Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 26 EYLUL 1999 PAZAR
l \ OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.goms@cumhuriyetcom.tr
Türkçe... :-:
\
Prof. Dr. Necdet ADABAĞDTCF
2
000 'li yıllara gırerken bir ga-
zete yazısının başhğının
Türkçe olması şaşırtıcı gö-
zûkebilir. Atalanmızın Ana-
dolu'ya yerleştikleri günden
bu yana değişik irdeleme ve
çözümlemelerle karşı karşıya kalan di-
limize ilişkin daha da sorunlanmızın
olduğu kanısını uyandırabilir.
Gerçekte, dil, kuşkusuz» güncelliği
olan bir konudur. Toplumun yaşam sü-
reci içinde belirli bir devingenliği olan
bir olgudur. Tartışmaya açık olması da
doğaldır. Ancak bunun da ötesinde di-
limizin temel sorunlanna ilişkin kimi ko-
nulann tarnşılması ve konulara netlik ka-
zandınlmasında yarar olacağı kanısını
taşıyoruz. Çünkü bugün ilköğretimin
yedinci ya da sekizinci sınıftndakı öğ-
renciler bugün dilimizde kullammını
sürdüren Osmanlıca müteahhit sözcü-
ğünü yazmasını bilmiyorlarsa. bir üni-
versite ögrencisi görüş alışverişi demek
için fikir teatisi, bir başka üniversite öğ-
rencisi inkılap sözcüğûnü yazmasını ve
söylemesini bilmiyorsa Türkçenin ge-
lişim sûreci içinde bir tersliğin yaşan-
mış olduğunu düşünüyoruz. Bu sözcük-
lerin Tûrkçesi dilimize yerleşmelidir.
12 Eylül darbesini yapan paşalann
en büyüğü Cumhuriyet'in en görkemli
anıtlanndan biri olan TDK'yi (Tûrk Dil
Kurumu) kapatırken bu kurumun Ata-
türk'ün kalıtı olduğu gerçeğini yadsıdı-
ğı gibi kurumun o güne değin neler yap-
tığını görmek için geriye bakmak gere-
ğini de duymamıştır.
TDK'nin tûrettiği sözcüklerle kuşak-
lar arasında kopukluk yaratrığını savla-
yarak akla gelebilecek en geçersiz bir
gerekçeyi kapatma işlemine kılıf ola-
rak uydurmuştur. Oysa asıl kopuklugun
gerçekte TDK'den önce var olduğunu ve
bu kopukluktan ötürü Tûrk insanının
yüzyıllar boyu"birbirini anlamakta zor-
luk çektigini; toplum yaşamında gerek-
li olan iletişimin farklı diller konuşmuş
olmalanndan ötürü bireyler arastnda ku-
rulamadığım; asbnda TDK'nin dilin an-
laşması yönündekı çabalanna çokça yar-
dımcı olan sözcük türetme girişiminin
bu kopukluğu giderici önlemlerden bi-
ri olduğunu algılamaktan uzak kalmış-
tır.
Atatürkçülük adına giriştiği bu eyle-
minde en büyük yanlışı eİdnsel ve ya-
zınsal dilin Türkçeleşme yolundaki ev-
rimsel sürecini tersıne çevirmekJe yap-
mıştır. TDK açılırken Osmanlı saray ko-
nuşma diliyle halkın konuştuğu dil ara-
sındaki farİdılığı ortadan kaldırmak ere-
ğı güdülmüş, yazı dilinın de halkın an-
layabileceği bir dil olması gereği üze-
rinde duyarlılıkla durulmuştur. Çünkü
Aydınlanma Devrimi'ni yapanlar, yurt-
taşlann, ekinsel ve yazınsal geçmişle-
rini tanımadıklan ve dil zorluğundan
ötürü atalannın verdikleri ürünîeri an-
layamadıklan gerçeğinden kalkarak ara-
daki bu uçurumun kapatılması ve gele-
cek kuşaklann böylesi bir sorunla kar-
şılaşnıaması için bu sorunu kökünden
çözmek gereğini düşünmüşlerdir. Biz
bugün geriye, bir başka deyişle, geçmiş
yüzyıllann yazın ürünlerine baktığımız
zaman kendilerine yürekten katılıyo-
ruz.
Bugün, bırakınız Divan şıirini, 19.
yüzyıl yazınsal yapıtlanmızı bile anla-
makta sorunlanmız vardır: Namık Ke-
maL Şinast, Tevfik Fikret vd. gibi önem-
li şaır ya da yazarlanmızı yazdıklan dil-
de ökuyamamanm ezikliğini yaşıyor,
keşke, anlayabileceğimiz bir dilde ver-
miş olsalardı yapıtlannı, diye hayıflanı-
yoruz.
Kimi Batılı ülkelerde yaşanan gelişim
sürecini, örneğin, Larinceden Neo-La-
tin dillerine geçişte izlenilen yolu biz de
yaşasaydıkdiyoruz! Belki bugün. değil,
19. yüzyıl yazınımızı, Divan şiirimizi de
anlamak olanaklı olacaktı.
Fransa, Italya gibi ülkeler bilim ve
yazın di 1leri olan Latinceyi yavaş yavaş
bir kenara bırakarak Fransızca ve ltal-
yanca yazmaya başlamışlardır. Bu sü-
reç doğal olarak kolay olmamıştır.. ama
daha 1200'lerde Italyanca, yazınsal bir
dil kimliğine kavuşmuştur. Ve ne ilginç-
rir ki ilk Italyanca yazanlardan biri de
bir papazdır.
S. Francescod'Assisi, Mevlana'yı çağ-
nştınr içerikteki şiirini yazarken an bir
Italyanca kullanmaya özen göstermiş-
tir. Bugün değil bir ltalyanm, bir yaban-
cının bile rahatlıkla anlayacağı bir dil-
le anlatım bulan bu şiir İtalyancanın o
günden bugüne fazla değişikliğe uğra-
madığmın da göstergesidir. Orneğin,
Decameron'un Italyancası ile çağdaş
yazından biryapıtın îtaryancası karşılaş-
tınldığında nerdeyse dil yönünden fark-
lılıklar göremezsiniz. Kesin olan şu ki
Italyanca yıllar içinde hiçbir geriye dö-
nüşe izin vermeden gelişmiş, serpilmiş
ve gerçek kimliğini kazanmıştır. Uzun
süre bilim dalı Larince olarak kaldı, kal-
mak zorundaydı. Çünkü Larince ulus-
lararası bilim çevrelerince bilinen bir
dildi. Aynca Italyanca, Fransızca gibi dil-
ler bilim dili olmaya yeterli değildi. Za-
man içinde bilimde de Larince yerini
ltalyancaya ve Fransızcaya bırakmıştır.
Aynı biçimde kutsal kitaplar da her ül-
kenin kendi diline çevrilmiştir.
Eski Osmanlıca özell ikle Karamanlı-
lar ve öteki beyliklerin konu üzerinde-
ki duyarlılıklanndan ötürü yalm ve Türk-
çe sözcük dağarcığı yönünden varsıldı.
Söz konusu beyliklerin Türkçeyi resmi
dil olarak kabul etmesiyle birlikte Ana-
dolu Selçuklulan döneminde ilk ürün-
lerini veren yazınsal dil daha da geliş-
meye baslamıştı.
15. yüzyılda Klasik Osmannca etkin
boyutta Arapça ve Farsçanın etkisinde
kalmış, ağır ve ağdalı bir dildir. Tanzi-
mat'la başlayan Yeni Osmanbca döne-
minde iş daha da ağırlasmıştır. Bu kez
Arapça ve Farsçanın yanı sıra Batı kay-
naklı sözcükler dilimize girmeye başla-
mış, Batı'dan alınan kavram, deyim ve
terimlere Türkçe karşılık bulunacağına
Arapça ve Farsça tamlamalar uydurul-
muştur. Latince kökenli Italyanca ve
Fransızca vd. ana dilden kopma giri-
şimlerinde bulunurken Türkçe giderek
Arapça ve Farsçanın etkisine girmiştir.
12 Eylül'ü yapanlar bunun aynmın-
da değillerdi. Bir başka deyişle, kuşak-
lar arasındaki kopuklugun nedeninin,
TDK'nin dilimizi anlaştırma çabalann-
dan değil, Osmanlı tmparatorluğu'nun,
sözünü ettiğimiz süreci tersine yaşamış
olmasından kaynaklandığını bilmiyor-
lardı. tmparatorluk ekin siyasası içinde
Türkçenin anlaştınlmasına dönük bir-
takım girişimlerde bulunulamamış ol-
ması bugün bile Türkçe ve yazım kural-
lan konusunda çok yönlü bir karmaşa-
nın sürmesine neden olmuştur. Haklı
olarak insanlanmız da Türkçe yazma
ve konuşma konusunda ikirciklidirler.
Oysa TDK kapatılmasaydı o günden
bu yana çok daha yol alınmış olacak ve
insanlanmız daha bilinçli ve kararlı bir
biçimde yazmak ve konuşmak şansını
yakalamış olacaklardı. Düşünüyorum
da bu sütunlarda TDK'ye omuz vermiş
kimlerin yazılan çıkmadı ki... Hıfej VfeJ-
det Vetidedeoğlu, Melih Cevdet ve daha
niceleri ve bu sayfada çıkan yazılarda-
ki Türkçeye gösterilen özen Türkçenin
anıtları. başyapıtlan olan bu yazılan
okuyanlardan biri olarak kıvanç duyu-
yorum. TDK bir okuldu. Türkçenin ne
denli yetkin ve güzel bir dil olduğunu
biz buokulda gördük, kıvraklığını duy-
duk ve Türkçeye sevdayla bağlandık.
Çağdaş düşünen yazarlar arasında bir ya-
nşma vardı, bir rekabet vardı. Bu yanş-
ma daha ne kadar çok güzel sözcük tü-
retilmesine ve Türkçemizin giderek da-
ha da varsıllaşmasına ve yabancı diller
boyunduruğundan kurtulmasını sağla-
yacakü..
Ne ki, Türkçenin varsıllaşmasına, ge-
lişmesine dönük bu süreç yanda bırak-
tınldı. Bilinçli olarak Atatürkçülük adı-
na Atarürk'ün bıraktığı kalıtın yıkılmak
istendiği bugün arnk kuşku götürmez bir
gerçektir. Türkçenin bugün haklı olarak
çok yakındığımız kirlenmesinin teme-
linde TDK'nin kapatılmasının büyük
payı vardır.
Buna koşut olarak 1950 'den bu yana
gelen ve 1980'den sonra yoğunlaşan
toplumsal kirlenmeyi de gözardı etme-
mek gerek. Özellikle YDD (Yeni Dün-
ya Düzeni) yutrurmacasına ölçütlenmiş
kimi etkin basın ve yayın kuruluşlan ve
aydmlanmız ekonomik kalkınmanın her
şeyin üstünde olması gerektiği inancın-
dan yola çıkarak dil ve benzeri olgula-
n tartışmaya açma gereğini bile duy-
mamışlardır.
Açtıklannda da çok yüzeysel sapta-
malarla ya da Türkçenin kirlenmesine
yol verecek öneriler ve savlara kapı aça-
rak geçiştirmişlerdir. Dünyanın küçül-
düğünü, "koca dünyanın bir kâğıt par-
çasına sıgmış olduğunu" düşünmüşler.
bundan böyle dünya uluslannın sınırta-
nımadan dostça yaşayacaklannı, herke-
sin neredeyse aynı dili konuşacagını
savlamışlardır. Oysa Avrupa Birliği için-
de en büyük kıyametin kimlik sorunun-
dan kopacağını bizımkıler hiç hesaba kat-
mamışa benzerler. Avnıpalı dil ve ekin
konulannda çok duyarlıyken, biz bu
dünyada yerbulabilmemizi salt ekono-
mik kalkınmışlığımıza bağlamış gibi
gözükmekteyiz. Kendi dili ve tarihini ya-
bancı egemenliğine karşı savunma ara-
cı olarak kullanmış uluslar bir toplu-
mun bağımsızlığını yalnız siyasal ve
ekonomik bağımsızlık olarak görme-
mişler, ekin ve dil yetersizliğini bağım-
sızlık anlayışlanna bir engel olarak bil-
mişlerdir. Tepesindeki siyasal ve ekono-
mik zorbalığuı karşısına kendi dili ve ken-
di ekini ile çıkmanın önemini algılamış
olan uluslar karanlığa karşı ancak böy-
lece etkin bir savaşım verilebilecekleri-
ni savunmuşlardır. Cumhuriyet'i kuran-
lar boşuna mı fabrikalardan önce Türk
Dil Kurumu ve Tarih Kurumu'nu ilk
ağızda açmışlardır.
Dilimizin kirlenmesine neden olan
uygulamalara birkaç yıldır kimi ünlü
yazarlanmız da katıldılar. Imgesel, anış-
tınsal, altanlamsal kitaplar yazacağım
diye dilimizin gerçek yüzünü saklamak
ve çirkinliklere boğmanın hiçbir haklı
yanı olamaz.
Önceden okunulabilir güzel bir Türk-
çeyle yazılmış yapıtlar verirken daha
sonralan anlaşılamaz, kötü yapılmış çe-
viri yapıtlan anımsatan kitaplar yazan
bir yazann dili bilmediği savlanamaz.
Aynı çızgide dilimizi boğazlayan kimi
televizyon ya da radyo sunuculanmn
dillerinin bozukluğunun da gerekçesi
olamaz.
lzleyici ya da dinleyici uğruna dilimi-
ze yapılan haksızlıklann bağışlanır ya-
nı yoktur. Dünyanın bir başka yerinde
özgün bir yapıt vereceğim ya da insan-
lan televizyon, radyo kanallannın başı-
na çekeceğim diye dilini çarpıtan yazar
ve sunucular var mıdır? Korkanm ül-
kemizde tüm bu girişimlerin ardında
Dil Devrimi'ne karşı olanlann parmağı
olsun! Dil Devrimi'ne gönül verenlerin-
se Atarürk'ün 26 Eylül 1932'de başlat-
tığı Dil Bayramı kutlu olsun.
Paris'ten bir arkadaş telefonda soaıyor-
du. Sesi üzüntülü, acılı. "Neden askerilkgün
deprem çalışmalanna katılmadı?" Fransız
gazete ve dergilerinde de askerin ilgisizliği-
ni kınayan yazılar çıkmış.
"Hükümet istemedi de ondan"... dedik.
Ama anlatmak, inandırmak kolay değil...
Böyle felaketlerden hemen sonra ya sıkıyö-
netim ilan edilir, ya olağanüstü hal... Türk as-
keri yalnız cephede dövüşmez. Büyük acı-
lan dindirmekte de hizmet verir. Yangınlar-
da, sel baskınlannda, depremlerde...
Ecevrt-Bahçeli-Yılmaz hükümeti asker-
den neden çekindi? Bir gelirse bir daha git-
mez diye mi düşündü? Işi kendi olanakla-
nyla başarmak istedi, yüzüne gözüne bu-
laştırdı. Yetmezmiş gibi Silahlı Kuvvetleri de
dış dünyanın gözünde küçük düşürdü...
Başbakan, "Böyle birşey istenmedi. Yal-
nız bir emekli generalden başka..." demiş-
ti o günlerde.
O emekli General, Kemal Yavuz 'Müda-
faai Hukuk' dergisinde bu konuda bakın ne
Müdalaai Hukuk'u Okurken...
diyor
"Deprem-
den sonra
halkın daya-
nılmaz peri-
şanlığı karşı-
sında acil ve
etkilibirirade-
nin gereği kaçınılmaz bir hafe gelince, 19
Ağustos akşamı atv haber bülteninde, çö-
zümün Silahlı Kuvvetlerin olaya bütünüyle
müdahalesi ve bunun yasal dayanağını sağ-
lamak üzere deprem bölgelerinde sıkıyöne-
tim ilanının uygun olabileceğinisöyledim.."
Emekli Orgeneral Yavuz'un bu konuşma-
sı üzerine Başbakan'ın yaptığı açıklamayı he-
pimiz biliyoruz: "Askerkanadından böyle bir
istekgelmedi?.." Oysa aynı gün öğleden son-
ra GATA'da yaralılan ziyaret eden Genelkur-
may Başkanı'na aynı soru sorulduğunda
alınan cevap şu:
"Konugörüşüldû. Hükümet gerek görme-
di."
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
Hükümet
gerek gör-
meyince,
Silahlı Kuv-
vetler ken-
diliğinden
mi işe karı-
şacak, ola-
yâ el koyarcasına bir çeşit sıkıyönetim mi ilan
edecekti? Hükümet, kendi gücüyle birşey-
ler yapmaya kalktı, ama başaramadı.
Âradan kırk gün geçti, hâlâ karmaşa, şaş-
kınlık, perişanlık, halkın tepkisi sürüp git-
mekte!.. Kim ne yapıyor, belli değil! Gerçek
anlamda işbiıiiği yok. Çadtrdağıtma işi, yağ-
ma olayian, başıbozukluklar ortadan kalk-
mış değil...
Kemal Yavuz, 'Müdafaai Hukuk' dergi-
sinde hepimize bir soru soruyor
"Türkiye Cumhuriyeti nereye gidiyor?"
Belfi değil mi nereye gittiği?
'Müdafaai Hukuk' dergisi gerçek Kema-
listlerin buluştuğu yer. Her sayısında ilginç
yazılar var Prof. Çetin Yetkin, Prof. Inal
Cem Aşkun, Emin Değer, Yekta Güngör
Özden, Nejat Birdoğan, Seyfettin Tur-
han vb...
Dergide bir de "mektup" yer almış: Mil-
letvekillerine bir sesleniş. Imzalayanlar emek-
li askerier, general, albay, emekli etçi, eski
milletvekili, kısacası cumhuriyetçi bir kad-
ro:
"Sayın milletvekili,
Halkın malını halka sormadan başkalan-
na satma yetkisini kimden alıyorsunuz?
Türk milleti size kendi mallannı satma yet-
kisi vermedi.
Anayasa'nın 125. maddesi de değiştiri-
lecekmiş. YaniAskeri Şûra kararlannın yar-
gı denetimi dışında olduğuna dair hüküm
kaldırılacak mı?"
imzacılar, bu kadar önemli konularda hal-
koylamasına gidilmesi gerektiğini söylüyor,
açıklamayı şu sözlerle bitiriyorlar: "Aksihal-
de böyle yetki aşmalannın vebali altında
kalırsınız."
Meşruluk
zetecı
Dolora ve Harka
bile Otomatik
Günlük Faiz!
Müracaat: En Yakın Egebank Şubesi.
Gündüz AYBAY Huhıkçu
Yargıtay Başkanı Sayın SamiSeJçuk ad-
li yılın başlaması töreninde yaptıgı konuş-
mada 1982 Anayasası'nın hem kabul edi-
lişinde izlenen yöntem (usul) yönünden
hem içerik bakımından (maddi bakımdan)
meşru sayılmayacağını söyledi. Bu çarpı-
cı sav çok kişiyi şaşırttı; değişik yorumla-
ra yol açtı.
Başkanın bu savını irdeleyebilmek için
"meşru" sözcüğünün -bu çok kullanılan söz-
cüğün- anlamını açık seçik ortaya koymak
gerekir: Nedir meşruluk? Bu sorunun ola-
nak ölçüsünde açık ve saydam yanıtını sap-
tamaya çalışalım.
Hukuk düzenine uygun bir durum ya da
davraruşı nitelemek/ belirtmek üzere kul-
lanılır "meşru" sözcüğü_ (meşru müdafaa.
meşru haniil) Bu Arapça kökenli sözcüğü
karşılamak üzere •'yasal" dendiği olur, ama
yasal "kanunFnin karşılıgıdır; meşru'nun
yerleşmiş bir Türkçe karşılığı yoktur.
"Meşru" dar anlamda mevzuatauygun-
luğu; geniş anlamda hukuk düzenine uy-
gunluğu; en geniş anlamda da hukuk dü-
zenine ve ahlaka uygunluğu belirtir. "Gay-
ri meşru'' da bu kavramın karşıtı olan kav-
ramı anlatır: Hukuka/ahlaka aykınhk...
Dr. Sami Selçuk'un meşru saymadığı
bir anayasayla kurulmuş Yargıtay'da baş-
kanlık görevi yapması -kanımca- birçeliş-
kidir; çünkü, anayasa gayri meşru ise, Yar-
gıtay da gayri meşrudur.
Bütün devlet örgütü ve bu örgütte görev
yapanlann durumu/statüsü gayri meşru-
dur. Bu gayri meşruluğu saptayan ve açık-
layan kişi, bu örgütte görev yapmaz, yapa-
maz. Başkanın bututum ve davranışuun ma-
zereti olamaz; böyle birçelişkiyi içine sin-
direrek görev yapmayı sürdürmesi çok sa-
kıncalıdır.
Bir meşruluk sorunu da kısa bir süre ön-
ce, önemli bir kurulun karannda da orta-
ya çıktı. Kültür ve tabiat varlıklannı koru-
ma kurullanndan biri, verdiği kararda -
mealen- şunu söyledi:
"tstanbul BoğazTnaGemiTrafikDizge-
si kurulursa, tanker geçişleri 'meşruluk'
kazaıur; Bakû-Ce> han bonı hattuun ger-
çekkşmesi önlenmiş olur."
Montrö Sözleşmesi uyannca ticaret ge-
mileri Türk boğazlanndan geçebilirler.
"Masum" ya da "zararsız geçiş" sayılan bu
geçiş, dar anlamda da geniş anlamda da
"meşru"dur. Bu nedenle geçiş güvenliği-
ni arttıncı önlemlerin alınması, düzenek-
ler yapılması, Istanbul Boğazı'ndan geçi-
şin meşruluğunu etkilemez.
Birbiri arkasına gelen ve yüksek onın-
daki (makamdaki) kamu görevlilerince
meşru sözcüğünün özensizce kullanılma-
sından kaynaklanan bu zihin bulandıncı
söylemlerin, aydınlanmıza iyi düşünmeden
konuşulmaması gereğini anımsatmış ol-
masını dileriz.
EGEBAN
AKÇAKENT KADASTRO MAHKEMESt'NDEN
EsasNo: 1994/167
KararNo: 1996/82
Mahkememizin yukanda esas ve kararnumarası yazılı dosyasında davacı Dursun Çe-
lik'in Hasan Şahın mirasçılan aleyhine mahkememizde açmış oldugu davanın yapılan
yargılaması sonunda 23.10.1996 tarih ve 1996/82 sayılı karan ile Akçakent ilçesi De-
refakılı Köyü 121 parsel sayılı taşınmaz hakkında açılan davanın vazgeçme nedeniyle
reddine, dosyanın arşivlenmek üzere Akçakent Tapu Sicil Müdürlüfü'ne gönderilme-
sine ilişkin karar bugüne kadar davalılar Akçakent ilçesi Derefakılı Köyü'nden Bekir kı-
zı Rukiye Şahin. Hasan oğlu Lütfi Şahın, Hasan oğlu Mustafa Şahın, Hasan oğlu Du-
ran Şahin, Hasan kızı Gülbeyaz Şahin ve Hasan kızı Döndü Şahin adlanna tebliğ edıle-
mediğı ve adreslerinin de tespit edilemediğinden ilanen tebliğine karar verilmekte;
Işbu ilan tanhinden in'baren 15 gün içerisinde yasa yoluna gıdilnıemesi halinde kara-
nn adı geçenJere tebliğ edilmiş sayılarak kesinleştınleceği hususu ilanen tebliğ olunur.
23.8.1999 Basın: 41908
PENCERE
AhmetRasnfdenBugine...
Ahmet Rasim'i okumak Türkçenin tadını dama-
ğımızda duymak için bire bir.
Isterseniz birlikte okuyalım:
"Patlıcanlar mörara morara kadife rengini aldı.
Çenesine güvenen, sırtına küfesini takan sokak-
ta 'Kemer patlıcanlanm' diye bağınyor. Gerçi gü-
zel sebzedir. Misafir ağıhar. Biraz hazmı ağırdır.
Ama doyurur. Bıktırmaz. Her şeye kanşır: Türiü-
ye girer, dolma olur, şişe dizilir; ezim ezim ezilir;
imambayıldı biçiminde görünür; fakat tavası deh-
şetlidir. Ne de kolay yemektir. Biraz çalı çırpı, ta-
laş, yonga, bakkaldan yüz dimem yağ, sütçüden
bir kâse yoğurt alındı mı misk! Evde bir uğraştır
başlar. Iki diş sarmısağı havan işlemeğe koyulur.
Delikli bir kap sahanlıktan iner. Birer birer alaca
biçim kesilip dilim dilim doğranır. Zehiri çıksın di-
ye tuzlanır, bir kenara çekilir. Odunun kurusu or-
taya;yanınayakıcımaddeleryerleştirilir. Gelsinyel-
paze, körük, püfpüf! Alev aldı mı, tava üstüne bo-
ca zeytinyağı. Oh, ne cızırtı! Yağ fıkırdar, daha
yanmadı. Çıtırdar, biraz daha. Hışırdar, ha ha hal
Derken bir feryat.
A dostlar yetişin!
- Ne oldu?
- Yanıyoruzi Tutuştuk!
Şangır.
- Komşular, yanıyoruz!
Paldır.
- Dostlar tutuşuyoruz!
Küldür.
- Eyvahlar olsun!
Su! Yağma mı var? Kuyu on sekiz kulaç, hem
de mutfakta. Hangi kabadayı çekecek? Ta geçen
yıldan beri kurumundan durulmayan bacanın gö-
zü dumanlanmış; ateş püskürüyor, 'of dedikçe
deliklerden alev fıriıyor.
- Mahalleli! Komşular!
Kim kime? Yandakiler Sanyer'e gitmiş. Üst baş-
takilerdüğünde. Alperdelilerdenizkenannda. Kan-
tarcınınkiler Çengelköyü'nde. Köşedekiler yaz-
lıkta.
Vay vay! Kule görecek, işaret çekecek, köşklû
gidecek, tulumbacılar kalkacak, gelecek, su bu-
lacak, hortum takacak, basmaya başlayacak da
yangın sönecek... Ha babam ha!..
Çareler yok. Yanacak. Alev yandaki evin kap-
lamalannı yalıyor. Ha aldı, bak bak. Kiremitlerin
arasından duman çıkıyor. Sardı."
•
Yazı böyle sürüyor, başlığı da ilginç: "Belediye-
ye Dair." Çünkü Ahmet Rasim bu fıkrasında yan-
gınlara karşı önlem almayan belediyeyi eleştiriyor.
Eskiden fıkra adı verilen köşe yazısında, üstad,
Türkçeyi edebiyat ders kitaplannda öğrencilere ör-
nek olacak kadar güzel kullanıyor.
Ahmet Rasim yaşamında yoksulluktan kıvran-
mış bir yazar...
Şimdi yaşasaydı?..
Dünya degişti, basın yayın medyalaştı, holding-
leşti, kalantorlaştı.
Ahmet Rasim zamanında gazetecilikte para
yoktu..
Ama Türkçe vardı.
Şimdi para var.
Türkçe yok.
•
Ikinci Meşrutiyet'ten sonra Ahmet Rasim ile Hü-
seyin Rahmi "Boşboğaz" adlı bir mizah dergisi
çıkarmışlar. Boşboğaz yazı kurulunu şöyle tanrt-
mış:
"Başyazar: Çalçene.
Yazı Işleri Müdürü: Geveze.
Yazarlar: Abuk Sabuk, Kekeme, Ağustos Bö-
ceği, Pepeme, Ai Takke Ver Külah, Kaynana Zı-
nfosı.."
Bugünkü medyaya da pek yakışır bu adlar; ama
ekleme yapmak gerekiyor: Sahibinin Sesi, Yalan-
cı, Düzenbaz, Utanmaz, Üçkâğıtçı!
Medya boşuna mı gözden düştü? Halk artık ga-
zetelere neden kuşkuyla bakıyor, niçin inanmıyor,
güvenmiyor? 'Okur' neden 'müşteri'ye dönüştü?
Araştırmacı Gazeteci
Adaylarına Çağtı
Dünya'yı ve Türkiye'yi bilen...
Gelişmeleri doğru yargüayan, sorgulayan ve
denetleyen...
Meslek ilkelerine ve topluma saygıb...
Toplumsal sorumluluk taşıyan...
Uğur Mumcu'nun araştırmacı gazetecilik
çizgisini devam ettirecek...
...gazeteciler yetiştirmek amacıyla Araştırmacı
Gazetecilik Kursu düzenlenmiştir.
Şu anda herhangı bir yerde çalışmayan, 25 yaşını
aşmamış üniversite mezunlanna. karşılıksız burs
verilecektir. Adaylar, yüz yüze yapılacak gönişme
sonucunda belirlenecektir. Burs almaya hak
kazananlar, 3^ aylık yoğun kuramsal eğitim
çalışmasından sonra 3 ay süreyle gazetelerde
mesleki deneyimlerini geh'ştireceklerdir.
Vakfımızdan alınacak başvuru dosyalannın
8 Ekim 1999 Cuma günü saat 17:00'ye kadar
vakfa teslim edilmesi gerekmektedir.
I
I
mu
uğut
mcu
UİARAŞTIRMACI
GAZETECİLİK
VAKFI
P.ris Oödcsi No: 14
«540 Kav-«kM<n ANKAKA
Td. -93121 417 77 20 pbı
Faks: 103121 417 57 4*
e-posta: