Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 14 KASIM 1999 PAZAR
12 PAZAR KONUGU
İSO Yönetim Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, özelleştirmeyi, vergipolitikasını ve ekonomik durumııyorumladı
E;
onun
Toplum
katılımcı
değil'
- Topluma, artık temsili demokrasi değil,
katılımcı demokrasinin gereklüiği bilinci
verilmediği sürece bu toplum neyapsın?
- Biz sekiz yıllık eğitime 1997 sonunda
geçtik. 1997'ye kadar zorunlu eğitim hâlâ
beş yıl olarak düşünülmüş. Bunu
dûşünebiliyor musunuz? Işte bireyin, biz
yaklaşımındaki kültürel değişimini ne
kadar gerçekleştirebilirsiniz? Topîumsal
paylaşım mekanizmalannı ne kadar
harekete geçirebilirsiniz?
Size yüzde yüz katıhyorum. Yirminci
yüzyıhn sonuyla birlikte temsili demokrasi
tarihin sayfaları içindeki yerini ahyor. Artık
katılımcı demokrasiler var. Yetki verdiğiniz
inşanlan denetleyebiliyorsanız, onlann
karar sürecine adım adım katüabüiyorsanız
demokrasiden söz etmek mümkündür. Ben
defalardır ABD'ye giderim. Ama Başbakan
Ecevit'le bu son kez ABD'ye gittiğimde
gördüm. Bir hafta süreyle yaptığımız tüm
kurumsal çalışmalarda bir teyit aldık. O da
şu: ABD'de yönetim, toplumun adım adım
yukan taşıdığı düşünceyi sahneye koyuyor
ve oynuyor. Oyunun senaryosunu yönetim
değil, toplum yazıyor. Filtrelerden geçe
geçe toplumun bütün değerlerini, bütûn
düşüncelermi kapsayan strateji, karar, ne
derseniz deyin, yönetimin önüne geldiğinde
artık orada yönetimin yapacagı fazla bir şey
yok. Sivil toplum bu çalışmayı yaparak
bütûn filtre mekanizmalanndan geçiriyor
ve Kongre'nin önûne getiriyor. ABD
Kongresi'nin bir araştırma merkezi var.
Orada bütûn dünyayı bulabilirsiniz. Her
ülkenin de bir sorumlusu bulunuyor.
Kongre. örneğin Türkiye hakkında bir karar
verecekse bu konuda her türlü bilgiyi
oradan istiyor. Türkiye, Kongre'nin doğru
bilgi sağlayabilmesini kendi kurumlanyla
yapacak. Biz, bugüne kadar Türkiye'de
toptomun büyük bir kesimini bu süreçte
etkin, katılımcı olarak kullanamadık.
'Sistem ve
çarpıklık
icîce1
- Bunu yapamıyorsak o zaman dünyayı
da yanlış bilgilendirmiş olmuyor muyuz
Türkiye hakkında?
- Keşke onu yapabilsek. Kanımca hiç
bilgilendiremiyoruz. Çünkü bu görevi
üstlenmiş ve çok taraflı çahşan kurumsal
bir iletişim ağımız yok. Dolayısıyla,
Türkiye'de, "Bia kim kurtaracak?"
sorusunun cevabını herkes kendisine
sormahdır. Hemen toplam kaliteye
gelmek istiyorum. Toplam kalite,
kavramsal olarak, karar tepede alınır, ama
uygulama tabanda başlar, bireyle başlar.
Kendini aşabilen. kendini yenileyebüen ve
kendine karşı sorumluluklannı yerine
getirebilen insanlardan ohışan bir
toplumun toplam kaliteye ulaşması hiç de
güc değildir. Yıllarca önce valilerimize bir
öneri getirmiştim. O da şuydu: Mahalleye
kalite tanımı getirelim. Artık bizim
yurttaşlık bilgisi kitabındaki mahalle
muhtan ve ihtiyar heyeti tanımı değil,
söylediğimiz konu. Adı muhtar, ya da
mahalle başkanı olsun. Onun yanına da
mahallede oturan üç-beş kişi verilsüı. Ona
fıkirsel boyutta katkıda bulunsun, bir
anlamda da faaliyetlerini mahalle adına
denetlesin. Böyle bir mekanizmanın
yürüdüğü bir mahallede ugursuz, kötü
niyetli kişilerin yerieşmesi mümkün
olabilir mi? Orada Imar Yasası dışında
gecekondulaşma ya da kaçak yapılaşma
olabilir mi? Belediyeye kadar yansıyacak
bir iletişim ağı içinde çözümlerin
bulunamaması mümkün mü?
- Siyasipartilerimiz, arazi rantlarından
fmansmanlarını sağltyoriarsa bu sistemi
ktrmak o kadar kolay olabilir mi?
- Aslında sistem ve çarpıklıklar kendi
kendini besliyor. Siz ortaya çıkan bu
çarpıklığı bir ranta dönüştürüyorsaruz
bunu niye düzeltesiniz ki? Bakın, bütçe
açığı var, diyoruz. O zaman Türkiye arsa
üretsin. Arsa paylan konut malryetinde
çok büyük bir orandır. O zaman bu
düşecektir. Denetim mekanizmalanyia
desteklemek üzere o zaman daha güvenli
yapılar yapılacak. tnsanların daha geniş
alana yayılmalan çevrelerine de sahip
çıkmalannı sağlar. Bu duyarlılık bir
eğitim. bir gelişmedir. Bunun yerine öbür
yolu seçiyorsak o zaman bütün faturalan
ödemekle de karşı karşıyayız, bir kesimin
buralarda birtakım gelirler elde etmesi
pahasına...
LEYLA TAVŞANOGLU "Türkiye, 76 yıllık Cumhuriyet, aradaki kesintileri ve sıkıntıları da içine sokmak üzere 50 küsur yıllık bir
demokrasi deneyimine sahip. Türkiye 'nin katettiği yol aslında küçümsenemez. Ama buna karşıhk Türkiye hâlâ, kendi konumunun, stratejik
yerinin, daha da ö'te, bu bölgenin ve dünyanın kendisinden beklentilerinin, önünde duranfırsat ve imkânların yeterince farkında değil." Bu
sözler, İstanbul Sanayi Odası 'nın (İSO) neredeyse yedi yıldır Yönetim Kurulu Başkanhğı görevini sürdüren işadamı Hüsamettin KavVye ait.
Türkiye 'nin çeşitli sorunlarını ele alıp
ayrıntısıyla tartışmaya açarken Kavi bize,
ülkemizdeki projeksiyonsuzluk ve
vizyonsuzluktan yakınıyordu. İSO Başkanı
Kavi, "Türkiye de biz, ne yazık ki 'ben'
odaklı insanların oluşturduğu bir toplumuz.
Ben odaklı olmak da kendi dışımızdaki
fikirlere hepyan gözle bakmamıza, ya da
onlan hep hasım gibi algılamamıza neden
oldu. Oysa bugün, sözünü ettiğim
toplumlann gelişmişlik ve zenginliğinin
ardında,farklılıklannın yarattığı kültürün
özünde oluşmuş bir sentez ve bütün bunlan
kapsayan stratejiler ve projelerin ortaya
konulması vardır" diyordu.
PORTRE / HÜSAMETTIN KAVÎ
1950 İstanbul doğumlu. Yükseköğrenimini İTÜ
İnşaat Fakültesi'nde tamamladu 1975-78 arası inşaat
sektöründe çalıştu Daha sonra Kavi Kablo ve Emaye
Bobin Teli Sanayi A.Ş.'de göreve başladı. Bu kuruluşta
çeşitli kademelerde görev aldıktan sonra 1989 'da
Genel Müdürlüğe getirildi. Halen bu görevini
sürdürüyor. İstanbul Sanayi Odası J
nın (İSO) Meclis
Üyeliğine 1987'de seçildi. 1992-93 yıllannda yönetim
kurulu üyeliğini, 1993'ten buyana da İSO Yönetim
Kurulu Başkanhğı görevini sürdürüyor.
- Siz, tstanbul Sanayi Odası 'nın (İSO) Başkanı olarak büyük
ölçüde siyasetin de içindesiniz. Başbakan Ecevit'in ABD ziyare-
tinde resmi heyette deyer aldınız. 2000'liyüların eşiğinde Türki-
ye'nin konumunu nasıldeğerlendiriyorsunuz?
- Bunu belkı çok farklı perspektifler içinde bir sıralama yaparak
ortaya koymak lazım. Türkiye, 76 yıllık Cumhuriyet, aradaki ke-
sintiler ve sıkınttlan da içine sokmak üzere 50 küsur yıllık bir de-
mokrasi deneyimine sahip. Türkîye'nin katettiği yol aslında küçüm-
senemez. Ama buna karşıhk Türkiye hâlâ kendi konumunun, stra-
tejik yerinin, daha da öte, bu bölgenin ve dünyanın kendisinden bek-
lentilerinin, önünde duran fırsat ve imkânlann yeterince farkında
değil. Bir an için bunlann farkında olduğunu var sayıyonım. Ama
attığı adımlardan bu gerçeklerin farkında olduğuna dair de açık, net
bir belirti göremiyorum. Tabii ki yıllardır izlediği kapalı ekonomi
sürecinin dünyayla entegrasyon döneminde yarattığı ciddi handi-
kaplar oldu. Korumacı bir yaklaşımdan rekabete dayalı bir vakla-
şıma geçerken bunun belli boyutlannı gerçekleştirdik, ama esas
önemli olan kamusal boyutunu gerçekleştiremedik. Gümrük Bir-
liği sürecinde rekabeti özel sektörde açık bir boyuta taşırken reka-
betin sürdürülebitir olmasını mümkün kılacak altyapı ve çerçeve-
yi, yani denetim mekanizmalan ve sistemin ışleyişinin gerektirdi-
ği siyasal düzenlemeleri yapamadık. Bugün reel sektörün önünde-
ki en büyük engel kamunun mali piyasalardaki ağırlığıdır.
- Nasü bir ağıriık bu?
- Kamu bugün mali piyasalarda bir taraftan oyuncudur, bir ta-
raftan da hakem olmak zorundadır. Ama hakemlikle oyunculuğu
bir arada sürdürmek mümkün değildir. Kamu, bir tercihte bulun-
mak zorunda.
..Türkiye, bû konuflâki tercihifide çok zaman kaybediyor. Bu ter-
cihleri çok net yapamamış ya da adım atamamış olmanın ardında
da belki başka sosyal endişeler, te-
reddütler ve toplumun bu konuda
ortaya koyacağı değerlerin siyasi
karar vericiye yeterince yansıya-
marnasından kaynaklanıyor.
Özel sektörün dünya pazarlann-
da var olma sürecinde gerekli olan
kurallar bütünü içinde yeterince
net adımlar atamamamızın ardın-
da bu konudaki karanmız ve arzu-
muzun ne olduğunu tartışarak bir
karar sürecinde nihai bir noktaya
taşıyamadığımızın bulunduğunu
düşünüyorum. Aslında doğru ka-
rann en önemli unsuru bılgi.
Önümde lngiltere Sanayi ve Tica-
ret Bakanlığı'nın bir beyaz kâğıdı
(white paper) var. Bilgi birikimi
ekonomiyi götürür, diyor.
Eğer kurumsal altyapıriızı, sivil
toplum kuruluşlannın birbirleri
arasındaki iletişim mekanizmala-
nnı kurmuşsanız insanlar bir an
önce bu bilgi odaklanna ulaşarak
bilgilenirler. Kendi düşüncelerini
de bunun üzerinden çeşitli yerle-
re ileterek bu iletişim ağından ya-
rarlanmalan mümkün olur. Dün-
yanın da bu süreçte daha çok ye-
ni yer aldığını varsaydığımızda dünyanın dünkü süreçteki benzer
uygulamalan Türkiye'nin test etmesi, uygulaması gerekirdi.
Tekyol işbirliği ~
- Bu uyutnu sağlayamadı mı?
-Hayır. Düşündükçe akhmıza çok ilginç konular geliyor. Örne-
ğin AB'deki ekonomik ve sosyal konseyler... Bunlar sivil toplumun
bütün kurum ve temsilcilerinin bir araya gelerek kendi içinde uz-
laşı kültürünü gerçekleştirdiği platformlann kuruhış tarihi 1946-
47. Bunun kuruluş zemini de Ikinci Dünya Savaşrdır.
Ikinci Dünya Savaşı'nın ağırtokadını yiyen ve ağır faturasını öde-
mek zorunda kalan insanlar bir gerçeği gönnüşlerdir. Savaştan ön-
ce birbirleriyle mücadele eden taraflar görmüşlerdir ki bu savaşın
üstesinden gelmenin tek yolu işbirliği yapmaktır. Savaşta yaptığı-
mız işbirliğini neden banş ortammda da sürdürmeyelim, sorusu-
nun cevabını bulmuşlar ve hayata geçirmişlerdir. Farklı eksenler-
deki düşünceleri de bu platformlara getirip karşılıklı olarak törpü-
lemişlerdir, birbirlerini ikna etmişlerdir. Oradan da karşıhkh ola-
rak ülkelerin toplumlannın genelde kabul ettiği standartlar, kural-
lar, esaslar çıkmıştır.
- Sizin geliştirdiğiniz bir tez vardır. Türkiye, tkinci Dünya Sa-
vaşı'nagirmiş olsaydı acaba bugünkü zorluklarıyaşayacak mıy-
dı, sorusunu soruyorsunuz. Bu düşüncenizi açar mısınız?
-Evet. Acaba Türkiye tkinci Dünya Savaşı'na girmiş olsaydı Av-
rupa ülkeleri ve onlann kurumlannm ortaya koyduğu standartlar-
la çok daha erken ve hızlı bir iletişim sağlayabilir miydi? Biz ora-
daki değişimin dışında kaldık. Türkiye'de biz, ne yazık ki 'ben'
odaklı insanlann oluşturduğu bir toplumuz. Ben odaklı olmak da
kendi dışımızdaki fikirlere hep yan gözle bakmamıza ya da onlan
hep hasım gibi algılamamıza neden olmuştur. Oysa bugün o sözü-
nü ettiğim toplumlann gelişmişlik ve zenginliğinin ardında, fark-
lıhklann yarattığı kültürün özünde oluşmuş bir sentez ve bütün bun-
lan kapsayan stratejiler. projelerin ortaya konulması vardır. Bun-
lann dışanda bıraktığı ihtimal ya da olumsuzluklar fevkalade az-
dır. Ama tek eksende, tek doğrulu bir yaklaşımla, aynı şeyi düşü-
nen insanlar topluluğunda bir karar oluşturursanız herkesin sade-
ce bırbirine. evet, dediğini göreceksiniz. Böyle bir ortamda siz ya-
nnın değişiminin getireceği muhtemel etkileri, olumsuzluklan,
farklı yaklaşımlan düşünce sistematiğinize yeterince dahil edeme-
yeceğiniz için senaryolarauz olmayacaktır. Bu koşullar altında da
muhtemeldir ki ağır faturalarla karşı karşıya kalacaksınız.
Dış etkileri bir yana bırakın: bir kere ülke kendi içinde msanla-
nn bırbirlerine itibar etme, birbirlerine saygı gösterme, farklıhklar
içinde bırbirlerini iknaya dayalı ve ortak akıl ve ortak hedefe yö-
neltecek bütünleşmeyi yaratamamış olmanın sıkıntısını her gün
yaşar. Türkıye yıllardır bu sıkıntıyı yaşıyor.
Güç el değjştiriyor
- Bu sözünü ettiğiniz bağnaz kültürden yarar ve çıkar sağlayan
pek çok çevreyok mu sizce?
- Doğrudur. lki türlü gelişme stratejisi var. Birisi, kutuplaşmala-
nn yarattığı gerilimlerden yararlanarak fayda üretmedir. Bu durum-
da, ortayaçıkan senaryonun sonucu Türkiye'nin son 30 yıldaki bü-
yüme endekslerine benzer. Üç yıl artı çıkar, sonra ıki eksi olur, den-
ge bozulur. Çünkü bir taraflaki bir güç sonunda başka tarafın gü-
cü halıne gelir. Siyasetin sonuçlan da bunu göstermiyor mu? Beş
yılda iki kez üst üste seçim kazanan tek bir partimiz var mı?
Bakın, Türkiye'de güç devamlı el değiştinyor. Bu birinci yakla-
şım tarzmın bizi nereye getirdiği bütün rakamlan>la, ekonomik ve
sosyal sonuçlanyla önümüzde duruyor. Burada çok önemli bir un-
sur daha var. Türkiye, nüfusunun çok önemli bir kısmını gelişme
sürecinde kullanamıyor. Baştada kadınlanmız olmak üzere... Güç-
lü olan egemen olsun anlayışıyla hareket ettiğiniz zaman Türkiye
fevkalade sınırlı bir aklı ancak hayata geçirebilıyor. Bugüne kadar
da bunu yaptı.
Oysa şimdi. olası bütün imkânlardan yararlanabileceğimız plat-
formlara ihtıyacımız var. Belki de oradan başlayacağız. Ama so-
nunda onun da alt unsurlan, gelişmiş ülkelerdeki gibi think tank'la-
n (düşünce'üretme merkezleri) olacak. Her ş.eyle ilgilenen yerine,
çok dar alanda, ama derin bilgilerle konuyuaraştıran/ınfcfeleyefı bir- •
takım kurumlanmız olacak. Bütün taraflann katılımının sağlana-
bildiği bir ortamda ortak aklm sayısı artacağı gibi. aklın kalitesi de
artacaktır. Bu durumda, demin söylediğimiz kesimler bu ortak ak-
lın hayata geçmesinde en büyük engeldir. Hatta. bunu yapmaya
kalktığımız anda. birbirlerine karşı gibi görünen taraflar bunun
oluşmaması için işbirliği dahi yapabilirler.
- Ama ortada da bir gerçek var. Türkiye'de GSMH'nin yüzde
80'ini nüfusun yüzde 20'si paylaşırken nüfusun yüzde 80'i
GSMH'nin yüzde 20'sinden yararlanıyor. Bu dengesizlik ve çar-
pıklığı nasıl görüyorsunuz?
-Aslında bu sonucu biz yarattık. Üstelik de gelişme adına yarat-
tık. Biz gelir dağılımındaki dünkü eksikliğimizi bugün giderek kor-
kunç bir dengesizliğe dönüştürdük. Bu dengesizlik ortamında in-
sanlann birbirlerine tahammül etme ya da anlayış gösterme, uzlaş-
ma kültüriinü benimseme çabalannı da ne yazık ki bu ekonomik
tablo mahvediyor. Biz bu süreçte, kamunun ekonomideki ağırlığı-
nı kaldırma ya da Türkiye'nin ihtiyacı olan altyapı f inansmanında
etkin bir çözüm teknıği bulamadık; o kaynağı yaratamadık. Önce.
vergi, dedik. Bunu başaramadık. Ondan sonra özelleştirmeyi de-
nemek istedik. Özelleştirmenin ne olduğunu da anlatamadık. Bu-
nun uygulamalannı da yanlış yaptık. Hatta, "Bir an önce özelleştir-
me yapalım" diye hukuku çiğnemeye kalkıştık; yasal düzenleme-
leri göz ardı ettik.
Özelleştirmenin mantığı yanlış
- Özelleştirme adına yağmacılığa mı kalkıştık?
-Hukuku ve yasal düzenlemeleri göz ardı etmeye yönelik anla-
yış özelleştirmenin temel amacından kopuktur. Bunu amacına uy-
gun yapmak ısterseniz önce çerçeveyi çizer ve nasıl yapacağınızı
aniatarak toplumu ikna edersiniz. Oysa biz bunun yerine bir an ön-
ce özelleştirme yapma yolunu seçtik. Istihdam mı sağlanacak? Ye-
ni teknoloji mi getirilecek? Özelleştirilecek o kuruluşlar yeniden
verimliliğe mi kavuşacak? Bunlan konuşmak yerine, özeHeştirme-
yi, kamuya ait olan bir işletmenin hisse senetlerini belli bir fiyata
satmak olarak gördük. Ama tabii ki özelleştirme bu değil. Bunu ba-
şaran ülkelere bakın. Özelleştirmede bazen bedava verirsiniz, ba-
zen üzerine para verirsiniz. Ama o özelleştirmenin çerçevesi gere-
ği taraflar birbirlerine belli taahhütlerde bulunurlar.
Ama biz borçlanma sürecinde kaynak yaratamadığimız için alt-
yapı harcamalan devam ederken, "Biraz zaman kazanalım, borç-
lanalım" dedik. 1980"li yıllann ortasıyla birlikte Hazine borçlan-
ması hayatımıza girdi. Borçlanma ile enflasyon arasında birebır bir
ilişki var.
Paranızın kurunu yanlış yerde tutarsanız sonunda bunu düzelt-
mek için tepeden inme devalüasyon yapmak zorunda kalırsınız. Bu-
nun ertesinde de enflasyon patlar. gider. Bunu düzeltmek için üc-
retler, fiyatlar. arz ve talep dengesini yeniden kurmak için inanıl-
maz brr mücadeleye girersiniz. Çoğu kez de bunlan düzeltemeden
yeni bir sıkıntıyla karşt karşıya kalırsınız. Bütçe açığını da tutama-
yacak bir noktaya gelirseniz, ki 1980'li yıllardanberibusüreci ya-
şıyoruz. o zaman giderek üretimle mali piyasalar arasındaki geti-
ride ciddi bir rekabet oluşmaya başlar. Sonuçta da üretim artık ca-
zip bir faaliyet olmaz. Mali sektörün getirisinden yararlanan insan-
lar fevkalade sınırlıdır. Ama reel sektörün üretımindeki katma de-
ğeri paylaşan insanlar çok yaygındır. Bu geniş kesimin giderek da-
ha az pay aldığı bir ortamda gelir dağılımındaki uçurum giderek
büyür. Işte. sözünü ettiğimiz sosyal uzlaşma platformuna ulaşmak
şansı da giderek tahrip olur. Bugün geldiğimiz nokta bu.
- Bir nokta daha var. Türkiye 'de vergigelirlerinin hemen tama-
mıfaiz odemelerine gitti. Bunu nasıl karsthyorsunuz?
- Bugün devletimizin ilgili bakanlıkian vekurumlan, vergiyi büt-
çe açığının finansmanında kullanılacak bir enstrüman olarak gö-
rüyorlar. Oysa 21. yüzyıla giden dünyada ekonomik gerçeklerin sos-
yal dengeleri sağlamaktaki en önemli enstrümanı haline gelmiştir.
Vergiyle devletin, gelirden, kazançtan, faaliyetten aldığı bir pay
var. Sizin yaşamınızı sağlıyor. Onun dışmdaki aldığı fonlarla gelir
dağılımındaki farklılıklan giderek dengeye getirecek bir düzenle-
me içinde kullanıyor. Vergiyi doğru yerde. doğru projeye kullan-
mak,çnümkün. Ama biz bunu yapamıyoruz. İşte^ 2000 yılı bütçesi
önürrlde. Yatınmların bütçe içindeki payı yüzde 2. Altılardan, ye-
dilerden, onlardan, giderek yüzde dörtlere indi. 1994 bütçesini ha-
tırlıyorum. "YüzdedörtnasıJolur?''
demiştik. Geldik 2000 yılına... Ya-
tınmlann bütçe içindeki payı yüz-
de 2. Biz ekonomik olarak ciddi
gelişme gösterememiş bölgelerimi-
zin ihtiyaçlannı hangi fonlarla kar-
şılayacağız? Deviet. özel sektörün-
den, çalışanlanndan, işsiz olan in-
sanlardan vergi istiyor. Bütün bun-
lan kullanırken şeffaf değil. Bu pa-
ralan nereye harcadığını bilemiyor-
sunuz. Hâlâ bu koşullarda sesimizi
çıkarmıyorsak o zaman bizbu ülke-
ye ihanet ederiz. Burada bunlan ko-
nuşmak zorundayız.
Mesele vergiden kaçmak değil-
dir. Bütün Türk toplumu, Türkiye
vatandaşı olmanın bir bedeli oldu-
ğunu bilmektedır.
Açık vergiyle kapanmaz
- Ekonomi uzmanları, bir ülke-
de ekonomi iyice daralmışken ver-
gileri arttırmanm yanlış olduğunu
söylerler ve bunun ters tepkiyapa-
cağını, vergi gelirlerinde düşme
olacağını savunurlar. Siz bu görü-
şü nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Burada bir çelişki var. Küçülen
ekonomilerde vergilen arttırarak açığınızı kapatamazsınız. Dünya-
da gelişmiş ülkelerin geçmiş deneyimlerine bakın. Bunu çok net
göreceksiniz. Bu, ekonomi bilimi kitaplannda var. Ekonomi küçü-
lürken vergide ciddi. radikal değışiklikler yapılmaz. Türkiye bun-
lan deniyor. '
-Neden? '
- Çünkü şu an paraya ihtiyacı var. "Nereden bulursam bulayım,
alanıadığımda borçlanayım. Kaç para faiz ödersem öderim. Bu da
hiç önemli değil" diyor. Bunun sürdürülemeyeceği ortada.
Türki>e, enflasyonla ve onun sonucu faizle yaşıyor, diyebiliriz.
Ama bana göre bu böyle değil. Türkiye'de faiz enflasyonu yaratı-
yor. Size soracağım. Bugün Türkiye'de hangi malın arzında sıkın-
tı var?
Türkiye'de arayıp da bulamadığınız bir tek mal var, o da para.
Dolayısıyla enflasyon parada. O enflasyonun adı da faiz. Buna ça-
re bulunmadıkça Türkiye'de enflasyonu düşürme hedefıne ulaşıl-
ması bana göre mümkün değil. İnsanlar paradan para kazanmaya
alıştılar. Bu. sosyal olarak çok büyük bir tahribat. Insanlan tembel-
leştiriyor. Yaratıcılığının, yenilikçiliğinın. rekabet güçlennı geliş-
tirme çabalannın önündeki en büyük engel. Kanımca Türkiye, böy-
le bir ortamda yıllardır kendi kendini uyuşturuyor. Bu süreçte biz
giderek kendi damarlanmızı tıkıyoruz. Biz, nüfusunun yüzde 6O'ı
30 yaşın altında olan bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir ülke çok bü-
yük atılımlar yapabilir.
- Bu kadar genç bir nüfusun,yas ortalaması 70'in üzerindeolan
kişiler taraftndan yönetilmesini nasıl karşılıyorsunuz?
-Benseçimlerdeilkoyumu 1973'tekullandım. Aradan26yıl geç-
ti. Siyasetin içinde, vatandaşlık haklan, düşünceleri olan bir insa-
nım. Biz maalesef 26 yıldır siyasetimizi zenginleştiremedik. Bu-
güne kadar aynı kapalı çerçevenin içinde geldik.
Görebildiğim kadanyla burada sistem yeni oyunculara geçit ver-
miyor. Türk toplumu dünle bugün, hatta evvelki günle bugün ara-
sında gidip geliyor.
Burada başka bir şey daha var. Türk toplumu, neye ihtiyacı var-
sa hepsini siyasetin çözmesini bekliyor. Yıllardır, başı en sıkıştığı
zamanlarda, "Bizi kim kurtaracak?" sorusuna cevap aramıştır. Oy-
sa kendisinin ne kadar büyük bir potansiyel oluşturacağını düşün-
medi. Ama bu son yıllarda bunun farklı bir boyutta geliştiğini gö-
rüyorum.