Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 EKİM2001 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
JvLJJLiJ. U l Y kultur(â cumhuriyet.com.tr 15
HAYATIN ÖTE YAKASI FERtDUN ANDAÇ
Borges'in gözleriylebakmak"Kör Abid'in Kuşlan" denildi
mi, nutkum tutulurdu. Bir sevinç
dalgası geçerdi gözlerimden, son-
ra korkular alırdı beni içine.
0nun, yeryüzünün bütün kuşla-
nnı getirip buloışturduğu yer ha-
lamgilin. ormana iki adım ötede.
evlerinin bitişiğindekı maşatlığın
bitimindeydi.
Uğursuz bilinirdi. Kuş evi. kuş-
bazlığı içın ne s-öylentileredilirdi!
Daha birçok şcy söylenirdi onun
için.
Güvercin taklalan, turna katar-
lan, keklik sekişleri, baykuş ötüş-
leri, kumru guruldayışlan.. Bil-
cümle kuş sesleri, kanat süzülüş-
leri... Bir de çan seslen... Maşathk
taşlanndan kına çıkaran, burada
oyun kurup oyun bozan biz çocuk-
lann bayramıydı. Taşın belleğine
dokunur, kuşlarla yeryüzü gezgi-
ni kesilirdik.
O seslere, görüntülere yaklaştık-
ça, akşam karanlığına kalmadan
maşatlıktan geçip gitmeyı unutur-
duk. Hele, bir de Abıd'ın bir işine
koşuşmuş; kuşlann arasına kanş-
mışsak, sevincimize payanda yok-
tu...
Ondan öğrendiğimiz hünerleri
gösterebilmek için sıgırcık sürü-
lerine, bıldırcın uçuşlanna, ispi-
noz kaç kaçlarına tuzak kurmak
için yedi yabanın düzüne dağılır-
dık çil yavrulan gibi.
Kan ter içinde her dönüşümüz
bir bozgunu, bu işte ehlileşeme-
menin, bunun sırrına erememenin
kederini getirirdi. Ertesi gün daha
bir dikkat kesilir, onun el hüneri-
ne, söz döküşüne, kuşlarla dilleş-
mesine bakmaz; adeta onunla so-
luk alırdık.
• • •
Sokaklardan kopmuş, bir ustaya
çırak durmuştum. Önce sesime
kulak vermişti. Sonra bağlamayı
turuşu göstermiş, tezene ile telle-
re dokunuşa yol açmış, parmakla-
nmın perdelere nasıl dil olabile-
ceğini belletmişti.
Içgözüyle konuşuyor, dokuna-
azıya daha
içerden, hayata bir
başka boyuttan
Borges'in gözleriyle
bakmaya başlayalı
beri; yaşanmışlık,
tanıklık; okuma
eylemi süresinde
bellekte ışıldayıp
duran anışma
anlannm içgözümüzü
nasıl açtığını
anlamaya da çalıştım
demeliyim.
Görme yetisini
1955'te, 56yaşında
yitiren Borges,
1986'yadeğinyazdı,
anlattı. Yazının ucuyla
baktı hayata. Biz de
onun gözleriyle baktık
yazılanlara.
rak anlatıyordu, Cahit Uzun.
Abid'in dilinden düşürmediği
sözlerin ezgısindeydim. Bütün
derdim bunu dile getirebilmekti.
Nice sonra, o günü, bir kuşluk
vakti yakalamıştım; kiraz ağacın-
dan bağlamamı kucaklayıp kapısı-
navarmıştım: "•Suiannıögrenme-
ye geJdim", dercesine, o ezgilerle
söze durmuştum: "Benigörüpyü-
zün öte döndürmey Gene benim
gönlüm sendedir sende/ Çaüp hilal
kaşın yere indirme,/ Günah sende
değfl yavTum bendedir bende."
• • •
Nicedir bir yol ugrağındaydım.
Dilim lal, düşüm üryandı. Dönüp
dünöp Jose Saramago'nun Köritik
adlı romanını okumuştum. Artık
masumiyet çağı geride kalmıştı.
Önümde açılan her sayfada; ışığa
ve nesnelere dokunmak istercesi-
ne parmak uçlanmı oynahyordum.
Bir an. romanın kahramanlan gi-
bi "Acaba kör mü oldum" diye bir
kaygıya kapıhyordum. Çünkü
elimdeki kitabı biraz önce kapa-
mıştım. Dilsizleşmenin de içkörlü-
ğü getirdiğini, ama asıl körlüğün
hissetmekle başladığını, yanımda-
bir göçmen kuş katan gibi duran-
larla aramızdaki uçurumun da bir
körlük olduğunu dile getirmek is-
terdün.
Saramago'nun sarırlan arasında
gezinirken Abid'e, Cahit Uzun'a
sık sık dönüşüm; onlann karanlı-
ga dalan gözleriyle hayata bakma-
nın şenliğinde yaşamış olmarun ne
anlama geldiğini düşündürüyordu
bana.
• • •
Yazıya daha içerden, hayata bir
başka boyuttan Borges'in gözle-
riyle bakmaya başlayalı beri; ya-
şanmışlık, tanıklık; okuma eylemi
süresinde bellekte ışıldayıp duran
anışma anlannın içgözümüzü na-
sıl açtığını anlamaya da çalıştım
demeliyim.
Görme yetisini 1955'te, 56 ya-
şında yitiren Borges, 1986'ya de-
ğın yazdı, anlattı. Yazının ucuyla
baktı hayata. Biz de onun gözleriy-
le baktık yazılanlara.
Kuşlann ardına düştüğümde hiç
sormamıştım. "Abid kör mü" di-
ye. Bağlamaya gönül indirdiğim-
de ise Cahit Uzun'un kara gözlük-
lerinin ardındaki dünyanın renkli-
liğüıe şaşmıştım. Tıpkı, Borges'i
her okuyuşumda hissettiğün şaş-
kınlık gibiydi, bu da.
OKUMA ÖNERILERI
* Jorge Luis Borges 'in Toplu Eserleri
1998'de îletişim Yayınlan 'nca
yayımlanmaya başladı: Ficciones, Çev.:
Tomris Uyar - Fatih Özgüven; Alef,
Çev.: T. Uyar, E Özgüven, E Akerson, P.
Bayaz; Brodie Raportı, Çev.: YıldızE.
Canpolat, Kıım Kitabı, Çev.: Y. E.
Canpolat; Aîçakhğın Evrensel Tarihi,
Çev.: Celal Uster; YediGece, Çev.: C.
Uster; Dantevari Denemeler /
Shakespeare 'in Belleği, Çev.: Peral
Bayaz Charttm.
* Borges'in Türkçede diğer çevirileri:
îngiliz Edebiyatma Giriş, Çev.: C.
Üster, 1987, Afa Yay.: Tıîsımlar, Gül
Dalaman, 1988, Armoni Yay.;
Sonsuzluğun Tarihi, Çev.: Ayşe Ataiay,
1990, Düzlem Yav.; Altın ve Gölge,
Çev: S. Özpalabtyıklar, 1992, Sel Yay.;
Düşsel Varhklar Kitabı, Çev.: Bora
Komçez, 1992, Mitos Yay.
* RichardBurgin, Borges ile Sövleşi,
Çev.: Alber Sabanoğlu, 1994, Mitos
Yay.
* James H'oodall, Kitabın Aynasındaki
Adam, Çev.: Armağan Anar, 1997,
îletişim Yay.; Borges ve Yazma Üzerine,
Der.: N. T. Giovanni. Çev: Tomris Uyar,
1998, Îletişim Yay.
BELLEK KUTUSU
"Ben, yazıyı, yaşayan ve büyüyen bir
şey olarak görüyorum. Dünya
edebiyatını bir tür orman olarak
görüyorum; kendi içinde
karmakarışık, bizi de yutan, sürekli
büyüyen bir orman. Kaçmılmaz bir
imgeyi tekrar kuUanmakpahasına,
bir tür canlı labirent olduğunu
söyleyeceğim. Canlı bir karıştırmaca.
Belki de labirent kelimesi,
karıştırmacadan daha gizemli."
Borges,
"Gerçek, herzaman olasıya da
olabilir değlidir. Ama öykü yazarken
onu elinizden geldiğince inandıncı
hlmalısınız, yoksa okurun imgelemi
gerçeğinizi dışlavacaktır."
Dehanın ve
yüreğin şöleni
ZEYNEPORAL
Önce bir rüzgâr sesi duyduk.
Memleketimin dağlanndan,
bozkırlardan ama en çok insan-
larının soluğundan gelen rüzgâ-
nn sesi... 0 rüzgâr sesi müzık
olup kucakladı, söz olup sanp
sarmaladı. O rüzgâr sesi, şim-
diydi, burasıydı, memleketim-
di, yeryüzüydü... O rüzgâr sesi
dünden bugüne, bugünden yan-
na uzanan bir yoldu.
0 yolda yaratıcı dehanın gü-
cüyle kanatlandık. Azmin, eme-
ğin, çalışmanın gücüyle sarsıl-
dık. Memleketimin ve yeryüzü-
nün tüm acüannı yüreğimizin
en derinlerinde duyduk. Mem-
leketimin ve yeryüzünün tüm
sevinçleriyle coştuk. Ve inan-
dık. Her notaya, her sözcüğe, sa-
pına kadar inandık. Öylesine sa-
hiciydi.
Savaşa karşı djreniş
Istanbul'da Lütfi Kırdar Sa-
lonu'nda, Fazü Say'ın "Nâ-
am"ını izleyenler, yine rüzgânn
sesiyle her şey sona erdiğinde,
gözyaşlannı gizlemeye çalışır-
ken, "iyi ki yaşıyorum" duygu-
sunupaylaşıyordu. Aynı saatler-
de, dışanda bir yerlerde, birile-
ri, bombalar yağdınyordu biri-
lerininüzerine. Olüm makinele-
ri, ölümbulutlan, ölüm saçıyor-
du. Içeride "çoculdar ölebilirya-
rm" diye uyanyordu kemanlar,
kontrbaslar, "çocuklar öldürül-
mesin" diye haykınyordu trom-
petler, "savaş canavannı yok
edeüm" diye yükseliyordu kü-
çük bir kız çocuğunun sesi...
Dışanda, "boğazlananbirço-
cuğun kanı gibi akarken za-
man"; içeride, çocuklann a\Tiç-
lannda yeşeren tohumlardı za-
man. Çünkü... Çünkü yüz kişı-
lik koro direniyordu savaşa kar-
şı, yüz kişilik orkestra direni-
yordu ölümlere karşı, solistler
direniyordu...
Fazıl Say, yorumculuktaki çıl-
gın dehasını, besteciliğine taşv-
mıştı. Alabildiğine özgür, bü-
yuk orkestra ve geniş yelpazeli
koro olanaklanndan sonsuz ya-
rarlanan, linzmi hiç unutmayan,
e\Tensel çağdaş yaratıyla Türk
motıflerini bütünleyen empro-
vizasyonlarla coşup çağlayan,
Nâzım' ın düşünce ve duygu de-
rinliğini müziğe döken çok zen-
gin bir besteydi bu. Fazıl Say'la
Genco Erkal'ın buluşması ise
mucizevi bir dünya nimetiydi.
Belki bin kez izledim Genco Er-
kal'ı Nâzım'ın şiirini yorumlar-
ken. Bu kez farklıydı. Arkasın-
da (hayır, arkasında değil, ya-
nında, içinde) 200 kişilik orkest-
ra ve koronun desteğıyle (hayır,
desteğiyle değil, bütünlüğüyle)
yorumu, söyleyiş biçimi, beden
dili farklıydı. Sahnedeki herke-
si teatral, dramatik bir yapıya
çekip bütünlüğü sağhyordu.
Sertab Erener. soprano sesiy-
le sonsuz bir cesaret örneği \ e-
riyordu. Cesaret, çünkü "starh-
ğfiu" yok sayıp (70 dakikalık
eserde altı dakika söylüyor)
böylesine öz\'erili bir çahşma-
nın bir parçası olmayı goğüsle-
yebilmişti. Yalnız yüreğe işle-
yen sesiyle değil, tavnyla da
muhteşem bir bütünlüğün par-
çası olmanın tadını çıkanyor,
gururunu taşıyordu.
Bariton Tuncer Tercan'ın se-
si mükemmeldi. Genco Erkal,
"Sevdaünızkomünisttir/Onyü-
dan beri hapistir" diye koroyla
"oynaşıyor"; Fazıl Say'ın emp-
rovizasyonlanyla Genco Er-
kal' ın "oyun içinde oyun" misa-
li söyleşiyordu. Birinin müziği
nerede başlıyor, ötekinin sözü
nerede bitiyor, ayırabilmek ola-
naksızdı... Bu ikisi arasındaki
diyalogla başlayan "Vatan Ha-
ini" ise çok geçmeden orkestra
ve koronun katılımıyla, yurtta-
şımız Nâzım Hikmet'i sözüm
ona yurttaşlıktan atanlann sura-
tına eşsiz bir tokat olarak çarpı-
yordu. ŞefNaciOzgüç'ünbage-
tinin ucuna takılmış, "Bu cen-
net, bu cehennem bizun" diye
kanatlanıyorduk!
Rüzgâra karşı yürüyen, rüz-
gân önüne katıp yürüyen şairin
ve rüzgânn ardından söyleye-
cek tek sözüm var:
"lyi ki varsuuz!"
Fazıl Say'a, Kültür Bakanlığı'na, CSO'ya, TRT'ye ve herkese...
UNUTULMAZ 70 DAKtKAMN SONUNDA - Lütfı Kırdar Konser Salonu'n-
daki müzik, şiir ve av dınlanma şöleni dakikalar süren alkışlarla tamamlandı.
Tebrilder ve tesekkürler
OKTAYEKÎNCÎ
Evet, hem "tebrflder" hem "teşekkür-
ler..." Kutlamak, yürekten kutlamak,
bağnmıza basarak kutlamak için, "Idm-
den" başlamah?.. Sırayı nasıl yapmalı?..
Bazen "konuşmak" yetersiz kalır...
Düşünceyi söze dönüştürürken ya da ya-
zıya dökerken "çaresiz" kalınır... Söz-
cükleri \e duygulann tanımlannı "üst
üste", "iç içe", "büükte" seslendireme-
diğiniz için. ille de ardı ardına sıralamak
zorunda olduğunuz için, ne yapacagını-
zı şaşınrsınız... Oysa ilk söylediğinizle
diğerleri sizin için hep "eşdeğerde"dir.
Işte şimdi Fazıl Say'ın, Nâzım'ının ve
onu yaratanlann, seslendirenlerin karşı-
sında asıl bu "dil açmazuun" içinde-
yim... Bizi "biz" yapan değerlerimizle
"gurur" duymamızı yine bizlere "ar-
mağan" etrikleri için, onlara teşekkürü-
müzü sunmanın "adüaneyöntemini" bu-
lamamanın "coşkulu sıkmbsını" yaşıyo-
rum...
"Ağaç ve orman" gibilerdi..
Şöyle söylersem, belki en doğrusu
olacak: Bu tarihsel "vefa borcunun" yi-
ne böylesine "Nâzun'a yakışır" bir mü-
kemmellikte ödenmesinde, aklı, fıkri,
becerisi, katkısı, emeği olan herkesin,
"birP olmasaydı, "öteküer" de olmaz-
dı..
Tıpkı; "Bir orman gibi tek ve hûr, bir
ağaç gibi kardeşcesine" idıler...
Fazıl Saj olmasaydı, Lütfi Kırdar da-
ki unutukaaz 70 dakika yaşanabilir miy-
di?..
Istemihan Talay'ın bu önderligi, ısra-
n ve duyarhlığı olmasaydı, aynı 70 da-
kika Kültür Bakanhğının doruğa çıkan
bir "kültür ve aydınlanma hizmetT ola-
rak anılabihr miydi?..
Ahmet Necdet Sezer'in demokrat ve
çağdaş kişiliği olmasaydı, Cumhurbaş-
kanlığı Senfoni Orkestrası'nın üstün ka-
biliyetli sanatçılan ve yöneticüeri yine
"Nâzım için" böylesine eşsiz bir eserde
tüm hünerlerini gösterebilirler miydi?..
Hele Kültür Bakanlığı'nın aynı "hi-
mayesi" olmasaydı, TKTGenelMüdür-
• Bu tarihsel 'vefa
boreunun', böylesine
'Nâzım'a yakışır' bir
mükemmellikte ödenmesinde,
yine tarihe geçecek bir
'kültür, sanat ve aydınlanma
dayanışmasımn' zor erişilir
öraeğini sergileyenlere ne
soylesek, yetersiz kalacaktır.
lüğü de yıllann özlemi olan "kamu du-
yarhnğı" ile bu bimayeye ortaklık yap-
masaydı, Kültür Bakanhgı Devlet Çok-
sesK Korosu'nun TRT Ankara Radvosu
Çoksesli Korosu'nun tüm üyeleriyle ay-
nı heyecan ve sevgiyle bu eserin "varol-
masma" olan tatumlanamaz güzellikte-
ki katkılan gerçekleşebilir miydi?..
Her iki koronun yönetmenleri Elnara
Kerimova ile tbrahim Yaacı, CSO'nun
yine tüm üyelenyle "yürek yüreğe vere-
rek" eserin seslendiriknesini yöneten şef
Naci Ozgüç'le böylesine "tarihsel bir
dav^ruşma" sergileyebilirler miydi?..
... Ve ben eminim ki bu zamanla "des-
tanlaşacak" olan birlikteliğin yarattığı
ilham ve güçtür ki sevgili Genco Er-
kal'ın da sanki o yıllar yılı bizlere hep
aynı "yurt ve insan sevgisijle" yaşattığı
Nâzım şiirlerinde artık doruklardaki
"erişilmezyerini" almasını sağladı... Ser-
tab Erener de aynı dayanışmanın içinde
yükselerek sanatırun "gerçek düzeyini"
kanıtladı. Tuncer Tercan, bundan böyle
o hep "yüreğinin ünılanyla" söylediği
halk türkülerimizi "halkuı en büyük öz-
lemini" de seslendirerek sürdürmenin
onuruyla yaşayacak...
O güzel çocuklanmız, îlMn Alpay,
Tuğçe Kavut, tlke BiçeL, Gökçen Taşbaş,
Volkan Safran. Deniz Gültek ve onlan
"imrenerek" alkışlayan arkadaşlan da
işte bu "Cumhuriyet tarihimize övünçle
geçecek" ortaklıktaki unurulmaz anıla-
nyla, geleceğimizın "ajdmlanmaordu-
suna" bilinç ve cesaretle kahlacaklar...
Dedim ya, bazen dil yetersiz kalıyor,
konuşmanın teknik gerçekliği insanı ça-
resiz bırakıyor... Ama bu, hiç bu denli
çarpıcı olmamıştı...
Böylesine çok yönlü, geniş katılımlı,
ilgili herkesi ortak kılan ve bir "Cumhu-
riyet projesi" olarak yüreklerimize su
serpen mükemmel bir çalışmanın ancak
-o kimilerinin ısrarla "küçültmek" iste-
dikleri- "devietin" desteği ve önderliğin-
de gerçekleşebileceğı "gerçeği" de yine
böylesine açık ve "somut" olarak kanıt-
lanmamıştı...
Bunun için de bir kez daha tebnkler ve
teşekkürler...
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Bir Oda Müziği
Topluluğu...
Stüdyo Drama, sekiz ay önce sanat yaşamına
bir tiyatro topluluğu olarak adım atmıştı. Bu sezo-
na ise tiyatronun yanı sıra oluşturulan yeni bir bi-
rimle, Stodyo Drama Oda Müziği Topluluğu ile
başladı. Eıtıan Birol (gitar), Emel Coşan (Viyo-
la), Barış Karabulut (Kerman). Oylum Karakaş
(Viyolensel), Ulaş Kurugüllü (Keman), Gökay Öz-
vardar (Gitar), Ozlem Tuzcu (Pıyano) ve Tuba
Yenice'den (Gitar) oluşan topluluk, 3 ve 4 Ekim
akşamları Ortaköy Afife Jale Sahnesi'ndeki açılış
konserlerinde müzıkseverlere Albinoni, Bach,
Beethoven, Boccherini, Carulli, Giuliani, Has-
se, A. King, Melikov, Mendelssohn, Mozart,
Pachelbel, Preisner, C. G. Scheidler, Vivaldi ve
Çaykovski'nın eserlerınden oluşma iki ayrı prog-
ram sundu.
Stüdyo Drama Oda Müziği Topluluğu, gelecek-
teki konserlerinde belli bestecilere ve müzik tür-
lerine ayrılmış programlar sunmayı da amaçlıyor.
Stüdyo Drama, bu yeni bırimle birlikte salt bir
tiyatro topluluğunun adı olmaktan çıkıp, çeşıtlı sa-
natları çatısı altında bir araya getırecek bir sanat
kurumu olmanın yolunu tuttu. Stüdyo Drama'nın
Genel Sanat Yönetmeni Onur Bayraktar, ilk kon-
ser gecesi yaptığı konuşmada, gelecek sezon ay-
nı çatı altında bir modern dans topluluğunun da
kurulmasının amaçlandığını açıkladı.
Hâlâ sanat yapmak için değil, fakat sanat yap-
mamak için hertürlü koşulun bulunduğu, bir viz-
yonu gerçekleştirmek biryana, vizyon sahibi ola-
bılmenin bıle büyük yüreklilik gerektirdiği bir or-
tamda yaşadığımız göz önünde tutulduğunda, bu
tür girişimler daha farklı bir anlam kazanıyor. He-
le böyle girişimlerin sözcüğün tam anlamıyla çi-
çeği burnunda gençlerden kaynaklanması, ka-
nımca doğrudan bir mesaj nıteliğini taşıyor. Çün-
kü kendılerine hep olumsuz miraslann layık görül-
düğü bu gençler, her şeye karşın sanatı seçmek-
le hem kendi yaşıtlarına, hem de "yetişkinlere"
sanki şöyle seslenmekteler. "Bizler, göze alma
yürekliliğini gösterebilen bir avuç insanız. Sizler
de bizleh yaşatmayı göze almaya var mısınız?"
Soru, birkaç bakımdan onemlı. Herşeyden ön-
ce, daha önceki yazılarımda da birkaç kez değin-
diğim gibi, ülkemizde varlıklı kişi ve kurumlann
sanat korumacılığı, hâlâ reklam amaçlarının sınır-
larını aşabilmiş değil. Kentleşmenin hızla yoğun-
laştığı söylenen ülkemizde kendisine kentsoylu,
yanı burjuvadiyen kesımin "soyluluğu", bu bakım-
dan hayli tartışılır konumda. Çünkü yalnızca ün
yapmış sanatçılara değil, fakat yolun başında
olanlar ile sanatın eğitimıne de büyük yatınmlar
yapmak, Batı'da eskiden beri burjuva toplumunu
belirleyen en önemli özelliklerden biri olagelmiş-
tir.
Çok düşündürücü olan ikinci olumsuzluk ise
yalnızca sanat yapmayı amaçlayan gençlere ken-
di yaşıtlarının gösterdiklen umursamazlık. Bilindi-
ği gibi, Afife Jale Sahnesı, Ortaköy'ün tam göbe-
ğindedir. Her gün Ortaköy'dekı barları ve eğlence
yerlerini dolduran gençliğin onda biri, birtaş atım-
lık mesafedeki bir sahnede her hafta yaşıtlarınca
sergilenmekte olan düzeyli tiyatro temsillerine ve
konserlere yaklaşık bir kadeh içki parasına kıyıp
bilet alarak gelse, o temsılleri ve konserleri ger-
çekleştirenlerin bu çabaları sürdüıme bağlamın-
da hiçbir kaygıları kalmaz.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, Stüdyo Dra-
ma'nın ve benzerierinin yaşayacağına, daha doğ-
rusu yaşaması gerektiğine inanmak istiyorum.
Çünku bunun aksi bir durum, karanlıklarımızdan
kurtulmanın en güçlü yollarından birini kendi elle-
rimizle kapatmaktan başka bir şey olmaz!
e-posta: ahmetcemat(â superonline.com
acem20«ı hotmail.com
"Çin Operası Gerisi Fotoğrafları'
• ANKARA (ANKA) - Fotoğraf sanatçısı
Belmin Söylemez. Pekin, Şanghay,
Hong-Kong ve Taipeı'de gerçekleştirdiği
'Çin Operası Gerisi Fotoğraflan" adlı
sergisini, 16 Ekim'de, Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nde açacak. Sergi, Çin Halk
Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Kuangyi
Yao'nun himayelerinde. Türkiye ile Çin
arasında diplomatik ilişkilerin kuruluşunun
30. yıl kutlamalan faaliyetleri kapsammda
açılacak. Serginin açılışma Kültür Bakanı
tstemihan Talay da katılacak.
2.
• 12.00 • 14.00 'Türkiye'de Sosyalizmin İktidar
Arajişı'. Konuşmacı: Kemal Okuyan.
Düzenleyen. GelenekYaçinlan.
• 14.45 -16.15 'Şiir mi?, Şair mi?'.
Konuşmacılar: NevzatÇeük, küçük tskender.
Düzenleyen: Om Yayınlan.
• 16J0 -1730 'N L P Zihnimizi Kullanma
Klavuzu'. Konuşmacı: NUGün. Düzenleyen:
Kuraküşı Yayınlan
• 17.45 -1930 'Klonlanmak Ister misiniz?'
Konuşmacılar: BetüT Çotuksöken, Beyazrt
Çn-akoğlu, HalukErtan. Düzenleyen: Bilim
ve Ütopya.
BUGÜN
• BORUSAN KÜLTÜR MERKEZt'nde,
10.30 - 12.00 saatleri arasında 'Müziğin
Rengi'adh atölyede Sonya Tannsever. Nivazi
Selçuk yer alacak. (212 292 06 55)
• GOETHEENSTİTÜSÜ'nde saat 19.00'da
Alain Resnais'in yönettiği 'Gece ve Sis' adlı
film gösterilecek. (212 249 20 09)
• AKBANK11. CAZ FESTİVALİ'nde,
Aksanafda 12.30'da McCoy T>ner At The
VVarshaw Jazz Jamboree 56' ve 17.00'de
Maceo Parker - Roots Revisited 58' adlı gruplar
dmlenebılir. (212 252 35 00)
M BEYOĞLU ADA KÜLTÜR de saat 13.00-
15.00 arası Ömer FarukTekbilek albümlerini
imzalayacak. (212 251 55 44)