20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23MART1999SALI 14 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Metin ve yönetmenin özgürlüğüÜlkemizde tiyatronun bir başka aşa- maya uzanabilmesi için gerekli koşul- lann başında "rekabet" duygusunun bi- lenmesi geliyor. Özel tiyatrolar başka özel tiyatrolan ve Devlet Tiyatrolan'nı aşacak; Devlet Tiyatrolan da hem özel- liîde kendi ıçlerinde hem de özel tiyat- rolarla yanşacak. Yönetmenler arasın- da dasanatçılar arasmda da -yaratıcı düş gücünü, yeteneği ve sanatsal zekâ- yı sahnede tam anlamiyla geTçekleştir- me bağlamında- yoğun bir rekabet olu- şacak. Kazanan Türk tiyatrosunu bir adım daha ileriye götürecek. Yitiren ise nerede yanlış yaptığını düşünecek. Dü- şûnmezse tiyatromuzun vay haline... Dönem başından bu yana süren, ço- ğu yeni yapım olan 20 dolayındaki An- kara Devlet Tiyatrosu oyununa, başka kentlerde sahnelenmiş Devlet Tiyatro- lan oyunlan da katıldı bu yıl. tstanbul Devlet Tiyatrosu "KısasaKısas" ı. Bur- sa Dev let Tiyatrosu "Bir Garip Orhan Veü"yı, Izmîr Devlet Tiyatrosu "Susuz Yaz"'ı, Erzurum Devlet Tiyatrosu "Ka- der KsmetOyunu"nu, Trabzon Devlet Tiyatrosu "Antigon"u, Adana Devlet Tiyatrosu "5. Frank" ve "Palyaçotar"ı, Dıyarbakır Devlet Tiyatrosu "Yolcu"yu sundu, bugünden başlayarak da Memet Baydurun "Kamyon"unu sergiliyor. (Ankara Devlet Tiyatrosu ise kendi oyun- lannı çeşitli kentlere sürekli olarak gö- türüyor.) Böylece en azından Devlet Ti- yatrolan'nın çeşitli sahneleri arasında bir yanşma ortamı oluşturuluyor. Ankara'ya gelen en gösterişli yapım- lardan biri Nesrin Kazankaya'nın çevi- np Istanbul Devlet Tiyatrosu'nda sah- nelediğı, Shakespeare'in"Kısasa Kı- sas"ı. Büyük ozanın, incelemecilerin son ikiyüz yıldır tartışa tartışa tükete- medigi, her bıri kendi içinde geçerli ol- makla birlikte, biribirine tokuşturuldu- ğu zaman genellikle (çarpışan bilardo toplan gibi) zıt yönlere uçuşan kıh kırk yarar yazınsal yorumlarla, olduğundan daha da karmaşıklaştınlmış bir "sorun" oyunu. Büyük ozanın komedinin klasik öğe- lerini ve örûntüsünü yaşamsal önemi olan sorunlan tartışma yolunda kulla- nıp "trajik" olanla "komik" (güldürü- ar yunun hızlı ve gürültülü akışı içinde, Shakespeare'in "sözel söylemi" izlenmesi zor bir yanşa koşulmuş ve yer yer duyulmaz ya da izlenemez olmuş. Oyun Shakespeare'le yönetmenin "konsepf'i arasında sonsuz bir çekişmeye dönüşerek uzayıp gidiyor. Nesrin Kazankaya'nın çevirip, tstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahneJediği 'Kısasa Kısas'. cü değil) olanı yaratıcı dehasıyla *iç içe" yoğurarak klişeleşmış örgelerden "Shakespeare'ce" denilebilecek biröz- gün dram anlayışı yarattığı nice oyu- nundan bıri olan "Kısasa Kısas'ın iki te- mel izleği "adalet" ve "erdem'' olgula- ndır. Shakespeare, içine insanlık katılmış "adalet" olgusuyla "kaü yasalann ka- hksız ırygulamasrnı; ıçi boşaltılmış bir "erdem" anlayışıyla, gücünü sevgiden ve hoşgörüden alan tür "erdemlüiği'' birbiriyle çatıştınrken oyun kişilerini de çelişkilerle donatır. Bu nedenle, ne oyun kişilerini netlikle çözümleyebilmek ne de oyun kişilennden süzülen "dilsel söytem"i açık seçik yorumlayabilmek olasıdır. Bir görüşe göre yazar, bu iki yaşam- sal olgu üstünde odaklanırken düşünce- lerini, oyunu yazma eylemi içinde. oyun kişilerini ve oyunu kişilennin ağzına verdiği t4 söz"ü biçimlendirirken keşfet- mektedir sanki. Ya da belki ortaçağ "ibret oyunla- n"nda yalnızca bir "erdem"i ya da "gü- nah"ı simgeleyen kalıp karakterleri hem "gûçKi" hem de "zayrf" kişilik özellik- leriyle donatarak "insan"ı kavramsal kalıplarda donduran ve bu kalıplar doğ- rultusunda "yargılavan"dinsel-toplum- sal dogmalara karşı çıkmaktadır. Oyunun tümünden çıkabilecek net sonuç ise ancak şu olabılir: Ruhuna in- san mayası katılmamış "katı yasalann katıksız uygulanmasr erdeme dayalı bir toplum düzeni kurmada yetersiz ka- lacağı gibi, * t erdem"in bagnaz sınırlar içinde tanımlandığı birahlak anlayışı da insanın dogal gerçeğine ters düşecektir. "Komedi" olarak behrlenen bir dolu oyununda hep **toplum"la "doğa'" ara- sındaki ikiligı irdeleyen, toplum baskı- sının "sınırlaytcılığı'' karşısına doğada var olan "özgürlüğü" koyan, toplumun "yandayıa, hırpalayıcı" etkileri karşısın- da doğanın *onancılığı"nı panzehir kı- lan Shakespeare, "Kısasa Kısas"ta bir adım daha öteye giderek, doğadan ge- len cinsel özgürlükle, insan toplumla- nnın davranışlannı belirleyen "yasal sı- nırlamalan" birbiri karşısında sınamak- tadır. Oyun, doğadan gelen "yaşam üreöne" dürtüsüyle, toplumun aldıgi "yaşamı söndürme" önlemi arasmdaki çatışma- da biçimlenir. *Doğum"a karşı "öHinı'*- Shakespeare içın önemii olan insanın bu iki an arasında, dogal ve toplumsal ya- ratık olarak nasıl yaşadıgıdır. Henüz hiçbir toplumun üstesinden gelmeyi tam anlamıyla başaramadıgı. ya- pılan yasal kısıtlamalann ya da gevşet- melerin yeni sakmcalara yol açtığı cin- sel özgürlük-toplumsal düzen ilişkisinin günceL'evrensel önemi, baştan sona ıro- nilerle donatılmış (geleneksel "mutJu son" olgusu bile "ironik" bir vurgu ta- şıyan) bu tartışma oyununun, komediy- le dram arasındaki incecik çizgide gi- dip gelen, oyunculukta yansılanan ka- rakterin ve söyleminin uzun uzadıya ça- lışıldıgı. incelikli, özenli bir yorumuy- la sahneye getirilebilırdi. Nesrin Kazankaya'nın seçımi ise ül- kemizde pek de bilinmeyen bu oyundan "bastao-adaktsiz devlet yönetimi" olgu- sunu, siyasal geçmışımize göndermeler yapan bir "konsept" dogrultusunda ye- ni biryorum çıkarmak olmuş. Bu "kon- sept" doğal ki oyuna eklenen sözsüz sahnelerle ve şiddeti vurgulayan gör- sel' işitsel göstergeler doğrultusunda biçimlendirilmiş. Oyun kişileri ironik bo- yutlanndan soyutlanarak şiddet görün- tüleri ve sesleri içeren atmosferin işlev- sel ögelerine indırgenmiş. Oyunun hız- lı ve gürültülü akışı içinde, Shakespe- are'in "•sözel söytemi" izlenmesi zor bir yanşa koşulmuş ve yer yer duyulmaz ya da izlenemez olmuş. Buna karşın me- tin çok az kısalhldığı için, Shakespeare'in varlığını duymamak da olanaksız. So- nuç olarak da oyun Shakespeare'le yö- netmenin "konsepfi arasında sonsuz bir çekişmeye dönüşerek uzayıp gidiyor. Metnin inceliklerini okurken bile kav- ramak yeterince zor iken,oyunu bilme- yen seyirci dogru dürüst izleyemediği "söz' le. gözünü ve kulagını esir alan sah- neleme düzeni arasında, olaylan. sanki yabancı dilde bir oyun izliyormuşcası- na anlamaya çalışıyor. Sorun, daha önce başka yapımlarda da görüldüğü gibi sahne olayını kotaran ve sahnede görsel-işitsel düzeyde olup bitenleri, oyunun provalan boyunca bi- çimlendirmiş olan sanatçıiar ekibınin. kendi bildiklerinin ve algıladıklannın. seyirci tarafından da algılanabıleceğini varsaymalanndan kaynaklanıyor. Se- yirci ise şu ya da bu oyuncunun yoru- munu, sahne tasanmını, gıysi tasanmı- nı, belirli rejisör buluşlannı begendiği ya da beğenmedıği. olay örgüsünü de ıyi- kötü kavrayabildigi bir tiyatro yaşantı- sıyla çıkıyor oyundan. "Kısasa Kısas" yapımma bir tür seyirci anlayışıyla ba- kılacak olunursa, bir dolu sahnenin gör- sel ve işitsel vuruculuk taşıdığı. yoğun emek ürünü, özenli bir çalışmayla kar- şı karşıya oldugumuz söylenebılir. Umu- dumuz ise eski metinlere yeni 'kon- sept"le yaklaşma uğraşı içinde, yönet- menin sahne metnini kurarken metinden yaptığı seçmeler ile sahne üstünde amaç- ladığı yorumun "metin-sahne olayı" bağlamında "dizgesel bir bütünlük" oluşrurması yönünde kendini daha öz- gür sayması, bir anlamda sahne metni- ni -Shakespeare'in bile gözünün yaşı- na bakmaksızm- yalnızca kendi yoru- munu ve bu yorumu algılayacak olan se- yirciyi düşünerek yeniden yazması... Hanna Schygulla, zamanını alan sinema yerine artık mikrofonu ve deneysel tiyatroyu seçti 'Içimdeld matruşkayı keşfettiın' GÜRHAN UÇKAN STOCKHOLM - Hanna Schygulla. sinema ve ses yıldızı; her iki sanatı da iki erkeğe borçlu: RainerVVfer- ner Fassbinder ve Jean-Claude Carriere. O iki erkek ise yapıtlannın olağanüstü başanlı bir şekılde yo- rumlanmasından ötürü Hanna Schygulla'ya çok şey borçlu. Alman sanatçı Hanna Schygulla'nın 13 Mart tari- hinde Stockholm Kültür Sarayı'ndaki konsennin bi- letleri, daha ilan binanın neon ışıklanyla yazıldıgı gün bitti. Aranjörler, ertesi güne bir konser daha koydu- lar. Onun da biletleri anında tükendi. Aynı günün ak- şamına ıkınci bir ek konser konuldu. Kadın yıldız, Fransız 'chanson' türü müziğe gönlü- nü verdi. 1997'de 'Chantesing' adım verdiği CD'si büyük ılgi toplayınca, bir başka sevgi- lisinı. sinemayı bıraktı. " Arok benim için müzik ve deneme tiyatrosu var" diyor. Ekle- miyor, ama onun hayranlan, yıldızm Fass- binder'in ölümünden sonra sinemadan zevk alamaz hale geldiği görüşündeler. Çünkü ar- tık Fassbinder'le beraberliğı onun (ve Carri- ere'in) şarkı sözlerini ilginç bir 'Ahnan-Fran- sız müziği geleneğini' canlı tutarak yorumla- yarak sürdürüyor. Hanna Schygulla: " Bu iki eşsiz insanın hayanmdaki yeri soo derece öoemlidir. tldsini de fılm düm asında tanıdun ve ha- yaüm degişti. İkisi birbirinden çok farklı insanlar. Fassbinder sananyla biryara>a parmak bası>un Car- riere ise eüne gecen her şe>ı toprağa sokup yeşerip ye- şermeyeceklerini anlamaya çalışan bir babçrvan." Hanna Schygulla, Fassbinder'le 1967'de bir tiyat- ro okulunda taruştı. Bavyera'da bir tiyatroda '12 Şi- ünlikOpera' adlı oyunda başrolleri paylaştılar. " Rastlantı sonucu o okula ghmiştim. Ashndabi- raz da işin gırgınnday dım. Ünivcrsiteye devam eder- ken, spontanlığımı \itirme\e yönelik bir gelişme gös- terdiğjmin bilincine varıp dehşete kapıldım. Her şeyi analizden geçiriyor obnam, benim izlenim edinmemi önlüyordu. Derinliğe analizk değiL orada bulunup izlenim kazanarak ulaşılabiMr. Fassbinder bana, 'an- ri-tiyatro' ve 'action-riyatrosu'nu öğrettL Ondaki sa- domazosist yön çokgüclüydü. Eğer bir insanın bir şev- den acı çekmekten zevk akhğuu kesfederse, ona he- men o şeyin acısını çektirme\« bayüıvordu. İnsan do- gasını aşınölçüdemerak ederdL Bakalım insanlarbe- nim uğruma neleryapmayı göze alabilirler, derdL Za- man zsunan'yaralıailebireylerini' birarayagetirir- di. Saldırganın kurban, kurbamn saknrgan rolüne geçmesini zevkle izJerdi." 'Petra v»n Krantz'uı Acı GözyaşlarT (1973) tipik bir Fassbinder yapıtıydı. Önce 5 perdelik oyunda, sonra da ftlmde Fassbinder, bir katlanmanm, boyun eğmenin öyküsünü anlaür. Bundan önce 4 fılminde irden bir gerçeğin bilincine vardım: Hayatımdan sinemayı çıkanrsam, zamanım çok genişleyecekti. Içimdeki sese uydum. Kişinin çocuk doğası, yaşiıyken de aynıdır. Ben de mikrofonu ve deneysel tiyatroyu seçtim. Şimdi çok mutluyum. Içimdeki matruşkayı keşfettim çünkîl' başrolde oynatıp sinema dünyasma Almanya'nın en büyük kazancını yerleştiren yönetmen, bu fümde Hanna Schygulla'yı asla kurban yerine, rolüne koy- madı. Bu fîlmde, yüksek sosyetenin ünlü kişisi Pet- ra von Krantz'ı, hayatta daha yeni şeyler öğrenmek, yaşamak için terk eden erotik ve cekici güzel kadın rolünü oynadı Schygulla. - Fassbinder, birlikte çalıştığı kişileri bir evde, bir çeşit 'yedek afle' olarak tutmayı severdi. Ben o evde hiç oturmadım. Zaten grup yanlısı biri değilim. An- cak ikişer, üçer kişilik gruplara katılıyordum. Fass- binder, benim bu bağımsız yanıma saygı gösterirdi. Benim, pek kolay yerleşip kök salmayan doğamı tanırdı. Bilmiyorum; bu yanım bir kusur mu? Ancak, yalnızlığa düşkünlüğüm değil benı sahneye çıkaran, bana şarkı söyleten. îlerlemek, yeni hedeflere ulaş- mak tutkusudur o. Ben kendımi hep bir yönde yol alı- yor, bir yere gider hissediyorum. Bu görüntümden de son derece memnunum. 50. yaşı dönüm noktası Hanna Schygulla, bir kadın olarak 50. yaşın ken- disine yepyeni bir hayatın kapısmı açtığım söylüyor: "1993"a:50. >aşımı gerçek anlamıyla kutladım. Olğun- laşmak. bana >eni bir hamle \e >ol isteği verdi. Bana gelen roi önerileri azalmışa: gelenleri de sevmhordum. Zaten sinemada insan çok zaman harcı>or. Kamera- nın önünde geçen an o kadar az ki: günier beklemek- legeçh'or. Bense çok yoğun cabşmava ahşmışbm, Fass- binder'in akıl almaz hızına ve temposuna. Birden bir gerçeğin Nincinc vardım: Hayanmdan si- neroa>ı çıkanrsam.değerlendireceğun za- man çokdaha fazla genişlevecektL Her za- man olduğu gibi bu kez de içimdeki sese uvdum. Sanınm kişinin çocukken doğa- sında yatan \önü. vaşlıyken de aynıdır ve ona yön gösterir. Ben de mikrofonu ve de- neysel tiyarroyu seçtim. Şimdi çok mutlu- yum. Içimdeki matruşkayı keşfettim çün- kü. Her büyüğün içinde, bir küçüğü sak- İKfar. Ama o ilk. en küçfik oebek her za- man en derinde, en içeridedir ve gözük- mediğj halde. vardır. İnandığım ikinci bir şey ise kişi- nin, düşlerini gerçek haline getirebikceğMr. Bütün yü- reğiyle istemesi. inanması ve umudu yitirmemesi ye- tET."" Konserlerine çoğu kez ayakkabısız çıkıyor. Önce- leri yüksek topuklu ayakkabıyla çıkıyormuş:" İnsan yahnayak çokdaha rahathareketedebiliyor; daha faz- la hareket etme isteği duyuyor. Hem de kuyruksoku- munu yormuyor. Aynca bu sekilde ben kendüni yere, dünyaya yakın hissediyorum.'" Nanterre'dekı bir tiyatroda iki monoloğu \ar. Bi- rinin sözleri Carriere'e ait. Ötekinin yönetmenlığini ise Margareta von Trotta yapıyor: " Nefis bir yönetmen" diyor Schygulla, "her şeyi- ni veren bir kadın. En asgari gereksinmelerle yaşıyor ve koca birçökk, küçücük bir kayanın arkasında otu- ru>»r". Schyguüa,sinemadaçok zaman harcadığını düşünüyor. YAZI ODASI SELtM İLERİ Tren, Yaz, Buğu Günlerdir yağmur yağıyor. Bahar öyle gelir Istanbul'a, soğuklar ve yağmurlar. Geçmiş zaman takvimlennde bunlar hep 'sayılı gün- ter'dir. Martın başında adsız bir fırtına, mart yanladı mı kır- langıçlar geliyormuş -Geldiler mi?- zavallı kırlangıç- lar "Kocakan Soğuğunun başı "nöa gelirlermiş, Ko- cakan Soğuğu ayın yirmisine kadar sürüyor ve bahar başlıyor. Hemen yirmi üçünde 'Kozkavuran Fırhnası", beş gün sonra "Çaylak Fırtinası". Nisan, yağmurlu olurmuş, nisanda sisli günierolur- muş. Sonra ilkyaz! Başlangıçta günier rüzgârlı, son- ralan sıcak, açık, güzel geçermiş. Eski talrvimlere göre, çiçekler nisanda açıyor, "bül- bûllerin şakıması" dört nisanda. Ama nisanda "öküz Soğuğu" da var. Otuz nısan benim doğumgünüm, o gün üç günlük bir fırtına başlıyor. Mayısta "ÇiçekFırtinası" var, doğu rüzgârlan bu ayın onunda esmeye koyuluyor, Filiz Koparan Fırtinası, Kakulya Fırtinası, Ülker Fırtinası, ayın sonunda Kabak Meltemi... Eskıler öyle saptamışlar. llkbahariar için öğütier vermişler Havalar kıştan daha değişken olduğu için daha çok korunmak gerekirmiş. Baharda hafrf yemekleri tercih etmeliymişiz. Kuzu, balık, körpe dana eti, bol sebze. Mart, haşlamalık balıklann ayı; "istakoz, pavurya, çağnazunyenecekzamanı"ym\ş. Nisanda kalkan, pi- si. kaya balığı. Nisanda barbunya henüz yağsız. Ma- yısta barbunyanın ızgarası, mersinin haşlaması... Iş- te Istanbul denizinde balıklar varmış. Istanbul'da bahçeler varmış. Baharda bahçe işle- ri: Birinci ay, bahar çiçekleri dıkilecek, çimenler biçi- lecek, kalem aşılan yapılacak. Ikinci ay, muhabbetçiçeği, menekşe, nergis, kına, şebboy fideleri dikilecek. Üçüncü ay, karanfillerden çelik daldınlacak, süm- bül- zerrin-fulya sovanlannın piçleri aynlacak, son mahsul için çalı fasulyesi, sakız kabağı, hıyar tohum- lan ekilecek... Haziran başı hem ilkbahar sonu, hem yaz başlan- gıa. Bir zamanlar. daha gençken, güz en sevdiğim mev- simdi. Şimdi gözümde hep haziran günleri tütüyor. Yıllar öncesindeydi, Haydarpaşa'dan trene binmiş, Pendik'e gidiyordum. Sabah erken saatti. Denize bakıyordum tren penceresinden. Ama önce köşklere, bahçelere, beni hep büyüle- yen tren istasyonlanna bakmıştım. Şimdi deniz uzayıp gidiyordu. Denizde Adalar bu- ğudan birer aylayla örtünmüşlerdi. Buğu titrer görü- nüyordu. Yaz peyzajı dendi mi, ben yine o buğular örtünmüş tren penceresi çerçeveli Adalar resmini düşünürüm. O resimle birlikte ilkbahar birdenbire sona erer. Tren, yaz, buğu... O sabahın izi kaldı. İnsanın böyle unutamadığı tuhaf 'an 1ar, görtintü- ler, renkler, şekiller, sesler var. Benimkilerin çoğu, yazdan. Ayırtına varmamışım, yazmış sevdiğim mevsim. Günlerdir yağmur. yağıyor. Karanlık, asık yüzliJtoa-, va. tç karartıcı, bakımsız arka bahçeler. Kirii cadde. Trene, otobüse, uçağa binsem, gitsem-gitsem... Takvimde tz Bırakan: "Artık kuşlaria bakışmak kaldı/Arsız sımaşık karga- laria/Çakır ayazda son dakikayı beklerken "Kumrularla sakalaria öpüşmek belki/Yüreğime so- kup gkardığım serçelerie/Ah siz de bir bir eksilecek- siniz." Salâh Birsel, "Çakır Ayaz"Ğan, Yalelli, Adam Yayınlan, 1994. Kamyon' Ankara'da sahnetenecek • ANKARA (AA) - Memet Baydur'un yazdığı ve Harun Ozer'in yönettiği. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu yapımı 'Kamyon' isimli oyun, 23-28 Mart tarihleri arasında Küçük Tiyatro'da Ankaralı sanatseverlerle buluşacak. Diyarbakır'ın yanı sıra Adıyaman, Gaziantep ve Mersin'de de sahnelenen oyunda, ecza malzemesi taşıyan bir kamyonun Ege'nin bir köyünde bozuluşu \e ardından gelişen olaylar anlatılıyor. Kamyon'da, sınıf atlamaya çalışan ancak gerekli birikime sahip olmayan köylülerin durumu irdeleniyor. Ispanyol şair Goytisolo öMii • Kültür Servisi - tspanyol şiirinin en önemii temsilcilerinden Jose Agustin Go>tisolo, geçen cumartesi Barcelona'daki e\inın balkonundan düşerek yaşamını yitirdi. Yalnız bır yaşam sürdüren 70 yaşındaki sairin ölümünûn kaza mı intihar mı olduğu henüz belirlenemedi. Edebıyatçı bır ailenin en büyük oğlu olan Goytisolo. 1928 yılında dogdu. Franco rejıminin acılanna ilk elden tanıklık eden, annesini Barcelona'nın bombalanması sırasında yitiren ünlü şair, 'rüm kalbiyle antifalanjist" olarak nitelendiriliyordu. VVatten Groenroos öldü • STOCKHOLM (AFP) - Isveç Kraliyet Operasrnm yöneticisi Walton Groenroos 59 yaşında yaşama veda etti. Groenroos solistlik yaşamı sırasında tsveç ve Finlandiya müziğinde çok önemii bir yer edinmişti. Sahne yaşamına 1975 yılında Finlandiya Ulusal Operası'yla verdiği konserin ardından veda eden sanatçı, aynı yıl Berlin'deki Deutsche Oper'den bariton solist olarak emekli oldu. Groenroos, 1992-96 yıllan arasında Finlandiya Ulusal Operası'nı yönettikten sonra 1996'da Stocholm'dekı Kraliyet Operasf nın yöneticiliğine atanmıştı. Biz bize benzeriz Matisse'in yapıü (solda), Picasso'nun 'Bahçede Oturan Kadın' (sağda). Kültür Servisi - Biri Fransa'nın digeri Ispanya'nın en önemii ressamlanndan: Matisse ve Picasso. 1941 yılının sıradan bir gününde ünlü ressam Matisse, Max Jacob'a şöyle diyordu: "Keşke Picasso gibi resim yapabüseydim!" Max Jacob ise Matisse'in bu sözleri üzerine ona şöyle bir karşılık vermektedir: "Bu çok komik. Picasso'nun da aynı şeyi bana senin için söylediğini biliyor muydun?" 20. yüzyılın resim sanatındaki iki devi, büyük bir rekabet içindeydiler ve birbirlerine olan hayranlıklannı da saklamıyorlardı. 20. yüzyılın değişen sanatının bir anlamda babalan olan bu iki sanatçı, sanatlanyla olduğu kadar özel yaşamlanndaki ilişkileriyle de sürekli izleyicilerin karşısında oldular. Yve-Alain Bois, bu iki ustanın otuzlu yıllardan sonraki çalışmalannı. titiz bir çalışma sonunda 'Matisse ve Picasso' adlı kitabında gözler önüne seriyor. Kitapta Matisse ve Picasso'nun sanatındaki benzeşimler ve farklılıklar pek çok açıdan ortaya konuyor. Dönemin neredeyse tüm sanatçılan gibi onlar da birbirlerinden etkileniyorlardı. Bois'in kitabı bu iki büyük ustanın aynı tarihlere denk düşen resimlerini bir araya getirerek, 20. yüzyılın bilinmeyen bir yönünü daha gün ışığına çikarmayı amaçlıyor. Picasso'nun 1937 tarihli 'Bahçede Oturan Kadın' (sağda) ve 1938 tarihli Matısse'in yapıtı birbirlerine benzerlikleriyle dikkat çekiyor. YAPTCKREDf KÜLTÜR SANAT YAYINCIUK İnsanın Haller Yöneten: Artun Ünsal Konuşmacılar: Hülya Koç# Nasuh Mahruki 1 T U R K C E L L salonu, MeşrutiyetCad.153 Tepebaşı Istıklal Cad. Korsan Çıkmazından gırılebılır
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle