18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14MAYIS1999CUMA HABERLER Türbanneyî öıtüyor?Siyasi tslam sokak, okul ve Meclis'te şimdilik türbanı kullanıyor. Demokratik haklar isteminin ardındaki niyeti anlamak için FP'den milletvekili seçilen Merve Kavakçı örneğini iyi anlamak yeterli BERTAN AĞANOĞLL Fazilet Partisi'nden milletvekili seçi- len Merve Kavakçf nın 2 Mayıs pazar günü yemın töreninin yapıldıgı genel kurulatürbanlagirmesi sonrasındaTür- kıye gündemıne "türban" oturdu. DSP milletvekılleri alkjşlarla Kavakçıyı "DH şan, dışan" diye bağırarak protesto ederkenFP'lilerdekarşıprotestoyageç- tiler. ANAP, DYP. MHP sıralan ise ses- siz kaldı.. Gerçi. seçmenine "Türban zulmüne son vereceğiz'', "Ürkekçe değü, erkek- çe" vaatleriyle seslenen MHP'nın tür- banlı milletvekili Nesrin Ünal başını açarak yemin ettı. Ancak grup toplan- tılanna türbanıyla geldi, Anıtkabir' i tür- banıyla ziyaret etti... Işte, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa- sı'nındeğiştirilemez"laiklikilkesi''tar- tışmalan ve bağlı olarak yıllardır sıya- setin gûndemine oturtulan "türban", merkez sağ partilenn bu "tavırsızuk" tavn nedeniyle TBMM'de kriz yarata- cak noktaya geldi. 1950'de Demokrat Partı, kırsal kesi- min ezilmiş ve dışlanmışlığına karşın "dini kullanarak" ezicı bır çoğunlukla iktidara geldi. 1960'lann ikinci yansı. sol hareketlere karşı dinci ve gericile- rin desteklendiği yıllar oldu. Üniversi- telere başörtülü girme tartışmalan 1968"de Ilahiyat Fakültesi'nin "sıkma- başh" kız öğrencileri tarafından başla- tıldı. tlahiyat Fakültesi ve Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, başörtülü okula girme amacıyla boykot ve açlık grevlerine sahne oldu. l980"e gelindiğinde generaller. 12 Eylül asken darbesinin gerekçelerinden birini, "şeriatçıgüçlerüıgiderekgüçlen- mesi" olarak gösterdıler. Ancak 1980"lı yıllar. din derslerinin zorunlu kılınma- sı, imam-hatip liseleri ve Kuran kursla- nnın sayısının neredeyse patlamasıyla geçti. Yine aynı yıllarda MEB'e baglı okul- lara başörtüsüyle gırmeyi yasaklayan yasalara karşın "başörtüsü" ve "tür- ban" tartışmalanyla geçti. Yasalar "ek" maddelerle. kararnamelerle delinmeye. Prof. Arat'ın degerlendirmesi Siyasibaskûar vecyUaygpsı YUSUFZİYAAY lstanbul Üniversitesı Kadın Araştırmaları \e Uygulama Merkezi Başkanı Necla Arat, "başörtüsü" sıkıntısının başlan- gıcını 1980"li yıllara bağlıyor. Arat'a göre 1982 yılından itiba- ren yavaş yavaş olay netleşıyor, yükseköğretım kurumlannda ör- tülü kızlann sayısının artmaya başlamasıyla bırlikte tartışmalar genişliyor. Necla Arat, üniversi- telerde örtünmeyle ilgili yasal sürecı incelerken siyasal baskı- ların ve siyasal iktıdarlann oy kaygılanyla nasıl şaşırtıcı uygu- lamalar veya "uygulamama"lar yaptıklanna dıkkat çekıyor. YÖK'ün 20 Arahk 1982 ge- nelgesınde yükseköğrenim ku- rumlannda kız ögrencilerin ba^- lannın açık olması hükmüne rağmen YÖK'ün 1984tarihinde bir karar daha aldıgını anımsatan Arat. şunları söyledi:"Yükse- köğrenim kurumlannda sayıla- n az da otsa kız ögrencilerin mü- essese içinde ba- şörtüsü kullan- dıklan konusu üzerindedurula- rak bu dunımun etkin bir suretk önlenmesi için ancak •modern' bir şekilde " tür- ban" kullanabüe- cekleri görüşü çoğunlukla be- ninısendi." Arat. bu ge- nelgeyle ilgili olarak "Türban o dönemdeki • ÎÜ Kadm Araştırmalan ve Uygulama Merkezi Başkanı Prof. Necla Arat "Modern bir şekilde türban kullanılabilir" yorumunun bugünleri ipotek altına aldıgını vurguluyor. YÖK Başkanı Ihsan Doğrama- cı'nın tanımıdır" degerlendir- mesi yapıyor ve sorunun bugün- lere gelmesinde herkesin sorum- luluğu olduğunu anımsatıyor. 13Ocak 1987'derektörlükten çok ivedı kaydıyla bir yazı gel- diğini anlatan Arat, sözlerinı şövle sürdürüyor: "Buna göre YÖK'e bağlı kunım dershane, laboratuvar, klinik ve koridorla- nnda çağdaş kıyafet dışındaki bir kıyafct \ e görünümde bulun- mamalannın sağlanması ama- cıyla kapüarda denetleme yapıl- ması, başlan örtülü olanlann Öğrenci Disiplin Yönetmeli- ği'nin 7. maddesinin h ftkrası uvannca disiplin suçu işlemiş olacaklan karan bildirilhor" Türbanlı kızlann sayısının art- ması üzerine üniversite yönetici- lerinin tepkiler karşısında sıkış- tığını ve siyasetçılerin durumu idare etmeye çalıştığını belirten Arat, süreklı gidıp gelen karar- nameler, genelgeler. \ asalara ek maddelen yenıden gözden geçi- rirken bazen gülünç noktalara gelindiğinı ıfade ediyor. 10 Arahk 1988'de TBMM'de ANAP'ın çoğunlukta olduğu dönemde, 2547 savılı kanuna geceyansı getirilen ek 16. mad- de ile "Yükseköğrenim kurum- lannda dershane, laboratuvar, klinik ve koridorlannda çağdaş görünümde olnıak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçlann örtü ve türbanla kapa- ülması serbesttir" ifadesi getiri- lıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ek 16. maddenin anayasanın 2., 10., 24. ve 174. maddelerine aykınlığı nedeni ile iptalı istemiyle Anayasa Mahke- mesi'ne başvuruyor. Anayasa Mahkemesi, 7 Mart 1989'daek 16. maddeyi iptal ediyor. Anaya- sa Mahkemesi sonuç olarak 2547 sayılı YÖK Kanunu'nun 44. maddesinin değıştirilmesi ve bu kanuna eklenen ek madde 16'nın anayasayaaykın olduğu- na \e iptaline oy çokluğu ile ka- rar veriyor. Arat. 1993 yılında Avrupa tn- san Haklan Mahkemesi 'ne baş- vuran ikı türbanlı kız öğrenciy- le ilgili karara dikkat çekiyor. Avrupa Insan Haklan Komisyo- flti 5 Mart 1993'teşu karan alıyor: "Avrupa tnsan Haklan Sözleş- mesi'nin 9. mad- desi din ve vicdan özgürlüğünü gü- vence altına alır. Bu çerçevede bir dinin uvgulan- ması. öğrenimi, ayinlerini ve tö- renlerini de gü- vence altına alır. Ancak sözleşme- nin kamuya açık alanlarda bir dinin ya da inaıu- şın emrettigi şekilde davranma nakkını da kişhc mutlak olarak tanıdığışeklindevorumlanamaz. Laik bir ülkede. iaik bir üniver- sitede eğitim gören kişi büriin ku- rallan kabul etnüstir. Bu kural- lar ögrencilerin dini inançlannı yerinegetirmelerini gerekyer, ge- rek şeldl açısından bazı sınıria- malara tabi tutabilir." Ay nca kararda özetle 5u ifade- ler de kullanılıyor: "Ban dini akımlann öğrenimde kamu dü- zenini bozmamalaru ihlal etme- meleri için kurallarla suurlama getirUebiurr Arat, türban konusunda siya- si baskılar nedeni ile uygulama yapılamadığını ve Merve Ka- vakçı olayına kadar gelindiğini belirterek sözlerini şöyle sürdü- rüyor: "Türban siyasi simgedir. FP'nin önde gelen isimlerinden Bülent Annç da "Evet siyasi simgedir' dedL Ne>in simgesl Si- yasal Islamın simgesi. Demokra- si olanaklanndan ve firsatiann- dan > araıianarak paıiamentoya kadar gelebilen biri siyasal ba- şörtüsünü örtmekte direnhor. Oysa shasal İslam ve demokra- si birlikte düşünülemez." İstanbul Ünhersitesinin önü ve Beyazıt Meydanı sık sık türban gösterflerine sahne oldu. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın türbanı yasaklayan kararlan değiştiril- meye calışıldı. Türkiye'de Islamcı hareketler güçlen- diği yıllarda dünya da tslamcı siyaset- leri, radıkal Islamcı hareketleri tartışı- yordu. Iran'da şahı deviren 1979 hareketi, Is- lamı kendisine bayrak edindi. Humev- niönderhğındeki mollalar. devnmi bir- likte gerçekleştırdikleri sol güçleri şid- detle ezerek dini esaslara dayalı birdev- let oluşturdu. Iran devrimiyle birlikte yeni bir malzeme keşfe- dildi: "Kadın". lran devriminin başan- ya ulaşmasında en önem- li etkenlerden bıri olan ka- dın artık siyasal malzeme olarak sokaklardaydı. Ka- dınlar Iran'da misyonlan- nı tamamlayıp evlerine döndüler. Ülkemizde de, kadının dini inancı ya da gelenekleri gereği kullan- dığı başörtüsü siyasal Is- lamcı hareketin bayrağı, ünı\ersiteler bu savaşımın alanı haline getirildi. Islamcı erkekler "yasa- lara aykm olmayan" kı- yafetleriyle üniversiteler- de okur, bürokraside önemli yerlere gelebilir- ken inançlannın kapan- mayı gerektirdığini söyle- yen kadınlar "kamu alan- lannın dışında" kaldılar 12 Eylül sonrasında gı- derek artan imam-hatip li- selerinde, Kuran kursla- nndaörtünen kızlara, üni- versite kapısına geldikle- rinde başlannı açmalan "buyuruldu". TV'de ya- yımlanan bir tartışma programında bir öğrenci "Başımı açtım, ama ba- şörtüsü kafamda" sözle- riyle yeni neslin nasıl bir ideoloji ile yetiştirdildigi- ni gösteriyordu. îslamın kendilerini "öz- gürleştirdigini'' söyleyen ' kadınlar, üniversite kapı- sında, dini kurallann ken- dilerini eve kapatan yü- züyle karşılaşrılar. Başlannı kapatarak öz- gürleştiklerini iddia eden kadınlar, kamu alanına din ilkeleriyle girmeye ça- lıştılar. Ancak laik devlet ilkeleriyle karşı karşıya kalan kadınlar hâlâ kendi- lerini "karanlığa" mah- kûm edıvorlar. GERİCt HAREKET KAYBETTÎĞt MEVZİLERİ KAZANMAK İÇİN SOKAĞAİNDİ 28 Şııbat'ın dur dediği an HATİCETUNCER 1997-1998 ve 1998-1999 öğretim yıllan tür- banın en çok tartışıldığı dönem oldu. Bu dönem, 28 Şubat MGK kararlannın da siyasal temelini hazırladı. Şubat başlannda ordunun türban konusunda rahatsız olduğu ve REFAHYOL hükümetinde sağlanan, türbanm serbest bırakılması konusu- na sıcak bakmadığı haberleri yayımlandı. MGK'nin 28 Şubat 1997'deki kararlannda Is- lamcı hareketler en hassasiyet göstenlen konu oldu ve türban "layafet yasasına avkın gjyim" olarak nitelendi. 28 Şubat'ın ardından kamuoyunda başlayan 8 yıllık eğitim tartışması dolayısıyla Sultanah- met Meydam'nda Mayıs 1997'de sanklı, cüp- peli, çarşaflı, türbanlı şeriatçı topluluk imam- hatiplerin kapatılmasına karşı miting düzenle- di. Temmuz ayında Sıvas Cumhuriyet Üniver- sitesi Hemşirelik Meslek Yüksekokulu mezu- niyet törenine 25 türbanlı öğrencinin alınmak is- tenmemesi eylemlere neden oldu. 1987 YÖK Disiplin Yönetmeliği'ne eklenen bir hükümle yükseköğrenim kurumlannda, ka- palı mekânlara türbanla girilmesi yasaklandı. Milli Eğitim Bakanhğı'nın 15 Eylül 1997tarih- li genelgesi de okullara türbanla girmeyi yasak- lıyordu. lstanbul Cniversitesi'nde. kayıt evTa- kında başörtüsüz fotoğraf istenmesı üzerine, rektör Bülent Berkarda'yı protesto eylemleri yapıldı. lstanbul Ünaersıtesi'nde ve dığer ünı- versitelerde eylemler ekım, kasım aylannda tır- manarak sürdü.Türban sorunu yalnızca ünıver- sitelerle sınırlı kalmadı. Tıp fakültelen hastane- lerinde türbanla çalışan doktor ve hemşırelere soruştumıaaçıldı. Bu arada, Yargıtay kasım ayında, duruşmay a türbanla gırmek isteyen ve mahkeme salonun- dan dışan çıkanlan ıki avukat hakkında. "Ka- dın avukat duruşmada türban takamaz" kara- n verdi. 23 Şubat 1998'de sakallı, başörtülü ög- rencilerin üniversiteye ahnmaması konusunda- ki genelge, yeniden türban merkezli tslamcı gösterilere neden oldu. 24 Şubat'ta, Beyazıt'ta yapılan ve öğrenciler dışındaki cüppelı-sankhlann katıldığı gösteri- ye bazı sol gruplardan da destek geldi "Rektör sakaü kestiremez sakalı", "L stura Kemal" gi- bi sloganlar bu kez yeni rektör Kemal Alemda- roğhı'nu hedef aldı. Dönemin Başbakanı Me- sut Ydmaz. kılık-kıyafet uygulamasında Kemal Alemdaroğlu'nu suçlayan bir tututna girince rektör gelecek yıla kadar genelgeyi geri çekti- ğinı açıkladı. Cumhurbaşkanı Süleyman DemireL mart so- nunda gerçekleştınlen rektörler toplantısında türban yasağının uygulanmasını istedi. Başörtülü ögrencilerin kimliklerine başı açık fotoğraf verme zorunluluğu ve sınav larlabirlik- te eylemciler yenıden sokaklara döküldü v e ey- lemler dığer ünıversitelere de yayıldı. Haziran- da tÜ'dekı yasağı protesto için Ankara"ya yü- rüyüş yapıldı. Türbanlılann temsilcileri, TB- MM Başkanvekilı YasinHatipoğlu'ylagörüştü. Ünıversıteler 1998-1999 öğretim yılına yine türban kriziyle girdıler. Üniversite rektörleri, açılış törenlennde yaptıklan konuşmalarda bir siyasal bayrak haline gelen türban etrafında fır- tınalar kopanlması yerine sorunun temeline inil- mesinı ve eğitim polıtıkalannın gözden geçiril- mesini istediler. Bazı tslamcı gazete yazarlan- nın da destek vermesıyle 11 Ekim "tnanca say- gı, düşünceve özgürlük için el ete" eylemı Istan- bul'da büyük bir Islamcı gövde göstensme dö- nüştü. Aralannda Millı Gazete yazarlanndan Abdurrahman Dilipak'ın da bulunduğu bazı vazarlar gözaltına alındı. Türbanı meşrulaştırma mücadelesi üniversi- te dışındaki alanlarda da devam etti. Basın Kart- lan Komisyonu kart almak için türbanlı fotoğ- rafla başvuru yapan kadın gazetecilerin dosya- lannı görüşmeden geri çevirdi. Türbanlı fotoğ- rafla hâkimlık ve savcılık başvnrusunda bulu- nanlar reddedilirken Sıvas'ta 92 öğretmenın, hastahk gerekçesiyle "türbantakmasıgerekir" raporu aldıgı ortaya çıktı. BIRBAKIMA SERVER TANİLLİ Strasboupg'da İkiYazar Strasbourg'da arka arkaya iki yazarımızı ağıriadık. 24 Nisan'da Demir Özlü, 7 Mayıs'ta da Necati Cumalı, Türk Etütleri Enstitüsü ile Vis â Vis Derneğı'nin çağrılısı olarak, Dernek- ler Evi'nde bir salonda, seçkin bir dinleyici kit- lesi önünde birer söyleşi yaptılar. Sanatlann- dan, insan ve toplum sorunları karşısında ta- kındıkları tavırdan söz ettiler; eserlerinden ör- nekler verdiler. Sanat özgürlük, ama bir yerde de sorumluluk demek. Her iki sanatçı, bu iki kavramın ne anlama geldiğini sergilediler. Strasbourg'daki ınsanlanmız unutamayacak- ları iki gün yaşadılar. O iki günü özetlemek de bu yazının zevkli konusu... • Okuriara uzun uzadıya hatırlatmanın anlamı yok: Demir Özlü, yazarlığının ilk dönemini içi- ne alan varoluşçu bir dünya görüşünden, son- raki yıllarda sosyal gerçekçi bir doğrultuda esertere yönelmiştir. Başlarda çevre, toplum ve doğa bağlantılarından soyutlanarak ele alı- nan kişiler, daha sonraki dönemde yerli yeri- ne oturtulur. Şimdi altmışını aşmış sanatçı, bir otuz yılı geçen yazarlık serüveninde, bize ro- manlar, öyküler, günlükler verdi. Son bir ese- ri, Paris Günlüğü de şu sıralarda yayımlana- cak. En iyi anlattığı da "/cüçü/f bu/7'uva"lanmız ol- du. Bir Uzun Sonbahar'm (1976) arkasından Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yıllan (1979) ve on- ları izleyen çoğu ürünleri, bu tipi gözler önüne serer. Yazarın, bir yerde kendisini de anlattığı bu romanlarda, Türkiyeli küçük burjuvaların, 6O'lı 70'li yıllarda demokrasi mücadelesinde, özellikle de sol yelpazede oynadıkları önemli rolü de görür, tanınz. Direnişin ön saflanndan bir yerde olmuştur küçük burjuvalar ve bizzat yazanmızın yaşamında olduğu gibi, büyük acı- lar çekmişlerdir. Ister istemez akla geliyor: Yeni bir yüzyılın eşiğinde nelerle meşguldür acaba son kuşak küçük burjuvalarımız? Demir Özlü, Türkiye'de politik kavganın ge- lip durduğu noktadan, hepimiz gibi pek tedir- gin. Cumhuriyet Devrimi'nin karşılaştığı bü- yük saldın, solun geleceği onu çok kaygılan- dınyor. Özellikle CHP'nin durumu, onun da üzerinde dikkatle durduğu bir konu: Strasbo- urg'dan dönüşte, Stockholm'den bana yolla- dığı 1 Mayıs 1999 günlü mektupta şu satırlar var "Bu CHP'nin durumunun önem kazandı- ğı konusunda hemfikirim. Yalnız -son gazete- lerde de gördüm- bu partinin bir 'illeti' vardır. Gene başkan vb. kadrolan kendi içlerinde an- yortar. Bu parti kavgalı bir aile gibiğjr, Bu yyo.- den bugüne kadar kendi dışına taşamamışttr. Oysa Türkiye'nin sorunu, artık ciddinin de öte- sinde. Bunlar bütün 'ilerici' hatta 'uygar' in- sanlan partilerine toplamazlarsa, gene de bir şey yapamazlar. Bu oyunun devamı olur." Ne dersiniz, haksız mı Demir Özlü? * Necati Cumalı 78 yaşında! Şair, öykücü, roman ve oyun yazan; ürün verdiği türlerın hepsindede büyük başan gös- teren, örneğin oyunları en çok sahnelenen bu sanatçımızt, bir hastalıktan yeni çıkmış da ol- sa, pek dinç buldum, sevindim. Yıllara meydan okuyor Cumalı, daha da oku- yacak... Necati Cumalı'yı. önce şiirlerinden, sonra başta Urla olmak üzere, Ege kasaba ve kırsal kesim insanlarını anlattığı öykü ve romanlann- dan tanıdık. Kim unuturZe//ş'i, Yağmurlar ve Topraklar"\, Acı Tütün'ü? Sonra, Anadolu in- sanının cinsel tablosunu çizdiği Ay Büyürken Uyuyamam'öak\ o çarpıcı güzelim öyküleri? Son yıllarda, bir başka konuya el atarak öy- küleştirip romanlaştırdı: Makedonya bu! Yüz- yıllarca barış içinde yaşamış, arkasından mil- liyetçi akımların kanlı bıçaklı ettiği, içinde ya- şadığımız yıllarda da Sırp vahşetinin acılannı sırtlanan Balkanlar'da bir köşe Makedonya. Orada doğmuş bir Türk yazan olarak, etnik kavgaların ötesinde, Balkan halklarının ara- sındaki kardeşliğin bir destanı yazdığı Cuma- lı'nın. Türkiye'de basım üstüne basım yapan eser, şu önümüzdeki günlerde Fransızcada da yayımlanacak ve sanınm büyük yankılar yapacak. Bir eli sevgi, sevinç. özlem gibi bireyin gün- cel kaygılarında, bir eli de çağın sosyal sorun- lannda olan bu büyük yazarın yazdıklarının on- ca yaygınlık kazanmasında, sanıyorum dil, o hünerle kullandığı şiirsel dil başrolü oynadı. Son bir çözümlemede eseri yüklenen, dil de- ğil midir zaten? Okuyunuz, bütün olarak okuyunuz Cuma- lı'yı. Adam Yayınları, yerinde bir iş yapmış, şiirle- rinden seçmeler yayımlamış. Geçen yıi çıkan kitabın şimdi de dördüncü basımı elimizde. Demek hâlâ tutuluyor şiiri. Çok yaşasın "Güzel Aydınlık"\n şairi!.. SIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR oralcalislar6iturk.net. Zihni (ANADOL) Ağabey, uzun bir hastalık dönemınin ardından yaşama veda etti. Zihnı Anadol, Türkiye'de sol düşmanlığını. özgürlük düşmanlığını yüreğinde yaşamış, bütün ömrü bo- yunca bu ülkeyi yönetenlerin cadı ka- zanlarında kaynatılmış su katılmamış bir sosyalistti. "Komünistler Mosko- va 'ya", "Komünizm hergörüldüğüyer- de ezilmelidir" diyerek bu ülkeyi bir ge- ricilik bataklığına çevirenlerin gazabına uğrayanlardandı. Ömrünün uzunca bir bölümünü ce- zaevinde geçirdi. Işkencelere uğradı, okulundan atıldı, işınden oldu, aç kal- dı. susuz kaldı, dört çocuğunu yetişti- rebılmek için büyükfedakâriıklara kat- landı. Onu hep izlediler, hep yok etme- ye çalıştılar. Bütün bunlara rağmen, o pınl pırıl beyni ve direnciyle hep ayak- ta kaldı. Her karşılaştığımızda, onu eri- tip bitiren hastalığına karşın okuyordu, olaylan izliyor ve yorumlamaya çalışı- yordu. En son Mehmet Kemal Ağa- bey'in cenazesinde karşılaştık. Soh- betlerimizi daha sonra telefonlarla sür- dürdük. Zihni Ağabey'i dün toprağa verdik. Onun sıkıntılaria dolu yaşamını düşü- nürken, geçmişı yeniden anımsama- mak mümkün mü? 1940'larda Zihni Anadol'lan işkenceodalannave hapis- hanelere yollayan anlayış ne ölçüde değişti? Solun ve demokrasinin önünü kesmek amacıyla islamı ve milliyetçili- ği besleyip büyütenler bir yerlere mi gittiler? Onlar hedeflerine ulaştılar, şu anda şoven milliyetçi ve Islamcı parti- lerin toplam oy oranı yüzde 35'lere ulaştı. Geriye kalan partiler de bu iki partiyle Islamcılık ve milliyetçilik yanşı halindeler. Ölenler, ölüp gittiler mi? Zihnı Anadol'u birömürboyu izleyen milliyetçi ve Islamcı bağnazhk, bugün ülkemizin en etkili siyasi güçleri haline geldiler. Bu ülkenin kaderine 50 yıldıryön ve- ren anlayış, Zihni Anadol'u uğurladığı- mız günde artık meyvelerini toplayacak noktaya geldi. Meclis'teki parlamen- terlerin geçmişini araştırdığımızda önemli bir kısmının, geçmişteki şove- nizmin ve dinciliğin yüzeyselliğinde ve acımasızlığında kulaç salladıklarına şa- hit oluyoruz. "Türkün Türkten başka dostu yok- tur" türünden bir içe dönüklük, "Bir Türk dünyaya bedeldir" türünden kof böbürlenme, şu anda ülkeye egemen bir anlayış haline dönüştü. Bir insanın mensup olduğu din ve milliyet. onun doğuştan kazandığı kimliği olduğu hal- de, böyle bir mensubiyetin böbürlen- meye dönüşmesi ancak bir ilkelliğin dı- şa vurması olarak kabul edilebilir. Din ve milliyet, daha çok buna fazla bir şey ekleyememiş sıradan insanın övünç vesilesi olabilir. Bizde ise, top- lumayön veren anlayış bu mensubiyet- lerle övünme üzerine inşa ediliyor. Zih- ni Anadol'lar kendi mensubiyetlerine çok şeyler ekleyen insanlar kuşağın- dandı. Dünyaya evrensel gözlüklerle bakar, ırk, din, dil, cinsfarkı gözetmeksizin in- sanları eşit sayarlardı. Eşitsizliğe isyan ederler, haksızlıklara boyun eğmezler- di. Işte bu nedenle bağnazlığın hedefi haline gelirierdi. ••• 22 yaşında Sıvas'ta Islamcılığın bağ- nazlığında can veren Hasret Gülte- kin'in müziklerini dinledim. Bağlamayı bu kadar güzel ve etkili çalan çok az müzikçi dinledim. Olağanüstü bir mü- zik ustası ve güçlü bir ses. Onu dinler- ken, Türkiye'nin kötü kaderine yandım. Nice değerli sanatçımız, bağnazlığın cenderesinde, genç yaşlarında yok olup gittiler. Şimdi, siyasi tartışmalan izliyorum. Hasret'in ölümünden sonra doğan 5.5 yaşındaki oğlu Roni Hasret Gülte- kin'i, eşi Yeter'i düşünüyorum. Ülkü- cülerin öldürdüğü Ecevit'in yakın dost- larının yakınlarını düşünüyorum. Abdi Ipekçi'nın, Doğan Öz'ün, Kemal Türkler'ın. Ümit Kaftancıoğlu'nun, Bedri Karafakioğlu'nun, Bedrettin Cömert'in, Ali ihsan Özgür'ün, onlar- ca değerli aydınımızın eşlerini, çocuk- larını düşünüyorum. Ne kadar çok aydınımızı, cinayetler- de, bağnazlıklarda yitirdik. Bir çoğu- nun katili yakalanamadı. "Herşeye ka- dir devlet" aydınlarımızın katillerıne ge- lince birden çaptan düşüverdi. Türban giyme ve çıkarma konusunda canını dişıne takarak dövüşenler, iş katillerin aranmasına. büyük kınmlann sorumlu- larını bulmaya gelince birlikte sakinle- şivenyoriar. Söylenenieri duymazlıktan gelip, hemen bir ittifaka yöneliyorlar. Hasret Gültekin'in, içli içli çalan bağ- laması gecenin karanhğında geçmişi- mizi ve geleceğimizi anımsatıyor. Zih- ni Ağabey'in acılarla dolu kaderi, Tür- kiye'nin kaderiydi. Ölenler öldükleriyle mi kaldılar? Düşündükçe yüreğim sıkışıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle