25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 EYLUL 1999 PAZAR l \ OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.goms@cumhuriyetcom.tr Türkçe... :-: \ Prof. Dr. Necdet ADABAĞDTCF 2 000 'li yıllara gırerken bir ga- zete yazısının başhğının Türkçe olması şaşırtıcı gö- zûkebilir. Atalanmızın Ana- dolu'ya yerleştikleri günden bu yana değişik irdeleme ve çözümlemelerle karşı karşıya kalan di- limize ilişkin daha da sorunlanmızın olduğu kanısını uyandırabilir. Gerçekte, dil, kuşkusuz» güncelliği olan bir konudur. Toplumun yaşam sü- reci içinde belirli bir devingenliği olan bir olgudur. Tartışmaya açık olması da doğaldır. Ancak bunun da ötesinde di- limizin temel sorunlanna ilişkin kimi ko- nulann tarnşılması ve konulara netlik ka- zandınlmasında yarar olacağı kanısını taşıyoruz. Çünkü bugün ilköğretimin yedinci ya da sekizinci sınıftndakı öğ- renciler bugün dilimizde kullammını sürdüren Osmanlıca müteahhit sözcü- ğünü yazmasını bilmiyorlarsa. bir üni- versite ögrencisi görüş alışverişi demek için fikir teatisi, bir başka üniversite öğ- rencisi inkılap sözcüğûnü yazmasını ve söylemesini bilmiyorsa Türkçenin ge- lişim sûreci içinde bir tersliğin yaşan- mış olduğunu düşünüyoruz. Bu sözcük- lerin Tûrkçesi dilimize yerleşmelidir. 12 Eylül darbesini yapan paşalann en büyüğü Cumhuriyet'in en görkemli anıtlanndan biri olan TDK'yi (Tûrk Dil Kurumu) kapatırken bu kurumun Ata- türk'ün kalıtı olduğu gerçeğini yadsıdı- ğı gibi kurumun o güne değin neler yap- tığını görmek için geriye bakmak gere- ğini de duymamıştır. TDK'nin tûrettiği sözcüklerle kuşak- lar arasında kopukluk yaratrığını savla- yarak akla gelebilecek en geçersiz bir gerekçeyi kapatma işlemine kılıf ola- rak uydurmuştur. Oysa asıl kopuklugun gerçekte TDK'den önce var olduğunu ve bu kopukluktan ötürü Tûrk insanının yüzyıllar boyu"birbirini anlamakta zor- luk çektigini; toplum yaşamında gerek- li olan iletişimin farklı diller konuşmuş olmalanndan ötürü bireyler arastnda ku- rulamadığım; asbnda TDK'nin dilin an- laşması yönündekı çabalanna çokça yar- dımcı olan sözcük türetme girişiminin bu kopukluğu giderici önlemlerden bi- ri olduğunu algılamaktan uzak kalmış- tır. Atatürkçülük adına giriştiği bu eyle- minde en büyük yanlışı eİdnsel ve ya- zınsal dilin Türkçeleşme yolundaki ev- rimsel sürecini tersıne çevirmekJe yap- mıştır. TDK açılırken Osmanlı saray ko- nuşma diliyle halkın konuştuğu dil ara- sındaki farİdılığı ortadan kaldırmak ere- ğı güdülmüş, yazı dilinın de halkın an- layabileceği bir dil olması gereği üze- rinde duyarlılıkla durulmuştur. Çünkü Aydınlanma Devrimi'ni yapanlar, yurt- taşlann, ekinsel ve yazınsal geçmişle- rini tanımadıklan ve dil zorluğundan ötürü atalannın verdikleri ürünîeri an- layamadıklan gerçeğinden kalkarak ara- daki bu uçurumun kapatılması ve gele- cek kuşaklann böylesi bir sorunla kar- şılaşnıaması için bu sorunu kökünden çözmek gereğini düşünmüşlerdir. Biz bugün geriye, bir başka deyişle, geçmiş yüzyıllann yazın ürünlerine baktığımız zaman kendilerine yürekten katılıyo- ruz. Bugün, bırakınız Divan şıirini, 19. yüzyıl yazınsal yapıtlanmızı bile anla- makta sorunlanmız vardır: Namık Ke- maL Şinast, Tevfik Fikret vd. gibi önem- li şaır ya da yazarlanmızı yazdıklan dil- de ökuyamamanm ezikliğini yaşıyor, keşke, anlayabileceğimiz bir dilde ver- miş olsalardı yapıtlannı, diye hayıflanı- yoruz. Kimi Batılı ülkelerde yaşanan gelişim sürecini, örneğin, Larinceden Neo-La- tin dillerine geçişte izlenilen yolu biz de yaşasaydıkdiyoruz! Belki bugün. değil, 19. yüzyıl yazınımızı, Divan şiirimizi de anlamak olanaklı olacaktı. Fransa, Italya gibi ülkeler bilim ve yazın di 1leri olan Latinceyi yavaş yavaş bir kenara bırakarak Fransızca ve ltal- yanca yazmaya başlamışlardır. Bu sü- reç doğal olarak kolay olmamıştır.. ama daha 1200'lerde Italyanca, yazınsal bir dil kimliğine kavuşmuştur. Ve ne ilginç- rir ki ilk Italyanca yazanlardan biri de bir papazdır. S. Francescod'Assisi, Mevlana'yı çağ- nştınr içerikteki şiirini yazarken an bir Italyanca kullanmaya özen göstermiş- tir. Bugün değil bir ltalyanm, bir yaban- cının bile rahatlıkla anlayacağı bir dil- le anlatım bulan bu şiir İtalyancanın o günden bugüne fazla değişikliğe uğra- madığmın da göstergesidir. Orneğin, Decameron'un Italyancası ile çağdaş yazından biryapıtın îtaryancası karşılaş- tınldığında nerdeyse dil yönünden fark- lılıklar göremezsiniz. Kesin olan şu ki Italyanca yıllar içinde hiçbir geriye dö- nüşe izin vermeden gelişmiş, serpilmiş ve gerçek kimliğini kazanmıştır. Uzun süre bilim dalı Larince olarak kaldı, kal- mak zorundaydı. Çünkü Larince ulus- lararası bilim çevrelerince bilinen bir dildi. Aynca Italyanca, Fransızca gibi dil- ler bilim dili olmaya yeterli değildi. Za- man içinde bilimde de Larince yerini ltalyancaya ve Fransızcaya bırakmıştır. Aynı biçimde kutsal kitaplar da her ül- kenin kendi diline çevrilmiştir. Eski Osmanlıca özell ikle Karamanlı- lar ve öteki beyliklerin konu üzerinde- ki duyarlılıklanndan ötürü yalm ve Türk- çe sözcük dağarcığı yönünden varsıldı. Söz konusu beyliklerin Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmesiyle birlikte Ana- dolu Selçuklulan döneminde ilk ürün- lerini veren yazınsal dil daha da geliş- meye baslamıştı. 15. yüzyılda Klasik Osmannca etkin boyutta Arapça ve Farsçanın etkisinde kalmış, ağır ve ağdalı bir dildir. Tanzi- mat'la başlayan Yeni Osmanbca döne- minde iş daha da ağırlasmıştır. Bu kez Arapça ve Farsçanın yanı sıra Batı kay- naklı sözcükler dilimize girmeye başla- mış, Batı'dan alınan kavram, deyim ve terimlere Türkçe karşılık bulunacağına Arapça ve Farsça tamlamalar uydurul- muştur. Latince kökenli Italyanca ve Fransızca vd. ana dilden kopma giri- şimlerinde bulunurken Türkçe giderek Arapça ve Farsçanın etkisine girmiştir. 12 Eylül'ü yapanlar bunun aynmın- da değillerdi. Bir başka deyişle, kuşak- lar arasındaki kopuklugun nedeninin, TDK'nin dilimizi anlaştırma çabalann- dan değil, Osmanlı tmparatorluğu'nun, sözünü ettiğimiz süreci tersine yaşamış olmasından kaynaklandığını bilmiyor- lardı. tmparatorluk ekin siyasası içinde Türkçenin anlaştınlmasına dönük bir- takım girişimlerde bulunulamamış ol- ması bugün bile Türkçe ve yazım kural- lan konusunda çok yönlü bir karmaşa- nın sürmesine neden olmuştur. Haklı olarak insanlanmız da Türkçe yazma ve konuşma konusunda ikirciklidirler. Oysa TDK kapatılmasaydı o günden bu yana çok daha yol alınmış olacak ve insanlanmız daha bilinçli ve kararlı bir biçimde yazmak ve konuşmak şansını yakalamış olacaklardı. Düşünüyorum da bu sütunlarda TDK'ye omuz vermiş kimlerin yazılan çıkmadı ki... Hıfej VfeJ- det Vetidedeoğlu, Melih Cevdet ve daha niceleri ve bu sayfada çıkan yazılarda- ki Türkçeye gösterilen özen Türkçenin anıtları. başyapıtlan olan bu yazılan okuyanlardan biri olarak kıvanç duyu- yorum. TDK bir okuldu. Türkçenin ne denli yetkin ve güzel bir dil olduğunu biz buokulda gördük, kıvraklığını duy- duk ve Türkçeye sevdayla bağlandık. Çağdaş düşünen yazarlar arasında bir ya- nşma vardı, bir rekabet vardı. Bu yanş- ma daha ne kadar çok güzel sözcük tü- retilmesine ve Türkçemizin giderek da- ha da varsıllaşmasına ve yabancı diller boyunduruğundan kurtulmasını sağla- yacakü.. Ne ki, Türkçenin varsıllaşmasına, ge- lişmesine dönük bu süreç yanda bırak- tınldı. Bilinçli olarak Atatürkçülük adı- na Atarürk'ün bıraktığı kalıtın yıkılmak istendiği bugün arnk kuşku götürmez bir gerçektir. Türkçenin bugün haklı olarak çok yakındığımız kirlenmesinin teme- linde TDK'nin kapatılmasının büyük payı vardır. Buna koşut olarak 1950 'den bu yana gelen ve 1980'den sonra yoğunlaşan toplumsal kirlenmeyi de gözardı etme- mek gerek. Özellikle YDD (Yeni Dün- ya Düzeni) yutrurmacasına ölçütlenmiş kimi etkin basın ve yayın kuruluşlan ve aydmlanmız ekonomik kalkınmanın her şeyin üstünde olması gerektiği inancın- dan yola çıkarak dil ve benzeri olgula- n tartışmaya açma gereğini bile duy- mamışlardır. Açtıklannda da çok yüzeysel sapta- malarla ya da Türkçenin kirlenmesine yol verecek öneriler ve savlara kapı aça- rak geçiştirmişlerdir. Dünyanın küçül- düğünü, "koca dünyanın bir kâğıt par- çasına sıgmış olduğunu" düşünmüşler. bundan böyle dünya uluslannın sınırta- nımadan dostça yaşayacaklannı, herke- sin neredeyse aynı dili konuşacagını savlamışlardır. Oysa Avrupa Birliği için- de en büyük kıyametin kimlik sorunun- dan kopacağını bizımkıler hiç hesaba kat- mamışa benzerler. Avnıpalı dil ve ekin konulannda çok duyarlıyken, biz bu dünyada yerbulabilmemizi salt ekono- mik kalkınmışlığımıza bağlamış gibi gözükmekteyiz. Kendi dili ve tarihini ya- bancı egemenliğine karşı savunma ara- cı olarak kullanmış uluslar bir toplu- mun bağımsızlığını yalnız siyasal ve ekonomik bağımsızlık olarak görme- mişler, ekin ve dil yetersizliğini bağım- sızlık anlayışlanna bir engel olarak bil- mişlerdir. Tepesindeki siyasal ve ekono- mik zorbalığuı karşısına kendi dili ve ken- di ekini ile çıkmanın önemini algılamış olan uluslar karanlığa karşı ancak böy- lece etkin bir savaşım verilebilecekleri- ni savunmuşlardır. Cumhuriyet'i kuran- lar boşuna mı fabrikalardan önce Türk Dil Kurumu ve Tarih Kurumu'nu ilk ağızda açmışlardır. Dilimizin kirlenmesine neden olan uygulamalara birkaç yıldır kimi ünlü yazarlanmız da katıldılar. Imgesel, anış- tınsal, altanlamsal kitaplar yazacağım diye dilimizin gerçek yüzünü saklamak ve çirkinliklere boğmanın hiçbir haklı yanı olamaz. Önceden okunulabilir güzel bir Türk- çeyle yazılmış yapıtlar verirken daha sonralan anlaşılamaz, kötü yapılmış çe- viri yapıtlan anımsatan kitaplar yazan bir yazann dili bilmediği savlanamaz. Aynı çızgide dilimizi boğazlayan kimi televizyon ya da radyo sunuculanmn dillerinin bozukluğunun da gerekçesi olamaz. lzleyici ya da dinleyici uğruna dilimi- ze yapılan haksızlıklann bağışlanır ya- nı yoktur. Dünyanın bir başka yerinde özgün bir yapıt vereceğim ya da insan- lan televizyon, radyo kanallannın başı- na çekeceğim diye dilini çarpıtan yazar ve sunucular var mıdır? Korkanm ül- kemizde tüm bu girişimlerin ardında Dil Devrimi'ne karşı olanlann parmağı olsun! Dil Devrimi'ne gönül verenlerin- se Atarürk'ün 26 Eylül 1932'de başlat- tığı Dil Bayramı kutlu olsun. Paris'ten bir arkadaş telefonda soaıyor- du. Sesi üzüntülü, acılı. "Neden askerilkgün deprem çalışmalanna katılmadı?" Fransız gazete ve dergilerinde de askerin ilgisizliği- ni kınayan yazılar çıkmış. "Hükümet istemedi de ondan"... dedik. Ama anlatmak, inandırmak kolay değil... Böyle felaketlerden hemen sonra ya sıkıyö- netim ilan edilir, ya olağanüstü hal... Türk as- keri yalnız cephede dövüşmez. Büyük acı- lan dindirmekte de hizmet verir. Yangınlar- da, sel baskınlannda, depremlerde... Ecevrt-Bahçeli-Yılmaz hükümeti asker- den neden çekindi? Bir gelirse bir daha git- mez diye mi düşündü? Işi kendi olanakla- nyla başarmak istedi, yüzüne gözüne bu- laştırdı. Yetmezmiş gibi Silahlı Kuvvetleri de dış dünyanın gözünde küçük düşürdü... Başbakan, "Böyle birşey istenmedi. Yal- nız bir emekli generalden başka..." demiş- ti o günlerde. O emekli General, Kemal Yavuz 'Müda- faai Hukuk' dergisinde bu konuda bakın ne Müdalaai Hukuk'u Okurken... diyor "Deprem- den sonra halkın daya- nılmaz peri- şanlığı karşı- sında acil ve etkilibirirade- nin gereği kaçınılmaz bir hafe gelince, 19 Ağustos akşamı atv haber bülteninde, çö- zümün Silahlı Kuvvetlerin olaya bütünüyle müdahalesi ve bunun yasal dayanağını sağ- lamak üzere deprem bölgelerinde sıkıyöne- tim ilanının uygun olabileceğinisöyledim.." Emekli Orgeneral Yavuz'un bu konuşma- sı üzerine Başbakan'ın yaptığı açıklamayı he- pimiz biliyoruz: "Askerkanadından böyle bir istekgelmedi?.." Oysa aynı gün öğleden son- ra GATA'da yaralılan ziyaret eden Genelkur- may Başkanı'na aynı soru sorulduğunda alınan cevap şu: "Konugörüşüldû. Hükümet gerek görme- di." EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Hükümet gerek gör- meyince, Silahlı Kuv- vetler ken- diliğinden mi işe karı- şacak, ola- yâ el koyarcasına bir çeşit sıkıyönetim mi ilan edecekti? Hükümet, kendi gücüyle birşey- ler yapmaya kalktı, ama başaramadı. Âradan kırk gün geçti, hâlâ karmaşa, şaş- kınlık, perişanlık, halkın tepkisi sürüp git- mekte!.. Kim ne yapıyor, belli değil! Gerçek anlamda işbiıiiği yok. Çadtrdağıtma işi, yağ- ma olayian, başıbozukluklar ortadan kalk- mış değil... Kemal Yavuz, 'Müdafaai Hukuk' dergi- sinde hepimize bir soru soruyor "Türkiye Cumhuriyeti nereye gidiyor?" Belfi değil mi nereye gittiği? 'Müdafaai Hukuk' dergisi gerçek Kema- listlerin buluştuğu yer. Her sayısında ilginç yazılar var Prof. Çetin Yetkin, Prof. Inal Cem Aşkun, Emin Değer, Yekta Güngör Özden, Nejat Birdoğan, Seyfettin Tur- han vb... Dergide bir de "mektup" yer almış: Mil- letvekillerine bir sesleniş. Imzalayanlar emek- li askerier, general, albay, emekli etçi, eski milletvekili, kısacası cumhuriyetçi bir kad- ro: "Sayın milletvekili, Halkın malını halka sormadan başkalan- na satma yetkisini kimden alıyorsunuz? Türk milleti size kendi mallannı satma yet- kisi vermedi. Anayasa'nın 125. maddesi de değiştiri- lecekmiş. YaniAskeri Şûra kararlannın yar- gı denetimi dışında olduğuna dair hüküm kaldırılacak mı?" imzacılar, bu kadar önemli konularda hal- koylamasına gidilmesi gerektiğini söylüyor, açıklamayı şu sözlerle bitiriyorlar: "Aksihal- de böyle yetki aşmalannın vebali altında kalırsınız." Meşruluk zetecı Dolora ve Harka bile Otomatik Günlük Faiz! Müracaat: En Yakın Egebank Şubesi. Gündüz AYBAY Huhıkçu Yargıtay Başkanı Sayın SamiSeJçuk ad- li yılın başlaması töreninde yaptıgı konuş- mada 1982 Anayasası'nın hem kabul edi- lişinde izlenen yöntem (usul) yönünden hem içerik bakımından (maddi bakımdan) meşru sayılmayacağını söyledi. Bu çarpı- cı sav çok kişiyi şaşırttı; değişik yorumla- ra yol açtı. Başkanın bu savını irdeleyebilmek için "meşru" sözcüğünün -bu çok kullanılan söz- cüğün- anlamını açık seçik ortaya koymak gerekir: Nedir meşruluk? Bu sorunun ola- nak ölçüsünde açık ve saydam yanıtını sap- tamaya çalışalım. Hukuk düzenine uygun bir durum ya da davraruşı nitelemek/ belirtmek üzere kul- lanılır "meşru" sözcüğü_ (meşru müdafaa. meşru haniil) Bu Arapça kökenli sözcüğü karşılamak üzere •'yasal" dendiği olur, ama yasal "kanunFnin karşılıgıdır; meşru'nun yerleşmiş bir Türkçe karşılığı yoktur. "Meşru" dar anlamda mevzuatauygun- luğu; geniş anlamda hukuk düzenine uy- gunluğu; en geniş anlamda da hukuk dü- zenine ve ahlaka uygunluğu belirtir. "Gay- ri meşru'' da bu kavramın karşıtı olan kav- ramı anlatır: Hukuka/ahlaka aykınhk... Dr. Sami Selçuk'un meşru saymadığı bir anayasayla kurulmuş Yargıtay'da baş- kanlık görevi yapması -kanımca- birçeliş- kidir; çünkü, anayasa gayri meşru ise, Yar- gıtay da gayri meşrudur. Bütün devlet örgütü ve bu örgütte görev yapanlann durumu/statüsü gayri meşru- dur. Bu gayri meşruluğu saptayan ve açık- layan kişi, bu örgütte görev yapmaz, yapa- maz. Başkanın bututum ve davranışuun ma- zereti olamaz; böyle birçelişkiyi içine sin- direrek görev yapmayı sürdürmesi çok sa- kıncalıdır. Bir meşruluk sorunu da kısa bir süre ön- ce, önemli bir kurulun karannda da orta- ya çıktı. Kültür ve tabiat varlıklannı koru- ma kurullanndan biri, verdiği kararda - mealen- şunu söyledi: "tstanbul BoğazTnaGemiTrafikDizge- si kurulursa, tanker geçişleri 'meşruluk' kazaıur; Bakû-Ce> han bonı hattuun ger- çekkşmesi önlenmiş olur." Montrö Sözleşmesi uyannca ticaret ge- mileri Türk boğazlanndan geçebilirler. "Masum" ya da "zararsız geçiş" sayılan bu geçiş, dar anlamda da geniş anlamda da "meşru"dur. Bu nedenle geçiş güvenliği- ni arttıncı önlemlerin alınması, düzenek- ler yapılması, Istanbul Boğazı'ndan geçi- şin meşruluğunu etkilemez. Birbiri arkasına gelen ve yüksek onın- daki (makamdaki) kamu görevlilerince meşru sözcüğünün özensizce kullanılma- sından kaynaklanan bu zihin bulandıncı söylemlerin, aydınlanmıza iyi düşünmeden konuşulmaması gereğini anımsatmış ol- masını dileriz. EGEBAN AKÇAKENT KADASTRO MAHKEMESt'NDEN EsasNo: 1994/167 KararNo: 1996/82 Mahkememizin yukanda esas ve kararnumarası yazılı dosyasında davacı Dursun Çe- lik'in Hasan Şahın mirasçılan aleyhine mahkememizde açmış oldugu davanın yapılan yargılaması sonunda 23.10.1996 tarih ve 1996/82 sayılı karan ile Akçakent ilçesi De- refakılı Köyü 121 parsel sayılı taşınmaz hakkında açılan davanın vazgeçme nedeniyle reddine, dosyanın arşivlenmek üzere Akçakent Tapu Sicil Müdürlüfü'ne gönderilme- sine ilişkin karar bugüne kadar davalılar Akçakent ilçesi Derefakılı Köyü'nden Bekir kı- zı Rukiye Şahin. Hasan oğlu Lütfi Şahın, Hasan oğlu Mustafa Şahın, Hasan oğlu Du- ran Şahin, Hasan kızı Gülbeyaz Şahin ve Hasan kızı Döndü Şahin adlanna tebliğ edıle- mediğı ve adreslerinin de tespit edilemediğinden ilanen tebliğine karar verilmekte; Işbu ilan tanhinden in'baren 15 gün içerisinde yasa yoluna gıdilnıemesi halinde kara- nn adı geçenJere tebliğ edilmiş sayılarak kesinleştınleceği hususu ilanen tebliğ olunur. 23.8.1999 Basın: 41908 PENCERE AhmetRasnfdenBugine... Ahmet Rasim'i okumak Türkçenin tadını dama- ğımızda duymak için bire bir. Isterseniz birlikte okuyalım: "Patlıcanlar mörara morara kadife rengini aldı. Çenesine güvenen, sırtına küfesini takan sokak- ta 'Kemer patlıcanlanm' diye bağınyor. Gerçi gü- zel sebzedir. Misafir ağıhar. Biraz hazmı ağırdır. Ama doyurur. Bıktırmaz. Her şeye kanşır: Türiü- ye girer, dolma olur, şişe dizilir; ezim ezim ezilir; imambayıldı biçiminde görünür; fakat tavası deh- şetlidir. Ne de kolay yemektir. Biraz çalı çırpı, ta- laş, yonga, bakkaldan yüz dimem yağ, sütçüden bir kâse yoğurt alındı mı misk! Evde bir uğraştır başlar. Iki diş sarmısağı havan işlemeğe koyulur. Delikli bir kap sahanlıktan iner. Birer birer alaca biçim kesilip dilim dilim doğranır. Zehiri çıksın di- ye tuzlanır, bir kenara çekilir. Odunun kurusu or- taya;yanınayakıcımaddeleryerleştirilir. Gelsinyel- paze, körük, püfpüf! Alev aldı mı, tava üstüne bo- ca zeytinyağı. Oh, ne cızırtı! Yağ fıkırdar, daha yanmadı. Çıtırdar, biraz daha. Hışırdar, ha ha hal Derken bir feryat. A dostlar yetişin! - Ne oldu? - Yanıyoruzi Tutuştuk! Şangır. - Komşular, yanıyoruz! Paldır. - Dostlar tutuşuyoruz! Küldür. - Eyvahlar olsun! Su! Yağma mı var? Kuyu on sekiz kulaç, hem de mutfakta. Hangi kabadayı çekecek? Ta geçen yıldan beri kurumundan durulmayan bacanın gö- zü dumanlanmış; ateş püskürüyor, 'of dedikçe deliklerden alev fıriıyor. - Mahalleli! Komşular! Kim kime? Yandakiler Sanyer'e gitmiş. Üst baş- takilerdüğünde. Alperdelilerdenizkenannda. Kan- tarcınınkiler Çengelköyü'nde. Köşedekiler yaz- lıkta. Vay vay! Kule görecek, işaret çekecek, köşklû gidecek, tulumbacılar kalkacak, gelecek, su bu- lacak, hortum takacak, basmaya başlayacak da yangın sönecek... Ha babam ha!.. Çareler yok. Yanacak. Alev yandaki evin kap- lamalannı yalıyor. Ha aldı, bak bak. Kiremitlerin arasından duman çıkıyor. Sardı." • Yazı böyle sürüyor, başlığı da ilginç: "Belediye- ye Dair." Çünkü Ahmet Rasim bu fıkrasında yan- gınlara karşı önlem almayan belediyeyi eleştiriyor. Eskiden fıkra adı verilen köşe yazısında, üstad, Türkçeyi edebiyat ders kitaplannda öğrencilere ör- nek olacak kadar güzel kullanıyor. Ahmet Rasim yaşamında yoksulluktan kıvran- mış bir yazar... Şimdi yaşasaydı?.. Dünya degişti, basın yayın medyalaştı, holding- leşti, kalantorlaştı. Ahmet Rasim zamanında gazetecilikte para yoktu.. Ama Türkçe vardı. Şimdi para var. Türkçe yok. • Ikinci Meşrutiyet'ten sonra Ahmet Rasim ile Hü- seyin Rahmi "Boşboğaz" adlı bir mizah dergisi çıkarmışlar. Boşboğaz yazı kurulunu şöyle tanrt- mış: "Başyazar: Çalçene. Yazı Işleri Müdürü: Geveze. Yazarlar: Abuk Sabuk, Kekeme, Ağustos Bö- ceği, Pepeme, Ai Takke Ver Külah, Kaynana Zı- nfosı.." Bugünkü medyaya da pek yakışır bu adlar; ama ekleme yapmak gerekiyor: Sahibinin Sesi, Yalan- cı, Düzenbaz, Utanmaz, Üçkâğıtçı! Medya boşuna mı gözden düştü? Halk artık ga- zetelere neden kuşkuyla bakıyor, niçin inanmıyor, güvenmiyor? 'Okur' neden 'müşteri'ye dönüştü? Araştırmacı Gazeteci Adaylarına Çağtı Dünya'yı ve Türkiye'yi bilen... Gelişmeleri doğru yargüayan, sorgulayan ve denetleyen... Meslek ilkelerine ve topluma saygıb... Toplumsal sorumluluk taşıyan... Uğur Mumcu'nun araştırmacı gazetecilik çizgisini devam ettirecek... ...gazeteciler yetiştirmek amacıyla Araştırmacı Gazetecilik Kursu düzenlenmiştir. Şu anda herhangı bir yerde çalışmayan, 25 yaşını aşmamış üniversite mezunlanna. karşılıksız burs verilecektir. Adaylar, yüz yüze yapılacak gönişme sonucunda belirlenecektir. Burs almaya hak kazananlar, 3^ aylık yoğun kuramsal eğitim çalışmasından sonra 3 ay süreyle gazetelerde mesleki deneyimlerini geh'ştireceklerdir. Vakfımızdan alınacak başvuru dosyalannın 8 Ekim 1999 Cuma günü saat 17:00'ye kadar vakfa teslim edilmesi gerekmektedir. I I mu uğut mcu UİARAŞTIRMACI GAZETECİLİK VAKFI P.ris Oödcsi No: 14 «540 Kav-«kM<n ANKAKA Td. -93121 417 77 20 pbı Faks: 103121 417 57 4* e-posta:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle