22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2001 CUMA 12 \jMX kultur@cumhuriyet.com.tr Japon küratör Yuko Hasegawa 7. Uluslararası îstanbul Bienali'ne dair eleştirileri yanıtladı İstanbuTda 'ego'dan kaçmakOZLEMALTLTVOK istanbul'un sanat gündemiııi yak- lasık iki aydır renklendiren bir bi- emli daha geride bıraktık. Sunduğu tema, ürettiği yeni kavrana, ana me- kâalann dışında farklı mekân kulla- nunlan ve işlerdeki çeşitlilikle, bienal- lerzıncirine yeni bir eklemlenme da- ha yaşadık. 'Egokaç: Gelecek Olu- şumlarîçinEgodanKaçış' olarak Yiı- koHasegavva tarafindan belirlenen tema. bir yandan güçlü ve net içeri- ğı Je ilgı çekerken dığer yandan ış- lera önüne geçtığı, işlerle ve Istan- bu]"la ilişki kuramadığı gerekçesi ile 'ego'nun öne çıktığı bir bienal olarak yoıumlandı. Hasegawa, bienal son- rasında bienale dair eleştirileri ya- ıutladı. -Bienal sürecindeve sonrasunda bi- enale yönetik efeştirfler ve yonımlar- dan ne kadar haberdarsmjz? YLTCO HASEGAWA - Henüz net bir resim yok önümde, ama burada öğrencilerle ve açılışta yaptığım ko- nuşmalarda, işlerle konsept arasında- ki bağlantıda bazı problemler oldu- ğunu gördüm. Mesela bir izleyici, tek tek işlerin değil de, tüm işlerin bir- likte oluşturduğu tutarlılıkve uyumun hoşuna gittiğını söyledi. Daha somut bir örnek gerekirse, LeeBul'un işle- rini beğenen çok insan olchı ama ya- pıtla konsept arasındaki ihşkinin tam olarak algılanabildığını düşünmüyo- rum O işle, evnmsel biyoloji, kadı- nın gelişimi, farklı evreleri de veri- liyordu. Heykellerden bir kısmını esin perisi olarak algılayabiliriz, bir kısmı değişimle 'Cyborg'a dönüşü- yor ve sonunda Medusa'nın karşısı- na gelen yerde de bir canavar görü- yoruz. Burada, değişimin, dönüşü- mün hikâyesı var. Elbette izlerken bir yandan konsepti düşünmek ve tam anlamıyla aralanndaki ilişkiyi anlamak zaman istiyor. Bunlar za- manla kendini açan, düşündükçe ge- lişen yeni keşiflere, yorumlara açık işler. 'Bienakte konsept açıktT - Temaıun güçhi ve baskın olması da,busüreci zorlaşoran bir unsur ola- rak yansunış olabiür mi? HASEGAWA - Sergide çok farklı ifade biçimleri vardı, konsept açıktı, nasıl kısıtlama getirdiğini aınlayamı- yorum. Egofugal, benim ürettiğim, sözlüklerde bulamayacağınız bir kav- ram. Bunun için herkes özgürce yo- rumunu yapabiür ve anlamlar kazan- dırabilir. Küratör ve sanatçı, aslında cevaplar vermekten çok sorular ya- ratmalı, bu bir başlangıç noktasıdır. Yapıtlarla konsept arasında tam an- lamıyla doğrudan bir ilışkilendirme kurma isteği de beni şaşırtıyor. - Peki. bienalk birlikte egofugal' kavramı nasıl birdönûşüm ve somut- lanma yaşadı? Manifesto olarak de- ğeriendirdiğiniz konsept,yaşananlar- la birlikte kendi sağiamasını yapü di- yebiHr mrviz? HASEĞAW\ - Bu kentin kendisi 'egofugal' kavramına bir tanım veri- yordu zaten. îstanbul'un önemi, 11 Eylül'den sonra daha fazla belirgin- leşti, çünkü bu şehir tarihi boyunca farklı unsurlan içinde banndırmış. 11 Eylül'den sonra yaşananlann, 'ego- fugal' kavramını daha bir somutlaş- tırdıgım düşünüyorum, büyük bir yanlış anlama ortaya çıkabilir ve Hı- ristiyan - Müslüman çatışması gibi al- gılanabilirdi. Bizse burada farklılık- lann nasıl birlikte var olduğuna işa- ret ettik. Özellikle bu son yaşanan- larla istanbuTun, serginin, egofugal- liği nasıl ortaya çıkardığını daha iyi gördük. -Bukentincoğrafyasmm işlere yan- sımadığı veİstanbul'u çokda iyi kav- rayamadığuuz üzerine yapdan eleşti- rflere ne diyorsunuz? HASEGAVVA -Ben bir yabancı- yun, burada yaşayan biri kadar bu kenri derin ve güçlü algılamam müm- kün değil. Asya'dan gelen bir küra- tör olarak farklı bakış açılan gerirdi- ğime inanıyorum. Kentin farklı me- kânlannı kullanmak isterdim ama bu, sadece burayı bilmememden de- ğil, maddi açıdan da yaşanan kısıtla- malann sonucu oldu. Bence antropo- lojik ya da sosyolojik bir araşhrma- dan çok, sergiyle izleyicinin, mekân- larla yapıtlann kurduklan ilişki önem- li. Dışardan bir bakış açısı getirsem de îstanbul'da varolan egofugal du- rumu çok net bir şekilde görebildim, içerden sizin bunu algılamanız daha zordur bence. 'Yeni keşiflerim de oldu' - Seçtiğiniz işlerin bir kısnunuı da- ha önceden sergüenmiş işler ohnası ve yaprttan çok sanatçryı tercüı efmeniz de bir başka eleştirfldiğmiz nokta. Bu yakiaşımınız da bir yöntem olarak degeriendirikbilir mi? HASEGA\\A - îzledığim yöntem her ikisini de içeriyordu, hem sanat- çılan hem de sanat eserlerini seçtim. Elbette bu sergide daha önceden ta- nıdığım sanatçılar vardı, ama yeni keşiflerim de oldu. Aynı zamanda et- kilendiğim sanat yapıtlannı da bu bi- enale dahil efrim. - Uluslararası alanda isim yapmış sanatçılann yoğun olması tstanbul bienatmi atternatif bir bienal olmak- tan uzaklaşürryor mu? HASEGAW\-Amacım bellı bırka- liteyi tutturarak beni ilgilendıren iş- leri davet etmekti. Mesela Du Weng -Sig, bu sirkülasyonun içinde olan bir sanatçı değil, Tayvan'da bir dağ evin- de yaşıyor. Pierre Huyghe'un proje- sini ise üç sanatçıyla birlikte buraya taşıdım. Isımlere bakmak yerine ser- ginin ne olduğuna bakmanın daha doğru olduğuna inanıyorum. - Aya trini ve Yerebatan Sanucı gi- bi iki önemB tarihi mekâna işleri yer- leştirirken mekânlann yaratoğı avan- taj ve dezavantajlan nasıl dengeledi- en bir yabancıyım, burada yaşayan biri kadar bu kenti derin ve güçlü algılamam mümkün değil. Asya'dan gelen bir küratör olarak farklı bakış açılan getirdiğime inanıyorum. Kentin farklı mekânlannı kullanmak isterdim ama bu, sadece istanbul'u bilmememden değil, maddi açıdan da yaşanan kısıtlamalann sonucu oldu.' niz?Çünkü hemen hemen her bienal- de kullanılan bu mekânlarda yeni bir dü ohışturmak oldukça zor. HASEGAVVA-Güzel olan mekân- lara çağdaş sanatın müdahalesınde çok dikkatli olmak gerek. Bu zor bir müdahaleydi, tarihi ve geleneksel mekânlarda, çağdaş sanat yapıtı me- kânı. mekân da yapıtı yeniden hare- kete geçirebiliyor ve zamanın ötesi- ne taşıyabiliyor. Aya îrini'de. mekâ- nın kendi güzelliğjni koruması için çok az bölmelendirme yaptık. Yere- batan'da da çok fazla yapıta yer ver- mek yenne. mekânın büyük bir bö- lümünü tek bir sanatçıya ayırarak orada güzel bir hikâyenin oluşması- nı sağlamaya çalıştım. Özen Yula, 'Jartiyer, Kırbaç veBabydolVün Ötesindeküer'Ğd 21 ayn tipi anlatıyor Yaşamdaki vazgeçümez kadınlar KADINSIZ BtR YAŞAM DÜŞÜNÜLEBÎLİR Mİ? - Yula hayafjndan aparrüğı kadudara seven bir gözle yaklaşıyor. BURCUGÜNÜŞEN ÖzenVub'nın "Jartiyeı;KırbaçveBaby- doD'ün Ötesindekiler'' adlı kitabı Doğan Kitapçılık'tan çıktı. Yula bu kitabında 21 farklı kadın ripini anlaöyor. Cinsellik ala- nına girmeyen kadınlar bunlar. "Elbette her kadının kendine özgü bir cinsel haya- ü var. Ama bunlar o imge cinsel kadınlar değU" diyor Yula. Yani nineler, teyzeler, temizükçi kadınlar, politikacı ve bürokrat eşleri, "iktidann kitabınıyazdnn" tipi kadın- lar... 1965 doğumlu bir çocu- ğun, bir delikanlının ve bir adamın yaşamından geçen kadınlarayazdığı güzelleme. Yula bu ülkede yaşayan birer- kek olarak hayatından apart- üğı kadınlara seven, şirinseyen bir gözle yaklaşıyor. Bunlar hayatımızın vazgeçihnez ka- dınlan... Kim onJarsız bir ya- şam düşünebilir ki? Yula sev- diği bu kadınlan yazarken onlan kendi ko- şullan içinde değerlendiriyor. Getirdiği eleştiri de bu koşuilara. Varoş Güüeri'ni yazarken "Snufsal bir durum var. Tedir- gin edid" diyor. ama "toplumbflimsel ol- ma çabalannıesgeçerek" baküğmda "her şey ortada". Yani olması gerektiği gibi yaşanıyor, ama daha iyi ohnası da müm- kün. Bu kitabı okuyan kadınlar ve erkekler mutlaka ya kendilerinden ya çevrelerin- den bir kadın tipi bulacaklar. Ya da bütün hoş kitaplarda olduğu gibi "Bunu ben de düşünmüştüm" duygusuna kapılacaklar. Her elemli hikâyenin bir "va^eçmiş ka- dmı" olduğunu, değdikleri insana pınltı bulaştıran has "çılguılar''ı, eğitün düze- yi yüksek, merkezde olmayı hiç istemez- miş halleriyle "merkezkaç kadınlan", şefkat gösterme yeteneğjni yitirmiş "heın- şjreler''i bir kez daha Özen Yula'mn kı- lavuzluğunda anımsayacaksı- nız. Kitabın sonunda bir son söz bekliyorokuru: "Yakuıdoğu'da thanet". Yula'mn son bölümü- nü halenyazmakta olduğu "Ya- kuıdoğu" başlıklı oyun üçle- mesinin ikincisi. Tek kişilik oyunda bu şirin, sevimli ve yazgısına boyun eğ(diril)miş kaduı tiplerinin sanki bir ne- gatifi konu^uyor bizimle. Ne- gatifdedik ya, belki de bir er- kek... "Konuşmakistrvorum, ama beceremhorum bir türiü. O inti- hara kalkışma günümden beri böyie. _Ah, gerçekten bir konuşabilseydim! Şöyle ça- ğdça^güııUgüriiLButopraklannHTnak- lan gibl Topraktan güçlü sular gjbL Siz çıkıp gideceksuuz, ben gene burada kala- cağun. Yakındoğu'ya benzeyen buyerde." "Ay Tedirgiıüigrrıin yazan Özen Yula, "Yakmdoğu'' üçlemesinin ilk iki bölümü «Yakındoğu'da Emanet" ve "Yakındo- ğu'da İhanet"ın ardından şimdi sonun- cusuolantt Yakmdogu\iaFdakefi yazryor. Goethe Enstitüsü'nde Alman topluluk Kültür Servisi - Fraunhofer Saiten- musik adlı Alman halk müziği grubu, bu akşam saat 20.00'de Goethe Ensti- tüsü'ndebirkonserverecek. Şimdiye ka- dar birçok ödül alan dörtlü, Micbael Hein (gitar, blokflüt),Richard Kurlan- der (arp, santur, zither), Heidi Zink (santur, blok flüt) ve Gerhard Zink'ten oluşuyor. Tüm Avrupa'da ve Avrupa dışmda Pa- kistan, Hindistan, Sri Lanka, Afrika ve Asya'nuı birçokülkesinde konserler ve- ren grubun repertuvannda hem Alp- ler'e ait halk ezgileri, Irlanda baladlan, Fmlandiya ve Isveç ezgileri, Romanya ve Bohemya şarkılan hem de Beetho- ven, Mozart, Haendel ve Carl OrflTun eserleri bulunuyor. Genç kalemler Cumhuriyet'te... ANNE Şatvann çocuklannı sürüklüyordu Kurumuş çanklann ayağının Nasınydı sanki Tenin aktı yüzün kara Gün görmez Güneşin seni görmesine Yazmaların izin vermez Alacakaranlığın mor güvercinryle Eştin sen Tezek dolu tustün Eksik olmazdı bacandan Çıplak ayaklı çocuklann Tandınnın başında V Dağıtırken ekmeğini Isyan dolu sesin duyulurdu yeter ; Bir hıçkınk duyulurdu ardından j Neden niçin nasıl olduğunu Bilmeden sanlırdın Sen bir melektin anne. TUNUS DURSUN UMUDU TETİKLEMEK Her geçen saat biraz daha geç Her geçen gün biraz daha az ışıklı Kardeşin kardeş kanryla ellerini yıkadığı Ve halkın yüzlerce yıllık haklı öfkesini Sanal adamlara havale ettiği dijital çöplükte Büyürken sürekli kahredici sessizliği kitlenin Soysuzluk sanki artık daha da örgütlü Tepemizde sallanan modern kılıcıdır Damokles'in Inmek için bahaneye bile gerek duymayan Kuzeyden güneye, batıdan doğtıya uzanan coğrafyada Savururken gölgesini uğursuz bir sarkaç gibi Uzak Asyalı çocuklann ırzına göz diken Takım elbiseli çakalların uğultusudur fonda duyulan Oysa vakit var, vakit var hâlâ Oiyeceğimiz günler bitip tükenmeden Silkinip uykularımızdan, şiiri örgütlemeye Yeter ki her yeni doğan bebenin üzerinden Eksilmesin umarsız gözlerimizden taşan sevgi Gücümüz olsun yeter ki umudu tetiklemeye HAŞMETA. ŞENSES Paulo Coelho'ya 'Bambi' Ödülü Kültür Servisi - Brezilyalı yazar Paulo Coel- ho, Almanya'nın en eski ödüllerinden 'Bambi' KültürÖdülü'ne değer görüldü. Jüri, Coelho 'nun her kitabında, günlük yaşamın arkasındaki bü- yülü gerçekçiliğe olan inancını kanıtladığmı, yazan bu nedenle ödüle değer bulduğunu açık- İadı. Coelho'nun yapıtlan şimdiye kadar 140 ül- kede, 54 farkh dilde 32 milyon okura ulaştı. Ülkemizde de ilgiyle karşılanan Coelho'nun kitaplan Can Yayınlan tarafindan yayımlanıyor. Yazann son kitabı 'Şeytan ve Genç Kadın' tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ilgiyle kar- şılandı ve bir ayda yedi baskı yaptı. Coelho da- ha önce JacquesChirac tarafindan Legiond'Hon- neur nişanıyla ödüllendirildi. Muhammed Ha- temitarafindan Iran'a davet edilen ve Müslüman olmadığı halde bu ülkeye davet edilen ilk yazar oldu. Coelho, ŞimonPeres'ten de kendisiyle Or- tadoğu sorununu tartışmak üzere davet ahruştı. YAZIODASI SELİMİLERİ Çalıkuşu 2001 Reşat Nuri Güntekin'le ilkokul ders kitabı- mızda tanıştım. Bu "Kirazlar" öyküsüdür. O ka- daracıklıydı ki, dakikalarca ağladım. Aradan ge- çen kırk yıla, kırk iki, belki de kırk üç yıla karşın "Kirazlar"\ unutmadım. öfünceye kadar da unut- mam herhalde. Reşat Nuri Güntekin'i 7 Aralık 1956 tarihinde kaybetmişiz. Ben. yedi yaşındaymışım ve belki de "Kirazlar"\ okumuştum... Kanser tedavisi için gittiği Londra'da öldüğünü gazetelerden öğren- miştik. "Kirazlar"a üzüldüğüm kadar üzüldüm mü, bil- miyorum. ölüm o zaman çok uzaktı. Ama ölümü de Reşat Nuri'den, eserinden du- yumsadığımı söyleyebilirim. Bir gün Çalıkuşu'nu okudum, orada Munise öldü. "K;raz/ar"daki -bel- leğrm yanıltmıyorsa- Zehra'nın ölümü de, Reşat Nuri'nin ölümü de Munise'ninki kadar yorma- mıştı. Zehra'nın yoksulluğuydu beni asıl üzen. Mu- nise, tam da gerçek mutluluğa kavuşmuşken ölüyordu. Feride'yı sonsuz bir ayrılıkla başbaşa bırakıyordu. Feride daha yüz yıl, iki yüz yıl yaşa- sa, bu mucize olsa, dünya gözüyle Munise'yi göremeyecekti. Böyle düşünmüş ve ölüm aynlıklarını anlamış- tım. Kitaplığımda birkaç Çalıkuşu oldu. Çünkü bu aziz romanı zaman zaman arkadaşlarıma hedi- yeettim. Sonuncusunu 1966 tarihinde almışım. Şöyle bir yazı ilk sayfada: "11 Ağustos 1966 Rana Hanım'ı Gazeteciler Cemiyeti'ne götü- receğim." Altta imzam. O günkü ımzama bakıp durdum. O zamanlar imzamda soyadımı da kullanıyor- muşum. Sonra Rana Hanım'ı anımsadım, udi Rana Va- roğlu. Gazeteci ve çevirmen Hamdi Varoğlu'nun eşi. îstanbul Radyosu birdenbire benim için geç- miş günlerin yayınına başladı. Rana Hanım'ı Gazeteciler Cemiyeti'ne götürü- yorum, çünkü Hamdı Bey'in ilaçlarının onaylan- ması gerekiyor. Hamdi Varoğlu hasta, hastalığı- na o zamanlar "erken bunama" deniyor. Emil Zo- la'yı şaşaalı birTürkçe'yle bizlere kazandırmış bu adam sözcüklerini birer ikışer yitiriyor. Ada, Her Yalnızlık Gibi'de uzunca yazmıştım... Sıcak ağustos gününü anımsadım. Yılların ağustoslarından bir gün değildi artık. Yaşlı kadın- la yazar olmak isteyen delikanlıyı Cağaloglu'nda gördüm. Çemberlitaş'taki eczaneye gittiler son- ra. Sonuncu Çalıkuşu'nu da bir iki kez okumuşum, altı çizili satırlardan anlıyorum, mürekkepli kalem- den, tükenmezden, kurşunkalemden. 13. sayfada: "Yalnız, buaynlığın, vaktigelince güneşin bat- ması, yağmurun yağması gibi hiçbır tedbirle önüne geçilemeyecek bir felaket olduğunu ga- yet iyi anlıyordum." Yeşil renkli ispirtolu kalemle çizmişim. Anlıyor muydum? Neden çizmişim? Hayır, anlamıyordum, bilmiyordum. Günün bi- rinde Feride'nin Munise'den ayrılışı gibi, derin ayrılıklarım olacağını. ölüm kadar acı veren, bel- ki daha çok acı veren yitirişler içinde kalacağımı 1966 yılında nerden bilebilirdim? Ya da 1970'ler- de, hangi tarihte yeşil kalemle çizmişsem bu sa- tırlan... Tanpınar'ın Reşat Nuri'yi anari<en birsözü var Türkçe'nin ortasında bir şefkat ürperişiydi diyor. Böyle, buna benzer bir şey söylüyor. Gözümü kapıyorum. on-on iki yıl öncesinde, Boğaz'da köhne bir meyhanede bana diyorsun ki: Ortaokuldayken öğretmenimiz Ateş Gecesi'ni okutmuştu. Ateş Gecesi'ydi değil mi? O zamanlar bir yazı yazmıştım. Milliyet'te ya- zıyordum; Milliyet'in çoktan sararmış bir nüsha- sındaoyazı kendi kendine duruyor. Her şey ken- di kendine duruyor. Hayat denen boktan şeye gülümseyip, Feride'yle Munise'nin şefkat ürperişlerini yeniden okuma- ya koyuluyorum. Takvimde tz Bırakan: "Bu küçük kız, bana ılık bir ilkbahargüneşi gi- bi tesir etmişti. Kariar içine gömülmüş kuş yu- valanna düşen sarışın bir ışıkparçası..." Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, Inkılap ve Aka Kitabev- leri, 1964. K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle