18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 KASIM 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DEPREM Devlet, Anayasa 'daki 'planlı ve sağhklı kentleşmeyi' sağlamagöreviniyerine getirmedi w .istanbul Barosu'nun, 'hukuk ve deprem' konulu 10 saat süren tartışma toplantısında, depreme karşı planlama ve denetim konusundaki Anayasa'da açıkça tanımlanan görevlerini yerine getirmeyen devlet kurumlanna karşı vatandaşlann tazminat davalan açmalan gerektiği VUfgUİandl... Düzce merkezli 7.2 şiddeündeki depremden sonra da 17 Ağustosta Adapazan, İzmit, GöJcük ve çevrelerinde yaşanan felaket görüntüleri yinelendi. (KAAN SAĞANAK) Yıkuıula 'kusur' devletmOKTAY EKtNCt -Eğer Yalova il merkezi olmaya öykünmeseydi ve eskisi gibi doğasıyla iinlü bir ilçe kimBğini ko- rusaydı, nüfus ve yapı yığüması bu dentî yüksek olmayacak, riskü arazilerini bile imara acarak kar- şdaşbğıdepremyıkımlannı budeniibir fetaket dü- zeyinde de yaşamayacaktı._r 17 Ağustos 1999'daki 7.4'lük depremin en bü- yûk şokunu yaşayan Yalova'da yukandaki görüş çoğu toplantılarda artık yüksek sesle dile getırihr- ken, Yalova'yla aynı deprem kuşağında bulunan ve dahası Kuzev Anadolu Fayı'nın (KAF) "henüz kınlmayarT kesıminde bulunduğu içın deprem riski çok daha yüksek olan Düzce ıçin de devlet; "sia de a merkezi yapacağız" sözü veriyordu. Bunun en "trajik" görüşmesi jşe,, şimdj de Düz- ce,Kaynaşlı ve Bolu'yu yıkan 12Kasun 1999 dep- reminden yaklaşık "bir saat" önce Çankaya KÖş- kü'nde gerçekleşıyordu. Cumhurbaşkanı Süley- man DemireL aralannda Bolu mılletvekillen ile Düzce Beiediye Başkanı'nm da bulunduğu heye- tı 12 Kasım 1999 günü saat 18.00 sulannda kabul edip, "il olma isteklerini" dinledikten sonra, da- ha önce "85 il numarasının aynldığuu 1 " da anım- satarak karannı şöyle özetliyordu: "Düzce'nin il yapılması lazm»dır_." (Hürriyet, 13 Ekrm 1999) Cumhurbaşkanı ve Düzceliler. ışte bu konuş- manın huzuru içınde o günkü akşam programla- nna hazırlandıklan sırada, saat 18^7'de gercek- leşen 7.2'lik deprem. bir büyük felaketin, daha 3 ay önceki depremi önemli hasarlarla atlatan bu bölgede yaşanmasına neden oldu. Çökenler. yine koca koca betonarme apartman- lardı. Sanki burası bir tanm bölgesı değil de "sağ- lam zeminli metropobnüş*' gibi yapımına izin ve- rilen 5-6 katlı bınalar vıne yerle birolmuştu. Da- hası, 17 Ağustos'takı depremin darbesıyle zaten ayakta bile zor duran çok sayıda binanın 12 Ka- sım'daki şoka artık direnememeleri sonucunda da birçok kişi bunlann enkazlan altında kalmış- tı.. Peki. hem KAF gûzergâhındaki "risldf konu- mu, hem de sahip olduğu verimli topraklann sağ- ladığı tanma dayalı yüksek ekonomik olanaklan açısından "düşükjoğunlukluyerleşnıeler''' şeklin- de yaşatılarak konmmalan gereken Düzce ve Kaynaşk'yı böylesine "ölümcül" bir bilim dışı kentsel yapılaşmaya sürûkleyen, dahası, şimdi de aynı spekülatif çarpık gelişmeyi "il merkezi" va- atleriyle daha da teşvik eden bir "devlet", acaba yine sadece müteahhitlen ya da binalan denetle- meyen teknik elemanlan "tedbirsizsiniz, ihmal- kârsınız" şeklınde sorgulayarak "kendi temel so- rumluluğundan" kurtulabilir mıydı?.. Bu tedbirsizhğin ve ıhmalkârlığm çok daha bü- yüğü ve depremdeki "kentselyılaınlarla" çok da- ha belirleyici ve etkin olanı, KAF güzergâhını ve yapılaşma açısından riskli zeminlere sahip bu ta- nmsal bölgeleri "sanayi havzasr haline getirerek yûz binlerce insanı depreme teslim eden siyasi ve "idari" kararlar değil mıydi?.. O halde "hukuk devleti", öncelikle işte bu "devlete ait ihmalkârüğT sorgulamalı ve devlet adına karar verenler "anayasaya aykın'1 imar ve kentleşme politikalanndan ötürü ortaya çıkan "zararlar" içın de özellikle depremzedeler, yine devletten "tazminat" isteme haklannı kullanma- lıydı... Anavasa'dakl yükümlülükler 13 Kasım 1999 Cumartesı günü, yanı Düzce- Bolu depreminin üzerinden henüz bir gün bile geçmeden, tstanbul Barosu'nca önceden prog- ramlanarak düzenlenen "Hukuk ve Deprem'' ko- nulu genış katılımlı yuvarlak masa toplantısına katılanlann "ağırlıklı değerlendirme konusunu" da ışte bu "devletin deprem yıkımlanndaki hu- kuksal sorumluluğu" oluşturdu. Tartışmacılann arasında mimarlann, mühen- dislerin ve plancılann da bulunduğu toplantıyı yöneten anayasa hukukçusu Prof. Dr. tbrahim Kaboglu. deprem ve yasama organınm sorumlu- luklannı ırdeledıği sunuşunda, "ptanhkentfeşme- nin" devletin temel anayasal görevleri arasında bulunduğunu anımsattı. Örneğın Anayasa'nın "konut hakkryla" ilgili 57. maddesinde; "devlet, şehirierin özelliklerini ve çevre şartlaruu gözeten bir planlama çerçevesin- de" konut ihtıyacını karşılayacak "tedbirleri al- mak"la yükümlü kılındığına göre, son deprem- HUKUK VE DEPREM TOPLANTISINDA 'DEVLETİN SUCLARI' SIRAYA DİZİLDİ İstanbul Barosu'nun 13 Kasım 1999 Cumartesi günü Tünel'deki kültür merkezinde bir araya gelen mimarhk. şehırcilık, mühendisltk uzmanlan ve hukukçular, "Hukuk ve Deprem" konulu toplanüda çok yönlü ve zengin değerlendırmeler yaptüar. Katüımcılann düe getirdik- leri bazı çarpıcı görüş ve saptamaiar özetle şöyleydi: • Dr. Hatke Kansu (Y.Ü./Huknk- çu): Olke ve bötge planlannı yapma- yan devlet, deprem yıkımma sürek- li davetfye çıkartıyor • Doç. Dr Betiil Şengezer (Y.C. /' Plancı): Ranta dönük planlamava ta- nman serbesüık ve ısîah imar plan- lanyla kaçak yapılann yasallaştırıl- masının cinayet olduğu görüldü. • Ahmet Turgut(Şehir PL Od. İst Şb. Başfc.): 1950 sonrası politikalar, planlama kavramını yok etti ve artık devlet büyüklen bile kaçak yapılann temel atma ve açılış törenlerine ka- ölarak, yasadışı imar sürecini açık- ça destekliyorlar. • Arş. Gör. PınarÖzden(ŞehirPL YJK.üyesi): Planlama siyass otorite- nin elınden kurtanlmalı, bilimsel ka- rar süreçlerine teslim edilmeli. • Oktay EkİDci(Mimaıiar Odast Gen. Başk.): Denetimsiz plan yetkı- leri ve ıslah planlanyla 1985'ten bu yana sürekli imar affi vaf. Politika ont ekptjomisinden kendini kurtar- madıkça sorunlara köklü çözüm ge- tirmek çok zor.. • Adem Ercan (İMO İst Şb. Inş. Müh.): Egemen imar düzeni inşaat denetimini kâğıt üzerinde görmekle yetiniyor, uygulamada bu denetimi istemıyor. • Doç. Dr. Turgut Tarhanh (De% - letter Huktıku Lzm. / Bilgi Luh.): Türkiye, afetlerin olumsuz etkileri- nin azaîtılmasıyla ilgiii kendi öncri- siyle de geliştirilen uluslararası hu- kuk kuraUanna ve yükümlüîükleri- ne uymuyor. •Prof.Dr.IbraMmKaboghı(Mar. Üniv. / Anayasa Hukuku): Devlet, anayasadaki planlı kentleşme ve afet sonrası hizmetlerle ilgili görevlerini yerine getirmediğı içm zararlar kar- şısnıda kusurludur. • Yard. Doç. Mithat Saocar (A.C. Kanıu Hukuku): Devlet knsurlu ol- makla bırlikte, böylesi bir imar ve yapılaşma düzenini kabullenen ve denetimsizlikten şikâyetçi oknaj'an toplumu da sorguiamahyız. • Prof. Dr. A. Ülkü Azrak (ldare Hukuku): Deprem takdir-i ilahi ola- bıhr, ama sonuçlan "takdir-i tdari- dİE." Bu nedenle depremzararı müc- bir sebepten ötürü sayılamaz ve ida- rerıin kusuru yargılanmahdır. • Doç. Dr. Cetal Erkut (l.l. Huk. Fak. tdare Huk.): Depremi mücbir sebep saymayan ve idareyi önlemal- madığı içın kusurlu bulan Danıştay kararlan az da olsa artık var. Bu da- •valar çoğaltılmalı. • Dr. Att Uhısoy 1A.Ü. tdart Hu- knkn): Deprem önüesi ye sonrası' alınması gereken tüm önlemfer ka- mu hizmeti niteliğindedir ve bu hiz- metın ihmalindcn doğan zararlan da yine kamu idareleri tazminle yü- kümlüdûr. lerde yerle bır olan konutlann. "şehirierin zemin özelliklerini ve doğal, kiiltürel çevre şartlannı gö- zetmeyen yerieşme kararianyla" ınsa edılmesin- den ve bunu önleyecek "tedbirieri almamaktan" da sorumlu değil miydi? Benzer şekılde yine devieti yönetenler. böyle- sine büyük bir yıkım ve toplumsal ölçekte eko- nomik çöküntü yaratan depremden sonra. Anaya- sa'nın 119. maddesinde öngörülen "olağanüstü hal" ilanına da gitmeyerek. deprem zarannm azal- tılmasını sağlayacak bır anayasal görevı de yeri- ne getirmedıkleri ıçin bu zararlardan aynca so- rumluydular. N'itekim toplantı katılımcılanndan ıdare huku- ku hocası Prof. Dr. A. Ülkü Azrak, bu ıhmalden ötürü yapılamayan devlet hızmetlenni de şu tür örneklerle % urgulad' "Eğer Anayasa'yı dinleyip OHAL ilan etselerdi, örneğin özel kişilerdeki he- likoptertere bile el konabilir, trafik tıkamkuğı ne- deni\le yaşanan can ka>ıplan öntenebilirdi. Diğer kurtarma işlerinde de bürokratik gecikmeler \a- şanmaz. reVn müdahale yetkileriyle çok daha hızlı davranılabilirdL- M Bütün bunlann tümünün hukuksal temelde "hizmet kusuru" olduğunu da vurgulayan Prof. Dr. Ülkü Azrak. "Buaçıkihmallervekusurlariçin de davalar açılnıalıdır" diyerek, özellikle yine devletin. "bölge planlannı yapma görevini ihmal etmiş olmasımn" ve jeolojik verilere aykın imar ve yerieşme kararlannı "özendirip" bunlara en- gel olmamasmm deprem açısından sonucunu da şöyle özetledi: "Deprem takdir-i ilahiyse, önceden bOinenbir takdir-iilahiolduğu icinyaşanan yıkım ve zararlar da olsa olsa takdir-i ktaridir-." Danıgtay: Devlet kusurludur Peki, bu "takdir-i idari' 1 (idarenın takdır ettiği ihmalkârlıklar) nasıl sorgulanacaktır? Depremden zarar gÖTenler, anayasal görevlerini yerine getirme- yen devletten nasıl "davacı" olacaklar; nasıl "taz- minat" isteyeceklerdir? Bu sorulann yanıtı için de idare hukukçulann- dan Doç. Dr. Cetal Erkut, ikı "örnekdavayla" açık- lamalarda bulundu. Erzincandepremınde (13 Mart 1992) oturduğu lojman binası çöken DGM hâki- mi Ümh Nuri Dündar, eşyalanrun ve enkaz altın- da kalan arabasının "tazmini" ve aynca manevi za- rannm da giderilmesı ıçin, bu lojman bınasının depreme dayanıksız olduğunu "inceleroeden" sa- tın alan Adalet Bakanhğı'ndan "da>'aa'' olur. Adalet Bakanlığı savunmasını yaparken, "dep- rem, mücbir (zorunlu, kaçımlmaz) sebeptir; ida- renin kusuru aranmaz" dediyse de, idare mahke- mesı davacıya hak verir. Çünkü mahkemeye göre de. "Erzincan gibi 1. derece bir deprem bölgesin- de, idare gerekli önlemi almak" zorundadır. Nıte- kim, idare mahkemesının borulması yönündeki temyiz istemleri de, son olarak Danıştaj Da\a Da- ireleri GenelKuruiu'nca kesin karara bağlanırken, idarenin "kusurlu olduğu" kabul edilir. "Içtihat" niteliğı de kazanan 27. 10.1997 tarihve 1997/556 sayılı yüksek yargı karannda, depremin "mücbir sebep sayılamayacağı'', bu nedenle de gerekli ön- lemi almakla >ükümlü idarenin kusurunun "dep- remleortadan kalkama\acağı" açıkça hükme bağ- lanmaktadır. Doç. Dr. Celal Erkut'un ikinci örnek davası da yine Erzincan'dandı ve "işyeriyıktfdıgı için devtet- ten istediği krediverümeyen" bir vatandaşın, bu is- teğimn karşılanmasımn "devletin yasal ve anaya- sal yükümlülüğü" olduğunu vurguluyordu. Buna yönelik idare mahkemesinin aldığı kara- n onaylayan ve Başbakanlığın temyizini reddeden Danıştay 10. Dairesi'nin 18.2.1998 tarih ve 1998/721 sayılı karannda, "deprem mağdurunun ekonomik ve sosyal düşkünlükten kurtanlmasuu amaçlayan" anayasa ve afet yasalan geregince da- vacının yitirdiği ışyenne yeniden kavuşması yö- nünde gerekli kıedinin verilmesi hükmü yineleni- yordu... . , ., t ,? 'Tazminat davalan' kampanyası Bütün bu örneklerin yanı sıra depremzedelerin "özel hukuk kökenli tazminat ıstemlerinin" de önemle düşünülmesı gerektiğını v\ırgulayan top- lantı katılımcılanndan medeni ve borçlar hukuk- çusu Prof. Dr. Rona Serozan, özellikle inşaat ruh- satlannın "zarar vericie>leme meşruiyetkazandır- mayacagmı" vAirgulayarak. deprem yıkımlannda- ki "idarenin kusurunun" da dava konusu yapılma- sı gerektiğini belirtti. İstanbul Barosu'nun Tünel'deki kültür merke- zinde işte bu değerlendirmelerle yaklaşık "10 sa- at" süren toplantı sonucunda ise, "önce ülkeve böl- ge planlaması. sonra kent planlamaa ve denetimli japüaşma" ılkesınin Türkiye'de artık yaşama ge- çirilmesı talebıni de iceTen bir sonuç bildirgesı ka- bul edilerek. depremzedelerin "anayasal görevleri- ni ihmal eden devlet kurumlanndan davaa ouna- lan ve tazminat istemeleri" çağnsında bulunuldu. AYDINLANMA EMRE KONGAR Tüpkiye'nin En Büyük Düşmam: Kamplaşma Kimlik sorunu hem toplumlan hem de bireyleri çağ- lar boyu olduğu kadar, günümüzde de ilgilendiren en önemli problemdir. Hiç kuşkusuz, din, mezhep, ırk, milliyetgibi mukad- des değerler bu kimliklerin belirlenmesinde geçmiş- te de bugün de çok önemli roller oynarlar. Ortaçağda kendilerini dın ve mezhep kımlikleriyle tanımlayan toplumlar ve bireyler, endüstri devrimının ortaya çıkmasıyla bunlara ırk ve miHiyet kavramlarını da eklemişlerdir. Toplum karmaşıklaştıkça, siyasal tercihler, meslek kimlikleri, cinsiyet bilinci ve yaş gruplan da bunlara ek- lenmiştir. Yerel farklılıklarta biriikte bu gruplar, çağımızda her toplumun ıçinde yüzlerce alt kültür, alt kimlik oluştur- muştur. Insan haklannın gelişmesiyle, tüm insanların din, mezhep, ırk, milliyet farkı gözetilmeksizin eşit olduğu anlayışı insanlığa ışık tutmaya başlamıştır. Böylece gerek toplumlar, gerekse bireyler, çalış- maları ve başarıları, yanı insanlığa yaptıkları katkılar ile değer kazanmaya başlamışlardır. Bıreysel başarılan yetersız olanlar, bunu genellikle "dış güçlere" yani kendi denetimlerı dışındaki olu- şumlara bağlayarak kendilerini hem kendi vicdanla- nnda, hem de başkalannın gözlerinde aklamaya ça- lışırlar. Toplumlar için de bu böyledir. Geri kalmış toplumlar, geri kalmışlık nedenlerini, kendi ıç dinamıklerinden çok "dış düşmanlanna" bağlarlar. Toplumlarda paylaşılacak üretim düşük olduğunda, bireylerin bu üretime yaptıkları katkıların yanında, "kimliklerini" ön planaçıkararak mılli gelırden hak et- tiklerinden daha fazla pay alma çabalan da topluma egemen olmaya başlar Hele bir de toplumda "fırsat eşittiği" ve "sosyal adalet" gibi ilkelere göre "herkesin üretime katkı- da bulunduğu oranda pay alması" uygulamalan henüz yerteşmemişse, millı gelirin paylaşılması sıra- sında kan gövdeyi götürür. Pek çok insan, milli gelirden, yaptığı katkı oranın- da değil, "kimliğine" göre pay ıstemeye başlar. Bunun en klasik örneği, iktıdardakı partınin, "liya- kate" göre değil, kendisine olan bağlılığa göre me- mur atamasıdır. Pek doğal olarak bütün toplumlarda paylaşma ik- tidarta doğrudan ilgilidir, çünkü kim ıktıdarda ise üre- timden kımin ne pay alacağına da o karar verir. Imparatorluk dönemlennde gerek ıktıdarın belirie- diği "paytaşma" ilkelennin yarattığı memnuniyetsız- lik ve sorunlar gerekse bunlann ön plana çıkardığı ık- tidar kavgası, genellikle savaşlar ve isyanlar yoluyla kanlı bir biçimde çözülürdü. Endüstri toplumlarında, insan haklannın da geliş- mesiyle bu sorunlar "demokratik", yani banşçı yön- temlerle de çözülmeye başlandı. Türkiye "demokrasi" ile "çok partili dönemde" tanışınca, hemen paylaşma sorunları da gündeme geldı ve halk, iktidannı kendi yandaşlanna daha faz- la pay vermek içın kullanan (yani Türkçesi. "partizan- lık yapan") Demokrat Parti ile muhalefetteki CHP'nın "adil paylaşma" yanı "özgürlük" ıstekteri arasında bölündu ve hatta "parçalandı". Gençler anımsamaz, halk köylerde mezariıklannı bile birbirinden ayırmıştı. Bu "kutuplaşma" Türkiye'yi 27 Mayıs 1960 mü- dahalesine götürdü. Sonra sol-sağ çatışması gündeme geldi. Ordunun içine de sıçradığı anlaşılan bu kutuplaş- ma da 12 Mart 1971 müdahalesini getirdı. Daha sonra, sağ-sol kavgasına ek olarak mezhep çatışmaları gündeme getirildı. 1980 öncesı Kahra- manmaraş ve Çorum olaylannda mezhep aynmlan körüklendi ve yaratılan "Alevi-Sünni" kutuplaşması ile insanlar bu kez inanç çizgisinde biribirine sal- dırdı. Bu "ikili kutuplaşma" da 12 Eylül 1980 müdaha- lesini getirdi. 1980'den sonra hem milliyetçilik çizgisinde bir ku- tuplaşma "Türk-Kürt aynmalığı" otarak, hem de si- yaset ve inanç çizgisindekı bir kutuplaşma, "şeriat- çılar-laikler" olarak gündeme getirildi. Bugün yine "ikili bir kutuplaşma" yaşıyoruz. Demokrasiye her zamankınden çok muhtacız. Çünkü demokrasi ışte bu kutuplaşmalan banş içinde aşmanın yöntemıdır. Kızılay: Eksiğiıniz yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Marmara depre- minde yetersiz kalmakla eleşttrilen ve geçen günlerde genel başkanhktan ıstifa ettığinı açıklayan, ancak genel kurula kadar bu görevini sürdüreceğıni bildiren Kızılay Genel Başkanı Yüksel Bozer, Düzce depreminde eksik- lerinin olmadığını belirtti. Bozer, bundan sonra deprem olasıhğı bulunan yerlere yardımlann gecikmeden ulaş- tınlabihnesi içın İzmit'te "afet üssü" kurulması çalış- malanna başladıklannı ve Başbakan BütentEcevh'in de bu istemi olumlu bulduğunu açıkladı. Yüksel Bozer, Kızılay Genel Merkezi'nde düzenle- dıği basın toplantısuıda derneğin Bolu-Düzce depremi sonrası çalışmalan hakkmda bılgi verdi. Konuşmasın- da sık sık Kızılay'ın Düzce depreminde bir eksıkliğinın bulunmadığıhı ifade ehneye özen gösteren Bozer, dep- remin duyulmasının ardından derhal Kızılay merkezi- ne koştuklannı ve yönetim kurulunu toplantıya çağır- dıklannı anlattı. Kısa bir sürede bölgeye ulaşıldığını be- lirtten. Bozer, "Sabaha karşı felaketzedelere sıcak çor- ba verildir ' dedi. "Bir eksiğimiz olduğunu sanmıvoruz" diyen Bozer. Düzce depremi dolayısıyla Kızılay'ın ge- ride kaldığı, eksık bıraktığı hıçbır nokta'nın olmadığı- nı bildirdi. Söz konusu bölgede gelecek 30 sene içinde de benzer felaketlerin tekrarlanabıleceğinın basında da yer aldığını anımsatan Bozer, Kızılay'ın Başbakan Bü- lent Ecevit'e de sunduğu deprem üssü projesinı şöyle açıkladı: " tzmitbölgesinde en az50 dönümlükbir arazinin >la- liye Bakanlığı'nca Kızılay'a dc\redilmesi gerekhor. Bu alan afet anında bir üs olarak kulanılmak için projekn- diriliyor. Bu üste çadırimalathaneteri,TIR parklan, mo- dern depolar. 120 >atağa kadar ulaşabilen scyyar hasta- ne ve bir de helikopter aiaru düşünüyoruz. Bu arazi tah- sis ediürse 6-9 a> süre içinde bu üssü o böigeye hazır hak getireceğiz.'' Bozer. Kızılay'ın Bolu ve Düzce'ye 6 bın 245 çadır. 63 bin 400 battaniye, 27 seyyar mutfak. 68 bın 500 kilogram gıda, 4 bin 995 uykvı tulumu, 10 bın 60 yatak, 2250 soba, 103 jeneratör, 855 kan ünitesi, birer seyyar poliklinık ve seyyar hastane gönderdiğini açıkladı. 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle