraya kadarki bölümü, adeta bir "mutlu son "a götürür gibi. Ama ben, tam da bu noktada öyküye şaşırtıcı bir dönüm noktası katmak istiyorum. Bu dönüm noktası bağlamında, diyelim ki sözü edilen küçük klasik müzik topluluğunun ilk başarılı adımlarının ardından, peşpeşe iki konseri bazı baskılar nedeniyle iptal edilsin. Ve üstelik bu baskılar, öyle gerici çevrelerden falan değil, doğrudan o toplulukta çalışan gençlerin halen okumakta oldukları resmi eğitim kurumlarının yönetimlerinden gelmiş olsun! Ve o gençler, daha sanat yaşamlarının başlangıcında, ileriye yönelik düşlerinin en yoğun olduğu bir dönemde, böylece en büyük ve acıtıcı düş kırıklıklarından birini yaşasınlar! Bir kemanın, bir gitarın, bir viyolonselin eğitim gördükleri kurumdan kaynaklanma tehditlerle nasıl susturulabileceğine tanık olmak zorunda kalsınlar. örneğin eğitim kurumlarından şöyle bir mesaj alsınlar: "Artık üniversite öğrencisi olduğunuz için, X kurumunda konser vermenizı resmen engelleyemeyiz. Ama sizleri sınıfta bırakabiliriz!"ye o kurumun yetkilileri öykü bu ya! yasaklama kararlarına bir gerekçe bulmak için, adı geçen özel sanat kurumunun bazı üyelerine en iğrenç düzeyde kara çalmaktan da çekinmemiş olsunlar! Ve son olarak diyelim ki, o sanat eğitimi veren resmi kurumun içinde bulunduğu ülkeyi, "Sanatı olmayan bir milletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir" diyebilecek kadar güçlü bir sanat bilinci taşımış bir büyük lider kurmuş olsun! öyküye şimdilik burada ara veriyorum ve bu ülkenin tüm sanatseverlerine şu soruyu yöneltmek istiyorum: Bu öykü, sizce nasıl biterdi? Ya da daha doğrusu: Bu öykü sizce nasıl bitmeli? Bunu soruyorum, zira bu öykü, sözü edilen eğitim kurumunun yetkililerinin sandıklarının aksine, henüz bitmedi! Dahası, eğer bu ülkede sanat, biraz bile olsun ciddiye alınıyorsa, yukarıdaki öykü asla onların sandıkları gibi bitmeyecektir. Çünkü sanat ile tehdidin aynı çatı altında barınabileceğine inanmak da gaflet, dalâlet ve hatta hıyanetin ta kendisidir. Bizden söylemesi! eposta: ahmetcemalcrDsuperonline.com acem20(« hotmail.com İki Konserin 7uhal Öyküsü... r Yaşamın şarhcısıydı STEINW" SELMJ ANDAK Mutlu Torun CRR'de • Kültür Servisi Türk müziğiyle Batı müziğini başanyla birleştiren Mutlu Torun, yann saat 19.30'da 'Mutlu TorunBuruşmalar' adlı projesiyle Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda (CRR) sanatseverlerle buluşacak. CD'si Iş Bankası sponsorluğuyla Kalan Müzik'ten çıkan 'Buluşmalar' projesinde, Mutlu Torun (ut), Osman Ziyagil (ses), Volkan Yılmaz (ney), Ferruh Yarkın (perküsyon), Hüseyin Sansaltıkoğlu (flamenko gitar), Erkan Oğur (gitar, kopuz) yer alıyor. Niyazi Sayın, Akagündüz Kutbay, Cüneyd Orhon, Ihsan özgen, Ruhi Ayangil gibi sanatçılarla konserler veren Torun, açılışından bu yana İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvan'nda öğretim üyeliği görevini sürdürüyor. BUGÜN • İSTANBUL DEVLET OPERA VE BALESİ'nde saat 20.00'de G. Verdi'nin 'Rigoletto' adlı operası sahnelenecek. (0 212 252 11 14) • BABYLON'da saat 22.00'de Arhan Kayar tarafından organize edilen 'Kafayı Sudan Çıkarmak' adlı bir etkinlik yapılacak. (0 212 292 73 68) • BEKSAVda saat 16.00'da Thomas Vinterberg'in yönettiği 'Şölen', saat 19.00'da Lars von Trier'in yönettiği 'Suç l'nsuru' adlı filmler gösterilecek. (0 216 349 91 55) • BORUSAN KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ'nde saat 18.30'da Prof. Dr. Ahmet Yürür'ün sanat yönetmcnliğini üstlendiği 'tstanbul'dan Yeni Müzik1 adlı konser dinlenebilir. (0 216 454 15 55) • TARtH VAKFIBİLGİBELGE MERKEZİ'nde saat 18.30'da 'Tarihçinin Mutfağı' dizisinde Prof. Dr. Ali Akyüdız konuşacak (0 212 233 21 61) Müzik dünyası evrensel nitelikte 'popüler müzik' türünün sayılı bir besteci ve yorumcu kişiliğiyle ünlü bir sanatçısını kaybetti. Gilbert Becaud'nun kulaklarda kalan ölümsüz şarkıların hemen hemen tamamının sözleri ve bcsteleri kendisine aıttır. Müzik tarihinde Fransa denince ilk akla gelen deyim olan 'chanson'nun dilimizdc karşılığı 'şarkı'dır. Ne var ki Fransızcada 'chanson' sözcüğünün 'şarkı'dan öte, daha genış bir anlamı vardır. Fransızdilinde 'chanson'hem hafif hem de hiciv (taşlama) taşıyan sözlerle bestelenen şarkı anlamına gelir. Fransa müzik tarihinde ilginçtir ki ilk chansonlar, tavır, hareket açısından yazılan ve şövalyelerin kahra manlıklarını belırten şarkılardır. Ancak Gilbert Becaud'nun müzik yaratıcılığı ve yorumculıığu yaşamında günümüze kadar bestelediği ve yorumladığı şarkılann başlıca niteliği halkın duyuşlan ve özellikle günlük yaşamıyla bağdaşmış olmasıdır. Ve ilginçtir İci Gilbert Becaud asla salt folklora dayanmadan popüler diyebileceğimız besteler ve sözler üreterek adeta lıalk şarkıcısı kişıliği kazanmıştır. Bu bakımdan, Gilbert Becaud, örneğin Jacques Brel ve başka bazılanndan aynlmaktadır. Gilbert Becaud tek kelimey le 'yaşamın şarkıcısı'dır Hiçbir zaman hafifmüziğin ilk söylendiği an kulağa gelişi gibi hafif değildır. Nitekim pop sözcüğü ortaya çıkmadan, hafif müzik son zamanlardaki yozlaşmaya bulaşmadan, ölümsüz eserler bırakmıştır. Nitekim 'Nathalie', 'Et Maintenant', 'Viens', 'DingDong', 'C'est la rose' gibi şarkıları; aynca Charles Aznavour'Ia birlikte yaptıklan hep dinleyicileri hemen etkileyen ve akılda kalan eserlerdir. Fransa'nın popüler müziğe kazandırdığı yaratıcı ve yorumcular arasında Gilbert Becaud'yla aynı kuşaktan olan Yves Montand, Charles TYenet, Charles Aznavour, Jacques Brel, Sacha Distel, Johnny Hallyday, Guy Marchand ve diğerleri unutulmazlar. Bu sanatçılardan bazılannın şarkılannı dilimize kazandıran SezenCumhurÖnal'ı da belirtmeliyiz. Pans'teEcoleNormaledeMusique'te(konservatuvar) öğrenim görürken Gilbert Becaud ve Yves Montand'ı tanımış ve kendilerıyle görüşmüştüm; bu olayın anısını unutamam.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle