17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6NİSAN1999SALI 14 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Birtakmı garipHkler iistüneKaç aydır basından izliyoruz. Bertolt Brecht'ın. Maksim Gorld'den uyarladığı ünlü oyunu 'Ana', 1998 güzünde. Brecht'in 100. yaşmı kutlama ama- cıyla Anadolu OniveTSİtesi Devlet Konservatuvan Tiyatro Bölümü'nün "sahne bilgisi' dersi kapsamı içınde çalışılmış. Doğal ki seyirci karşısına çıka- nlmak için. Oyunun yönetmeni Doç. Dr. Metin Balay Tiyat- ro Bölümü'nün yüksek lisans, doktora, üniversite doçentliği aşamalanndan geçmiş tek ve en yüksek unvanlı, kadrolu öğretim üyesi. ODTC ve DTCF'de- ki öğrencilik yıllannda AST'ta oyunculuk ve yö- netmenlık yapmış, Anadolu Üniversitesi'ndeki çe- şitli çalışmalan yanında, 1990'larda AST'ta Vılmaz Güney'den uyarlayarak sahneledıği 'Salpa' ve yi- ne aynı tiyatroda yönettiği, kendi yapıtı 'tnadma Ya- şamak'tan tanidıgımız bir sanat ve bilim adamı. 12 Mart döneminde Rutkay Aziz'in sahnelediği, başoyunculan Meral Niron ve Erkan YüceTle bir- likte bir dolu başka oyuncuyu da sıkıyönetimle yüz yiize getıren, bir yasaklanıp bir özgür bırakılan bir oyun 'Ana'. Çarhk Rusyası'nm ihtilal öncesi döne- minde (1905-1916) yer alan devrimci-ışçı hareke- tinin öyküsünü, harekete oğlunun başını dertten korumak için katılan, sonra da devrim düşüncesi- ne inançla bağlanan orta yaşlı bir kadının serüve- ninde dile getiren bir müzikli sahne metni. 'Ana'. SarperÖzsan'ın oyun için bestelediği mü- ziğin de katkısıyla, tiyatromuzun 1970'li yıllannın 'unutulmazJar'ı arasında yer ahr. Brecht'in 'öğre- tici oyunlar' yazdığı dönemin ürünüdûr. 'Diyalek- tik maddeci, karşı Aristocu' olarak nitelendinlen, TJL ıv iyatro döneminin sonuna yaklaşırken basından, televizyondan, birkaç da bana ulaşan belgeden izlediğim, tiyatroyla ilgilenen herkesin genellikle bildiği, benim de yalnızca bir 'okur\ "seyirci' ve "vatandaş' olarak değinmek istediğim birtakım 'garipHkler' var. epik biçemde yazılmış, dolayısıyla da 'sahne bflgl- si' dersi bağlammda çahşılması son derece yararlı olabilecek bir oyun. Bu noktaya dek sorun yok. Rektörlüğün ve kon- servatuvar müdürlüğünün onayıyla oyunun çahş- ması son aşamalanna yaklaşıyor. Yılbaşına doğru ise oyunun sahnedeki yorumu yönetimce sakınca- lı görülerek sahneye çıkanlmasına izin verilmiyor. (Ya da -belki de- rejide birtakım değişiklikler öne- rilip birtakım 'sivrffik'lerin törpülenmesi isteniyor da yönetmen kabul etmeyince, oyun gündeme alın- mıyor.) Dahası, 23 Aralık-7 Ocak tarihleri arasın- da görev yerine gelmediği gerekçesiyle, Doç- Dr. Balay'ın Anadolu Üniversitesi'ndeki öğretim üye- liği görevine, soruşturma aç\lmaksızın, son verili- yor. Bu süreç içinde üniversite yönetimi. başka öğre- tim elemanlan, öğrenciler ve yönetmen bağlamın- da. aynnnlannı bilmedigim -bilmek de istemedi- ğım- çeşitli ilişki bozukluklan ve bir dolu tatsız olay yaşanmış olmalı. Oyunu izleme şansım da yok. Bu nedenle, oyunun sanatsal yönüne ya da üniversite yönetimının ya da yönetmenin tutumu- na ilişkin bir yargıda bulunmam söz konusu değil. Rahatsız edicı olan. kamuoyuna yansıyan genel manzara. Birdoçentin. görevinin birparçası olarak sahnelediği konservatuvar oyununun, birtakım çe- kinceler sonucunda seyirci önüne çıkanlmasından vazgeçilışınin ardından yönetmen öğretim üyesinin işine son verilmesı.. Öncelikle, sanat eğitimi veren yükseköğretim kurumlannda hiçbir zaman söz konusu olmaması gereken bir durura var ortada. Tiyatro öğrencileri, yasal engellemesı olmayan herhangi bir oyunu sah- nede sunabilirler. Tıpkı profesyonel tiyatrolarda olabıleceği gıbi, oyun yönetmen tarafından yanlış ya da kötü yorumlanmış ya da öğrenci-sanatçılar tarafından kötü oynanmış olabilır. Bütün bunlar, oyunun (sanatçılar istediğı sürece) seyirci karşısı- na çıkmasına engel değildır. Oyun beğenilmezse se- yirci gelmez, yönetmen ve oyuncular da bundan be- lirli dersler çıkarırlar. olay biter. Oyunun seyirci karşısına çıkanlması siyasal çe- kincelere yol açıyorsa yönetim, yönetmeni 'iknaet- Metropolitan Sanat Müzesi 'nde Picasso 'nun hiç görülmemiş eserleriyer alıyor •Two Hands Holding a Bird'- (1950-51) Picassolaşan seramikve kilheykeüersergileniyorÖZGEN ACAR NEW'VORK-Londra Royal Academy'den son- ra ressam Pablo Picasso'nun seramiklen Metro- politan Sanat Müzesi'nde (MET) sergileniyor. MET'te, Picasso'nun 1947-62 yıUan arasında yap- tığı 175 seramik resim ve kil heykel yer alıyor. Ancak 'Picasso: Kil Ressamı ve Heykeltıraşı" adını taşıyan bu serginin en önemli yanı, bu ya- pıtlann üçte ikisinın, Londra sergisi dahil, dün- yada ilk kez sergilenmekte oluşu, ABD'de ise tü- müne yakın bölümünün ilk kez bir araya gelme- sidir. 62 yaşında, kendisinin üçte biri yaşında Fran- çoise Gilot adlı bir ressam kızla tanışmasından üç yıl sonra Picasso, 1946'da Güney Fransa'da Romalılardan beri seramiği ile ünlü Vallauris'de- ki atölyekri ziyaret eder. 20 yıl kadar önce birkaç seramik yapmış, da- ha sonra elini çamurlamamış olan Picasso, bir atölye sahibi Suzanne ve GeorgesRamî çiftinin çağnsı üzerine, 65 yaşında yeniden seramik işi- ne başlar. Başlangıç denemeleri, seramik tekniğiyle uyu- şumsuzluğu nedeniyle başansız olur. Çift. Ju- les Agard adlı bir ustayı teknik adam olarak sa- natçıya yardımcı verir. Üç boyutlu Picasso yapıtlan Zamanla seramiğin püf noktalannı öğrenen Picasso, önce tabaklar, vazolar boyar. Tekniği- ni gelıştırdikçe vazo, sürahi. kâse gibi nesnele- ri biçimlendirir. Kile artık egemen olmuş, sera- miği ve kil heykelleri de 'Picassolaştırmış'tır. Resimlerindeki metres. sev gilı, palyaço. dans- çı. mitolojik kentaur (atadam) ve faun (keçi- adam) gibi yaratıklar. bolca balık ve kuşlar, Pi- casso'nun üç boyutlu seramiklerinin de temel konulannı oluşturur. Antik Yunan-Roma seramiklerinden esinle- nerek Tanagra figürlerini yeniden yaratır. Fran- çoise'a bir gün, "'Garip. Paris'te hiç faunlar, kentuarlar. mitolojik kahramanlar çizmedim. Sanki bunlar sadece burada yaşıyorlar" yoru- munu yapar. Kuşkusuz, ülkesi tspanya'nın boğa güreşle- rini de serv is tabaklanna yansıtmayı ihmal et- mez. 'Süvari Kadın' vazosunun gövdesi at, üs- tü ise bir süvari kadındır. Süvarinin kollan da vazonun sapı olur çıkar. Picasso, bu arada ban- yo seramikJerinde çıplaklığı işler. Sanatçı, 1947-57 arasında 10 yılda toplam 3.500 seramik yapar. Sergideki yapıtlann, Av- rupa müze ve özel koleksiyonculann yanı sıra özellikle Paris'teki Picasso Müzesi'nden geti- rildiği açıklandı. 6 Haziran'a kadar açık kala- cak sergi, Londra Royal Academy'nin yardı- mıyla Iris & BGerald Cantor Vakfı'nın hima- yesinde düzenlendi. Seramikleri günlük kullanım için yapmayan Picasso'nun bu yapıtlarının, resimlerine kryas- la sanat pazanndan uzak kalmasının nedeni se- ramiğin sanat olduğunun geç anlaşılması, ken- dı elinden çıkmamış "sınırü sayıda kopyalannı' resimdeki 'tıpkıbasun' gibi piyasaya sürme ız- nini vermesidir. Gerçek ile kopyanın, sapla sa- man gibi kanşmasını piyasa hazmedememiştir. Gerçek Picasso bir tabak, birkaç ay önce Londra'da bir müzayedede 43 bin sterline satıl- mıştı. MET. özel olarak yapılmış seri üretim vazo, tabak ve kahve fincanlannı da ziyaretçi- lere 30-150 dolar arasında pazarlıyor. Uzman- lar, "Salan, bir seramiği düşürmeyin. Bir çen- tik dahi kopsa değerinden yüzde beş gider" uyansında bulunuyorlar. meye' çahşabilır. Ancak. seyirci karşısına çıkmaya hazır bir oyunda, siyasal çekinceler nedeniyle 'dû- zeltme' isteme, öğrenci karşısında hem öğretmen hem de yönetmen konumunda olan bir doçentin oto- ritesini sarsar. Bu nedenle de ilişkiler sertleşir. Do- çent Balay'ın görevine son verilme nedeni. bu olay olsun olmasın. kamuoyunun edindiği izlenim açık- tır: sahnelediği oyunla'yönetimetersdüşen'bir öğ- retim üyesinin (sanki öğretim üyeleri -hele tiyatro alanındakiler- armut gibi ağaçtan toplanabiliyormus, gibi) işine son verilebilıyor demek ki. Demek ki, tıyatro eğitimi veren başka kurumlar- daki öğretim üyeleri de öğrencıleriyle oyun sahne- lerken, oyunlan yorumlarken, yönetimin siyasaL top- lumsal çekincelerini göz önüne almak ya da daha iyisi, çalışmalanna otosansür uygulamak zorunda- dırlar... Bir yandan. tüm üniversitelerde tutturulan "Komünizm öldü, yasasın küreseüeşme, yeni dün- yadüzeni" türküleri. öte yandan. devrimci hareke- tı dıle getiren ('küreselleşme' yanlılannın 'modası geçmiş' sayabileceği) bir oyunun rejisindeki -var- sa- sivnliklerin seyirciyı ayaklandırabileceği kor- kusu. 12 Mart'tan bu yana tam 27 yıl geçti. Sov- yetler Birliği tarihe karıştı. Türkiyede ise '.\na'nın şansı açılamadı. Bu nasıl bir 'gariplik'? Ahtapota dönmüş Devlet Tlyatrolan Seçim arifesindeyiz. Devleti yönetmeye talip' par- tilerin programlannda tiyatro bağlamında elle tu- tulur önenler yer almıyor. 1960'lardan bu yana ha- zırlanıp rafa kaldınlmış yasa tasanlannın incelen- mesinden iyi bir sosyal bilimler doktora tezi çıka- bilir. Tasanlar yasalaşmadıkça eskiyor \e değişen koşullara göre yenilerini kaleme almak gerekiyor. 2000'li yıllara tiyatro adına bir dolu 'garipük'le gi- riyoruz. En büyük gariplik Devlet Tiyatrolan'nda. Çünkü kuruluşuyla bugünü arasında inanılmaz bir büyüme yaşamış olan kurum, 1949 daki kuruluş ya- sasıyla yönetilmeye çalışılıyor. Uzun yıllardır TC Kültür Bakanlığı'nın bir ge- nel müdürlüğü olarak belırlenen Devlet Tıyatrola- n'nın çeşitli illerde 32 sahnesi oldu. 600'ü sanat- çı, 2 bin dolayında çalışanı var. Bir genel müdür- lük ki sanatçısından çalışanına, çeşitli illere atama yapacak, edebı kurulun seçtiği oyunlara ve yönet- menlerden gelen projelere göre 32 sahnede oyna- nacak oyunlan belirleyecek, seyirci araştırması ya- pacak ve A'dan Z'ye her tiyatro döneminde sunu- lan 70 dolayındaki oyunun sorumluluğunu taşıya- cak. Devlet Tiyatrolan Genel Müdürü Doç. Lemi Bü- gin'in. Tiyatro Tiyatro dergisinin 87. sayısında Tü- relEzici'ye söyledıği gıbı, "*De\letTryarrolan,dûıı- yada eşi benzeri olmayan bir sanat kurumu". Gün- begün, Bılgin'in deyişiyle 'hantallaşan' bu kuru- mun, çok geç olmadan, hızlı bir Şeniden yapılan- ma' sürecine girmesi gerekiyor. 'Gariplik' en çok Ankara'da gözleniyor. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun tam 8 sahnesi var. Başkente başka illerdeki yapımlann da gelmesiyle, yılda yak- laşık otuz Devlet Tiyatrosu yapımı izlenebiliyor. En hasta tiyatrosevere yetecek sayıda oyun var kısaca- sı. Üstelik, bilet ücretleri ehven, tiyatro yapılan gü- zel.koltuklarrahat. lşte bu nedenle, Ankara'da özel tiyatrolann uzun süre yaşama şansı yok denecek kadar az. Yine ay- nı nedenle, Ankara'da tiyatro (AST'ı saymazsak) tek- sesB'. Kemikleşmiş Devlet Tiyatrosu biçemi- ni kırmak her yönetmenin harcı değil. Bu nedenle de Ankara'da tiyatro izleyenler, farklı sahne çalış- malan kotarmada başanlı yönetmenler dışında, yıl- lardır ızlemeye alıştıklannı görüyorlar. Lemi Bil- gin. kurumun yapısını. işleyişini tümden değiştir- meye yönelik bir reform uygulaması yapılmazsa. 10 yıl içinde "Ankara'da istihdam edilmiş. d^iet- ten maaşlı sanatçı sayısının 800'lere, 1000'lere ula- şacağmı" söylüyor. Böyle bir 'garipfik'le yaşana- bilir mi? Yaşanabiliyor ki, devleti yönetmeye he- veslenenler yıllardır sorunu sorundan saymıyorlar. Yurt düzeyine yayılış biçimıyle 'amorT özellık- ler taşıyan Devlet Tiyatrolan'nın yeni açılan Van Sahnesı'nden yaklaşık bir-birbuçuk ay önce gelen haber ise korkutucu. Oyunlar üç-dört seyirci bula- biliyonnuş. Ya birkaç günlük geçici bir durumu 'şişirerek' olay yaratma adına yapılmış bir medya eylemi söz konusu ya da Van'da (inanılması çok zor olsa da) seyirci yok. Bu durumda Van, yerel halkın tiyatroya gitmeye karşı çıktığı bir il olmalı. Peki. bu ile atanmış yüzlerce memur ve öğrermen de mi tiyatro istemiyor? Bu ilde hiç mi üniversite öğren- cisi yok? Koskoca Yüzüncü Yıl Üniversitesi bu il smırlan içinde değil mi? Öyleyse ortadaki 'garip- lik' -eğer gerçekse- hangi gerçeklere dayanıyor? Bu gerçekler bilinmeden nasıl sahne açılmış Van kentine? ADTde Shakespeare özürlülüğü Bir başka 'gariplik' de Devlet Tıyatrolan'ndakı 'atama' uygulaması. Tiyatro okullannı bitiren genç- lerden DevletTiyatrolan'na giriş sınavmı kazanan- lar Anadolu'da açılan Devlet Tiyatrolan 'nda uzun- ca süren bir staj dönemi geçiriyorlar. Kıdemli ağa- bey ve ablalannm çoğunlukla yalnızca oyun yönet- mek için geldikleri bu illerde, gençler çoğunlukla amatörlüktenprofesyonelliğe geçme aşamasını ya- şıyoriar. Deneyimli sanatçılarla birlıkte aynı sahneyi pay- laşma deneyimini yaşayamadan... Üstelik de ken- dilerini 'cezalı' sayarak... Öte yandan, aynı gençler, büyük kentlerdeki ab- lalan \ e ağabeyleri doğru dürüst bir role kavuşmak için yıllarca beklerken. demir leblebi oyunlardaki önemli başrollere (yeterli deneyım ve birikime ulaş- madan) çıkıveriyorlar. Hem seyirciye, hem kendi- lerine zarar... Bu 'gariplik'ten kurtulmak için ça- balar var mı? Gençler, Anadolu'daki günlerini dol- durup da büyük kentlere geldiklerinde, kimi zaman iş işten geçmiş oluyor. 'Gariplik'leri, 8 adet sahnesiyle başkentte ezici bir sanatsal baskı kurmuş olan, en iyi sanatçılarla rejisörlerin önemli bir bölümünü de bünyesinde banndıran Ankara Devlet Tiyatrosu'nun Shakespe- are özürlülüğüyle noktalayalım. Devlet Tiyatrola- n dağanna birkaç yılda bir Shakespeare oyunlan alınıyor. Ne ki Ankara'nm kısmetine bir türlü düş- müyor bu oyunlar. Yanlış anımsamıyorsam, Anka- ra Devlet Tiyatrosu'ndaki son Shakespeare yapı- mı, 1993'te sahnelenen 'Bahar Noktası'ydı. Anka- ra Devlet Tiyatrosu bir Shakespeare trajedisi sah- nelemeyeli ise sanınm yirmi yıl oldu. Tüm dünya- nın tiyatroda ve sınemada çok hoş bir Shakespeare tutkunluğu yaşadiğı birdönemde bu 'gariplik' nasıl açıklanabilir? YAZI ODASI SELİM tLERİ Çalıntı Benim için her şeyin çok genç, hatta çocuk ol- duğu o zamanlar, Gece de karanlıklar tannçasıy- dı. Çünkü komşumuz Solmaz Hanım bize -ama daha çok bana-, Gök'le Yer'in kızı olan Gece'nin karanlıklar kraliçesi olduğunu söylüyordu. Solmaz Hanım, Gece'yi siyah tüllere sannmış gö- rüyordu. Bu tüller bazan külrengiyle dumanlanıyor, bazan kızıllarla yalazlanıyordu. Bazan da opal ıştltlar sa- nyordu siyahı. Solmaz Hanım bize -ama daha çok bana- Ge- ce'yi anlatıyordu: Gece ve karanlık hep vardı; ön- ceden de vardı, sonradan da var olacaktı. Zaten Gece, hayatın tek anlamıydı. O, Gece'yi adeta bir aşkla anlatırdı. Gece aşktan ve sevişmelerden uzak duruyor; gel- gelelim, erdenken çocuklan doğuyordu. Gece, Uyku'yu, Rüya'yı, Karatalih'i, Cansıkıntısı'nı, Yaş- lılık'ı, Ölüm'ü doğurmuştu. Bunlar hepsi birbirleriyle uyum içinde, birbirinin öyküsünü, birinin bıraktığı yerden ötekisi alıp gö- türerek söylemekteydi. Uyku bizi Rüya'ya çağınr. Rüya'da gördüklerimizi iyiye yorar, iyi talihler umarız. Ama Karatalih çok geçmeden varlığını duyum- satır. Günlerce sürer Cansıkıntısı. Cansıkıntısı hırpa- lar, bu hırpalanışla sürüklenir gideriz. Sonra Yaşlılık çıkagelir, kıncı, memametsiz Yaş- lılık. Beklenen son kardeş, artık, ölüm'dür. Biz, Solmaz Hanım'dan bu umutsuzluklan din- liyorduk. Gece'yi dile getiren Solmaz Hanım, derken ken- disi de, usul usul Gece olmak istiyor, Gece'yi gü- zelliklere boğdukça, kendisinin de Gece olduğu- na inanıyordu. Gece, o zaman, kızıl yalazlı, külrenkli dumanlı, opal ışıttılı siyah tülleri arasında dimdik duruyor; ate- şi sönmekte olan bir meşaleyle bir beyaz baykuş da Gece'nin ayaktan altında devrilmiş görünüyor- du. öyleyken, işte Gece, hayattan öç alıyordu. Öy- leyken, Solmaz Hanım hayattan öç aldığını düşü- nüyordu. Gece kılıktan kılığa giriyordu: Rüzgâra savurduğu tülde yıldızlar... boyuna yıl- dızlar parlıyordu. Siyah tülde akan yıldızlar, döne- ne dönene, karanlıklara karışıyordu. Solmaz Hanım, sırtında pelerini, tüller, yine Ge- ce olup çıkmış, yıldızlar taşıdığına, yıldızlara kavuş- tuğuna inanıyordu. Bazan ay doğuyor ve ayışığında Gece, denize gümüsselvilerini savuruyordu. Bazan siyah tül mavi olup çıkıyor, alkor ateşli bir meşale Gündüz'ün mavi kumaşını tutuşturuyordu. 'Ben Gece'yim", diye Solmaz Hanım, hayatını mahvetmiş her şeyden uzaklaştığına, anndığına -belki- inanıyor, bize anlatıyor, boyuna anlatıyor- du... Çok uzun yıllar geçti- O zamanlar onun bu aı^r lattıklan beni büyülerdi. Kaç kez dinlesem usan- mazdım. Günün birinde, bir kitapta okudum, o Gece, o Uyku, Karatalih, öteki kardeşler, anne baba Yer ve Gök, mitologyadan geliyormuş. Solmaz Hanım bi- ze, kendi kurduğu karanlık bir masalı anlatır görü- nürken, Yunan mitologyasından, binyıllardan ko- nuşuyormuş. O, besbelli, geçmiş zaman söylen- celerinden çalıyormuş. Soğumuştum Solmaz Hanım'ın 'çalınb' masa- lından. Bana artık 'kişisel' gelmiyordu. Şimdi Solmaz Hanım'ın romanını yazmaya ça- lışırken, çabalarken, yine kavuştuğumu hissediyo- rum masala. Sanat paylaşmak içinse, Solmaz Ha- nım geçmiş soylencelerden okuduğunu, 1950 son- lannın günlük, gündelik hayatına katmak istemiş, onayeniden 'yaşamak' sağlamak istemiş olamaz mıydı? öyleyken... ... Öyleyken çalıntı, sanatın ta kendisi olmuyor muydu? Böylece, bu tutum da çok 'kişisel' bir tutum ol- muyor muydu? Tukvimde İz Bırakan: "Ve yanar durur ağaç, ne güz rüzgân, ne de donlu havalar onu bir türlü söndüremez." Inge- borg Bachmann, Otuz Yaş, Kâmuran Şipal çe- virisi, Yankı Yayınları, 1969. AÇ8 9. Resim Yarışması • Kültür Senisi - Adana Çimento Sanayii (AÇS) AŞ'nin her yıl duzenlediğı resim yanşmasmın bu yıl dokuzuncusu gerçekleşecek. Başvurulann 26 Nisan'da başlayacağı yanşmada konu sınırlaması getirilmiyor. Seçici kurulunu Ahmet Akata, Arif Güngör Tümer, Prof. Dr. Devrim Erbil, Yrd. Doç. Dr. Handan Tunç, Prof. Dr. lsmail Tunalı. Prof. Dr. Kaya Özsezgin, Mehmet Ergüven, Mustafa Dulda, Yrd. Doç. Muzaffer Tire ve Prof. Nevhiz Tanyeli'nin oluşturduğu yanşmada ödül ve mansiyon alan yanşmacılann yapıtlan 1-15 Haziran günleri arasında Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi'ndeki Adana Devlet Güzel SanatlarGalerisi'nde sergilenecek. Yanşmaya katılmak isteyenlerin 17 Mayıs Pazartesi günü saat 17.00'ye kadar yapıtlannı 'Oytaş Iç ve Dış Ticaret AŞ Genel Müdürlüğü, Kemeraltı Cad. No: 28, Kat 2- 3 Karaköy, Istanbul'; 'Oyak Inşaat A.Ş. Genel Müdürlüfü, Eskişehir Yolu, Söğütözü Kavşağı, No: 6, Beştepe, Ankara'; 'AdanaÇimento Sanayii AŞ Genel Müdürlüğü, Ceyhan Yolu, Adana' adreslerinden birine elden teslim etmeleri gerekiyor. (0 322 332 99 50) Düşünsel Manzaralap' sergisi • İZMİR (AA) - Alman sanatçı Carlfriedrich Claus'un 'Düşünsel Manzaralar' adını verdiği sergisi, tZFAŞ Sanat Galerisi'nde bugün açılacak. Felsefeyi ve şiiri görselliğe, görselliği de düşünceye uyarlayan ve 1961 yıhndan bu yana çift taraflı saydam eserlerini ilan tahtalan gibi boş mekânlara asan Carlfriedrich Claus'un 90 yapıttan oluşan sergisi, 14 Nisan'a kadar açık kalacak. 'Yeni Dünya Düzeni ve Küba' • Kültür Servisi - Türkiye ve Ortadoğu Amme Idaresi Enstitüsü (TODAtE) ve Siyom-Der işbiriiğiyle düzenlenen 'Yeni Dünya Düzeni ve Küba' başlıklı panel 9 Nisan Cüma günü saat 18.00'de TODAİE'nin Ankara'nın Yücetepe semtindeki binasında gerçekleşecek. Küba Büyükelçisi Castro Benitez ve Doç Dr. Gencay Şaylan'ın konuşmacı olarak katılacağı panelde aynca Engin Bayramoğlu'nun hazırladığı bir dıa gösterisi sunulacak. (231 73 60)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle