Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23MART1999SALI
14 KULTUR
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Metin ve yönetmenin özgürlüğüÜlkemizde tiyatronun bir başka aşa-
maya uzanabilmesi için gerekli koşul-
lann başında "rekabet" duygusunun bi-
lenmesi geliyor. Özel tiyatrolar başka
özel tiyatrolan ve Devlet Tiyatrolan'nı
aşacak; Devlet Tiyatrolan da hem özel-
liîde kendi ıçlerinde hem de özel tiyat-
rolarla yanşacak. Yönetmenler arasın-
da dasanatçılar arasmda da -yaratıcı
düş gücünü, yeteneği ve sanatsal zekâ-
yı sahnede tam anlamiyla geTçekleştir-
me bağlamında- yoğun bir rekabet olu-
şacak. Kazanan Türk tiyatrosunu bir
adım daha ileriye götürecek. Yitiren ise
nerede yanlış yaptığını düşünecek. Dü-
şûnmezse tiyatromuzun vay haline...
Dönem başından bu yana süren, ço-
ğu yeni yapım olan 20 dolayındaki An-
kara Devlet Tiyatrosu oyununa, başka
kentlerde sahnelenmiş Devlet Tiyatro-
lan oyunlan da katıldı bu yıl. tstanbul
Devlet Tiyatrosu "KısasaKısas" ı. Bur-
sa Dev let Tiyatrosu "Bir Garip Orhan
Veü"yı, Izmîr Devlet Tiyatrosu "Susuz
Yaz"'ı, Erzurum Devlet Tiyatrosu "Ka-
der KsmetOyunu"nu, Trabzon Devlet
Tiyatrosu "Antigon"u, Adana Devlet
Tiyatrosu "5. Frank" ve "Palyaçotar"ı,
Dıyarbakır Devlet Tiyatrosu "Yolcu"yu
sundu, bugünden başlayarak da Memet
Baydurun "Kamyon"unu sergiliyor.
(Ankara Devlet Tiyatrosu ise kendi oyun-
lannı çeşitli kentlere sürekli olarak gö-
türüyor.) Böylece en azından Devlet Ti-
yatrolan'nın çeşitli sahneleri arasında bir
yanşma ortamı oluşturuluyor.
Ankara'ya gelen en gösterişli yapım-
lardan biri Nesrin Kazankaya'nın çevi-
np Istanbul Devlet Tiyatrosu'nda sah-
nelediğı, Shakespeare'in"Kısasa Kı-
sas"ı. Büyük ozanın, incelemecilerin
son ikiyüz yıldır tartışa tartışa tükete-
medigi, her bıri kendi içinde geçerli ol-
makla birlikte, biribirine tokuşturuldu-
ğu zaman genellikle (çarpışan bilardo
toplan gibi) zıt yönlere uçuşan kıh kırk
yarar yazınsal yorumlarla, olduğundan
daha da karmaşıklaştınlmış bir "sorun"
oyunu.
Büyük ozanın komedinin klasik öğe-
lerini ve örûntüsünü yaşamsal önemi
olan sorunlan tartışma yolunda kulla-
nıp "trajik" olanla "komik" (güldürü-
ar
yunun hızlı ve
gürültülü akışı
içinde,
Shakespeare'in
"sözel söylemi"
izlenmesi zor bir
yanşa koşulmuş ve
yer yer duyulmaz
ya da izlenemez
olmuş. Oyun
Shakespeare'le
yönetmenin
"konsepf'i
arasında sonsuz
bir çekişmeye
dönüşerek uzayıp
gidiyor. Nesrin Kazankaya'nın çevirip, tstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahneJediği 'Kısasa Kısas'.
cü değil) olanı yaratıcı dehasıyla *iç
içe" yoğurarak klişeleşmış örgelerden
"Shakespeare'ce" denilebilecek biröz-
gün dram anlayışı yarattığı nice oyu-
nundan bıri olan "Kısasa Kısas'ın iki te-
mel izleği "adalet" ve "erdem'' olgula-
ndır.
Shakespeare, içine insanlık katılmış
"adalet" olgusuyla "kaü yasalann ka-
hksız ırygulamasrnı; ıçi boşaltılmış bir
"erdem" anlayışıyla, gücünü sevgiden
ve hoşgörüden alan tür "erdemlüiği''
birbiriyle çatıştınrken oyun kişilerini
de çelişkilerle donatır. Bu nedenle, ne
oyun kişilerini netlikle çözümleyebilmek
ne de oyun kişilennden süzülen "dilsel
söytem"i açık seçik yorumlayabilmek
olasıdır.
Bir görüşe göre yazar, bu iki yaşam-
sal olgu üstünde odaklanırken düşünce-
lerini, oyunu yazma eylemi içinde. oyun
kişilerini ve oyunu kişilennin ağzına
verdiği
t4
söz"ü biçimlendirirken keşfet-
mektedir sanki.
Ya da belki ortaçağ "ibret oyunla-
n"nda yalnızca bir "erdem"i ya da "gü-
nah"ı simgeleyen kalıp karakterleri hem
"gûçKi" hem de "zayrf" kişilik özellik-
leriyle donatarak "insan"ı kavramsal
kalıplarda donduran ve bu kalıplar doğ-
rultusunda "yargılavan"dinsel-toplum-
sal dogmalara karşı çıkmaktadır.
Oyunun tümünden çıkabilecek net
sonuç ise ancak şu olabılir: Ruhuna in-
san mayası katılmamış "katı yasalann
katıksız uygulanmasr erdeme dayalı
bir toplum düzeni kurmada yetersiz ka-
lacağı gibi, *
t
erdem"in bagnaz sınırlar
içinde tanımlandığı birahlak anlayışı da
insanın dogal gerçeğine ters düşecektir.
"Komedi" olarak behrlenen bir dolu
oyununda hep **toplum"la "doğa'" ara-
sındaki ikiligı irdeleyen, toplum baskı-
sının "sınırlaytcılığı'' karşısına doğada
var olan "özgürlüğü" koyan, toplumun
"yandayıa, hırpalayıcı" etkileri karşısın-
da doğanın *onancılığı"nı panzehir kı-
lan Shakespeare, "Kısasa Kısas"ta bir
adım daha öteye giderek, doğadan ge-
len cinsel özgürlükle, insan toplumla-
nnın davranışlannı belirleyen "yasal sı-
nırlamalan" birbiri karşısında sınamak-
tadır.
Oyun, doğadan gelen "yaşam üreöne"
dürtüsüyle, toplumun aldıgi "yaşamı
söndürme" önlemi arasmdaki çatışma-
da biçimlenir. *Doğum"a karşı "öHinı'*-
Shakespeare içın önemii olan insanın bu
iki an arasında, dogal ve toplumsal ya-
ratık olarak nasıl yaşadıgıdır.
Henüz hiçbir toplumun üstesinden
gelmeyi tam anlamıyla başaramadıgı. ya-
pılan yasal kısıtlamalann ya da gevşet-
melerin yeni sakmcalara yol açtığı cin-
sel özgürlük-toplumsal düzen ilişkisinin
günceL'evrensel önemi, baştan sona ıro-
nilerle donatılmış (geleneksel "mutJu
son" olgusu bile "ironik" bir vurgu ta-
şıyan) bu tartışma oyununun, komediy-
le dram arasındaki incecik çizgide gi-
dip gelen, oyunculukta yansılanan ka-
rakterin ve söyleminin uzun uzadıya ça-
lışıldıgı. incelikli, özenli bir yorumuy-
la sahneye getirilebilırdi.
Nesrin Kazankaya'nın seçımi ise ül-
kemizde pek de bilinmeyen bu oyundan
"bastao-adaktsiz devlet yönetimi" olgu-
sunu, siyasal geçmışımize göndermeler
yapan bir "konsept" dogrultusunda ye-
ni biryorum çıkarmak olmuş. Bu "kon-
sept" doğal ki oyuna eklenen sözsüz
sahnelerle ve şiddeti vurgulayan gör-
sel' işitsel göstergeler doğrultusunda
biçimlendirilmiş. Oyun kişileri ironik bo-
yutlanndan soyutlanarak şiddet görün-
tüleri ve sesleri içeren atmosferin işlev-
sel ögelerine indırgenmiş. Oyunun hız-
lı ve gürültülü akışı içinde, Shakespe-
are'in "•sözel söytemi" izlenmesi zor bir
yanşa koşulmuş ve yer yer duyulmaz ya
da izlenemez olmuş. Buna karşın me-
tin çok az kısalhldığı için, Shakespeare'in
varlığını duymamak da olanaksız. So-
nuç olarak da oyun Shakespeare'le yö-
netmenin "konsepfi arasında sonsuz
bir çekişmeye dönüşerek uzayıp gidiyor.
Metnin inceliklerini okurken bile kav-
ramak yeterince zor iken,oyunu bilme-
yen seyirci dogru dürüst izleyemediği
"söz' le. gözünü ve kulagını esir alan sah-
neleme düzeni arasında, olaylan. sanki
yabancı dilde bir oyun izliyormuşcası-
na anlamaya çalışıyor.
Sorun, daha önce başka yapımlarda
da görüldüğü gibi sahne olayını kotaran
ve sahnede görsel-işitsel düzeyde olup
bitenleri, oyunun provalan boyunca bi-
çimlendirmiş olan sanatçıiar ekibınin.
kendi bildiklerinin ve algıladıklannın.
seyirci tarafından da algılanabıleceğini
varsaymalanndan kaynaklanıyor. Se-
yirci ise şu ya da bu oyuncunun yoru-
munu, sahne tasanmını, gıysi tasanmı-
nı, belirli rejisör buluşlannı begendiği
ya da beğenmedıği. olay örgüsünü de ıyi-
kötü kavrayabildigi bir tiyatro yaşantı-
sıyla çıkıyor oyundan. "Kısasa Kısas"
yapımma bir tür seyirci anlayışıyla ba-
kılacak olunursa, bir dolu sahnenin gör-
sel ve işitsel vuruculuk taşıdığı. yoğun
emek ürünü, özenli bir çalışmayla kar-
şı karşıya oldugumuz söylenebılir. Umu-
dumuz ise eski metinlere yeni 'kon-
sept"le yaklaşma uğraşı içinde, yönet-
menin sahne metnini kurarken metinden
yaptığı seçmeler ile sahne üstünde amaç-
ladığı yorumun "metin-sahne olayı"
bağlamında "dizgesel bir bütünlük"
oluşrurması yönünde kendini daha öz-
gür sayması, bir anlamda sahne metni-
ni -Shakespeare'in bile gözünün yaşı-
na bakmaksızm- yalnızca kendi yoru-
munu ve bu yorumu algılayacak olan se-
yirciyi düşünerek yeniden yazması...
Hanna Schygulla, zamanını alan sinema yerine artık mikrofonu ve deneysel tiyatroyu seçti
'Içimdeld matruşkayı keşfettiın'
GÜRHAN UÇKAN
STOCKHOLM - Hanna Schygulla. sinema ve ses
yıldızı; her iki sanatı da iki erkeğe borçlu: RainerVVfer-
ner Fassbinder ve Jean-Claude Carriere. O iki erkek
ise yapıtlannın olağanüstü başanlı bir şekılde yo-
rumlanmasından ötürü Hanna Schygulla'ya çok şey
borçlu.
Alman sanatçı Hanna Schygulla'nın 13 Mart tari-
hinde Stockholm Kültür Sarayı'ndaki konsennin bi-
letleri, daha ilan binanın neon ışıklanyla yazıldıgı gün
bitti. Aranjörler, ertesi güne bir konser daha koydu-
lar. Onun da biletleri anında tükendi. Aynı günün ak-
şamına ıkınci bir ek konser konuldu. Kadın
yıldız, Fransız 'chanson' türü müziğe gönlü-
nü verdi. 1997'de 'Chantesing' adım verdiği
CD'si büyük ılgi toplayınca, bir başka sevgi-
lisinı. sinemayı bıraktı. " Arok benim için
müzik ve deneme tiyatrosu var" diyor. Ekle-
miyor, ama onun hayranlan, yıldızm Fass-
binder'in ölümünden sonra sinemadan zevk
alamaz hale geldiği görüşündeler. Çünkü ar-
tık Fassbinder'le beraberliğı onun (ve Carri-
ere'in) şarkı sözlerini ilginç bir 'Ahnan-Fran-
sız müziği geleneğini' canlı tutarak yorumla-
yarak sürdürüyor. Hanna Schygulla:
" Bu iki eşsiz insanın hayanmdaki yeri soo derece
öoemlidir. tldsini de fılm düm asında tanıdun ve ha-
yaüm degişti. İkisi birbirinden çok farklı insanlar.
Fassbinder sananyla biryara>a parmak bası>un Car-
riere ise eüne gecen her şe>ı toprağa sokup yeşerip ye-
şermeyeceklerini anlamaya çalışan bir babçrvan."
Hanna Schygulla, Fassbinder'le 1967'de bir tiyat-
ro okulunda taruştı. Bavyera'da bir tiyatroda '12 Şi-
ünlikOpera' adlı oyunda başrolleri paylaştılar.
" Rastlantı sonucu o okula ghmiştim. Ashndabi-
raz da işin gırgınnday dım. Ünivcrsiteye devam eder-
ken, spontanlığımı \itirme\e yönelik bir gelişme gös-
terdiğjmin bilincine varıp dehşete kapıldım. Her şeyi
analizden geçiriyor obnam, benim izlenim edinmemi
önlüyordu. Derinliğe analizk değiL orada bulunup
izlenim kazanarak ulaşılabiMr. Fassbinder bana, 'an-
ri-tiyatro' ve 'action-riyatrosu'nu öğrettL Ondaki sa-
domazosist yön çokgüclüydü. Eğer bir insanın bir şev-
den acı çekmekten zevk akhğuu kesfederse, ona he-
men o şeyin acısını çektirme\« bayüıvordu. İnsan do-
gasını aşınölçüdemerak ederdL Bakalım insanlarbe-
nim uğruma neleryapmayı göze alabilirler, derdL Za-
man zsunan'yaralıailebireylerini' birarayagetirir-
di. Saldırganın kurban, kurbamn saknrgan rolüne
geçmesini zevkle izJerdi."
'Petra v»n Krantz'uı Acı GözyaşlarT (1973) tipik
bir Fassbinder yapıtıydı. Önce 5 perdelik oyunda,
sonra da ftlmde Fassbinder, bir katlanmanm, boyun
eğmenin öyküsünü anlaür. Bundan önce 4 fılminde
irden bir gerçeğin bilincine vardım:
Hayatımdan sinemayı çıkanrsam, zamanım çok
genişleyecekti. Içimdeki sese uydum. Kişinin
çocuk doğası, yaşiıyken de aynıdır. Ben de
mikrofonu ve deneysel tiyatroyu seçtim. Şimdi çok
mutluyum. Içimdeki matruşkayı keşfettim çünkîl'
başrolde oynatıp sinema dünyasma Almanya'nın en
büyük kazancını yerleştiren yönetmen, bu fümde
Hanna Schygulla'yı asla kurban yerine, rolüne koy-
madı. Bu fîlmde, yüksek sosyetenin ünlü kişisi Pet-
ra von Krantz'ı, hayatta daha yeni şeyler öğrenmek,
yaşamak için terk eden erotik ve cekici güzel kadın
rolünü oynadı Schygulla.
- Fassbinder, birlikte çalıştığı kişileri bir evde, bir
çeşit 'yedek afle' olarak tutmayı severdi. Ben o evde
hiç oturmadım. Zaten grup yanlısı biri değilim. An-
cak ikişer, üçer kişilik gruplara katılıyordum. Fass-
binder, benim bu bağımsız yanıma saygı gösterirdi.
Benim, pek kolay yerleşip kök salmayan doğamı
tanırdı. Bilmiyorum; bu yanım bir kusur mu? Ancak,
yalnızlığa düşkünlüğüm değil benı sahneye çıkaran,
bana şarkı söyleten. îlerlemek, yeni hedeflere ulaş-
mak tutkusudur o. Ben kendımi hep bir yönde yol alı-
yor, bir yere gider hissediyorum. Bu görüntümden de
son derece memnunum.
50. yaşı dönüm noktası
Hanna Schygulla, bir kadın olarak 50. yaşın ken-
disine yepyeni bir hayatın kapısmı açtığım söylüyor:
"1993"a:50. >aşımı gerçek anlamıyla kutladım. Olğun-
laşmak. bana >eni bir hamle \e >ol isteği verdi. Bana
gelen roi önerileri azalmışa: gelenleri de sevmhordum.
Zaten sinemada insan çok zaman harcı>or. Kamera-
nın önünde geçen an o kadar az ki: günier beklemek-
legeçh'or. Bense çok yoğun cabşmava ahşmışbm, Fass-
binder'in akıl almaz hızına ve temposuna. Birden bir
gerçeğin Nincinc vardım: Hayanmdan si-
neroa>ı çıkanrsam.değerlendireceğun za-
man çokdaha fazla genişlevecektL Her za-
man olduğu gibi bu kez de içimdeki sese
uvdum. Sanınm kişinin çocukken doğa-
sında yatan \önü. vaşlıyken de aynıdır ve
ona yön gösterir. Ben de mikrofonu ve de-
neysel tiyarroyu seçtim. Şimdi çok mutlu-
yum. Içimdeki matruşkayı keşfettim çün-
kü. Her büyüğün içinde, bir küçüğü sak-
İKfar. Ama o ilk. en küçfik oebek her za-
man en derinde, en içeridedir ve gözük-
mediğj halde. vardır. İnandığım ikinci bir şey ise kişi-
nin, düşlerini gerçek haline getirebikceğMr. Bütün yü-
reğiyle istemesi. inanması ve umudu yitirmemesi ye-
tET.""
Konserlerine çoğu kez ayakkabısız çıkıyor. Önce-
leri yüksek topuklu ayakkabıyla çıkıyormuş:" İnsan
yahnayak çokdaha rahathareketedebiliyor; daha faz-
la hareket etme isteği duyuyor. Hem de kuyruksoku-
munu yormuyor. Aynca bu sekilde ben kendüni yere,
dünyaya yakın hissediyorum.'"
Nanterre'dekı bir tiyatroda iki monoloğu \ar. Bi-
rinin sözleri Carriere'e ait. Ötekinin yönetmenlığini
ise Margareta von Trotta yapıyor:
" Nefis bir yönetmen" diyor Schygulla, "her şeyi-
ni veren bir kadın. En asgari gereksinmelerle yaşıyor
ve koca birçökk, küçücük bir kayanın arkasında otu-
ru>»r". Schyguüa,sinemadaçok zaman harcadığını düşünüyor.
YAZI ODASI
SELtM İLERİ
Tren, Yaz, Buğu
Günlerdir yağmur yağıyor. Bahar öyle gelir Istanbul'a,
soğuklar ve yağmurlar.
Geçmiş zaman takvimlennde bunlar hep 'sayılı gün-
ter'dir.
Martın başında adsız bir fırtına, mart yanladı mı kır-
langıçlar geliyormuş -Geldiler mi?- zavallı kırlangıç-
lar "Kocakan Soğuğunun başı "nöa gelirlermiş, Ko-
cakan Soğuğu ayın yirmisine kadar sürüyor ve bahar
başlıyor.
Hemen yirmi üçünde 'Kozkavuran Fırhnası", beş gün
sonra "Çaylak Fırtinası".
Nisan, yağmurlu olurmuş, nisanda sisli günierolur-
muş. Sonra ilkyaz! Başlangıçta günier rüzgârlı, son-
ralan sıcak, açık, güzel geçermiş.
Eski talrvimlere göre, çiçekler nisanda açıyor, "bül-
bûllerin şakıması" dört nisanda. Ama nisanda "öküz
Soğuğu" da var. Otuz nısan benim doğumgünüm, o
gün üç günlük bir fırtına başlıyor.
Mayısta "ÇiçekFırtinası" var, doğu rüzgârlan bu ayın
onunda esmeye koyuluyor, Filiz Koparan Fırtinası,
Kakulya Fırtinası, Ülker Fırtinası, ayın sonunda Kabak
Meltemi...
Eskıler öyle saptamışlar.
llkbahariar için öğütier vermişler
Havalar kıştan daha değişken olduğu için daha çok
korunmak gerekirmiş.
Baharda hafrf yemekleri tercih etmeliymişiz. Kuzu,
balık, körpe dana eti, bol sebze.
Mart, haşlamalık balıklann ayı; "istakoz, pavurya,
çağnazunyenecekzamanı"ym\ş. Nisanda kalkan, pi-
si. kaya balığı. Nisanda barbunya henüz yağsız. Ma-
yısta barbunyanın ızgarası, mersinin haşlaması... Iş-
te Istanbul denizinde balıklar varmış.
Istanbul'da bahçeler varmış. Baharda bahçe işle-
ri:
Birinci ay, bahar çiçekleri dıkilecek, çimenler biçi-
lecek, kalem aşılan yapılacak.
Ikinci ay, muhabbetçiçeği, menekşe, nergis, kına,
şebboy fideleri dikilecek.
Üçüncü ay, karanfillerden çelik daldınlacak, süm-
bül- zerrin-fulya sovanlannın piçleri aynlacak, son
mahsul için çalı fasulyesi, sakız kabağı, hıyar tohum-
lan ekilecek...
Haziran başı hem ilkbahar sonu, hem yaz başlan-
gıa. Bir zamanlar. daha gençken, güz en sevdiğim mev-
simdi. Şimdi gözümde hep haziran günleri tütüyor.
Yıllar öncesindeydi, Haydarpaşa'dan trene binmiş,
Pendik'e gidiyordum. Sabah erken saatti.
Denize bakıyordum tren penceresinden.
Ama önce köşklere, bahçelere, beni hep büyüle-
yen tren istasyonlanna bakmıştım.
Şimdi deniz uzayıp gidiyordu. Denizde Adalar bu-
ğudan birer aylayla örtünmüşlerdi. Buğu titrer görü-
nüyordu.
Yaz peyzajı dendi mi, ben yine o buğular örtünmüş
tren penceresi çerçeveli Adalar resmini düşünürüm.
O resimle birlikte ilkbahar birdenbire sona erer.
Tren, yaz, buğu... O sabahın izi kaldı.
İnsanın böyle unutamadığı tuhaf 'an 1ar, görtintü-
ler, renkler, şekiller, sesler var.
Benimkilerin çoğu, yazdan. Ayırtına varmamışım,
yazmış sevdiğim mevsim.
Günlerdir yağmur. yağıyor. Karanlık, asık yüzliJtoa-,
va. tç karartıcı, bakımsız arka bahçeler. Kirii cadde.
Trene, otobüse, uçağa binsem, gitsem-gitsem...
Takvimde tz Bırakan:
"Artık kuşlaria bakışmak kaldı/Arsız sımaşık karga-
laria/Çakır ayazda son dakikayı beklerken
"Kumrularla sakalaria öpüşmek belki/Yüreğime so-
kup gkardığım serçelerie/Ah siz de bir bir eksilecek-
siniz." Salâh Birsel, "Çakır Ayaz"Ğan, Yalelli, Adam
Yayınlan, 1994.
Kamyon' Ankara'da sahnetenecek
• ANKARA (AA) - Memet Baydur'un yazdığı ve
Harun Ozer'in yönettiği. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
yapımı 'Kamyon' isimli oyun, 23-28 Mart tarihleri
arasında Küçük Tiyatro'da Ankaralı sanatseverlerle
buluşacak. Diyarbakır'ın yanı sıra Adıyaman,
Gaziantep ve Mersin'de de sahnelenen oyunda, ecza
malzemesi taşıyan bir kamyonun Ege'nin bir köyünde
bozuluşu \e ardından gelişen olaylar anlatılıyor.
Kamyon'da, sınıf atlamaya çalışan ancak gerekli
birikime sahip olmayan köylülerin durumu irdeleniyor.
Ispanyol şair Goytisolo öMii
• Kültür Servisi - tspanyol şiirinin en önemii
temsilcilerinden Jose Agustin Go>tisolo, geçen
cumartesi Barcelona'daki e\inın balkonundan düşerek
yaşamını yitirdi. Yalnız bır yaşam sürdüren 70
yaşındaki sairin ölümünûn kaza mı intihar mı olduğu
henüz belirlenemedi. Edebıyatçı bır ailenin en büyük
oğlu olan Goytisolo. 1928 yılında dogdu. Franco
rejıminin acılanna ilk elden tanıklık eden, annesini
Barcelona'nın bombalanması sırasında yitiren ünlü şair,
'rüm kalbiyle antifalanjist" olarak nitelendiriliyordu.
VVatten Groenroos öldü
• STOCKHOLM (AFP) - Isveç Kraliyet Operasrnm
yöneticisi Walton Groenroos 59 yaşında yaşama veda
etti. Groenroos solistlik yaşamı sırasında tsveç ve
Finlandiya müziğinde çok önemii bir yer edinmişti.
Sahne yaşamına 1975 yılında Finlandiya Ulusal
Operası'yla verdiği konserin ardından veda eden
sanatçı, aynı yıl Berlin'deki Deutsche Oper'den bariton
solist olarak emekli oldu. Groenroos, 1992-96 yıllan
arasında Finlandiya Ulusal Operası'nı yönettikten sonra
1996'da Stocholm'dekı Kraliyet Operasf nın
yöneticiliğine atanmıştı.
Biz bize benzeriz
Matisse'in yapıü (solda), Picasso'nun 'Bahçede Oturan Kadın' (sağda).
Kültür Servisi - Biri Fransa'nın digeri
Ispanya'nın en önemii ressamlanndan:
Matisse ve Picasso. 1941 yılının sıradan
bir gününde ünlü ressam Matisse, Max
Jacob'a şöyle diyordu: "Keşke Picasso
gibi resim yapabüseydim!" Max Jacob
ise Matisse'in bu sözleri üzerine ona
şöyle bir karşılık vermektedir: "Bu çok
komik. Picasso'nun da aynı şeyi bana
senin için söylediğini biliyor muydun?"
20. yüzyılın resim
sanatındaki iki devi, büyük bir rekabet
içindeydiler ve birbirlerine olan
hayranlıklannı da saklamıyorlardı. 20.
yüzyılın değişen sanatının bir anlamda
babalan olan bu iki sanatçı, sanatlanyla
olduğu kadar özel yaşamlanndaki
ilişkileriyle de sürekli izleyicilerin
karşısında oldular.
Yve-Alain Bois, bu iki ustanın otuzlu
yıllardan sonraki çalışmalannı. titiz bir
çalışma sonunda 'Matisse ve Picasso'
adlı kitabında gözler önüne seriyor.
Kitapta Matisse ve Picasso'nun
sanatındaki benzeşimler ve farklılıklar
pek çok açıdan ortaya konuyor.
Dönemin neredeyse tüm sanatçılan gibi
onlar da birbirlerinden
etkileniyorlardı. Bois'in kitabı bu iki
büyük ustanın aynı tarihlere denk
düşen resimlerini bir araya getirerek,
20. yüzyılın bilinmeyen bir
yönünü daha gün ışığına çikarmayı
amaçlıyor. Picasso'nun 1937 tarihli
'Bahçede Oturan Kadın' (sağda) ve
1938 tarihli Matısse'in yapıtı
birbirlerine benzerlikleriyle
dikkat çekiyor.
YAPTCKREDf
KÜLTÜR SANAT
YAYINCIUK
İnsanın Haller
Yöneten: Artun Ünsal
Konuşmacılar: Hülya Koç#
Nasuh Mahruki
1 T U R K C E L L salonu, MeşrutiyetCad.153 Tepebaşı
Istıklal Cad. Korsan Çıkmazından gırılebılır