16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25ŞUBAT2000CUMA 14 l U J \ [email protected] Hüsamettin Koçan, 'Benibul' sergisi ile belleğinin izinde yüzünü yine Anadolu'ya çeviriyor Yal/ıızJanı, kaybohmhmı resitnleıu. E S R A ALİÇAVUŞOĞLU HüsamettinKoçan yine, Anadolu Uy- garlıklan'nın ızınde yol almaya devam ediyor. 'Benibul' diyor.. BeLleğinı yok- luyor ve buradakı tüm ımgeleri tuvale döküyor. Sanatçının Anadolu'ya yolcu- luğu daha uzun yıllar süreceğe benzi- yor... "Anadohı'datasaszbiçimdeyürüdüm. Muallım Ahmet Saıt'in yapogı gibi, flgi duyduğura, anbun yitimme uğramış mo- tiflerden bir düzen kurdum. Buna son yıllarda yaptığun yaprtiardan ahntı kur- dura, bir bakuna kendi yapbğunı tarih- seileştirdim." Belleğinin izınden gidiyor Hûsamet- tuı Koçan. Onun resimlerinde kültürler birbiriyle kesişiyör, yan yana, üst üste ge- liyor. Sanatçı, geçmiş kûltürler arasında dolaşıyor, evet ama, bugünden ve gele- cekten kopmuyor. Onun kopamadığı bir başka şey ıse kendi geçmışi... Koçan'ın resimlerine alıntıladığı fi- gürlerden biri şu an Ankara ArkeolojiMü- zesi'nde bulunan M.Ö. 3. bine ait, kuca- ğında çocuğunu tutan kadın heykeli... Tuvaline aldığı bu figür geçmişten bu- güne, bugünden geleceğe uzanan bir sem- bol adeta... Resimlerde, Bizans mozaikleri, Os- manlı motiflerinin bulunduğu kumaş par- çalan, çintemaruler, ah minel aşklar, şah- maranlar var. Sanatçı, bûtûn bunlan iç içe geçiriyor ve bir anlamda resmi tarihin beceremediği kültûr kaynaşmasmı resim diliyle gerçekleştirmiş oluyor. Kay bolma sûrecine uygun başhk Sergide yer alan 3O'u aşkın resmi bir arada izlediğin tzde olağanüstü bir dingin- lik duygusuyla karşı karşıya kalıyorsu- nuz.' Benibul' derken yalnızlığın verdi- ğı kaybolma ve ?«rnan içinde saklanma öyküsünü iliştiriyor resimlerine... "Evet, bir yalnızhk, sessizlik dnygusu var. Aslında kaybolmak da bir yahuziık meselesidir" diyen Koçan, resimlerinde dıkkat çeken bir başka öğe ise zeminde toprağm kullanüryor obnası. Onun resım- lerındeki toprakta, unuttuklanmız, kay- bettiklerimiz var. Bazı resimlerin zemin- indeki çatlak toprak dokusu yaşamışb- • "Bir yalnıziık, sessizlik duygusu var. Aslında kaybolmak da bir yalnıziık meselesidir. Deprem, medya aracılığıyla her gün önümüze sunulan şiddet, ölümler, kaybolmalar, yakınanlar, onlann sesini duyurma çabalan... Sanki hepimizin bir sessizliğe ihtiyacı varmış gibi... Bu sükûnet duygusu bütün sergiyi kuşatıyor. gın, yaşıyor olmanın da belirtisi elbette. Toprağı, çatlaklan, yaşadığınuz sarsıntı ile - depremle ılışkilendirmek de müm- kûn.... Sergide yer alan zaman, dogrudan doğ- ruya sonsuzluk kavramına eşitleniyor. Zaman kavramı içehsinde insanoğlu her biçimde kaybolma ile yûz yûze. 'Beni- buT Hüsamettin Koçan'a göre, aslında herboyutuyla kaybolma sûrecine sözcü- lük yapan bir üst başlık. 'Benibul'un or- taya çıkışı da depremle birlikte olmuş. Deprem sonrası göçük altında kalan in- sanlara kolay ulaşabilmek için icat edi- len cıhazın adı 'BaribuF. Bu ismi çok an- lamlı bulan sanatçı, kaybolma öyküsü- ne çok ilginç bir başlık olduğunu düşü- nüyor. Orneğın büyük boyutlu resimlerine ilham kaynağı olan kucağında çocuklu anne heykelcığının bakışındaki yaşama karşı panik, yabancılaşma duygusu ile depremzede annelerin bakışlan arasm- da bir paralellık kurmak mûmkün. Sanatçı da bu ilişkinin alünı çıziyor. "Deprem, büyük odaklanmalar, medya araahğryta bergün öaümüzesunahn şÛ- det ölümler, kaybolmalar, vakuıanlar, onlann sesini duyurma çabalan— San- kihepimizm bir sessizfiğe ihtryacı varnaş gibi— Bu serginin bürününde gerçekten de Hr sükûnetduygusu var.Bu duygu bö- tün serghi kuşaöyor." Bizans'tan önce bir ara sergi Resimlerde birden fazla katman ol- ması, kûltürler arası karmaşanın bu din- gınlıge yol açtığı da söylenebılır. Bunun yanı sıra resimlerin belki de en önemli özelliklerinden biri bunu itiraf ediyor olması... Kültüre bakışımızda her ne ka- dar bir reddetme eğılimı olsa da kültür gerçekte reddetmiyorbunu. Resimler de bunun en büyük göstergesi. Koçan'm resimlerin de, yabancı gibi düşündüğü- müz bir çok eleman, bu bütün içinde ya- bancı gibi durmuyor. 1990'lardan itibaren yüzünü toprağa, Anadolu'ya döndü Hüsamettin Koçan. 'Anadohı'nuıı GörseJ Taribi FasiküUeri' dızısı çerçevesinde AJanya Tersanesi ve Yıldız Suahhanesi nde Selçuklu ve Os- manlı'yı 'yorumladı'. Resimlerinde dö- nemler var; kişisel ilgi alanlan resimle- rine kaynaklık ediyor. Bunlardan en önemlisi Anadolu halk resimleri... Sanatçının bu alanda zengin bir koleksiyonu da bulunuyor. Onun ıçın olsa gerek. bu sergisinde uzun yıllardır üzerinde çalıştığı halk resmi ustalann- dan Mnallim Ahmet Sait'in izinden gı- dıyor ve tıpkı bu halk sanatçısı gibi ken- disinin de tercihlerini kullandığını söy- lüyor. Ancak Koçan'ın resimlerinde halk resmi öğeleri 90'lardan sonra yaptığı re- simlerde öne çıkıyor. Bu öğeleri resim- lenne almak için zaman kollaması rast- lantı değıl Tüm bu halk resimlerine ait semboller zaman içinde özümsenıp, ken- dine mal edildikten sonra yansıdı resim- lerine. Kökleri Anadolu'ya dayanan bir sanatçı ve bunu her firsatta dile getiri- yor. "Sanatcı önce yaşammı anlaüyor sa- nınm, ya da ms»m... Beni eddleyen bir >ıtı n jK.ı.ya nlayıv den gektiğinı biröykü van Bunu unatma- yorum. l nutmadıklanm, daha yakm al- gnamama neden ohıyor. Bunu terdh edi- yorum. Oraya bakmak, dogrudan bes- lenmek-." Kültürler karşısında taraf olmak yeri- ne insanı algılamaya çalışıyor. "Bütün ürettikleri insanı eie verir. Önemli olan insanla buiuşabflmek." Hüsamettin Ko- çan, insanlabuluşuyor. Sanatçıyı 'sanat- çı' yapan en önemli özellığın 'sapfaob- tan' olduğu sanınzbirgerçek. Koçan'ın da saplantılan var. O, 'önündekikre' bakmayı yeğliyor. Bu saplantılannın pe- şinden koşarken, 'tesadüfı' malzemeler takılıyor oltasına. Ve her serinin kendi- ne özgü teknığı böylece oluşmuş oluyor. Orneğın Selçuklu sergisini yaparken mumu kullanan, resmı mumyalayan Ko- çan, bunu dogrudan doğruya Selçuklu kültürünûn içinden almıştı. Ancak bu tür çalışmalarda en büyük tuzağm tari- hi metin olduğu bir gerçek. Yazüı tarih- ten mümkün olduğunca kaçıyor sanat- çı. Yazüı metni sadece bir araç olarak gö- rüyor ve tek bakış açılı, içinde ıdeoloji- yı de banndıran bu kaynaktan annmayı yeğliyor. O, sadece görsel verileri kay- nak olarak alıyor. "Oradald hesapfatşma da kendimce ycniden üretiyorum veveniden anfaunian- dmyorum. Bir küMrbitip diğeri başla- nnyor. Çok derinden devîun eden, bit- meyen bir dirend var kükürün. Bunmı içm de asıl sornn IdUrur sorunu- tnsan- b n kültürel kaynaktan uzakiaşnrdığı- nrz andan itibaren, insanın yaşamnun defersideşmesj ooranda hızianryor. Bir- birinin içine gjren, içten içe devam eden gücü bilmek gerek." 'Benibul', Hüsamettin Koçan'ın tanı- rruyla bir ara sergı, tıpkı geçen yülarda 'paslanmamak' için yaptığı 'Anti-pas- br' gibi. Bu sergiden sonraki durağı Bi- zans ile sanatçı kültürie aramızdaki me- safeyi gündeme getirmeyi hedefliyor. Bizans sergisini Ayasofya'da gerçekleş- tirmek isteyen Koçan, mekânla yanşa ginneyi değil, mekânın birparçası olma- yı yeğliyor. Hüsamettin Koçan'ın sergisi 31 Mart tarüüne dek Aksanat'ta açık kalacak. 50. ULUSLARARASI BERLİN FİLM FESTİVALÎ'NİN ARDINDAN P. Thomas Anderson'm 'Magnoha'sı AHm Ayı akn. 'The HurricaneTe AHm Küre'yi kazanan Denzd VV^shington, Berün'de En lyi Erkek Oyuncu seçfldL SchlöndorfTun fîbni de ild ödûle değer göröldû. Hollywood filmleriyine gövde gösterisi yapü GÜNERYÜREKLtK 50. kuruluş yıldönümünü bu yıl taşındığı yeni mekânı Postdamer Platz'da kutlayan Uluslararası Berhn Film Fesnvali (Beıünale), yanşma fıbnleri açı- sındantatmin edici ohnaktan uzaktı desek yanhş ol- maz. Bu yıl yine Amerikan Fılmlennın ve Holryvvo- od yıldızlannın gövde gösterilerinin ezici egemen- liğıyle geçen Berlinale, sinemaseverleri tam bir düş kınklığına uğrattı. tkı gün sonra bütün büyük sinemalarda gösteri- me girecek Hollywood yapmıı fılmlerin festivale alınması, bu yıl da en çok eleştirilen konu oldu. Özellıkle LeonardoDiCaprio'lu "TheBeach",Den- zel Washington'lu "The Hurricane', Jim Carrey, Danny De Vito'lu "Man On The Moon" ve Al Pad- no'lu "Any Given Sunday" gibi tipik Holrywood fıbnlennin bir festivalin yanşma bölümünde ne iş- leri var? Alacaklan Oscar ödülü yetmiyor mu? Bu Amerikan istilasının yanı sıra ömeğin, Japonya, Sır- bistan. Fransa, Italya ve Ispanya'dan getırilen film- ler de tatmin edici olmayınca, kelimenin tam anla- mıyla, seyirci bu yüki festivalden umduğunu bula- madı, Berlinale bu kez oldukça sönük geçti. Festi- vale bıraz can ve heyecan veren ise yeni mekânıy- dı. "Avrupa'nm en büyük şantiyeyeri" olmasına ve inşaat çalışmalan hâlâ sürmesine karşın, kapalı bir mekân gibi kullanılabilen Postdamer Platz, 12 gün- lük festival süresınce doldu taşü. Bu yıl ilk kez fes- tivalı, rekor bir sayıyla, 400 binden fazla kişi izledi, tam bir halk şenliğıne dönüştü. ABD'ye ûç ödül birden Bu yılki Uluslararası Berlin FUm Festivali, dağı- tılan ödüller açısından, Amerikan sinemasının za- feri, Alman filmlerinin de dıkkat çekici başansıyla sonuçlandı. 16 ülkeden 21 filmin kabldığı yanşma bölümünde dağıtılan bir Altm, 8 Gümüş Ayı hey- kelcığınden üçü Amerika'ya giru. Yanşmada bu yıl üç fılmle birden temsil edilen Almanya da her fil- miyle bir ödüle layık görüldü. Hollywood fdmleri- ne gelen tepki bir yana, bu yıl ödüllerin dağılunı son derece yerindeydi. Bu yüzden, uluslararası jüri bu kez yuhalanmadı, aksine alkışlandı. Danny Boy- le'nin "The Beach", Otiver Stone'un "Any Glven Sunday"ve Anthony Mingbefla'nın "The lakndet • Festival ödüller açısından Amerikan sinemasının zaferi, Alman filmlerinin de dikkat çekici başansıyla sonuçlandı. Bir Altın, sekiz Gümüş Ayı heykelciğinden üçü ABD'ye gitti. Volker Schlöndorif'un filmi iki kaduı oyuncusuna Gümüş Ayı kazandınrken Mavi Melek Ödülü'nü de aldı. Zhang Yimou ve Akira Ogata'nın filmleri de Gümüş Ayı'ya değer görüldü. Mr. Ripley" gibi "sabun köpüğü" fıhnlerine bir ödül verilmedi.Yanş- manın Altrn Ayı'ya en yakın adayı Paul Thomas Anderson'un "Magno- Ka" adlı fümiydi. 30 yaşındaki yö- netmen, bu üç saatlik iİdnci fılmınde çeşitli insan karakterlerinin işlendiği oldukça zor bir senaryoyu (senaryo da kendisine ait) büyük bir ustalıkla be- yazperdeye aktarabilmiş, ortaya se- yirciyi hiç de sıkmayan, büyük bir ge- rilım içinde fıhnin sonuna dek öykü- ye bağlayan bir çalışma çıkarabiİrniş. Bunda hiç kuşkusuz, Jeremy Black- man, Tom Cruise,Mefinda Dibn, Phi- Bp Baker Hall, Jason Robards, Phflip Seymour Hofiman ve Juüanne Moore gibi dev birkadronun da katkısı büyük. Fılmde Seks- Gunı rolünü büyük bir başanyla canlandıran Tom Cruise, zaten birAltın Küre ödülü aldı. Şimdi de Os- car'a aday gösterildi. Penzel Washington en iyi erkek oyuncu NormanJewison'un "The Hurricane" adlı fılmın- de, ırkçı bir ifbia üzerine 20 yıl haksız yere hapiste yatan siyah boksör Rnbin Caıter'in yaşammı can- landıran Denzel VVashington, bu rolün altından yü- zünün akıyla kalkabilmek için Kanada'da yaşayan 62 yaşındaki boksörie görüşmüş, aylarca boks ders- len almış, boksörler arasında buhınmuş. "Hayaümın en zor rolüydün diyen Denzel Washıngton'a Altın Küre'den sonra Beriin'de "EnryiErkekOyancu" ödü- lü (Gümüş Ayı) verildi. Ödül alan bir diğer ABD yapımı fihn de usta yö- netmen MBos Forman'ın "Man On The Moon"uy- du. Çek asdlı Amerikah yönetmen, yine kuraldışı bir karakterin otantik yaşammı ele alarak yalon Ame- rika tarihine eleştirisel bir gönderme yapıyor. Fihn- de, ahşdagehmş soğuk Amerikan esp- rilerine meydan okuyan ve kendi esp- ri anlayışmı kabul ettırme kavgası ve- ren taklitçi komedyen Andy Ka- ufman'ın yaşamı, kronolojik bir öy- kü şeklınde anlatüıyor. Taklit ve komedi yaparken "kendi- ni" oynayan, "yalana çoban" aldat- macalanyla seyircıyi şaşkına çeviren Andy Kaufman'ın kansere yakalan- dığı haberine de kımse inanmamış, ölümünü şaka yapıyor sanmıştı. Andy Kaurman'ı bu roÜe Altın Küre'yi alan Jim Carrey, menajeri rolünü Danny De Vıto, sevgilisini ise Courtney Lo- ve canlandınyor. Bu filmi için Milos Forman'a "En İyi Yönetmen" ödülü (Gümüş Ayı) verildi. Alman fDmlerine ödül yağdı Yanşma böhimüne kaûlan üç Alman filmi de do- ya doya ödül aldılar bu yıl. Alman Kızü Ordu Frak- siyonu (RAF) üyesi birmılitanm yaşamını anlatan VW- ker SduondonTun "Die StiBenach dem Schuss (Ateş- ten Sonraki Sessizlik)'' isımli fılmınde rol alan Bfl*- ana Beglau ile Nadja l hl a "En tyi Kadm Ovtmcu" olarak bırer Gümüş Ayı heykelciği verildi. Alman- ya'ya "Teneke Irampet'" ile ılk Oscar'ı kazandıran Schlöndorff'a da aynca "En l>i Avrupa Fflmi" seçi- len bu rejisı için bir de 50 bin marklık "Mavi Mefek" ödülü verildi. VVîm \Venders m "The Mnüon DoDar HoteT adh filmi de "jüri özeJ ödühl" olarak bir Gümüş Ayı hey- kelciği aldı "Paradiso-SiebenTagemitsiebenFrauen (Yedi Kadınb Yedi Gün)" adlı >apıta da "Olağanüs- rö Grup ÇahşmasT olarak Gümüş Ayı ödülü verildi. Deneyimlı Alman yönetmen Rudolf Thome'nın çek- tiği kara mızah fılmde, bir bestecinin 60. doğum gü- nü partisine davet ettıği. hayatında belli bir rol oyna- mış yedi kadının çelişkili karakterleri, kompleksleri, hırçınhklan, aşklan büyük bir incelikle ve duyarh- lıkla işleniyor. 'The Road Home': Güzel bir aşk öykfisû Berhn, Cannes ve Venedik'ten eli boş dönmeyen, kendisine "Festrvaierin ödülgötüren yönetmeni" ola- rak isım yapan Çrnlı Zhang Yimou'nun "The Road Home (Eve Giden Yol)" adh son filmi de beklenildi- ğı gıbı ödülsüz kalmadı. 12 yıl önce "KızriMısır Tar- latan" ile Altın Ayı ödülü alan Zhang Yimou, bu fil- mi için de bir Gümüş Ayı heykelciliğine layık görül- dü. Zhang Yimou "The Road Home"da, politık so- runlann yaşandığı 50'li yülarda Çin'in bir köyünde iki genç arasında geçen saf ve temiz bır aşkın öykü- sünü, geleneklerin öneminin alnnı çizerek anlatryor, modemleşmeye, değışen dünyaya ve Çin'e uyan ni- teh'ğinde bir mesaj gönderiyor. Altın Ayı'dan sonra yanşmanm ikınci önemli ödülü olan "Jüri Büyük Odüiü''nü Yimou, eski hayat arkadaşı ve u Knâ Mı- sır Tarialan''nın baş oyuncusu Gong Li'den aldı. AKred-Baoer adına bir yönetmenin ilk filmine ve- rilen Gürnûş Ayı ödülü ıse bu yıl Japonya'ya gitti. Ald- ra Ogata "Boy's Cboir (Erkek Çocuklar Korosu)" is- minı verdığı bu ılk filminde, babası ölen 15 yaşında- ki bır gencin toplumdan dışlanma öyküsünü anlatı- yor, gençük hareketlerine ve radikalizme sahne olan 6O'lı yıllann Japonyası'nın "savaş sonrası çehreani" tanıtmaya çalışıyor. 4 Mavıs Sıkmnsı' övgü aldı, ödül alamadı! İki yıl önce "Kasaba" adlı ilk filmi Berlinale'nin Uluslararası FUm Forumu'nda gösterilen NuriBage Ceylan'uı "Mayıs SıkıntBi" bu yıl yanşma bölümü- ne alındı. Ancak Hollywood fıhnlerinin "sakanaü" karşısında, sanatın parayla satuı alınamayacağmın bır göstergesi olan Nuri Bilge Ceylan'uı filmi, hiç- bir ödül alamadı ve bunu bir haksızhk olarak gören Alman sınema eleştirmenlen jünyi kınadüar. Eleş- tirmenler, Ceylan'uı, yaşadığı kasabayı inatla terk et- mek istemeyen insanlann çelişkilerini, güncel yaşam içindeki kısır sıkıntılarla boğuşmalannı büyük bir duyarlılıkla ve sade bir dılle anlattığım belirterek "MayB SdcmtBi"nın bu festrvale yakışır iyi bir furn olduğunu yazdılar. YAZIODASI SELtM tLERİ Yem Dergi Yriiarı Ustamız Memet Fuat'ın Aykınlıklar'tnt (Adam Ya- yınlan) okuyordum. Seksen dokuzuncu sayfada ad»- ma rastladım: "Oteyandan, Tonrıris Uyar, Seim heri, Necfm Oûr- sel, kendiliğinden oluşmuşgörûnümlûyazarfanarat- mayacak sanatsallıklarta dolu gelişlehnin daha ba- şındayken bile, dil konusunda, yazım kunsdlan konu- sunda iyi bir öğrenim görmüş olmanın koruyuculu- ğu altındadıriar." Ister istemez otuz yıl.. otuzu aşkın yıl öncestne dörv- düm. en büyük tutkum edebiyat. Birkaç arkadaş edebiyattan başka bir şey düşünmüyoruz. Edebiyat dergilerinin sıkı okurianyız. Bu dergilerde bir gün bi- zim yazjlanmLz da yayımlanacak Işte bütün ülkümûzj Tam o sıralar Galatasaray LJsesi'nden aynlıp Ata- türk Erkek Lisesi'ne gidiyonjm. Galatasaray LJsesi'ndeki edebiyat derslerimizden pek tat almazdım. Müfredat dışına çıkmayan ögret- menler, edebiyat coşkusu aşılamayan krtaplar, W kup Kadri'yi bile 'kendim' keşfedeceğim... Ama Atatürk Lisesi'nde durum farklı: öğretmeni- miz Bakiy© Ramazanoğfcj, Sait F^kten öyküler oku- yor bize. Fransızca öğretmenimiz Vedat GûnyoJ. ü- se son sınrfta Türk Dili ve Edebiyatı derslerimizin öğ- retmeni Rauf Mutluay. Bir donanım söz konusuysa bu üç ada çok şey borçluyum. Ama Memet Fuat'a da çok şey borçlu- yum. Memet Fuat o yıllarda Yeni Dergi'yi yönetjyortlu. Yeni Dergi bence unutulamayacak bir edebiyat der- gisiydi. Kapandığı gün içim sızlamıştı. Memet Fuat'a yazılanmı, hıkâyelenmi götürüyor- dum. Dikkatle okur, tek tek, her birini, kılı kırk yara- rak eleştirirdi. Yazım kurallannı Memet Fuat'tan öğ- rendim diyebilirim. Onun uyanlanndan sonra büyük yazarianmızın eserlerini bir de yazım kurallan düzte- minden okumaya çalıştm. Virgül nerde, nOktalı vir- gül nerde kullanılır, ne zaman ayraç açılır, iki çizgi ara- sındaya ne zaman gereksinilir, hepsi!.. Memet Fuat 'gizli' bir öğretmendi. öğretimin bas- kıstnı duyumsamazdınız. Yeni Dergi'nin yazı odasın- da mutiu saatlerim, mutlu günlerim geçti. Ne güzel yıllardı onlar! Edebiyat dergileri 'owçe^r- ten' edebiyat dergisiydi. Şiir, öykü fırtınalan eserdi. Ecip Cansever'in, Turgut Uyar'ın, Cemai Sûreya'nm şiirieri... Tomris Uyar'ın Füruzan'ın, Sevgi Soy- sal'ın öyküleri... Ilk tanışmalar, ilk dostlukJar... Leyte Erbil'in Gecede'sini defalarca okuyuşum... Yeni Ufuklar dergisinde Ferit Edgü'ye kitabınf, Boz- gun'u imzalatışım... Memet Fuat ve Yeni Dergi olmasaydı, Dostlukla- nn Son Günü olmayacaktı. (Atillâ llhan olmasay- dı, Her Gece Bodrum olmayacaktı.) Bugün öyte mi? Genç edebiyat tutkunlanna coş- ku aşılayan, onlan yüreklendiren Memet Fuat'lar, At- tilâ llhan'lar, Cemal Süreya'lar var mı? Bir ben-benciliktir almış başını gidiyor. Günümû- zün tırnak içi ustalan bütün edebiyatı kendileriyle başlatıyorlar, kendileriyle noktalıyoriar. Ne geçmiş, ne gelecek... Aykınlıklar'da yer almış yazılar, Memet Fuat'ın bu- gün de edebiyatımızı kollamak isteyen tutumupu belgeliyor. Edebiyatımızı bir bütün olarak.ko||arMk isteyen tutumunu. Yazılardan birinde 1963'ten 1972'ye Türk Edebi- yatı seçkilerine de değinmiş yazar. Seçkileri krtaplı- ğımdan alıp koltuğa gömüldüm. Yine aynı burukluk. O yıllann inceliği çoktan yrtmiş. Seçkilerde eserleri- ni okuduğumuz şairler, öykücüler, denemeciler, ede- biyatı edebiyat olarak sevmiş, benimsemiş sanatçn lar. Edebiyatı hiçbiri 'oyun'olarak alımlamamış; Nç- biri 'poz' atmıyor. Bana daha dün gibi geliyor. Oysa nice yıllar geç- miş. Türkrye'nin karanlık siyasal havası edebiyata bi- le sızmış. O hava, Memet Fuat'ın yazılanna elbette sızama- mış. Tokvimde tz Bırakan: ' "Artık âşıklar, soyu tükenmekte olan türier içınde yer alıyor, çünkü bilim onlan yok olmakla tehdit et- mekte." Lavvrence Durrell, Quinxya da Kusursuz- luk Peşinde, GüJçin Aldemir'in çevirisi, Can Yayın- lan, 1998. DP. m u Eczacıbaşı beste yansmasıyanşma *(AA)-Lzmırl• İZMİR (AA) -îzmır Kültür Sanat ve Eğrtim \^kfi (IKSEV) tarafindan düzenlenen 3. Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Beste Yanşması'mn ıkinci kategonsini oluşturan piyano eşliklı çocuk şarküan yansması sonuçlandı. İKSEV'den yapılan açıklamada, alanmda ilk ve tek yanşma olan Dr. Nejat Eczacıbaşı Beste Yansması, TBMM'nin 80. kuruluş yüı nedeniyle bu yıl 2 kategoride düzenlendi. Yanşmada, söz ve müziği Yakup Kıvrak'a ait 'Ankara'dan Açan Çiçek', söz ve mûziğı Ismail Bilen'e ait 'Babamıza Türkü-Koçaklama', sözleri Özge ve Rıdvan Congur'a, müziği Nuri Mahmutoğlu'na ait 'Fidan' ile söz ve müziği Süheyla Uysal'a ait 'Çocuk da Bir Çiçektir" adlı şarkılar ödüle değer görüldü. Eserler, 400'er miryon lira ile ödüllendirildı. Yanşmada, odûl kaT-anan şajkılar 23 Nısan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftasında çeşitli çocuk korolan tarafindan seslendirilecek. K Ü L T Ü R » Ç İ Z t K K Â M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle