23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 NİSAN 1999 PERŞEMBE 14 KULTUR Sahne sanatıyla ilgili sanatçılann sorgulama alanına 'kendine ait bir dil' ne ölçüde giriyor Artık yabancı clil hflmek • Günümüzde kadın sorununun, gösteri sanatlanna yansıma biçimi, özellikle bir dil sorunu olarak düşünülmelidir. Farklı bir dile ne kadar açıksınız? Farklı bir dilin, farklı olduğunu görmeye ve anlamaya ne kadar açıksınız? EMRE KOYUNCUOĞLU 8 Mart Dünya Kadınlar Gü- nü'nün sanatsal etkinlıklerini iz- lerken ve bu çalışmalar üzerine yapılan yorumlan dinlerken, tek birgünesıkıştınlaraktartışılma- ya çalışılan bu soruna, sahne sa- natlanyla ilgili olan insanlann ne hassaslıkta yaklaşrığını sorgu- lamak istedim. Izlediğim birçok oyun "ka- dm" oyunu olarak isimlendiril- se de, oyunculann cinsiyetlerinin kadın olması dışında. "kadın"la ilgili -en azından benim için- bir alan kapsayamıyorlar. Günümüz- de kadın sorununun, gösteri sa- natlanna yansıma biçimi, bence özellikle bir dil sorunu olarak düşünülmelidir. Geleneksel an- latım biçimlerinin dışında fark- lı, özgün ve sanatçının kendi dü- şüncesini bedeninde "gerçekleş- tirebUdigT bir dil; kadının "ken- di" olarak var olmasına. zengin- leşmesine ve ilehşimini "kendi" yoluyla kurmasına olanak tanı- yacaktır. Bu yalnızca kadın sorununun çıkışı değil, egemen söylemin (geleneksel, sağ kanatta yerini bulan. kapitalist söylemin) için- de kendini bulamayan her türlü düşünce ve varoluşun yöntemi olabilir. Bu konuda bir dansçırun, oyuncunun ya da yönetmenin kendini "kadın sorunuyla" ılgi- liyim diye etiketlemesine gerek yok. "Etiketlenmesinden" de korkmasına gerek yok. Böyle bir duyarlılık yapöğı "iş"in içinde yer alıryadaalmaz... Bu. değerlen- dirme yapan eleştirmenirt araş- tırmacuıın alanına girer. Sansflrü belirlemek... Farklı bir dile ne kadar açık- sınız? Farklı bir dilin, farklı ol- duğunu görmeye ve anlamaya ne kadar açıksınız? Ya da sahne sanatıyla ilgili olan sanatçılann sorgulama alanına "kendine ait bir dil" ne ölçüde giriyor? Ben aslında, "kendineaitbiroda"dan bir sonraki aşamayı sorgulamak- tayım. Kendine ait bir mekân bulan sanatçının' kadının o mekânda var olabilmesi için iletişim kurma- ya yönelmesi gerekmiyor mu? Peki nasıl? Alışılagelmişyollar- la ötekini/farklıyı anlatmak ne kadar olası? Farklı olduğunu ka- bullenmekle ve bu farklıya uy- gulanan sansürü belirlemekle başlamak gerekmiyor mu? Düşüncelerimiz ve bedenimiz, bize ait olduğunu sandığımız şey- ler. Düşüncelerinde ürettiklerini uygulamaya dönüştürme özgür- lüğü, bir sahne sanatçısı için ne- redeyse bedenini özgürce kul- lanma hakkı kadar önemlı dere- cede. Düşünceye uygulanan san- sür kadar bedene uygulanan san- sür de önemli ve aynı derecede politik. Oluşturulan otosansür için de aynı şey geçerli. Özelliİde kadın bedeniyle il- gili konuyu ele alırsak ve kadın bedenine uygulanan her rür san- sürü biliyorsak, kadının düşün- sel olarak var olabilmesi, bence onun bedeniyle ilgili sansürün de tartışılmasıyla başlıyor. Bu nedenle kadının, özellikle de sah- ne sanatçısı kadının kendi bede- nini kullanım biçimiyle ilgili sor- guiaması ve düşünmesi gereken birçok şey vardır. Oyunculukta kullanılan belli kahplann belli göstergeleri oluş- muştur. Bu göstergeler egemen dilde karşılıklannı bulurlar. Bu göstergelenn içini boşaltmak, yeniden anlamlandırmak aslın- da sahne sanatçısının elindedir. Ancak tiyatromuzda bu olanak- lar oyuncunun ve yönetmenin elinde kullanılmayan malzeme- ler gibi durmaktadırlar. Kadının kendi bedenini bilinç- li olarak sanatsal bir malzeme şeklinde kullanması ve ürettiği düşünceyi en temel malzeme- sinden, bedeninden yola çıkarak gerçekleştirmesi için sahne sanat- lannda ortak bir düşünce yapı- sının da oluşması gerekmekte. Ülkemizde sahne sanatlannda kadının durumunu şu ana dek somut anlamda sorgulayan tek malzeme, sahne için yazılmış oyun metinleridir. Ancak bu alandaki metinler kadın sorununu yalnızca aktar- makla kalmışlardır. Henüz ken- di dilini, böylelikJe de düşünce Kadının sahnede kendi dilini üretmesi, kendi politik tavrını belirlemesi kendini var etmesl demektir Tiyatro kendi özgün dilini bulmalı1 Mart tarihli Cumhuriyet gazetesinde Hasibe Kalkan Kabay. "Geçmişe Hapsolmuş Kadınlar" başlıklı eleştirisinde altı çizilmesi gereken çok önemli bir saptama yapmaktadır. Kalkan Kabay, oyuna. özellikle kadının kapladığı alanı sorgulayarak bakmaktadır. "Yemenimin Uçlan'nda>r azar (Refik Erduran), bir toplumun geleneksel ve etik değerlerine sahip çıkmak zorunda olduğunu beiirtirken, kaduılan bu değerlerin taşıyıcısı olarak secmiştir. Ne var ki yazar tarafindan geçmişe hapsolmuş kadınlann oluşturdukları kısıtb bir dünyayu ne yabancı ne de yerli bir yönetmen kırabilir." Kadının sahnede kendi dilini üretmesi demek, kendi politik tavnnı belirlemesi, dahası, kendini var etmesi demektir. Bunun için de, her anlamda bir geleneksel söylem biçime karşıt- alternarif bir yapının kurulması gerekmektedir. Böyle hassas bir noktada da sahnede belli bir ötekiyi/farklıyı, yeniyi aktaran oyuncunun kendi bedeninde o farklının rengini, sesini, "dilini" bulması gerekmektedir. Yoksa bir dil arayışı sonucunda üretilmiş herhangi bir tiyatro metni. klasik oyunculuk kalıplan çerçevesine sıkıştınldjğında içeriginin gerçekliğini kaybeder. Bu da ister istemez o metne yönelik farklı bir oyunculuk arayışını zorunlu kılar. Burada aslında, tiyatronun bir bütün olduğu ve yazanndan yönetmenine, oyuncusuna ve eleştirmenine kadar herhangi bir sorunsal üzerinde çalışılma söz konusu olduğunda kendi özgün dilini bulması gerekmektedir. Yoksa yapılan iş, anlam kaymalan içinde yalnızca egemen dile hizmet eder. Alternatif bir dil üretme amacıyla yapılan 'iş' İstanbul Devlet Tîyatrosu - 'Yemenimin Uçlan' KENDİNE AİT BÎR MEKANF OLAN SANATÇI Egemenin ötesinde Düşüncenin ve bîçimselduruş BUsak Tiyatro AtöJyesi - 'Kurbağa ÖykûJeri' Alternatif bir dil üretme amacıyla ya- pılmış bir işin eleştirisi de, yapılan işin al- tını çizmek adına çok hassas bir alan. Su- nulan işin yapısı ister istemez eleştirinin yapısını da belirler. Birörnek oluşturma- sı için Bilsak TiyatroAtöryesi'nin yeni oyu- nu "Kurbağa Oyknleri''nin iki farklı ga- zetede iki farklı imzayla çıkan eleştirile- rine bakmak istiyorum. Öykü Pütuoghı. "Kurbağa Öyküleri, çocukluktan >etiskinliğe uzanan köprüde kevifli keyifli gezdiriyor seyirasmL." di- yerek yaklaşıyor oyuna \e üretilen dili pek fazla sorgulamaya yönebniyor. An- cak, yrne kendi yazısında belirttiği gibi, "oyunculann kişiseltarihieri potitikağır- hkh oyunmetinlerini hem besledi.hem de beslendi." Böyle bir noktada topluluğun son oyunlanndaki politik ve kişisel tavır- lannı merak ediyorum, kuşkusuz. Esen Çamurdan ıse, yazısının bir ye- rinde benim için asıl can alıcı noktaya deginiyor. "».ortaya,çocuklardan yola çı- karak yetişkinlere anlatuan Kurbağa Öy- küleri çıkmış. Yani şimdiy e dek yapılage- leni tersine çevirmiş Biisak Tiyatro Atöl- yesi™ Çocuk dünyasından hareket ede- rek,yineonlann biçemiv lc. toplumsal ya- şamla biriiktc yitiriien kimi duygulan, dürtükri büyüklere anımsatmak istemiş- feıf Tabii ki sorum. kim bu "büyükler" oluyor? Ve kim bu "çocuklar" yada "da- ha büyiimemiş otanlar?" Çocuk dünya- sının biçemiyle büyüklere bir şeyler an- laönak... Farkiı birdurumundiİHii kuUan- mak değil mi? En azından editgen görü- nenle etken arasındaki ilişki biçimini edil- gen olanın dilinden dinlemek ya da bu- nun özellikle oyuncular tarafindan tercih edilmesi bir politik tavır değil midir? Ça- murdan dikkat çekiyor: "Kurbağa Öy- kûferL. söylenmek istenenlerin söylenme- den aktanldıgu böylelikle dilin kendi için- de bir eyieme dönüştüğü bir çahşma ola- rak çtkıyor karşımıza... Öte yandan, söy- lenenin birebir bedenle gösterilmesinden çok, ona mai edilmesi, bedenin neredeyse dûşünür hak gelmesi ve metni anlamlan- dırmada önemli bir istev üsttenmesi oyu- nun ilginç yanlanndan biri.'* Bu farklüaşmaya değinmek, NihalGey- ran Koktaş ve Ceysu Koçak'm farklı dil arayışı ve bunun bedenlerindeki yansı- ma biçimini belirlemek, feminist söyle- mi sanatsal plaîformda belirlemek için çok önemli. Buna eklemek istediğim bir şey daha var. Bu iki kadın sanatçı bera- ber yaptıklan tüm çahşmalannda kendi belirledikleri mekânlarda kendi dilini ve oyunculugunu üreterek egemenin ötesin- de bir farklıyla var olmuşlardır. Bu nedenle işlerini incelerken dikkat edilmesi gereken bence en önemli nok- ta; farklı bir dil üretirken dilin malzeme- si olan parçalann özünde ne olduğu de- ğil, dönüştürülmüş biçimde neyin gös- tergesi haline geldiğidir. Çünkü eser bir bütündür. Çünkü ses, metin, koreografi, görüntü, mûzik, beden kullanımı, mekân vs. hepsi bir bütün olarak bir adlandırma- yı içerir. Tektekparçacıklann ne olduğu- na bakmak ikincil bir dunımdur. Önce- likli olarak ortaya çıkan "iş"in kendisi tartışılmalıdır. Ancak gösteri sanatlannda bağım- sız çalışan, sayılan az da olsa kadın sa- natçıların dil arayışları dikkat çek- mektedir. Bu isimlerden biri Aydın Teker'dir. Teker, bir modern dans ko- reografi ve eğitmeni olmasına rağmen daha çok beden plastiği ve bu plasti- ğin mekânla ilişkisi üzerine kavram- sal işler yapmaktadır. Bu nedenle kendine ait bir dili olan enderkoreograflanmızdandır. 7 Mart tarihli Radikal Iki'de Ö\ kö Potuogtu, Teker'in son "iş"iyle ilgili şu saptama- lan yapıyor: "Buzlu camın arkasında, canıa ya- pışık devinen çıplak kadın bedeni, di- ğer 'yabancılaştırma'lara \akın du- ruyor sanki. Bir adım daha atıp tşık- ta çıplak erkek bedeniyle karşüaşıyo- ruz. Öncelikle, neden birilerinin ne- zaretinde karşılaşıyoruz çıplakhkla. Beden algınuzla oynamayı amacladj- ğını söyleyen bu performans kadın be- deniyle erkek bedenine vüklenen an- lamlaria neden ilgilenmhor? Buzlu camın arkasına çıplak bir beden yer- leştirmek, görüntü olarak etkile>ici ol- nıanın dışında nasıl bürünleniyor se- çilen anlaümla? Ne söylemeye çabşıyor bize?" Potuoğlu can alıcı soruyu soruyor: "NesöytemeyeçalışıyoTbize?'' Bu, as- lında "İ5"in içerdiği konseptin-'düşün- cenüv tavnn sağlamlığıyla ilgili bir soru. Aydın Teker, "kendine ait bir mekân"ı olan bir sanatçı. Ancak o mekânda bana ne verdiği, benim, kur- duğu bu mekânı anlamam için çok önemli. Sanatçının ürettiği düşünce- deki netliği, seçtiği biçimsel duruş ka- dar önemli. Gösteri sanatlannda ve özellikle performans sanatın- da sanatçı ürettiği düşüncenin sahne- sini bedeni olarak kullanıyorsa bu ko- nu çok daha önem kazanıyor. Çünkü is- ter istemez beden ve düşünce kendi met- nını yazıyor. Yeni yeni sorgulanan ve sanatsal üretimde ör- neklerini görmeye başladığımız bu ko- nunun hassashğmın bilincinde olmamız şart. Aslında bu yazı- da irdelenen "sahne- deözgün dfl aravısla- n" yalnızca kadın di- li ve kadın sonınsa- lı olarak algılanma- malı. "Egemen"in varsayTnadığı her tür düşünsel/ beden- seL'ruhsaL'duygusal "v'aroluşun" sahne dilini arayan sanat- çılara. özellilde ken- di alanlanndan ba- kıp,görmekveeleş- tirmek, böylelikle konuyu canlı tutmak gerekmekte. Aydın Teker- 'Sıkışürmak' yapısını savunma aşamasına ge- lememişlerdir. Bu metinlerden yola çıkarak sahnedeki kadın sa- natçının beden kullanım biçim- lerini doğrudan sahneye ve böy- lelikle de izleyiciye yansıtması mümkün değildir. Sevda Şener. Eylül 96 tarihli Tiyatro dergisinde "TürkTîyat- rosunda Kadın İmajı ve Kadın Yazarlanmız" başlıklı yazısın- da şöyle bir gelişim çiziyor: "»Tophımun kadın imajını yan- sıtan kahplaşmış kadın ripleri, uzun süre tiyatro yapıtlanna ko- lay üıandıncılık, kolay bir etkin- lik sagladıktan sonra yerlerini ye- ni ve gerçeğe daha uygun, daha bo\utlu, daha karmaşık kadın karakteıiere bırakmıştır. Bu ge- lişmede kadın oyun yazarlarunı- zuı katkısı büyük ounuştur." Demek ki, kalıplar yerine ya- şayan kadın karakterlerin sahne- lerde görünürolmasını kadın ya- zarlara borçluyuz. Ancak, günü- müzde kadın yazarlara daha fark- lı sorumluluklar düşmektedir. Yine Sevda Şener'in "Oyundan Düşünceye" kitabının, kadın ya- zarlann oyunlannı tek tek ince- lediği "Cıimhuriyet Dönemi Ka- dın Oyun Yazarian" bölümünün sonuç başlığı altında topladığı özette şu bilgiler yer almakta: "...Cumhuriyet döneminde ve özeüikk 1960}ihndan bu \anaya- zaıiarunızm, oynanan oyunlan ve basılan oyunlan küçük bir bi- rikim meydana getirmiştir. Bu- nunla birökte. bu birikimden ka- dın oyun yazarian hakkında ge- nel bir sonuç çıkarmak olanak- stzdır. Denenen türler çeşitli, ele alınan konu ve temalar birblrin- den farkbdır. Bu yüzden kaduı oyun yazariannın ortak özelli- ğinden bahsedemiyoruz. Bu oyun- lara bakarak, Türk kadınuun ya- şam izlenimini, insan ilişkileri arasındaki görüşiL, toplum ger- çekleri karşısındaki tavn, tiyat- ro sanarı anlayişı hakkında ge- nel bir yargrva da varamayız—" Şener'in yazısını okuduktan son- ra şu kanıya varmak mümkün: Kadın oyun yazarian (genelleme yapıyorum!), içeriğin biçimi be- lirlediği bir dil arayışına ve oyun kurgulama arayışlanna henüz geçmemişlerdir. Yine de kadın oyunlan adına gelinen nokta, azımsanacak bir gelişme değildir. Çünkü sayıla- n çok fazla obnayan kadın oyun yazarlanmızın çabalan dışında ti- yatrolanmızda oyunculuk, yö- netmenlik, koreografi. drama- turgi. eleştiri vs. gibi alanlarda böyle belirgin bir çabadan bah- sedemeyiz. Böyle bir çaba var olsa bile sürekli olmadığı ve fark- lı alanlardan desteklenmediği için bütünselleşemediği, kendi içinde çözülerek yok olduğunu görmekteyiz. Politikada kadın kimliği Göstergelerin içlerini boşal- tıp, "yeniden yapüandırmalara" (rekonstrüksiyona) geçmek ar- tık yasamda çok sık rastlanan bir durum. Belli bir yapının içinde yapmın göstergesi olmayan bir içerik oluştunna ya da belli bir içeriği farklı biryapı içinde sun- ma. Ya da, belli bir kostümün içinde başka bir içerikte durma. Günümüzde kavTamlar nasıl sü- rekli yapısal olarak değişiyorlar- sa, sahne sanatlan da böyle bir gerçeğin varlığını yadsımamalı. Sahnelerden gününe sesleneme- yen politik düşünce, bırakın in- sanlan düşündürmeyi, çoğu za- man ışlevsizliğiyle karşısına al- djğı duruma hizmet etmiş oluyor. Bir tür toplumsal annma görevi üstlenmenin dışında bir işlevi ne yazık ki olamıyor. Ülkemizde son günlerde yaşa- nan bir duruma bakahm... Peri- han Mağden'ın 6 Mart tarihli Radikal'deki köse yazısında, par- lamentoya "kontenjandan" giren kadınlar için yaptığı tanımlama- yı ele alalım: "Tüm o 'konten- jan'dan içeri sokulmuş fino ka- dınlarda içimj daraluyor. Fıno saç kesimlerrvle_ Kaduıa dair hiçbir şey yok. Insana dair hiçbir şey yok.Oraya almıpkonulmıışlar. O vitrine 'kadın' kontenjanınıdol- dursunlar diye. Kim onlar? Ka- duı nu?Adam mı?_" Politika için desteklenen kadınlann "kadın kimliği" ne kadar kadın ne kadar erkek? Verilen kimliğin kendisi ne kadar, kimlik sahibini belir- liyor? "Vhrin'e konmuş kadın- lar" ne tür bir vitrini oluşturuyor- lar? Günümüz insanının karşı kar- şıya olduğu, bu postmodern ger- çeklik karşı sında, sahnede alışık olduğumuz kalıplar böyle bir gerçekliği ne kadar kapsayabil- mekte? Bu yaşam gerçekleri sah- nelerimize ve dolayısıyla günü- müzde üretilen sanata ne kadar yansıyor? Sahnedeki kadın sanat- çı kendi sorunsal ıyla ve bunu ak- tarma biçimiyle ne kadar ilgili? Belki, kahplaşmış geleneksel yapılarda bunlann harekete geç- meleri çok zor olacakrır. Reper- tuvar polıtikası adına ya da da- ha fazla izleyiciye seslenme adı- na bu tür çalışmalar ve arayışlar göz ardı edilecektir. IŞILDAK VE YELPAZE ATtLLA BİRKİYE İstanbul Şiinleri Biricik bir kenttir İstanbul. Zaman onu yıpratsa da, örseiese de o yine dünya incisi Istanbul'dur. Beton- laştınlmışsa da, yağmalanmışsa da yine de eşi, ben- zeriyoktur. "Şiir tarihi"mizde, bugünden geçmişe doğru bir yolculuğa çıkbğımızda, Istanbul için yazılmış binlerce şiirle karşılaşınz. Şayet İstanbul şiirierini bir araya geu'riyor ya da bir "seçki" hazırlama serüvenine çıkmışsanız, işiniz çok güçtür. Hele hele bir "anto/o//" için yola çakılmışsa, o zaman olanaksızlığın içine düşülmüş demektir. İstanbul şiirieri içinde yrtip giderseniz. ÇoğunlukJa, büyük, görkemli bir övgü vardır Istan- bul'a; büyük bir hayranîık vardır. Şairler, bazen bir so- kağından esinlenmişler, bazen şehrin bütününden. Bazen şehirdeki küçücük bir işaret kocaman, görkem- li bir şiirin esin kaynağı olmuştur. Zaman zaman, öfke ve kıskançlık da şiirlerde yer almıştır. İstanbul temasının "çoA- boyutlu", "çok im- geli" ve "çok biçimli" ele alındığını görürüz. İstanbul övgüsü bezeli klasik şiirin hemen ardından Tevfik Fikret, "dikey imgelemie" siyasi bir temi işle- dıği, akıllardan çıkmayan ünlü "S/s" şiirinde şöyle de- mekte bir sakınca görmemişf r "Ûrtpn, evet, ey facia... örtün, evet, eykent; örtün, ve de sonsuz uyu, evrensel orospu!.." Öte yandan Fikret'in "zamandaşı" diyebileceğimiz -on yedi yaş küçük- Yahya Kemal'in ise, şiir bütün- lüğünde İstanbul çok önemli bir yer tutmuş: hayran- lık, sevgi, özlem vb. dile gelmiştir. Yahya Kemal bir anlamda Nedim'in bayrağını ye- re düşürmemiştir "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmediğim, gezmediğim, sevmediğim hiçbiryer. Ömrüm oldukça, gönül tantıma keyfince kurul! Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer." Geçen yüzyılın sonunda doğan ve kJasik şiirin izini süren, ancak "yenişiirin", "modemşiirin"ör\cü\\&\n- den de olan Yahya Kemal ile, yirminci yüzytlda da şi- ir coğrafyamızın başkenti İstanbul olmuştur; kim ne derşedesin... Kimi şairler, kendilerini "S/s "in -içeriğinden çok- söylemine yakın bulmuşlar; kimi şairier de Sis'in içe- riğini de izlek olarak almışlar. • ömeğin, Nâzım Hikmefin yirmili yıllann sonunda yazdığı "BirŞehirRehberi" adlı şiirinden Özdemir In- ceVe uzanan bir çizgidir bu. Özdemir Ince, Canyelekleri Tavandadıradlı kitabın- da, bir anlamda, "S/s "teki izlegin "iz"\n\ sürmüştür "Bir trisımlı gömlek gerek artık sana halk kıhğına girip halka kanştığı zaman, Sultan Cem 'in gömleğinin bir eşi gömlek Topkapı Sarayı'ndaki" İstanbul şiirlerinden söz edince, akla gelen ilk isim- lerden biri Orhan Veli ise, birdiğeri deArtilâ llhan'dır hiç kuşkusuz ki. Şehri, kendi şiir söyleminde çok fark- lı ve çok renkli olarak ele almıştır. Hem bütüncül bir imgelem yaratmıştır, hem de ti- kel bir durumda, sokağının, insanının, ştirini yazmış- tır. Yine belleklerde yer eden bir şiir de llhan'ın "Istan- bul Ağnsı"d\r. "1949 Eylül'ûnde birader mırç ve ben sokaklannda monikanlar gibi ateşleryaktık sana tapttk ulan unuttun mu sana taptık" "Sis" şairinden yaklaşık yüzyıl sonra dünyaya ge- len ve 1987'de yaşamamayı "tercih'' eden Nilgün Marmara'da ise çok farklı bir imgelemie ortaya çıkar, İstanbul: "O; kent, kendi görümüne kör olan, hepişittiöz sesini, içinde yaşayanın." Istanbul'da yaşayıp, Istanbul'u görüp hatta Istan- bul'u işitip de, O'na -semtine, sokağına, irtsanına, duygusuna, havasına-, şiir yazmamak olanaksızdır neredeyse bir şair için. Edip Cansever ise bu Istanbul'u mavi olarak be- timler. Öyle ya, Boğaz, maviyle ikrye bölmüş, deniz, şehrin her iki tarafını da maviyle çevrenmiştir; ve bu mavi hep vardır Istanbul'da: "Istanbul'da doğup büyüyen Herkes Masmavi düşünür kendini bir mozayık gibi Mavi bir dûnyadan gelir en önce" Bu yılın Kitle İletişim Üdülü • Kültür Servisi - Dünya Kitle tletişimi Araştırma Vakfi tarafindan 26 Nisan-9 Mayıs günleri arasında düzenlenecek olan 11. Ankara Uluslararası Film Festivali'nin bu yılki Kitle İletişim Ödülleri, Kavaklıdere Sineması ile TRT 2'de yayımlanan 'Ve Sinema' adlı programa verildi. Avnıpa filmlerine tanıdığı öncelik, film festivallerine sağladığı destek, sinema salonu işletmeciliğinde gösterdiği titizlik ve çıkardığı dergiler nedeniyle ödüle değer bulunan Kavaklıdere Sineması 'nın ödülünü, sinemayı bugünkü çizgisine getiren Irfan Demirkol alacak. Ikinci ödülü alan 'Ve Sinema' programının ödülü ise, sinema kültürünün yaygmlaşmasına sağladığı destek nedeniyle programın yapımcısı ve yönetmeni Binnur Kılınçkaya'ya sunulacak. Ödül töreni, Ankara Film Festivali'nin kapanış günü olan 9 Mayıs'ta gerçekleştirilecek. Füsun Arıkan'dan etinu sergîsi • KüMr Servisi - Ebru sanatçısı Füsun Ankan, yapıtlannı Dali Sanat Galerisi'nde Ankaralı sanatseverlerin beğenisine sunuyor. 1973'te istanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olan Ankan, ebru ile akademide Sacit Okyay'm atölyesinde tanıştı. Halen kendi atölyesinde geleneksel Türk ebru sanatından yola çıkarak çağdaş ürünler veren sanatçı, bu alanda öğrenciler de yetiştiriyor. Sanatçı, 1992'de Saint Joseph Lisesi Mezunlan Derneği Caporal Evi'nde, yine aynı yıl Fransız Kültür Meticezi'nde, 1996'da Bahçe&Bahçe Kültürevi'nde kişisel sergiler gerçekleştirmenin yanı sıra 1995'te Isviçre'nin Basel kentinde Art-Elle'de, 1997'de Almanya'nın Hannover kentindeki Türkevi'nde ve 1998'de yine Almanya'nın Lehrte kentindeki China-Galerie'de de kişisel sergiler açfı. (0312 428 18 81)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle