Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2001 CUMA
12 \jMX kultur@cumhuriyet.com.tr
Japon küratör Yuko Hasegawa 7. Uluslararası îstanbul Bienali'ne dair eleştirileri yanıtladı
İstanbuTda 'ego'dan kaçmakOZLEMALTLTVOK
istanbul'un sanat gündemiııi yak-
lasık iki aydır renklendiren bir bi-
emli daha geride bıraktık. Sunduğu
tema, ürettiği yeni kavrana, ana me-
kâalann dışında farklı mekân kulla-
nunlan ve işlerdeki çeşitlilikle, bienal-
lerzıncirine yeni bir eklemlenme da-
ha yaşadık. 'Egokaç: Gelecek Olu-
şumlarîçinEgodanKaçış' olarak Yiı-
koHasegavva tarafindan belirlenen
tema. bir yandan güçlü ve net içeri-
ğı Je ilgı çekerken dığer yandan ış-
lera önüne geçtığı, işlerle ve Istan-
bu]"la ilişki kuramadığı gerekçesi ile
'ego'nun öne çıktığı bir bienal olarak
yoıumlandı. Hasegawa, bienal son-
rasında bienale dair eleştirileri ya-
ıutladı.
-Bienal sürecindeve sonrasunda bi-
enale yönetik efeştirfler ve yonımlar-
dan ne kadar haberdarsmjz?
YLTCO HASEGAWA - Henüz net
bir resim yok önümde, ama burada
öğrencilerle ve açılışta yaptığım ko-
nuşmalarda, işlerle konsept arasında-
ki bağlantıda bazı problemler oldu-
ğunu gördüm. Mesela bir izleyici,
tek tek işlerin değil de, tüm işlerin bir-
likte oluşturduğu tutarlılıkve uyumun
hoşuna gittiğını söyledi. Daha somut
bir örnek gerekirse, LeeBul'un işle-
rini beğenen çok insan olchı ama ya-
pıtla konsept arasındaki ihşkinin tam
olarak algılanabildığını düşünmüyo-
rum O işle, evnmsel biyoloji, kadı-
nın gelişimi, farklı evreleri de veri-
liyordu. Heykellerden bir kısmını
esin perisi olarak algılayabiliriz, bir
kısmı değişimle 'Cyborg'a dönüşü-
yor ve sonunda Medusa'nın karşısı-
na gelen yerde de bir canavar görü-
yoruz. Burada, değişimin, dönüşü-
mün hikâyesı var. Elbette izlerken
bir yandan konsepti düşünmek ve
tam anlamıyla aralanndaki ilişkiyi
anlamak zaman istiyor. Bunlar za-
manla kendini açan, düşündükçe ge-
lişen yeni keşiflere, yorumlara açık
işler.
'Bienakte konsept açıktT
- Temaıun güçhi ve baskın olması
da,busüreci zorlaşoran bir unsur ola-
rak yansunış olabiür mi?
HASEGAWA - Sergide çok farklı
ifade biçimleri vardı, konsept açıktı,
nasıl kısıtlama getirdiğini aınlayamı-
yorum. Egofugal, benim ürettiğim,
sözlüklerde bulamayacağınız bir kav-
ram. Bunun için herkes özgürce yo-
rumunu yapabiür ve anlamlar kazan-
dırabilir. Küratör ve sanatçı, aslında
cevaplar vermekten çok sorular ya-
ratmalı, bu bir başlangıç noktasıdır.
Yapıtlarla konsept arasında tam an-
lamıyla doğrudan bir ilışkilendirme
kurma isteği de beni şaşırtıyor.
- Peki. bienalk birlikte egofugal'
kavramı nasıl birdönûşüm ve somut-
lanma yaşadı? Manifesto olarak de-
ğeriendirdiğiniz konsept,yaşananlar-
la birlikte kendi sağiamasını yapü di-
yebiHr mrviz?
HASEĞAW\ - Bu kentin kendisi
'egofugal' kavramına bir tanım veri-
yordu zaten. îstanbul'un önemi, 11
Eylül'den sonra daha fazla belirgin-
leşti, çünkü bu şehir tarihi boyunca
farklı unsurlan içinde banndırmış.
11 Eylül'den sonra yaşananlann, 'ego-
fugal' kavramını daha bir somutlaş-
tırdıgım düşünüyorum, büyük bir
yanlış anlama ortaya çıkabilir ve Hı-
ristiyan - Müslüman çatışması gibi al-
gılanabilirdi. Bizse burada farklılık-
lann nasıl birlikte var olduğuna işa-
ret ettik. Özellikle bu son yaşanan-
larla istanbuTun, serginin, egofugal-
liği nasıl ortaya çıkardığını daha iyi
gördük.
-Bukentincoğrafyasmm işlere yan-
sımadığı veİstanbul'u çokda iyi kav-
rayamadığuuz üzerine yapdan eleşti-
rflere ne diyorsunuz?
HASEGAVVA -Ben bir yabancı-
yun, burada yaşayan biri kadar bu
kenri derin ve güçlü algılamam müm-
kün değil. Asya'dan gelen bir küra-
tör olarak farklı bakış açılan gerirdi-
ğime inanıyorum. Kentin farklı me-
kânlannı kullanmak isterdim ama
bu, sadece burayı bilmememden de-
ğil, maddi açıdan da yaşanan kısıtla-
malann sonucu oldu. Bence antropo-
lojik ya da sosyolojik bir araşhrma-
dan çok, sergiyle izleyicinin, mekân-
larla yapıtlann kurduklan ilişki önem-
li. Dışardan bir bakış açısı getirsem
de îstanbul'da varolan egofugal du-
rumu çok net bir şekilde görebildim,
içerden sizin bunu algılamanız daha
zordur bence.
'Yeni keşiflerim de oldu'
- Seçtiğiniz işlerin bir kısnunuı da-
ha önceden sergüenmiş işler ohnası ve
yaprttan çok sanatçryı tercüı efmeniz
de bir başka eleştirfldiğmiz nokta. Bu
yakiaşımınız da bir yöntem olarak
degeriendirikbilir mi?
HASEGA\\A - îzledığim yöntem
her ikisini de içeriyordu, hem sanat-
çılan hem de sanat eserlerini seçtim.
Elbette bu sergide daha önceden ta-
nıdığım sanatçılar vardı, ama yeni
keşiflerim de oldu. Aynı zamanda et-
kilendiğim sanat yapıtlannı da bu bi-
enale dahil efrim.
- Uluslararası alanda isim yapmış
sanatçılann yoğun olması tstanbul
bienatmi atternatif bir bienal olmak-
tan uzaklaşürryor mu?
HASEGAW\-Amacım bellı bırka-
liteyi tutturarak beni ilgilendıren iş-
leri davet etmekti. Mesela Du Weng
-Sig, bu sirkülasyonun içinde olan bir
sanatçı değil, Tayvan'da bir dağ evin-
de yaşıyor. Pierre Huyghe'un proje-
sini ise üç sanatçıyla birlikte buraya
taşıdım. Isımlere bakmak yerine ser-
ginin ne olduğuna bakmanın daha
doğru olduğuna inanıyorum.
- Aya trini ve Yerebatan Sanucı gi-
bi iki önemB tarihi mekâna işleri yer-
leştirirken mekânlann yaratoğı avan-
taj ve dezavantajlan nasıl dengeledi-
en bir
yabancıyım, burada
yaşayan biri kadar bu
kenti derin ve güçlü
algılamam mümkün
değil. Asya'dan gelen
bir küratör olarak farklı
bakış açılan getirdiğime
inanıyorum. Kentin
farklı mekânlannı
kullanmak isterdim ama
bu, sadece istanbul'u
bilmememden değil,
maddi açıdan da
yaşanan kısıtlamalann
sonucu oldu.'
niz?Çünkü hemen hemen her bienal-
de kullanılan bu mekânlarda yeni bir
dü ohışturmak oldukça zor.
HASEGAVVA-Güzel olan mekân-
lara çağdaş sanatın müdahalesınde
çok dikkatli olmak gerek. Bu zor bir
müdahaleydi, tarihi ve geleneksel
mekânlarda, çağdaş sanat yapıtı me-
kânı. mekân da yapıtı yeniden hare-
kete geçirebiliyor ve zamanın ötesi-
ne taşıyabiliyor. Aya îrini'de. mekâ-
nın kendi güzelliğjni koruması için
çok az bölmelendirme yaptık. Yere-
batan'da da çok fazla yapıta yer ver-
mek yenne. mekânın büyük bir bö-
lümünü tek bir sanatçıya ayırarak
orada güzel bir hikâyenin oluşması-
nı sağlamaya çalıştım.
Özen Yula, 'Jartiyer, Kırbaç veBabydolVün Ötesindeküer'Ğd 21 ayn tipi anlatıyor
Yaşamdaki vazgeçümez kadınlar
KADINSIZ BtR YAŞAM DÜŞÜNÜLEBÎLİR Mİ? - Yula
hayafjndan aparrüğı kadudara seven bir gözle yaklaşıyor.
BURCUGÜNÜŞEN
ÖzenVub'nın "Jartiyeı;KırbaçveBaby-
doD'ün Ötesindekiler'' adlı kitabı Doğan
Kitapçılık'tan çıktı. Yula bu kitabında 21
farklı kadın ripini anlaöyor. Cinsellik ala-
nına girmeyen kadınlar bunlar. "Elbette
her kadının kendine özgü bir cinsel haya-
ü var. Ama bunlar o imge cinsel kadınlar
değU" diyor Yula. Yani nineler, teyzeler,
temizükçi kadınlar, politikacı ve
bürokrat eşleri, "iktidann
kitabınıyazdnn" tipi kadın-
lar...
1965 doğumlu bir çocu-
ğun, bir delikanlının ve bir
adamın yaşamından geçen
kadınlarayazdığı güzelleme.
Yula bu ülkede yaşayan birer-
kek olarak hayatından apart-
üğı kadınlara seven, şirinseyen
bir gözle yaklaşıyor. Bunlar
hayatımızın vazgeçihnez ka-
dınlan... Kim onJarsız bir ya-
şam düşünebilir ki? Yula sev-
diği bu kadınlan yazarken onlan kendi ko-
şullan içinde değerlendiriyor. Getirdiği
eleştiri de bu koşuilara. Varoş Güüeri'ni
yazarken "Snufsal bir durum var. Tedir-
gin edid" diyor. ama "toplumbflimsel ol-
ma çabalannıesgeçerek" baküğmda "her
şey ortada". Yani olması gerektiği gibi
yaşanıyor, ama daha iyi ohnası da müm-
kün.
Bu kitabı okuyan kadınlar ve erkekler
mutlaka ya kendilerinden ya çevrelerin-
den bir kadın tipi bulacaklar. Ya da bütün
hoş kitaplarda olduğu gibi "Bunu ben de
düşünmüştüm" duygusuna kapılacaklar.
Her elemli hikâyenin bir "va^eçmiş ka-
dmı" olduğunu, değdikleri insana pınltı
bulaştıran has "çılguılar''ı, eğitün düze-
yi yüksek, merkezde olmayı hiç istemez-
miş halleriyle "merkezkaç kadınlan",
şefkat gösterme yeteneğjni yitirmiş "heın-
şjreler''i bir kez daha Özen Yula'mn kı-
lavuzluğunda anımsayacaksı-
nız.
Kitabın sonunda bir son söz
bekliyorokuru: "Yakuıdoğu'da
thanet". Yula'mn son bölümü-
nü halenyazmakta olduğu "Ya-
kuıdoğu" başlıklı oyun üçle-
mesinin ikincisi. Tek kişilik
oyunda bu şirin, sevimli ve
yazgısına boyun eğ(diril)miş
kaduı tiplerinin sanki bir ne-
gatifi konu^uyor bizimle. Ne-
gatifdedik ya, belki de bir er-
kek... "Konuşmakistrvorum,
ama beceremhorum bir türiü. O inti-
hara kalkışma günümden beri böyie. _Ah,
gerçekten bir konuşabilseydim! Şöyle ça-
ğdça^güııUgüriiLButopraklannHTnak-
lan gibl Topraktan güçlü sular gjbL Siz
çıkıp gideceksuuz, ben gene burada kala-
cağun. Yakındoğu'ya benzeyen buyerde."
"Ay Tedirgiıüigrrıin yazan Özen Yula,
"Yakmdoğu'' üçlemesinin ilk iki bölümü
«Yakındoğu'da Emanet" ve "Yakındo-
ğu'da İhanet"ın ardından şimdi sonun-
cusuolantt
Yakmdogu\iaFdakefi yazryor.
Goethe
Enstitüsü'nde
Alman topluluk
Kültür Servisi - Fraunhofer Saiten-
musik adlı Alman halk müziği grubu,
bu akşam saat 20.00'de Goethe Ensti-
tüsü'ndebirkonserverecek. Şimdiye ka-
dar birçok ödül alan dörtlü, Micbael
Hein (gitar, blokflüt),Richard Kurlan-
der (arp, santur, zither), Heidi Zink
(santur, blok flüt) ve Gerhard Zink'ten
oluşuyor.
Tüm Avrupa'da ve Avrupa dışmda Pa-
kistan, Hindistan, Sri Lanka, Afrika ve
Asya'nuı birçokülkesinde konserler ve-
ren grubun repertuvannda hem Alp-
ler'e ait halk ezgileri, Irlanda baladlan,
Fmlandiya ve Isveç ezgileri, Romanya
ve Bohemya şarkılan hem de Beetho-
ven, Mozart, Haendel ve Carl OrflTun
eserleri bulunuyor.
Genç kalemler Cumhuriyet'te...
ANNE
Şatvann çocuklannı sürüklüyordu
Kurumuş çanklann ayağının
Nasınydı sanki
Tenin aktı yüzün kara
Gün görmez
Güneşin seni görmesine
Yazmaların izin vermez
Alacakaranlığın mor güvercinryle
Eştin sen
Tezek dolu tustün
Eksik olmazdı bacandan
Çıplak ayaklı çocuklann
Tandınnın başında
V Dağıtırken ekmeğini
Isyan dolu sesin duyulurdu yeter
;
Bir hıçkınk duyulurdu ardından
j Neden niçin nasıl olduğunu
Bilmeden sanlırdın
Sen bir melektin anne.
TUNUS DURSUN
UMUDU TETİKLEMEK
Her geçen saat biraz daha geç
Her geçen gün biraz daha az ışıklı
Kardeşin kardeş kanryla ellerini yıkadığı
Ve halkın yüzlerce yıllık haklı öfkesini
Sanal adamlara havale ettiği dijital çöplükte
Büyürken sürekli kahredici sessizliği kitlenin
Soysuzluk sanki artık daha da örgütlü
Tepemizde sallanan modern kılıcıdır Damokles'in
Inmek için bahaneye bile gerek duymayan
Kuzeyden güneye, batıdan doğtıya uzanan coğrafyada
Savururken gölgesini uğursuz bir sarkaç gibi
Uzak Asyalı çocuklann ırzına göz diken
Takım elbiseli çakalların uğultusudur fonda duyulan
Oysa vakit var, vakit var hâlâ
Oiyeceğimiz günler bitip tükenmeden
Silkinip uykularımızdan, şiiri örgütlemeye
Yeter ki her yeni doğan bebenin üzerinden
Eksilmesin umarsız gözlerimizden taşan sevgi
Gücümüz olsun yeter ki umudu tetiklemeye
HAŞMETA. ŞENSES
Paulo Coelho'ya
'Bambi' Ödülü
Kültür Servisi - Brezilyalı yazar Paulo Coel-
ho, Almanya'nın en eski ödüllerinden 'Bambi'
KültürÖdülü'ne değer görüldü. Jüri, Coelho 'nun
her kitabında, günlük yaşamın arkasındaki bü-
yülü gerçekçiliğe olan inancını kanıtladığmı,
yazan bu nedenle ödüle değer bulduğunu açık-
İadı. Coelho'nun yapıtlan şimdiye kadar 140 ül-
kede, 54 farkh dilde 32 milyon okura ulaştı.
Ülkemizde de ilgiyle karşılanan Coelho'nun
kitaplan Can Yayınlan tarafindan yayımlanıyor.
Yazann son kitabı 'Şeytan ve Genç Kadın' tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ilgiyle kar-
şılandı ve bir ayda yedi baskı yaptı. Coelho da-
ha önce JacquesChirac tarafindan Legiond'Hon-
neur nişanıyla ödüllendirildi. Muhammed Ha-
temitarafindan Iran'a davet edilen ve Müslüman
olmadığı halde bu ülkeye davet edilen ilk yazar
oldu. Coelho, ŞimonPeres'ten de kendisiyle Or-
tadoğu sorununu tartışmak üzere davet ahruştı.
YAZIODASI
SELİMİLERİ
Çalıkuşu 2001
Reşat Nuri Güntekin'le ilkokul ders kitabı-
mızda tanıştım. Bu "Kirazlar" öyküsüdür. O ka-
daracıklıydı ki, dakikalarca ağladım. Aradan ge-
çen kırk yıla, kırk iki, belki de kırk üç yıla karşın
"Kirazlar"\ unutmadım. öfünceye kadar da unut-
mam herhalde.
Reşat Nuri Güntekin'i 7 Aralık 1956 tarihinde
kaybetmişiz. Ben. yedi yaşındaymışım ve belki
de "Kirazlar"\ okumuştum... Kanser tedavisi için
gittiği Londra'da öldüğünü gazetelerden öğren-
miştik.
"Kirazlar"a üzüldüğüm kadar üzüldüm mü, bil-
miyorum. ölüm o zaman çok uzaktı.
Ama ölümü de Reşat Nuri'den, eserinden du-
yumsadığımı söyleyebilirim. Bir gün Çalıkuşu'nu
okudum, orada Munise öldü. "K;raz/ar"daki -bel-
leğrm yanıltmıyorsa- Zehra'nın ölümü de, Reşat
Nuri'nin ölümü de Munise'ninki kadar yorma-
mıştı.
Zehra'nın yoksulluğuydu beni asıl üzen. Mu-
nise, tam da gerçek mutluluğa kavuşmuşken
ölüyordu. Feride'yı sonsuz bir ayrılıkla başbaşa
bırakıyordu. Feride daha yüz yıl, iki yüz yıl yaşa-
sa, bu mucize olsa, dünya gözüyle Munise'yi
göremeyecekti.
Böyle düşünmüş ve ölüm aynlıklarını anlamış-
tım.
Kitaplığımda birkaç Çalıkuşu oldu. Çünkü bu
aziz romanı zaman zaman arkadaşlarıma hedi-
yeettim. Sonuncusunu 1966 tarihinde almışım.
Şöyle bir yazı ilk sayfada:
"11 Ağustos 1966
Rana Hanım'ı Gazeteciler Cemiyeti'ne götü-
receğim."
Altta imzam. O günkü ımzama bakıp durdum.
O zamanlar imzamda soyadımı da kullanıyor-
muşum.
Sonra Rana Hanım'ı anımsadım, udi Rana Va-
roğlu. Gazeteci ve çevirmen Hamdi Varoğlu'nun
eşi. îstanbul Radyosu birdenbire benim için geç-
miş günlerin yayınına başladı.
Rana Hanım'ı Gazeteciler Cemiyeti'ne götürü-
yorum, çünkü Hamdı Bey'in ilaçlarının onaylan-
ması gerekiyor. Hamdi Varoğlu hasta, hastalığı-
na o zamanlar "erken bunama" deniyor. Emil Zo-
la'yı şaşaalı birTürkçe'yle bizlere kazandırmış bu
adam sözcüklerini birer ikışer yitiriyor. Ada, Her
Yalnızlık Gibi'de uzunca yazmıştım...
Sıcak ağustos gününü anımsadım. Yılların
ağustoslarından bir gün değildi artık. Yaşlı kadın-
la yazar olmak isteyen delikanlıyı Cağaloglu'nda
gördüm. Çemberlitaş'taki eczaneye gittiler son-
ra.
Sonuncu Çalıkuşu'nu da bir iki kez okumuşum,
altı çizili satırlardan anlıyorum, mürekkepli kalem-
den, tükenmezden, kurşunkalemden.
13. sayfada:
"Yalnız, buaynlığın, vaktigelince güneşin bat-
ması, yağmurun yağması gibi hiçbır tedbirle
önüne geçilemeyecek bir felaket olduğunu ga-
yet iyi anlıyordum."
Yeşil renkli ispirtolu kalemle çizmişim.
Anlıyor muydum? Neden çizmişim?
Hayır, anlamıyordum, bilmiyordum. Günün bi-
rinde Feride'nin Munise'den ayrılışı gibi, derin
ayrılıklarım olacağını. ölüm kadar acı veren, bel-
ki daha çok acı veren yitirişler içinde kalacağımı
1966 yılında nerden bilebilirdim? Ya da 1970'ler-
de, hangi tarihte yeşil kalemle çizmişsem bu sa-
tırlan...
Tanpınar'ın Reşat Nuri'yi anari<en birsözü var
Türkçe'nin ortasında bir şefkat ürperişiydi diyor.
Böyle, buna benzer bir şey söylüyor.
Gözümü kapıyorum. on-on iki yıl öncesinde,
Boğaz'da köhne bir meyhanede bana diyorsun
ki: Ortaokuldayken öğretmenimiz Ateş Gecesi'ni
okutmuştu. Ateş Gecesi'ydi değil mi?
O zamanlar bir yazı yazmıştım. Milliyet'te ya-
zıyordum; Milliyet'in çoktan sararmış bir nüsha-
sındaoyazı kendi kendine duruyor. Her şey ken-
di kendine duruyor.
Hayat denen boktan şeye gülümseyip, Feride'yle
Munise'nin şefkat ürperişlerini yeniden okuma-
ya koyuluyorum.
Takvimde tz Bırakan:
"Bu küçük kız, bana ılık bir ilkbahargüneşi gi-
bi tesir etmişti. Kariar içine gömülmüş kuş yu-
valanna düşen sarışın bir ışıkparçası..." Reşat
Nuri Güntekin, Çalıkuşu, Inkılap ve Aka Kitabev-
leri, 1964.
K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I