18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
-18 EKİM 2001 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DlZİ Çarpıtılan kavramlarDemokrasi havarileri, Batı'dan aldıklan sivil toplum örgütleri gibi kavramları hızla kutsallaştırarak kölesi kesilmekle yetinmeyip Türkçeye aktanrken içeriklerini değiştirdi. R önesans ve Aydmlanma dönemlerinde yüzyıllar boyu süren kanlı savaşımlar sonunda insanlığın bilincinde oluşmuş demokrasi, bilindiği gibi, kesinlikle bir bireysel davranış biçiminin adı değil, siyasal erkle (iktidarla) ilgili, monarşinin veya oligarşinin seçeneği bir yönetsel kavramdır. T'^uşkusuz, bu yenr*demokrasi havarile- MC rimiz" salt "demokrasi" kavramını kut- Â. \ . sallaşurmakla da kalmamışlardır bu sü- reçte. "Demokrasi" kavramının oimazsa olmaz tamamlayıcılan "insan haklan" ve "toplumsal örgütienme" kavramlannı da acele kutsallaşür- mışlardır. Oysa, bu üç ka\Tam da, kutsallaşürmaya kar- şı verilen yüzyıllar boyu sürmüş büyük bir sava- şınun sonunda ilk kez Fransız Devrimi ile insan- lığın gündemine girmiştir, dolayısıyla, gerek "in- san haklan". gerekse insan haklannın birpar- çası olan "örgütienme özgürlüğû" ka\Tamlan da, kendiliğinden "kutsallaştınna" karşın. teok- rasi'nin seçeneği kavramlardır zaten. Ama, bu yeni "demokrasi havarilerimiz", tıpkı körlerin fıli tanımlamalan gibi, bu kavram- lan da yakaladıklan köşelerinden hemen meş- replerine göre yorumlayıverip hem salt kendile- rine özgüymüş gibi kılmaya, hem de kutsallaştı- rarak kesinlikle dokunulamaz ve eleştirilemez ha- le getirmeye çalışmaktadırlar artık. Endo örgütler Örneğin, 199O'lı yıllann başlannda Istanbul'da düzenlenen "HABİTAT" toplantılan sırasmda tanıştıklan "Non Government Organization" kavramını önce, anımsanacağı gibi deyimdeki sözcüklerin başharflerinin Ingilizce okunuşlannı öykünerek "Encio Örgütler" diyeTürkçeleştir- meye kalkışmışlarken bu aymazlüdannın tez far- kına vanp 90'h yıllann sonlannda bu kez de ge- ne tngilizce "Civil Society" deyiminden, "civil" sözcüğünün "sivil" diye okunmasından yarar- lanmanın da kumazlığıyla, hemen "Sivil Top- hun Örgütieri" şeklinde yeni birtamlama uydur- muşlarve böylece, bir yandan bu temel insan hak- kının askerlerle memurlann elinden ahnmasını sağlayıp ka\Tamı yozlaştınrlarken öte yandan din- sel mezhep ve tarikatlann, hatta cami cemaatle- rinin bile "civil'' örgüt sayılmasını sağlayıp kav- ramın hızla kutsallaşnnlmasını, gerçekten de us- taca başarmışlardır doğrusu, kısa sürede. Bilindiği gibi, "sml" sözcüğü dilimize Fran- sızcadan girmiştir ve bugün "asker olmayan, üniformata olmayan, devlet memuru olmayan'' anlammda argoda da "çıplak" anlamlannda kul- lanılmaktadır. Oysa, Ingilizce "civil" sözcüğünün Türkçe karşılığı "uygarlık, uygar"dır. Örneğin, "civil law" deyimi, dilimize "Medeni Kanun" diye çe\Tİlmiştir. Civil rights" veya "chil li- berty", "üısan haklan" demektir. Gene, beto- narme gökdelenler, otoyollar, üst geçitler, tünel- ler, çelik asma köprüler, metrolar vb. gibi çağdaş anıtlan yapan inşaat mühendisliği'nin tngilizce karşılığı da "chil engineering"dir. Dolayısıyla, "chil society" deyimi de dilimize "uygar top- lum örgütleri" şeklinde aktanlsa gerektir ashn- da. Ama, bu yeni demokrasi havarikrimiz de, hiç kuşku yok ki bu çarpıtma sayesinde, bugün, örneğin 14. yüzyılda kurulmuş ve gerek yöneti- cilerinin belirlenmesinde, gerekse kararlann alın- masında herhangi bir demokratik ükenin uygu- lanmasının söz konusu dahi olmadığı kutsakı Nakşibendi tarikatım bile, salt "shil" üyeler- den oluştuğu savıyla, rahatlıkla demokratikleş- menin vazgeçilemez öğesi bir sivil toplum ör- gütü imiş gibi göstermeye kalkışırlarken isterse laisizmi, yahut demokrasiyi savunuyorolsun, as- kerlerin veya devlet memurlannın kurduğu bir örgütü, çağdaş bir toplum örgütü olarak bile ka- bul etmemektedirler gene aynı rahathkla, büindi- D emokrasi kavramı bile, 'Demokrasi amaç değil, araçtır" veya "Demokrasi bir tramvaydır, gideceğiniz yere kadar kullanırsınız" gibi açıklamalarla, "demokratik rejimi yıkmayı istemenin de demokratik bir hak olduğu" şeklinde yorumlanmaya kalkışılarak yozlaştınlmaya çalışılmaktadır. ELHAMPÜÜLMH UİKİZ... II... şılacağı gibi, "hoşgörü" kavramının içinde bir "hoş gören", bir de "hoş görülen" vardır. Yani, kavramın içinde bir "bağışlama/affetme", veya bir "yaltaklanma/çaresizlikten kabullenme" vardır ve hoş gören gücün isterse "hoş görme- mesi" de her zaman olasıdır doğal olarak. Oysa, Fransız Devrimi'nin "demokrasi" ve "laisizm" kavramlan ile birlikte insanlığın siyasal gündemi- ne girdirdiği "tolerans" kavTamı, kesinlikle "hoş gönneyi" değil, tam karşın, "taraflann birbir- lerine kaüanarak eşit koşuüarda,bir arada ya- şamayı" kabul etmeleri, "birbbierine taham- mül etmeleri" anlamını içermektedir. Gerçi dilimizde bu kavramın da bir karşılığı yoktur ama, ilgjnçtir. Ingilizler, Fransızlar ve Al- manlar da bu kavram için "tolerans" sözcüğünü kullandıklanhalde, "hoşgörü" karşılığı olarak da aynca Ingilizce ve Fransızca'da "indulgence", Almanca'da "doldung" sözcükleri vardır. Bu nedenle, "laik devlet" kavTamı da aslında, ülkelerdeki egemen dinsel inançlann öteki inanç- lara da bağışlayarak yaşama izni vereceği bir "hoşgörülü düzenin" değil, tam karşıtı bütün inançlara eşit uzaklıkta duran ve bütün dinsel Her seyi hoş karsılamak Kısacası, Batı"dan aldıklan bu yeni kavramlan hızla kutsallaştırarak kölesi kesilmekle de yetin- meyip Türkçeye aktanrken içeriklerini de sanki özellikle çarpıtmaktadırlar. Örneğin, demokrasi kavramını bile, "Demokrasi amaç değil, araç- ür" veya "Demokrasi bir tramvaydır, gidece- ğiniz yere kadar kullanırsınız" gibisiden açık- lamalarla. "demokratik rejimi yıkmayı isteme- nin de demokratik bir hak olduğu" şeklinde yorumlamaya kalkışarak yozlaştırmaya çalışmak- tadırlar. Oysa, Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde yüzyıllarboyu süren kanlı savaşımlar sonunda in- sanlığın bilincinde oluşmuş demokrasi, bilindi- ği gibi, kesinlikle bir bireysel davranış biçiminin adı değil, siyasal erkle (iktidarla) ilgili, monarşi- nin veya oh'garşinin seçeneği bir yönetsel kav- ramdır. Ama, önce "demokratik sistemden ya- na olmak" anlamındaki "demokrat" sıfatıyoz- laştınlıp ısrarla "her şeyi hoşgörü ile karşüayan kişi" anlamında kullanılarak, "demokrasi" kav- ramının da zamanla bilincimizde bir toplumsal kavram olmaktan çıkıp bir psikolojik terim hali- ne dönüşmesi, gerçekten de ustaca sağlanmıştır, ne yazık ki... Üginçtir, bu süreçte "tolerans" ka\Tamını da dilimize "hoşgörü" olarak aktarmışlardır aynı çevreler. Sözcüğün yapısından da daha ilk bakışta anla- Teokratik ve laik devlet farkı "Laisizm". kuşkusuz "dinin devlet işlerine karıştırılmaması*' ılkesini de içermekedir. Ancak, din'in seçeneği veya dîn ile ilgili bir kavram değüdir kesinlikle. İnsanlığın siyasal bilincinde "meşruiyet" kavramıyla ilgili ve bir yeni kavram olarak oluşmuştur. Meşruiyet kavramının tarihi de, "devîet" kavrammın tarihi kadar eski olsa gerektir. Çûnkü, ta ilk devletlerden beri siyasal erki ele geçiren güçler, kendilerini mutlaka ya bir tann ile özdeşleştirmişlerdir ya da o tann adına hareket ettiklerini söylemişlerdir. Yani, Fransız Devrimi'ne kadar kurulmuş bütûn devletlerde, siyasal erid ele geçiren güçler için "meşruiyet" hep tanndan kaynaklannuştır. Meşruiyetin tann yerine halktan kaynaklandığı ilk devlet ise Fransız Devrimi'nden sonra kuruîmuştur. Görüldüğü gibi, devletler için "meşruiyet" ya "tanndan" kaynaklanmaktadır, ya da "halktan" ve üçüncü bir meşruiyet kaynağı kesinlikle söz konusu bile değildir. Meşruiyetini tanndan kazananlara "teokratik devlet", halktan kazananlara da "laik devlet" denilmektedir siyasal dilde. Doğrudan siyasal erkle ilgili bu "teokratik" veya "laik devlet" kavramlannm da, salt zaten içerdikleri "din ik devlet UişkiJerinin dözenlenmesi" anlamında ele alınarak yorumlanıp değerlendirilebilmesi ise elbette olanaksız olsa gerektir bu nedenle. Nitekim, "şeriat" da laik düzeni yıkıp yerine "dinin devlet işlerine de kanşabfleceği" yeni bir düzenin değil, kesinlikle, siyasal erkin tam anlamıyla ele geçirilip tannsal yasalann ödünsüz uygulanacagı, yani "dinin bizzat devlet olacağı" bir düzenin kurulmasını amaçlamaktadır, bilindiği gibi. inançlann ötekileri de kendilerinin eşiti kabul ede- rek bir arada, banş içinde yaşamalannı saglaya- cak bir "toleransh düzenin" kurulması demek- tir zaten. Laisizm defleriendlrmeteri Bu kavramlann çarpıûlmasrnın, hele hele "to- lerans" kavramının dilimize ısrarla "hoşgörü" şeklinde aktanlmasının ardından da doğal olarak "laisizm" kavTamı dilimizde kendiliğinden bir anlam aşınımına uğramış ve sanki salt" devlet ile din arasındaki bir iUşld" imiş gibi sınırlı birala- na sıkıştınlarak değerlendirilmeye başlamlmışar solcu aydınlanmızca bile. Örneğin, Prof. BülentTanör, 1999 Kasımı'n- da İstanbul'da düzenlenen "Demokrasive Laik- lik" başhklı birtoplanuda, "laisizm" kavramrnı bu şekilde yorumlayarak "Türkiye, laikliğin 'di- nin devlet işlerinekanşmaması' şekBndeki birin- ci önermesini benimsemiş, ama 'dev letın de din işlerine kanşmaması gerektiği' şeklindeki öner- mesini benimsememistir" diyebilmektedir. Ömeğin, Prof. AhmetYaşar Ocak da, üstelik Alevi-Bektaşilerin çıkardığı CEM dergisinin 1993 Arakk sayısındaki "Türkiye'de Alevüiğin Sosyo-Kültürel Problemleri Üzerine BirYak- laşmı Denemesi ve Bazı Düşünceler" başhklı yazısında, sanki bugüne dek siyasal iktidarlarla bütünleşip ötekiler üzerinde dinsel terör estiren- ler onlarnuş gibi, Alevi-Bektaşilere laisizm adı- na, "Türkiye'de Sünnilerin de bulunduğunu unutmadan birlikte banş içinde yaşamanın yollanm onlaıia birlikte aramahduiar" diye- rek "pasif hoşgörü" göstermelerini salık vere- bilmektedir büyük bir gönül rahathğıyla. Çünkü, sayın profesörün de, Türkiye'nin de- mokratikleşebilrnesinin, ancak laikdevletinSün- ni- Hanefı Müslümanlarla banşması ve dine ke- sinlikle kanşmamasıyla gerçekleşebileceğinden hiç kuşkusu yoktur, gördüğümüz kadanyla. Yann: Fransız Laisizmi mi? Mustafa Kemal Laisizmi ml? GEÇMtŞTEN GELECEĞE OBHAN ERtNÇ RBfcrandunaGitniGtten... Öncelikle şunu vurgulayalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi, demokratik ve la- ik Türkiye Cumhuriyeti'nin "olmazsa olmaz" diye nitelendirilecek en önemli kurumudur. Bu nedenle de saygı gösterilmesi ve saygınlığı- nı kıskançlıkla korunması gerekir. Koruyacakların başında da adaylık yöntemleri tartışılsa bile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oluş- masını sağlayan milletvekilleri gelir. Eskiler "Şerefül mekân, bilmekin" deyişini boşu- nasöylememişlerdir. "Otumlacakyerinşerefi, otu- ranından kaynaklanır" diye Türkçeye aktarabilece- ğimiz bu deyişi göz ardı etmemek zorunludur. • • * Kabul edilen anayasa değişiklik paketinde 27'n- ci madde olarak yer alacak milletvekillerinin öde- nek ve yolluklan ile emeklilik yöntemini belirteyen kurallar, kamuoyu çoğunluğunun beklentilerine ters düşmüştür. Madde, ikinci oylamada verilen ortak önerge ile değiştirilerek kabul edilmiştir. Oylamaya katılan 421 milletvekilinden 378'i kabul, 39'u ret oyu kul- lanmıştır. 1 milletvekili çekimser kalmış, üç oy da boş çıkmıştır. Maddenin kabulünden itibaren kamuoyu ile si- vil toplum örgütleri, degışikliği benimsemedikleri- ni açıkça ortaya koymuş ve referanduma götürül- mesi yönünde tavır almışlardır. Bu durumun, Avrupa Biriiği'ne verilmiş olan söz- leri yaşama geçirmeyi öngören maddeleri de etki- leyeceği endişesi Sayın Cumhurbaşkanı'nın kul- landığı yetki ile giderilmiştir. Ancak, siyasetçilenn "milletle Türidye Büyük Mil- let Meclisi'ni karşı karşıya getirme niyeti" olarak abartılı bir şekilde gösterdikleri tepki bir haksızlığı da içermektedir. Çünkü 27'nci maddenin, bir mad- delik anayasa önerisi ile değiştirilmesi mümkün- dür. Referandum konusu madde ortadan kaldırı- lacağı için referandum da gündemden düşmüş olacaktır. Maddenin kapsamındaki, Emekli Sandığı emek- lisi ile Sosyal Sigortalar Kurumu emeklisi, millet- vekili ve bakanlar arasındaki haksızlığı giderecek hüküm de ne yazık ki tehlikeye atılmıştır. ••• Bir an için Sayın Cumhurbaşkanı'nın 27'nci maddeyi referanduma götürmediğini ve diğer maddelerie birlikte yayımlanması için Başbakan- lığa gönderdiğini düşünelim. 27'nci madde de di- ğerieriyle birlikte yayımlanmış ve yürürlüğe girmiş olsun. Maddede "enyüteefc/sf/ra/cç/"tanımıyapıl- mışken Emekli Sandığı Yasası'na 11 Ekim günü ya- pılan değişiklikle konulan "Bu kanunun uygulan- masında en yüksek TC Emekli Sandığı iştirakçisi olarak en yüksek devlet memuru esas alınır" hük- mü yeni anayasa maddesinin lafzına ve ruhuna aykın düşmez mi? . . . . ... Sayın Cumhurbaşkanı'nın böyle bir maddeye karşı çıkmamaşı beklenebilir mi? Ekonomi dallanıp budaklandıkça zori'ukfâr 8a arttyor ve yani kurtarıcı kavramlar birer can simidi gibi ortaya atılıyor. Bunun örneklerinden biri de "Bütçedeki faiz dı- şı fazla" kavramı. 2002 yılı bütçesi ile ilgili açıkla- malar bu kavramı yeniden gündeme getirdi. Açık- lamaya göre "2002 yılında faiz dışı bütçe fazlası yaklaşık 16 katrilyon lira" olarak hesaplanmış. Sıradan bir yurttaş olarak kimi bütçe kalemleri- ni alt alta sıralayınca işin içinden çıkma olanağını bulamıyorum. Verilen bilgilere göre ödenek tahminleri şöyle: Faiz ödeneği: 43 katrilyon Bütçe açığı: 27 katrilyon Toplam: 70 katrilyon 98 katrilyonluk bütçeden geriye 28 katrilyon ka- lıyor. Bunun da21.9 katrilyonu personel harcama- lan. Bu hesaba bakınca, hadi karamsarolmayalım a- ma işin püf noktasını da öğrenelim diye düşünü- yorum. [email protected] Prof. Dr. Sabahattin Özel tkiyüzlü siyaset çağdaşlaşmaya engel tstanbul Haber Ser- visi - îstanbul Üniversi- tesi Fen Edebiyat Fakül- tesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sabahattin Özel, Kurtuluş Sava- şı'mn iyi anlaşılması için dönemin siyasi, as- keri ve sosyo-ekonomik koşullanrun göz önünde bulundurulmasının ka- çuıılmaz olduğunu söy- ledi. Özel, îstanbul Üniver- sitesi Fen Edebiyat Fa- kültesi'nce düzenlenen "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı" konulu konfe- ransta konuştu. Özel, ta- rihin Mustafa Kemal'i sahneye çıkarmasının bir şans ya da tesadüf ol- madıgını belirterek "Kurtuluş Savaşı'nın, Türk devriminin, bu mücadeleye önderlik edenlerin ne gibi zor- luklann üstesinden geldiklerini daha iyi anlamak için o döne- min siyasi, askeri, sos- yo-ekonomik ve sosyo- kültürel koşullannı göz önünde bulundur- mak gerekir" dedı. özel, düşmanla ışbirliğı yapan kesimin propa- gandalannın çok kuv- vetli olduğunu vurgula- yarak "Halkm din duy- gularmm istismar edÜ- diğini, Kuvayı Milü- yc'nin din dışı olduğu söylenerek şeyhülis- lam fetvasıyla Kuvayı Milhye'ye karşı halkm kışkırtıldığım ve Ana- dohı'nun kana bulan- dığuu" söyledi. Işgalci devletlerin o dönemde "böl ve hükmet" poli- tikasıyla hareket ederek Anadohı'da kanlı isyan- lara yol açtığını anlatan Özel, "Günümüzde de insanlann din duygu- lanyla oynanmakta, din ve mezhep aynmı kullanılarak siyasete alet edilmekte" diye konuştu. Yenileşmenin ve çağ- daşlaşmanın önündeki en büyük engelin boş i- nanç ve hurafelerden beslenen irtica olduğu- nu ifade eden Özel, ko- nuşmasını şöyle tamam- ladı: "Ülkemizi böl- mek isteyenler bugün de din ve mezhep farkı gözetiyor ve bunun üzerine siyaset yapı- yoriar."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle