Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8 NİSAN 1999 PERŞEMBE
14 KULTUR
Sahne sanatıyla ilgili sanatçılann sorgulama alanına 'kendine ait bir dil' ne ölçüde giriyor
Artık yabancı clil hflmek
• Günümüzde kadın
sorununun, gösteri
sanatlanna yansıma
biçimi, özellikle bir dil
sorunu olarak
düşünülmelidir. Farklı
bir dile ne kadar
açıksınız? Farklı bir
dilin, farklı olduğunu
görmeye ve anlamaya
ne kadar açıksınız?
EMRE KOYUNCUOĞLU
8 Mart Dünya Kadınlar Gü-
nü'nün sanatsal etkinlıklerini iz-
lerken ve bu çalışmalar üzerine
yapılan yorumlan dinlerken, tek
birgünesıkıştınlaraktartışılma-
ya çalışılan bu soruna, sahne sa-
natlanyla ilgili olan insanlann
ne hassaslıkta yaklaşrığını sorgu-
lamak istedim.
Izlediğim birçok oyun "ka-
dm" oyunu olarak isimlendiril-
se de, oyunculann cinsiyetlerinin
kadın olması dışında. "kadın"la
ilgili -en azından benim için- bir
alan kapsayamıyorlar. Günümüz-
de kadın sorununun, gösteri sa-
natlanna yansıma biçimi, bence
özellikle bir dil sorunu olarak
düşünülmelidir. Geleneksel an-
latım biçimlerinin dışında fark-
lı, özgün ve sanatçının kendi dü-
şüncesini bedeninde "gerçekleş-
tirebUdigT bir dil; kadının "ken-
di" olarak var olmasına. zengin-
leşmesine ve ilehşimini "kendi"
yoluyla kurmasına olanak tanı-
yacaktır.
Bu yalnızca kadın sorununun
çıkışı değil, egemen söylemin
(geleneksel, sağ kanatta yerini
bulan. kapitalist söylemin) için-
de kendini bulamayan her türlü
düşünce ve varoluşun yöntemi
olabilir. Bu konuda bir dansçırun,
oyuncunun ya da yönetmenin
kendini "kadın sorunuyla" ılgi-
liyim diye etiketlemesine gerek
yok. "Etiketlenmesinden" de
korkmasına gerek yok. Böyle bir
duyarlılık yapöğı "iş"in içinde yer
alıryadaalmaz... Bu. değerlen-
dirme yapan eleştirmenirt araş-
tırmacuıın alanına girer.
Sansflrü belirlemek...
Farklı bir dile ne kadar açık-
sınız? Farklı bir dilin, farklı ol-
duğunu görmeye ve anlamaya
ne kadar açıksınız? Ya da sahne
sanatıyla ilgili olan sanatçılann
sorgulama alanına "kendine ait
bir dil" ne ölçüde giriyor? Ben
aslında, "kendineaitbiroda"dan
bir sonraki aşamayı sorgulamak-
tayım.
Kendine ait bir mekân bulan
sanatçının' kadının o mekânda var
olabilmesi için iletişim kurma-
ya yönelmesi gerekmiyor mu?
Peki nasıl? Alışılagelmişyollar-
la ötekini/farklıyı anlatmak ne
kadar olası? Farklı olduğunu ka-
bullenmekle ve bu farklıya uy-
gulanan sansürü belirlemekle
başlamak gerekmiyor mu?
Düşüncelerimiz ve bedenimiz,
bize ait olduğunu sandığımız şey-
ler. Düşüncelerinde ürettiklerini
uygulamaya dönüştürme özgür-
lüğü, bir sahne sanatçısı için ne-
redeyse bedenini özgürce kul-
lanma hakkı kadar önemlı dere-
cede. Düşünceye uygulanan san-
sür kadar bedene uygulanan san-
sür de önemli ve aynı derecede
politik. Oluşturulan otosansür
için de aynı şey geçerli.
Özelliİde kadın bedeniyle il-
gili konuyu ele alırsak ve kadın
bedenine uygulanan her rür san-
sürü biliyorsak, kadının düşün-
sel olarak var olabilmesi, bence
onun bedeniyle ilgili sansürün
de tartışılmasıyla başlıyor. Bu
nedenle kadının, özellikle de sah-
ne sanatçısı kadının kendi bede-
nini kullanım biçimiyle ilgili sor-
guiaması ve düşünmesi gereken
birçok şey vardır.
Oyunculukta kullanılan belli
kahplann belli göstergeleri oluş-
muştur. Bu göstergeler egemen
dilde karşılıklannı bulurlar. Bu
göstergelenn içini boşaltmak,
yeniden anlamlandırmak aslın-
da sahne sanatçısının elindedir.
Ancak tiyatromuzda bu olanak-
lar oyuncunun ve yönetmenin
elinde kullanılmayan malzeme-
ler gibi durmaktadırlar.
Kadının kendi bedenini bilinç-
li olarak sanatsal bir malzeme
şeklinde kullanması ve ürettiği
düşünceyi en temel malzeme-
sinden, bedeninden yola çıkarak
gerçekleştirmesi için sahne sanat-
lannda ortak bir düşünce yapı-
sının da oluşması gerekmekte.
Ülkemizde sahne sanatlannda
kadının durumunu şu ana dek
somut anlamda sorgulayan tek
malzeme, sahne için yazılmış
oyun metinleridir.
Ancak bu alandaki metinler
kadın sorununu yalnızca aktar-
makla kalmışlardır. Henüz ken-
di dilini, böylelikJe de düşünce
Kadının sahnede kendi dilini üretmesi, kendi politik tavrını belirlemesi kendini var etmesl demektir
Tiyatro kendi özgün dilini bulmalı1 Mart tarihli Cumhuriyet
gazetesinde Hasibe Kalkan
Kabay. "Geçmişe Hapsolmuş
Kadınlar" başlıklı eleştirisinde
altı çizilmesi gereken çok önemli
bir saptama yapmaktadır.
Kalkan Kabay, oyuna. özellikle
kadının kapladığı alanı
sorgulayarak bakmaktadır.
"Yemenimin Uçlan'nda>r
azar
(Refik Erduran), bir toplumun
geleneksel ve etik değerlerine
sahip çıkmak zorunda olduğunu
beiirtirken, kaduılan bu
değerlerin taşıyıcısı olarak
secmiştir. Ne var ki yazar
tarafindan geçmişe hapsolmuş
kadınlann oluşturdukları kısıtb
bir dünyayu ne yabancı ne de
yerli bir yönetmen kırabilir."
Kadının sahnede kendi dilini
üretmesi demek, kendi politik
tavnnı belirlemesi, dahası,
kendini var etmesi demektir.
Bunun için de, her anlamda bir
geleneksel söylem biçime karşıt-
alternarif bir yapının kurulması
gerekmektedir.
Böyle hassas bir noktada da
sahnede belli bir ötekiyi/farklıyı,
yeniyi aktaran oyuncunun kendi
bedeninde o farklının rengini,
sesini, "dilini" bulması
gerekmektedir. Yoksa bir dil
arayışı sonucunda üretilmiş
herhangi bir tiyatro metni. klasik
oyunculuk kalıplan çerçevesine
sıkıştınldjğında içeriginin
gerçekliğini kaybeder. Bu da
ister istemez o metne yönelik
farklı bir oyunculuk arayışını
zorunlu kılar.
Burada aslında, tiyatronun bir
bütün olduğu ve yazanndan
yönetmenine, oyuncusuna ve
eleştirmenine kadar herhangi bir
sorunsal üzerinde çalışılma söz
konusu olduğunda kendi özgün
dilini bulması gerekmektedir.
Yoksa yapılan iş, anlam
kaymalan içinde yalnızca
egemen dile hizmet eder.
Alternatif bir dil üretme amacıyla yapılan 'iş'
İstanbul Devlet Tîyatrosu - 'Yemenimin Uçlan'
KENDİNE AİT BÎR MEKANF OLAN SANATÇI
Egemenin ötesinde Düşüncenin
ve bîçimselduruş
BUsak Tiyatro AtöJyesi - 'Kurbağa ÖykûJeri'
Alternatif bir dil üretme amacıyla ya-
pılmış bir işin eleştirisi de, yapılan işin al-
tını çizmek adına çok hassas bir alan. Su-
nulan işin yapısı ister istemez eleştirinin
yapısını da belirler. Birörnek oluşturma-
sı için Bilsak TiyatroAtöryesi'nin yeni oyu-
nu "Kurbağa Oyknleri''nin iki farklı ga-
zetede iki farklı imzayla çıkan eleştirile-
rine bakmak istiyorum.
Öykü Pütuoghı. "Kurbağa Öyküleri,
çocukluktan >etiskinliğe uzanan köprüde
kevifli keyifli gezdiriyor seyirasmL." di-
yerek yaklaşıyor oyuna \e üretilen dili
pek fazla sorgulamaya yönebniyor. An-
cak, yrne kendi yazısında belirttiği gibi,
"oyunculann kişiseltarihieri potitikağır-
hkh oyunmetinlerini hem besledi.hem de
beslendi." Böyle bir noktada topluluğun
son oyunlanndaki politik ve kişisel tavır-
lannı merak ediyorum, kuşkusuz.
Esen Çamurdan ıse, yazısının bir ye-
rinde benim için asıl can alıcı noktaya
deginiyor. "».ortaya,çocuklardan yola çı-
karak yetişkinlere anlatuan Kurbağa Öy-
küleri çıkmış. Yani şimdiy e dek yapılage-
leni tersine çevirmiş Biisak Tiyatro Atöl-
yesi™ Çocuk dünyasından hareket ede-
rek,yineonlann biçemiv lc. toplumsal ya-
şamla biriiktc yitiriien kimi duygulan,
dürtükri büyüklere anımsatmak istemiş-
feıf Tabii ki sorum. kim bu "büyükler"
oluyor? Ve kim bu "çocuklar" yada "da-
ha büyiimemiş otanlar?" Çocuk dünya-
sının biçemiyle büyüklere bir şeyler an-
laönak... Farkiı birdurumundiİHii kuUan-
mak değil mi? En azından editgen görü-
nenle etken arasındaki ilişki biçimini edil-
gen olanın dilinden dinlemek ya da bu-
nun özellikle oyuncular tarafindan tercih
edilmesi bir politik tavır değil midir? Ça-
murdan dikkat çekiyor: "Kurbağa Öy-
kûferL. söylenmek istenenlerin söylenme-
den aktanldıgu böylelikle dilin kendi için-
de bir eyieme dönüştüğü bir çahşma ola-
rak çtkıyor karşımıza... Öte yandan, söy-
lenenin birebir bedenle gösterilmesinden
çok, ona mai edilmesi, bedenin neredeyse
dûşünür hak gelmesi ve metni anlamlan-
dırmada önemli bir istev üsttenmesi oyu-
nun ilginç yanlanndan biri.'*
Bu farklüaşmaya değinmek, NihalGey-
ran Koktaş ve Ceysu Koçak'm farklı dil
arayışı ve bunun bedenlerindeki yansı-
ma biçimini belirlemek, feminist söyle-
mi sanatsal plaîformda belirlemek için
çok önemli. Buna eklemek istediğim bir
şey daha var. Bu iki kadın sanatçı bera-
ber yaptıklan tüm çahşmalannda kendi
belirledikleri mekânlarda kendi dilini ve
oyunculugunu üreterek egemenin ötesin-
de bir farklıyla var olmuşlardır.
Bu nedenle işlerini incelerken dikkat
edilmesi gereken bence en önemli nok-
ta; farklı bir dil üretirken dilin malzeme-
si olan parçalann özünde ne olduğu de-
ğil, dönüştürülmüş biçimde neyin gös-
tergesi haline geldiğidir. Çünkü eser bir
bütündür. Çünkü ses, metin, koreografi,
görüntü, mûzik, beden kullanımı, mekân
vs. hepsi bir bütün olarak bir adlandırma-
yı içerir. Tektekparçacıklann ne olduğu-
na bakmak ikincil bir dunımdur. Önce-
likli olarak ortaya çıkan "iş"in kendisi
tartışılmalıdır.
Ancak gösteri sanatlannda bağım-
sız çalışan, sayılan az da olsa kadın sa-
natçıların dil arayışları dikkat çek-
mektedir. Bu isimlerden biri Aydın
Teker'dir. Teker, bir modern dans ko-
reografi ve eğitmeni olmasına rağmen
daha çok beden plastiği ve bu plasti-
ğin mekânla ilişkisi üzerine kavram-
sal işler yapmaktadır.
Bu nedenle kendine ait bir dili olan
enderkoreograflanmızdandır. 7 Mart
tarihli Radikal Iki'de Ö\ kö Potuogtu,
Teker'in son "iş"iyle ilgili şu saptama-
lan yapıyor:
"Buzlu camın arkasında, canıa ya-
pışık devinen çıplak kadın bedeni, di-
ğer 'yabancılaştırma'lara \akın du-
ruyor sanki. Bir adım daha atıp tşık-
ta çıplak erkek bedeniyle karşüaşıyo-
ruz. Öncelikle, neden birilerinin ne-
zaretinde karşılaşıyoruz çıplakhkla.
Beden algınuzla oynamayı amacladj-
ğını söyleyen bu performans kadın be-
deniyle erkek bedenine vüklenen an-
lamlaria neden ilgilenmhor? Buzlu
camın arkasına çıplak bir beden yer-
leştirmek, görüntü olarak etkile>ici ol-
nıanın dışında nasıl bürünleniyor se-
çilen anlaümla? Ne söylemeye çabşıyor
bize?"
Potuoğlu can alıcı soruyu soruyor:
"NesöytemeyeçalışıyoTbize?'' Bu, as-
lında "İ5"in içerdiği konseptin-'düşün-
cenüv tavnn sağlamlığıyla ilgili bir
soru. Aydın Teker, "kendine ait bir
mekân"ı olan bir sanatçı. Ancak o
mekânda bana ne verdiği, benim, kur-
duğu bu mekânı anlamam için çok
önemli. Sanatçının ürettiği düşünce-
deki netliği, seçtiği biçimsel duruş ka-
dar önemli.
Gösteri sanatlannda ve özellikle
performans sanatın-
da sanatçı ürettiği
düşüncenin sahne-
sini bedeni olarak
kullanıyorsa bu ko-
nu çok daha önem
kazanıyor. Çünkü is-
ter istemez beden ve
düşünce kendi met-
nını yazıyor. Yeni
yeni sorgulanan ve
sanatsal üretimde ör-
neklerini görmeye
başladığımız bu ko-
nunun hassashğmın
bilincinde olmamız
şart.
Aslında bu yazı-
da irdelenen "sahne-
deözgün dfl aravısla-
n" yalnızca kadın di-
li ve kadın sonınsa-
lı olarak algılanma-
malı. "Egemen"in
varsayTnadığı her tür
düşünsel/ beden-
seL'ruhsaL'duygusal
"v'aroluşun" sahne
dilini arayan sanat-
çılara. özellilde ken-
di alanlanndan ba-
kıp,görmekveeleş-
tirmek, böylelikle
konuyu canlı tutmak
gerekmekte.
Aydın Teker- 'Sıkışürmak'
yapısını savunma aşamasına ge-
lememişlerdir. Bu metinlerden
yola çıkarak sahnedeki kadın sa-
natçının beden kullanım biçim-
lerini doğrudan sahneye ve böy-
lelikle de izleyiciye yansıtması
mümkün değildir.
Sevda Şener. Eylül 96 tarihli
Tiyatro dergisinde "TürkTîyat-
rosunda Kadın İmajı ve Kadın
Yazarlanmız" başlıklı yazısın-
da şöyle bir gelişim çiziyor:
"»Tophımun kadın imajını yan-
sıtan kahplaşmış kadın ripleri,
uzun süre tiyatro yapıtlanna ko-
lay üıandıncılık, kolay bir etkin-
lik sagladıktan sonra yerlerini ye-
ni ve gerçeğe daha uygun, daha
bo\utlu, daha karmaşık kadın
karakteıiere bırakmıştır. Bu ge-
lişmede kadın oyun yazarlarunı-
zuı katkısı büyük ounuştur."
Demek ki, kalıplar yerine ya-
şayan kadın karakterlerin sahne-
lerde görünürolmasını kadın ya-
zarlara borçluyuz. Ancak, günü-
müzde kadın yazarlara daha fark-
lı sorumluluklar düşmektedir.
Yine Sevda Şener'in "Oyundan
Düşünceye" kitabının, kadın ya-
zarlann oyunlannı tek tek ince-
lediği "Cıimhuriyet Dönemi Ka-
dın Oyun Yazarian" bölümünün
sonuç başlığı altında topladığı
özette şu bilgiler yer almakta:
"...Cumhuriyet döneminde ve
özeüikk 1960}ihndan bu \anaya-
zaıiarunızm, oynanan oyunlan
ve basılan oyunlan küçük bir bi-
rikim meydana getirmiştir. Bu-
nunla birökte. bu birikimden ka-
dın oyun yazarian hakkında ge-
nel bir sonuç çıkarmak olanak-
stzdır. Denenen türler çeşitli, ele
alınan konu ve temalar birblrin-
den farkbdır. Bu yüzden kaduı
oyun yazariannın ortak özelli-
ğinden bahsedemiyoruz. Bu oyun-
lara bakarak, Türk kadınuun ya-
şam izlenimini, insan ilişkileri
arasındaki görüşiL, toplum ger-
çekleri karşısındaki tavn, tiyat-
ro sanarı anlayişı hakkında ge-
nel bir yargrva da varamayız—"
Şener'in yazısını okuduktan son-
ra şu kanıya varmak mümkün:
Kadın oyun yazarian (genelleme
yapıyorum!), içeriğin biçimi be-
lirlediği bir dil arayışına ve oyun
kurgulama arayışlanna henüz
geçmemişlerdir.
Yine de kadın oyunlan adına
gelinen nokta, azımsanacak bir
gelişme değildir. Çünkü sayıla-
n çok fazla obnayan kadın oyun
yazarlanmızın çabalan dışında ti-
yatrolanmızda oyunculuk, yö-
netmenlik, koreografi. drama-
turgi. eleştiri vs. gibi alanlarda
böyle belirgin bir çabadan bah-
sedemeyiz. Böyle bir çaba var
olsa bile sürekli olmadığı ve fark-
lı alanlardan desteklenmediği
için bütünselleşemediği, kendi
içinde çözülerek yok olduğunu
görmekteyiz.
Politikada kadın kimliği
Göstergelerin içlerini boşal-
tıp, "yeniden yapüandırmalara"
(rekonstrüksiyona) geçmek ar-
tık yasamda çok sık rastlanan bir
durum. Belli bir yapının içinde
yapmın göstergesi olmayan bir
içerik oluştunna ya da belli bir
içeriği farklı biryapı içinde sun-
ma. Ya da, belli bir kostümün
içinde başka bir içerikte durma.
Günümüzde kavTamlar nasıl sü-
rekli yapısal olarak değişiyorlar-
sa, sahne sanatlan da böyle bir
gerçeğin varlığını yadsımamalı.
Sahnelerden gününe sesleneme-
yen politik düşünce, bırakın in-
sanlan düşündürmeyi, çoğu za-
man ışlevsizliğiyle karşısına al-
djğı duruma hizmet etmiş oluyor.
Bir tür toplumsal annma görevi
üstlenmenin dışında bir işlevi ne
yazık ki olamıyor.
Ülkemizde son günlerde yaşa-
nan bir duruma bakahm... Peri-
han Mağden'ın 6 Mart tarihli
Radikal'deki köse yazısında, par-
lamentoya "kontenjandan" giren
kadınlar için yaptığı tanımlama-
yı ele alalım: "Tüm o 'konten-
jan'dan içeri sokulmuş fino ka-
dınlarda içimj daraluyor. Fıno saç
kesimlerrvle_ Kaduıa dair hiçbir
şey yok. Insana dair hiçbir şey
yok.Oraya almıpkonulmıışlar. O
vitrine 'kadın' kontenjanınıdol-
dursunlar diye. Kim onlar? Ka-
duı nu?Adam mı?_" Politika için
desteklenen kadınlann "kadın
kimliği" ne kadar kadın ne kadar
erkek? Verilen kimliğin kendisi
ne kadar, kimlik sahibini belir-
liyor? "Vhrin'e konmuş kadın-
lar" ne tür bir vitrini oluşturuyor-
lar?
Günümüz insanının karşı kar-
şıya olduğu, bu postmodern ger-
çeklik karşı sında, sahnede alışık
olduğumuz kalıplar böyle bir
gerçekliği ne kadar kapsayabil-
mekte? Bu yaşam gerçekleri sah-
nelerimize ve dolayısıyla günü-
müzde üretilen sanata ne kadar
yansıyor? Sahnedeki kadın sanat-
çı kendi sorunsal ıyla ve bunu ak-
tarma biçimiyle ne kadar ilgili?
Belki, kahplaşmış geleneksel
yapılarda bunlann harekete geç-
meleri çok zor olacakrır. Reper-
tuvar polıtikası adına ya da da-
ha fazla izleyiciye seslenme adı-
na bu tür çalışmalar ve arayışlar
göz ardı edilecektir.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATtLLA BİRKİYE
İstanbul Şiinleri
Biricik bir kenttir İstanbul. Zaman onu yıpratsa da,
örseiese de o yine dünya incisi Istanbul'dur. Beton-
laştınlmışsa da, yağmalanmışsa da yine de eşi, ben-
zeriyoktur.
"Şiir tarihi"mizde, bugünden geçmişe doğru bir
yolculuğa çıkbğımızda, Istanbul için yazılmış binlerce
şiirle karşılaşınz.
Şayet İstanbul şiirierini bir araya geu'riyor ya da bir
"seçki" hazırlama serüvenine çıkmışsanız, işiniz çok
güçtür. Hele hele bir "anto/o//" için yola çakılmışsa, o
zaman olanaksızlığın içine düşülmüş demektir.
İstanbul şiirieri içinde yrtip giderseniz.
ÇoğunlukJa, büyük, görkemli bir övgü vardır Istan-
bul'a; büyük bir hayranîık vardır. Şairler, bazen bir so-
kağından esinlenmişler, bazen şehrin bütününden.
Bazen şehirdeki küçücük bir işaret kocaman, görkem-
li bir şiirin esin kaynağı olmuştur.
Zaman zaman, öfke ve kıskançlık da şiirlerde yer
almıştır. İstanbul temasının "çoA- boyutlu", "çok im-
geli" ve "çok biçimli" ele alındığını görürüz.
İstanbul övgüsü bezeli klasik şiirin hemen ardından
Tevfik Fikret, "dikey imgelemie" siyasi bir temi işle-
dıği, akıllardan çıkmayan ünlü "S/s" şiirinde şöyle de-
mekte bir sakınca görmemişf r
"Ûrtpn, evet, ey facia... örtün, evet, eykent;
örtün, ve de sonsuz uyu, evrensel orospu!.."
Öte yandan Fikret'in "zamandaşı" diyebileceğimiz
-on yedi yaş küçük- Yahya Kemal'in ise, şiir bütün-
lüğünde İstanbul çok önemli bir yer tutmuş: hayran-
lık, sevgi, özlem vb. dile gelmiştir.
Yahya Kemal bir anlamda Nedim'in bayrağını ye-
re düşürmemiştir
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmediğim, gezmediğim, sevmediğim hiçbiryer.
Ömrüm oldukça, gönül tantıma keyfince kurul!
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer."
Geçen yüzyılın sonunda doğan ve kJasik şiirin izini
süren, ancak "yenişiirin", "modemşiirin"ör\cü\\&\n-
den de olan Yahya Kemal ile, yirminci yüzytlda da şi-
ir coğrafyamızın başkenti İstanbul olmuştur; kim ne
derşedesin...
Kimi şairler, kendilerini "S/s "in -içeriğinden çok-
söylemine yakın bulmuşlar; kimi şairier de Sis'in içe-
riğini de izlek olarak almışlar. •
ömeğin, Nâzım Hikmefin yirmili yıllann sonunda
yazdığı "BirŞehirRehberi" adlı şiirinden Özdemir In-
ceVe uzanan bir çizgidir bu.
Özdemir Ince, Canyelekleri Tavandadıradlı kitabın-
da, bir anlamda, "S/s "teki izlegin "iz"\n\ sürmüştür
"Bir trisımlı gömlek gerek artık sana
halk kıhğına girip halka kanştığı zaman,
Sultan Cem 'in gömleğinin bir eşi gömlek
Topkapı Sarayı'ndaki"
İstanbul şiirlerinden söz edince, akla gelen ilk isim-
lerden biri Orhan Veli ise, birdiğeri deArtilâ llhan'dır
hiç kuşkusuz ki. Şehri, kendi şiir söyleminde çok fark-
lı ve çok renkli olarak ele almıştır.
Hem bütüncül bir imgelem yaratmıştır, hem de ti-
kel bir durumda, sokağının, insanının, ştirini yazmış-
tır. Yine belleklerde yer eden bir şiir de llhan'ın "Istan-
bul Ağnsı"d\r.
"1949 Eylül'ûnde birader mırç ve ben
sokaklannda monikanlar gibi ateşleryaktık
sana tapttk ulan
unuttun mu
sana taptık"
"Sis" şairinden yaklaşık yüzyıl sonra dünyaya ge-
len ve 1987'de yaşamamayı "tercih'' eden Nilgün
Marmara'da ise çok farklı bir imgelemie ortaya çıkar,
İstanbul:
"O; kent,
kendi görümüne kör olan,
hepişittiöz sesini,
içinde yaşayanın."
Istanbul'da yaşayıp, Istanbul'u görüp hatta Istan-
bul'u işitip de, O'na -semtine, sokağına, irtsanına,
duygusuna, havasına-, şiir yazmamak olanaksızdır
neredeyse bir şair için.
Edip Cansever ise bu Istanbul'u mavi olarak be-
timler. Öyle ya, Boğaz, maviyle ikrye bölmüş, deniz,
şehrin her iki tarafını da maviyle çevrenmiştir; ve bu
mavi hep vardır Istanbul'da:
"Istanbul'da doğup büyüyen
Herkes
Masmavi düşünür kendini bir mozayık gibi
Mavi bir dûnyadan gelir en önce"
Bu yılın Kitle İletişim Üdülü
• Kültür Servisi - Dünya Kitle tletişimi Araştırma
Vakfi tarafindan 26 Nisan-9 Mayıs günleri arasında
düzenlenecek olan 11. Ankara Uluslararası Film
Festivali'nin bu yılki Kitle İletişim Ödülleri,
Kavaklıdere Sineması ile TRT 2'de yayımlanan 'Ve
Sinema' adlı programa verildi. Avnıpa filmlerine
tanıdığı öncelik, film festivallerine sağladığı destek,
sinema salonu işletmeciliğinde gösterdiği titizlik ve
çıkardığı dergiler nedeniyle ödüle değer bulunan
Kavaklıdere Sineması 'nın ödülünü, sinemayı
bugünkü çizgisine getiren Irfan Demirkol alacak.
Ikinci ödülü alan 'Ve Sinema' programının ödülü
ise, sinema kültürünün yaygmlaşmasına sağladığı
destek nedeniyle programın yapımcısı ve yönetmeni
Binnur Kılınçkaya'ya sunulacak. Ödül töreni,
Ankara Film Festivali'nin kapanış günü olan 9
Mayıs'ta gerçekleştirilecek.
Füsun Arıkan'dan etinu sergîsi
• KüMr
Servisi - Ebru
sanatçısı
Füsun Ankan,
yapıtlannı
Dali Sanat
Galerisi'nde
Ankaralı
sanatseverlerin
beğenisine
sunuyor. 1973'te istanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi'nden mezun olan Ankan, ebru ile
akademide Sacit Okyay'm atölyesinde tanıştı. Halen
kendi atölyesinde geleneksel Türk ebru sanatından
yola çıkarak çağdaş ürünler veren sanatçı, bu alanda
öğrenciler de yetiştiriyor. Sanatçı, 1992'de Saint
Joseph Lisesi Mezunlan Derneği Caporal Evi'nde,
yine aynı yıl Fransız Kültür Meticezi'nde, 1996'da
Bahçe&Bahçe Kültürevi'nde kişisel sergiler
gerçekleştirmenin yanı sıra 1995'te Isviçre'nin
Basel kentinde Art-Elle'de, 1997'de Almanya'nın
Hannover kentindeki Türkevi'nde ve 1998'de yine
Almanya'nın Lehrte kentindeki China-Galerie'de de
kişisel sergiler açfı. (0312 428 18 81)