Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 7 AĞflJSTOS 2000 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
I U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr 15
UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKÎNCÎ
Türkiye'yi sarsan depremin 1. yıldönümünü, 'Ulusal Ahşap Birliği' ile karşılıyoruz
Geleneklen geleceğe ahşapÜLkedeki hemen tüm binalann,
ister denetimli ister denetimsiz ama
mutlaka "betonarme" yapılmasını
dayatan egemen inşaat aıüayışına
karşı depremleri hep "yıkılmadan
atlatan" ahşap yapı kültürünü
savunmak üzere artık bir Ulusal
Ahşap Birliğimiz de var...
Türkiye'yi sarsan 17 Ağustos 1999 depremi-
nin 1. yıldönümündeyiz...
Bu nedenle sayısız toplantı, yazı, haber ve
programda "geçen bir yılda ne yapıldığı'' sorgu-
lanıyor. özelliklekamuoyugündemi; "geçiciko-
nuttar. kahcı konutlar, depremle ilgili yasalar, iha-
leier, harcamalar~" vb. gıbı konulann ışgalı al-
tuıda...
Oysa bütün bunlar arasında çok önemli bir baş-
ka gelişme daha var ki nedense öne çıkamıyor
ve yeterli ilgiyi toplayamıyor. O da "Uhısal Ah-
şap Birliği''nin (UAB) kuruluşu ve çahşmalara
başlamış olması...
Türkiye'de depremlerin böylesine kitlesel dü-
zeyde "ölümcül" sonuçlar yaratmasındaki "te-
mdnedenkrden" birinin de "depremedayanık-
b tarihsel yapı külrûründen uzaklaşmak" oldu-
ğunun bilincinde bulunan ve her şeyden önce bi-
rer "aydın" olarak bu büyük aymazhktan bir an
önce kurtulunması gerektiğini önemseyen bir
avuç mimar, uzman ve ahşap dostu duyarlı in-
san, önce 3 Haziran 20O0'de, sonra da 8 Tem-
muz2000'debirarayagelerek "Ulusal Ahşap Bir-
liği Demeği''nın kuruluş sürecini tamamladılar.
UAB gırişiminin "gerekçesini" özetledikleri
ilk bildirilerinde de 17 Ağustos 1999'dan bu ya-
na bile hâlâ ısrarla sürdürülen 50 yıllık "beto-
narmeyapı sevdasmm" Tûrkiye gibi bir "mimar-
hk tarihi" ülkesinde ne denJi "çağdaş yobazhk"
olduğunu şöyle vurguladılar: "Biz hâlâ ahşaba
göre 30 misli ağır betonarme yapılann nasıl da-
ha sağiam yapüacağını tarnşıyoruz. Yfizde 90'Ia-
n aşan betonlaşma ile hiç de övünülmeyecek bir
düriya şampiyonluğuna sahibiz. ABD'de konut-
lann ortalama yüzde 9O'ı, Kaliforniya'da iseyüz-
de 99'u ahşap» Vani bizim tam tersuniz."
Oysa Köprülû Yahsı 17. yy sonlannda ınşa edil-
diğinde ABD henüz tarihte yer almıyordu. 13.
ve 14. yüzyılda inşa edilen; ahşap kolon ve ça-
tılan olan Kastamonu'daki Mahnıutbey,Beyşe-
hir'deki Eşrefoğlu ve Afyon'dakı Ulu Cami, her
türlü ihmale rağmen, "600 ile 700 yıkhr" ayak-
talar. Dünyanın en büyük ahşap yapısı olan Prin-
kipo Palas (Rum Yetimhanesi) sekiz katlı bina
yüksekliğı, 100 metreye 30 metre boyutlan ile
tam 100 yıldır Büyükada'da...
Işte bütün bunlan da anımsatan UAB girişim-
cileri, şımdi yaşadığımız deprem yıkımlannın asıl
"dramatik" yanını da tarihten verdiklen örnek-
lenn ardından bakın nasıl özetlediler:
Depreme karşı
dayanıklı
yapılaşma kan
ııygıılanan
mevzuat
ahşap karkas
yapdan
bir ve ild katta
sınırlarken,
Türtdye'den
dünyaya
dersveren
buçokkath
ömekler tarihsel
birikimleriyle
sadece depremlere
değiL tarih
bituıcinden yoksun
'mevzuata'da
tüm görkemleriyle
meydan
okuyorlar- •
(Fotoğraf: ŞAKÎR
ECZACIBAŞI)
"Oysa, biz bu işi bifiyorduk-."
Evet... Böylesı bir eşsız geleneği, birikimi ve
kültürü ulusça acaba nasıl unuttuk?.. Yüzlerce
ve binlerce yıllık uygarlık serüveninden süzü-
lüp gelen depreme karşı "neyapacağını biür" bir
mimarlık ve yapı kültürünü 50 yıl gibi kısa bir
sürede nasıl dışlayabildik?.. "Baöh" ülkeler bi-
zim mimarlık tarihimizden öğrendikleri ahşabı
konutlann yüzde 90'ında kullanırken biz aynı Ba-
tılı kaynaklı ve henüz 90 yaşındaki "betonarme-
ye"neden böylesine "esir" düştük?..
Bu tür sorulann yanıtı, UAB'nin çahşmalan
ilerledikçe daha derinlemesine ve kapsamlı araş-
tırmalarla elbette kı verilecek...
Ancak, bizim açıkca gördüğümüz bir gerçek
var ki, Tûrkiye'de geleneksel yapı kültürü düş-
manlığının temelınde "bukiiltürünrantvapılas-
masına uygun ounamasT da yatıyor.
Eğer betonarmenin şu hemen herkesi yoldan
çıkaran "katilaveleriııe" sağladığı olanak değer-
lendirilmeseydi, imarplanlannda sık sık "bina yük-
sekliklerini artaran" ve depremi de felakete dö-
nüştüren değışiklikler yapılabılir miydi?..
Benzer şekılde yıne betonarmenin "denetim-
siz ve tekniğine aykın bile yapdsa ayakta dura-
bilen ve hatta yıllarca kullanılabilen apartman-
hurm" inşa edilmesine gösterdıği kolaylıklar,
bunlann depreme teslim olması sonucunda on
binlerce kişinin "ağır betonarme tahliyeler altm-
da" kalmasına yol açmamamış mıdır?..
Aynı denetimsiz betonarmenin sağladığı "çok
kath kaçak yapılaşma" ile donatılan yasadışı
yerleşmelerin "kentteştikr'' (!) gerekçesiyle ön-
ce "bekdh/e" sonra da "flçe" yapılmalan süre-
ci yaşanmamış mıdır?..
Sorulan çoğalttığımızda daha açık ve net ola-
rak görülebileceği gıbı, temelde imar ranünı ola-
bildiğince çoğaltmak için betonarme, eşi bulun-
maz olanaklanyla bu ranta dayalı imar poütika-
sının "sevgüisi'' oldu ve böylece yüzlerce yıl
depremlerle alay eden binalan yaratmış bir top-
luma kendi mimarlık ve yapı kültürü de sistem-
li bir şekilde "unutturuWu_"
UAB, işte bu "ölümcül umıtkanhğın'7
da ar-
tık sona ermesi için artık "koflan sıvaımş" du-
rumda. Yine kuruluş bildirgesınde dıyor ki: *Şe-
hirler ortalama 20 yılda rant ve fonksiyon fark-
hlaşması nedeniyle kabukdeğiştiriyor. Biz, bugün-
den alacağımız önlemlerk ahşaba hayaomızda
daha çokyer vermeye başlarsak hem sağbkh ya-
şam olanağma kavuşur hem de tüm deprem ris-
kinden her gün biraz daha ve 20 yıl içinde tama-
men kurtulunız_"
Bilmem Baymdırlık Bakanhğı, Ulusal Dep-
rem Konseyi ve "betonanned" inşaat mühen-
dislen, UAB'nin bu tarihsel çağnsına nasıl ve
ne zaman yanıt verecekler?.. Depremin 1. yılın-
da asıl bu soruya yanıt bekliyoruz...
(Not: UAB için iletişim: Tel: 0212 /244 15 10;
Faks: 0212 / 292 38 67; e-mail: ahsap@ah-
sap.com)
Peprem sonrası yasalarda da yapı kültürümüz yok, yine betonarme var
farih 'mevzuatla' dışlanıyor"Kültür varhğı niteliğindeki bina-
larda (depremle oluşan) hasann ye-
ni binalara oranla daha az olduğu ve
can kaybma neden olacak derecede
hasar oluşmadığı tespit edilmiştir.'*
Bu saptama, Kültür Bakanhğı'run
03/07/2000 tarih ve 3147 sayılı ya-
zısında yer ahyor.
TÜBlTAK bünyesinde oluşturulan
Ulusal Deprem Konseyi'nde "mima-
ra" ve "mimarhk-yapı kûftûrüne"
gereken agırlığın ve önemın venlme-
mesine dikkat çeken MimarlarOda-
sı eleştirisine gönderilen bu yamt ya-
zısında, yine Kültür Bakanhğı şu de-
ğerlendirmeyi de yapıyor:
"Deprem sonrasmdâki (bu)tablo;
(_) geleneksel yapı sistemlerinin çağ-
daş teknolojik sistemlerle desteklenip
güçlendirilmesinin gereklUiğini or-
taya koymuştur~.
n
Devletın "ilgüi
r
'birbakanlığında-
ki bu "doğru" saptamalar, devletin
bir başka ilgili ve hatta "sorumlu"
bakanhğı olan Bayındıriık Bakanh-
ğı'nda neden yapılamıyor?.. Daha-
sı, neden dikkate alınmıyor?..
Bu sorulann yanıtı, aslında Türki-
ye'nin 1950 sonrası "imar tarihin-
de" yatıyor. Daha dogrusu, bu tari-
hi yaratan "siyasal ve ekonomik" ter-
cihlerde...
Örneğin, daha Kat Mülkiyeti Ya-
sasf ndabıle "döşemesi ahşap olan"
dairelere bağımsız tapu verilemeye-
ceği yazılı. Böylece, her katı ayn
daire şeklinde işlevlendirilerek ko-
runabilecek çok katlı ahşap binala-
nn ve konaklann "özgûn malzemey-
le" restorasyonlan engelleniyor, ye-
rine "betonarme'' dayatılıyor...
Benzer şekilde Afet Bölgelerinde
Yapılacak Yapüar Yönetmeüği'nde
de ahşap ve yığma yapı için ancak
tek ve iki kat sınırlaması var. Süley-
maniye'deki, Galata'daki 5-6 katlı
ahşap ve yığma tarihi yapılann bu yö-
netmeliğe yıllardır "hayrede" bak-
masına da kimse aldırmıyor...
Şimdi deprem sonrası yeni düzen-
lemelerde de bu tavır olduğu gibi de-
vam ediyor.
Hele, 595 sayılı Yapı Denetimi
Hakkında Kanun Hükmündeki Ka-
rarname'nin "depreme karşı dayanık-
lıyapı* kavramını sadece betonarme-
ye ve dolayısıyla betonarme mühen-
dislerine bağlaması ise tarihJe bera-
ber "mimarlığı" da dışlamanın son
operasyonu...
Dünyanın en büyük ahşap binalanndan 'Prinkipo Palas' (Bûyükada Rum
Yetimhanesi) onca bakunsızhğıyla depremleri 'inatla' ayakta karşıhyor_.
Zerrin Koç 'un ilk romanı 'IslakKentin însanlan \ kuşaklar boyu süren bir göç hikâyesini anlatıyor
'Ânlablanların yaşamda karşıhğı olmah9
Kültür Servisi - Zerrin Koç'un Can Yayınla-
n'ndan çıkan ilk romanı 'Islak Kentin tnsanla-
n' yıllar önce yazıbnış ve 'zamanuu' bekleyen
bir kitap.
Yazm serüvenine 80'li yıllarda şiirle başlayan
Zerrin Koç, iki roman denemesiyle düzyazıya
geçti, sonra öyküye başladı. 10 yıl öyküyü ve sı-
mrlannı araştırdı. Sonunda, 1991 yılında ilk öy-
kü kitabını çıkaran Zerrin Koç'un, 1994 ve
1998'de iki öykü kitabı daha yayımlandı.
'Islak Kentin Însanlan', 18. yüzyıl sonlann-
da Buhara'dan başlayan ve Istanbul'da sonlanan
bir göç çevresinde kışilerin, ailelerin kötü yaz-
gılannı anlatıyor. Aşklar, evlüikler, zorunlu yol-
larla savrulan insanlar, merak ettikleri gelecek-
lenne ardı gelmez acılarla kavuşuyor. Kişilerden
çok, yaşamlannın ön planda olduğu romanda,
üpkı yazannın 'ben onunyalanasıyım' dediği rüz-
gânn dinmek bilmeyen hızı hıssedılıyor tüm an-
latılanlarda. Aynca romanda Türkiye'nın kısa si-
yasi tarihi izlenebiliyor.
-Kitapta yazgu gelecek, yol, bekleyiş, zaman
gibi sürekli am çizilen izlekler var.' Göç' özellik-
le öne çıkanlardan. Bu zorunlu göç, sizin yaşa-
mmiTİa örtüşüyor mu?
ZERRÎN KOÇ - tzleklerin büyüklüğü yaza-
nn evrenselliğini gösterir. Seçtiğiniz izlekler ne
kadar büyükse kahcüığınız da o kadar güçlüdür.
Roman zaten göçle başhyor ve ardından diğer
göçlerle devam ediyor. Bu yolculuk, gıdilen yer-
lerin var olan kültürleriyle beraber, göçün getir-
diği yöresel özellikleri bir araya getiriyor. As-
lrcda tüm bunlar benim programlanmış olarak
seçtiğim şeyler değil de, akışın içinde kendilı-
ğiaden ortaya çıkan ve oluşan doğal sonuçlar ol-
dailar.
Samsun'da doğdum. 12, 13 yıl önce oradaki
rLzyatıma kesin bir nokta koyarak göçebe yaşa-
"tnsanlann
yaşamında değer
verdikleri şeylerin bir
şekilde kaybolup
gittiklerinde nasıl acı
çektiklerini anlatmak
istedim."
(Fotoğraf:
SENEM ÖZTÜRK)
mıma başladım. Önce güneyde başlayan yolcu-
luğum benı Ankara'ya, sonra Istanbul'a getir-
di. Samsun'dan kitabı bitirdikten sonra ayrıldım.
Bu anlamda tam bir paralellik olduğunu söyle-
yebiliriz.
- Uzun zaman dilimini içeren kitabın 'tarihsel
roman' iddiasında olmadığı seziliyor ama bir
yandan da Türkiye siyasi tarihinin ikiyüzlü ger-
çekleri de aktanhyor.
KOÇ- Tarihi roman yazacağım diye yola çık-
madım, bütün bunlar bizzat yaşadığım olaylar-
dı. Gözümün önünde zıyan oknuş birçok yaşam
vardı. Politika, içinde yaşadığımız ve kendimi-
zi soyutlayamayacağımız bir olgu, isteseniz de
istemesenız de içindesiniz. Bu anlamda herhan-
gi bir yeri ya da zamanı anlatırken ve de uzun-
ca bir zaman dilimini sınır almışken siyasi ta-
rihten kendınizi soyutlamanız mümkün değil.
- Neden karakterler sürekli iyiBk-kötülük ek-
seninde yer ahyor?
KOÇ - Romanda ya da öyküde önemli olan,
anlatılanlann yaşanmış ya da yaşanmamış olma-
sı değil, 'yaşanabflir' olrnasıdır. Benim de birokur
olarak, dikkat ettığim nokta budur. Anlatılanla-
nn yaşamda bir karşıhğı olmalı. lyilik ve kötü-
lük, aslında yan yana var olan gerçekler, sevgi
ve nefret gibi. Yaşamda her zaman karşımızda
akıp giden gerçeklerin karşılıklan belki de...
- 1874'te başlayan roman neden 1986 yıhnda
sonlanı>T>r?
KOÇ - 86'da bitiyor roman ama aslında bit-
miyor, çünkü yıllar önce yazdığım ikinci kitaba
tekrar geri döneceğim. Çok daha az kahraman-
lı, kişiler ve yalnızlıklannı anlatan bir kitap ola-
cak ve günümüze kadar gelecek.
- Kitapta herkesin bitmek bUmeyen bir 'ken-
di özel çilesı' var. Bu kadar çok acının, çilenin,
kederin ve bazen şiddetin sebebi nedir?
KOÇ - Çocukluğum boyunca birçok insandan,
dinlediğim masallar benı çok etkiledi. Bunlann
hiçbin mutlu öyküler de değildi. Mutlu öykü-
nün çok da anlatılacak bir yam yoktur diye dü-
şünüyorum.
-Kitapta 'ev'inyaşananlara koşut özel bir an-
lamıvar»
KOÇ - Evlerin benim için özel bir anlamı var
ama aslında 'eşya' çok önemli. Kalpten bağlan-
dığım eşyalar var. Nesnelerle bağlı yaşıyoruz
hepimiz. Ben nesnelere bağırnh bir insanım, bel-
ki kitapta nesneler üzerinde bu kadar durmamm
sebebi de budur. tnsanlann yaşamında değer
verdikleri şeylerin bir şekilde kaybolup gittik-
lerinde nasıl acı çektiklerini anlatmak istedim.
- Romanda yöresel ağızlar ve şrvelerin yam sı-
ra çok çeşitii halk edebiyaü örnekleri veriyorsu-
nuz. Bu özel bir arasnrma getirdi mi?
KOÇ - Edebiyat bir söz sanatı olduğu için di-
le özel bir önem vermek zorundasınız. Yöresel
dil ve özellikleri ise benim ilgi alanım içine gi-
riyor. Kitaptaki bütün o sözler, deyimler, yerin-
de öğrenip bugünkü karşılıklan ile anlamlanru
vermeye çalıştığım örneklerdir.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Sanatın İdeolojisi ve
Günlük Politika...
Geçen haftaki "Sanatçı ve Ideo/oji" başlıklı ya-
zımla ilgili olarak, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sa-
natlar Fakültesi öğretim üyelerinden, değerli ressam
dostum Doç. Dr. Ferhat Özgür'den ve Sayın Fa-
ruk Ulay'dan, konuyla ilgili kendi görüşlerini içeren,
benim de kendi düşüncelerime farklı açılardan ba-
kabilmemi sağlayan mektuplar aldım.
Çok önemsediğim ve değer verdiğim bu tartış-
manın okurlarca da tam olarak anlaşılabilmesi için
önce Sayın Faruk Ulay'ın mektubunu alıntılıyorum:
"Herbert Marcuse'un 'Sanatçı dünyayı değiştire-
mez ama dünyayı değiştırebilecek güçte kişilerin dü-
şüncelerini etkileyebilir' sözünü aklından çıkartma-
yan bir sanatçı olarak yazıyorvm bu mektubu. Bir
ideolojim olduğuna inanıyorum ve yazdıklanmın
bu ideolojiyi yansıtmasına özen gösteriyorum. Ne
ki politik bir sanatçı olmamaya çalışıyorum. Politi-
kayı 'ideolojinin günlük yaşama uygulanmış biçimi'
olarak tanımlayanlara hak vermekzorundayım. Sa-
natçının ideolojiyi politikaya indirgeyerek kullan-
masını, sanatına ve kendisine vurduğu bir ket ola-
rak görûyorum. İdeolojinin sulandınlarak kullanıl-
ması, 'tamamlanmamış bir taslak' olarak görûlen
dünyanın tamamlanması için alınan tavn eksik kı-
lıyor. Ideoloji, politikaya dönüştürülerek günün so-
runlanyla baş edebılecek denli basite ındirgendik-
çe, ideolojiyi besleyen kaynaklann başında gelen
salt felsefe -özellikle de doğrudan bireye odaklan-
mışfe/sefe-kullanılamaz oluyor. Politikanın toplum-
dan yola çıkarak bireye varmayı amaçlaması, ben-
ce kişiden yola çıkarak topluma varmayı amaçla-
yan sanatçıyla sanatı arasına giriyor. Bu yûzden
sanatçı, politikadan çok ıdeoloji ile iç içe yaşama-
lı diyorum."
Faruk Ulay, mektubunda "sanatçının ideolojiyi
politikaya indirgeyerek kullanması", "ideolojinin
politikaya dönüştürülerek günün sorunlanyla baş
edebılecek denli basite indirgenmesi" ve bunlann
sonucunda, "ideolojiyi besleyen kaynaklann ba-
şında gelen felsefenin.. kullanılamaz oluşu" gibi, ide-
oloji kavramının aydınlatılması açısından çok önem-
li noktalar üzerinde duruyor.
Sayın Ulay'ın ideolojiyi besleyen kaynaklann ba-
şında özellikle felsefeyi sayması, kanımca hem ide-
olojiyi günlük politikadan ayırma hem de ideoloji-
nin günlük politika karşısındaki olması gereken ko-
numunu saptama bakımından önem taşıdığı gibi,
felsefe ile sar.at arasındaki yıne çok önemli buldu-
ğum bir yakınlığa atrfta bulunuyor.
Bilindigı üzere felsefe, kendi temelini oluşturan o
ünlü "nedir" sorusuyla evrenı, dünyayı ve insani
kavramlar düzleminde sürekli sorgularken, hiçbir bu-
günden yanna, somut çözümü ve yine somırt ya-
nıtı amaçlamaz. Hiçbir günlük gereksinimi karşı-
lanma yollanna da doğrudan atrfta bulunmaz. Bir
ömek vermek gerekirse eğer, felsefe size -felsefe
öğretmeni olmak istemeniz şıkkı dışında!- iş bulma-
nızda doğrudan yardımcı olmaz. Buna karşılık ya-
şama ve bu arada kendi yaşamınıza felsefe soru-
lan da yöneltmeye değgin bir birikıminiz/alışkanİH
ğınız varsa eğer, o zaman size özgü koşullar doğ-
rultusunda gelişen yaşamınızı, yıne kendinize öz-
gü bir biçimde en iyi anlamlandırmanıza katkıda bu-
lunacak uğraş alanının hangısı olabileceğine, felse-
fenin yardımıyla yanıt bulabilirsıniz.
Böyle bir durumda felsefe, kendi yaşamınıza salt
günlük gereksinimlerie sınırlanmamış bir üstten
bakma, geneli görme anlamını taşıyacak ve bu ge-
neli görmenin yardımıyla size en uygun somut uğ-
rası saptamanızda da yardımcı olacaktır.
Işte sanat ile felsefenin birbirierine çok yaklaştık-
lan nokta da burada ortaya çıkmaktadır. Sanatın ta-
rihinde olanı bir çırpıda değiştirebilmiş bir sanat
eseri bulabilmek, olanaksızdır. Dahası, tam tersine,
herhangi bir "olan" üzerinde aşın odaklanmış, bü-
tün anlatım gücünü o olan'ı değiştimne amacıyla
sınırlamış sanat eserieri, evrenselliğe ve kalıcılığa
ulaşamamayazgısıyla karşılaşmışlardır. Çünkü üze-
rinde onca yoğunlaşılmış olanın, artık -şu ya da bu
yönde- eski olan olmaktan çıkmasıyla biriikte, ken-
dilerini onunla sınırlamış sanat eserieri de etkilerini
tüketmişlerdir.
Buna karşılık sanat, gerçek gücünü her zaman
bir olandan yola çıkıp, kendini salt onun gereksi-
nimleriyle sınıriamaksızın, onu -tıpkı felsefenin yap-
tığı gibi- yaşamın bütûnsel akışı içerisinde anlam-
landırabildıği noktalarda sergılemıştir.
Tartışmamızı haftaya sürdüreceğiz.
e-posta: ahmetcefnal@superonline.com
acem(a hotmail.com
Anadohı'nun Ana Tannçalan
• Kümlr Servisi - Yazar, yönetmen Handan
öztürk, "Anadolu'nun Ana Tannçalan" adlı
belgeselin çekimlerine başladı. Film, Çatalhöyük,
Hattuşaş, Letoon, Afrodisyas, Antalya ve Efes'te
çekilecek. Tarihin ilk on bin yılı içinde
toplumlann inandığı kadın tannçalan anlatan
belgesel fıhnde dramatik bölümleri, Umay Umay,
Pelin Batu, Serap Sağlar, Gerçek Büyükağaoğlu,
Müge Ergun, Gümüş Özdeş oynuyorlar. Fihnde
Anadolu'nun bilinen en önemli tannçalan
Artemis, Athena, Afrodit, Kibele, Meryem Ana
kültleri araştınlıyor.
Buena Vista Social Ciub
ülkesine döndü
• RAVANA (AA) - Küba'nın kültürünü tanıtma
ve döviz gelirlerini arttırma kampanyasının
araçlanndan biri olan Buena Vista Social Club
Topluluğu, dış turnelerden sonra nihayet kendi
ülkesinde konser veriyor. Türkiye de dahil pek
çok ülkede konserler veren ve Grammy ödülünü
kazanan albümüyle uluslararası müzik
dünyasında yer edinen topluluk. Küba'daki ilk
halk konserinde coşkuyla karşılandı. Dünyanın
önde gelen konser salonlannda 100 dolara kadar
varan bilet fıyatlanyla izlenebilen grup, Küba
yerlileri için biletleri 50 sente kadar düşürüyor.
BUGÜN
• DARÜŞŞAFAKA AÇIKHAVA
TtYATROSU'nda 'yaz etkinükkri' kapsamında
saat21.00'deFerhanŞensoj'un 'FerhangiŞeyler'
adlı oyunu izlenebilir. (286 26 76)
• BAHÇEŞEHtR AMFİTEATR'da'>az şenliği'
kapsamında saat 21.30'da Frank Darabout un
yönettiği' Yeşfl Yol' adlı film görülebilir. (669 41
38)