14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 1998 ÇARŞAMBA HABERLER Biz Yemen 'den çekilince, kalan Türkler İmam Yahya yönetimine kalkınmada yardımcı olmuş. Bugün hâlâ Osmanlı 'nın bıraktığı telgrafağı geliştirilerek kullanılıyor Her yerde Osmanlı mühürü" * ~ * ^ orukta Osmanlılardan m \ kalmış, yan yıkılmış ama m W hâlâ kullanılan bir kale M -^ vardı. Sağlam kalan bölümünde bir askeri karakol, gözetleme görevini yürütüyordu. Babam ve arkadaşlan herhalde bu kaleden etrafı gözlemişlerdi. Etraftaki kayalık sarp bölgenin başka bazı doruklannda da benzer kaleler görülüyordu. Kaledeki subaya veda ettik, ama partililer bizi bir kez de kent içinde bölge komutanının vıllasmda ağırlamadan bırakmadılar. Büyük bir salonda sedirler üzerinde oturarak kahve içtik. Cömert ev sahiplerimiz aynlırken ceplerimizi de yörenin lezzetli badem ve kişnişiyle doldurdular. Menaha, yolun yansında bir yer. Tekrar döne döne. ine çıka ilerledik, birçok sarp geçitten geçtik. Ürdün'den Yemen'e İ ERDAL İNONI ^Zudeyde'den Sana'ya dönerken etrafımızdaki sarp araziye baktığımızda, babamın anılannda dört beş yerde kesin muharebeden söz ederek "8-10 günde Sana'ya vardık" diye çok kısa biçimde özetlediği harekâtın aşamalannı hayalimizde canlandırmaya çalışıyorduk. İmam Yahya'nın gözü pek savaşçılannın koruduğu bu bitmez tükenmez kayahklan 8-10 günde aşmanın ne kadar önemli bir başan olduğunu anhyorduk. düzlüğüne indik. Çöle benzeyen. ama bazı yerlen ekili bir düzlükte yanm saat kadar son hızla gittikten sonra Hudeyde'ye ve Kızıldeniz"e vardık. Yemen'in Aden'den sonra gelen önemli limanı Hudeyde, rurizm ve ticareı sayesinde hızla gelişen bir kent görünümünde. Sözleştiğimiz otelde Turizm BakanlığYnın bir görevlisi bizi karşıladı. Beraber şehri gezdik. Osmanlı döneminden ayakta kalan yapılar. Sana'dakinden çok daha az. Denize yakın kıyı şeridinde Osmanlı valilerinin kullanmış olduklan bir büyük konak var. Osmanlı Mahallesi gezerken toz toprak içindeki bozuk yollar ve her tarafta birikmiş çöp yığınlan bu güzel görünümü maskeliyordu. Sana'da dolaşırken birkaç uzman belediyecimizin Yemen'de bir süre kalmalannın dünya mirasını zenginleştirebileceği akhmdan geçti. Sokakta gördüğümüz Yemenliler, geleneksel giysiler içindeydi. Kadınlar yalnız gözlerini açıkta bırakan bir siyah çarşafa bürünmüşlerdi. Erkekler ise üstte entari ve ceket. altta entarinm uzun eteği ve bellerinde büyük bir kemere takılı "cenbiye" denilen ucu kıvnk kısa bir hançerle donanmışlardı. Bu hançerin tıpkı bizim kravatımız gibi giyimi tamamlayan bir süs eşyası olduğunu, kimsenin cenbiyesine el atmasının söz konusu olmadığını büyükelçimiz söyledi. Tamir ediliyor, müze olacakmış. Osmanlı Mahallesi diye bilinen bir semtteki bütün eski binalar yıkılmış, yerlerine yenileri yapılmış. Eskı limanın ağzında harap durumda bir kale var. Içeride, denize karşı mevzilenmiş, tarihi bir top kullanılmaz halde. Burada da bir askeri karakol kaleyi beklıyor. Kalenin hemen yanından denize doğru uzanan bir iskele var. Babam geldiğinde liman buradaymış. Sonra daha ileride bir yere alınmış. Hudeyde'den Sana'ya dönerken etrafımızdaki sarp araziye baktığımızda, babamın anılannda dört beş yerde kesin muharebeden söz ederek "8-10 günde Sana'ya vardık" diye çok kısa biçimde özetlediği harekâtın aşamalannı hayalimizde canlandırmaya çalışıyorduk. İmam Yahya'nın gözü pek savaşçılannın koruduğu bu bitmez tükenmez kayahklan 8-10 günde aşmanın ne kadar önemli bir başan olduğunu anhyorduk. Ahmet Izzet Paşa, kendı anılannda (*) bu harekât hakkında daha aynntılı bilgi \ eriyor. Menaha'dan hareketin on ikinci günü zafer kazanılmış olarak Sana'ya girildiğinı söylüyor ve bir ay içinde Yemen'ın asilerden geri alınması başansına ödül olarak Ayan üyeliğine getirildiğini ekliyor. Hudeyde'deki hazırhk sırasında, Yemen'deki subaylar arasında bozulmuş olan disiplini yeniden kurmak için uğraştığını anlatıyor ve bu uğraşa kurmay subayı İsmet Bey'in katkısını şöyle belirtiyor: "tsmet Bey'in beni iridale. müşkülpesentlik ve itaatsizükte ileri giden subaylan, ki çoğu eski ikinci 'Çarsafı Osmanlı getirdl" Yemen'de kaldığım sürede nadir olmakla beraber yüzleri açık kadınlar da gördüm. Üniversitede, kadınlann bu durumunu inceleyen bir eğitım ve araştırma merkezi var. Başkanı sosyoloji doktoru Raufa Hasan yüzü açık dolaşıyor. Üniversitede kız erkek beraber okuyorlar ve yüzleri açık kızlar var. Son seçimde meclise iki kadm milletvekili girmiş. Birisiyle, büyükelçi1iğimizdeki yemekte konuşma fırsatı buldum. "Seçim kampanyasını hep yüzümü açık bırakan giysilerle yaptım. Başka türlü beni nasıl taruyıp oy Ahmet izzet Paşa, İnönü'yü anlatıyor ^ " ^ ^ ^ 7. Ordu Komutam Mustafa Kemal Paşa (Orta sırada soldan üçüncü), Yemen Valisi Ahmet îzzet Paşa ve subay arkadaşla- bürünmek sizce, dinimizin rıyla birükte Halep'te (1917). Ahmet İzzet Paşa kendi anılannda tsmet İnönü'yü anlaürken; Hudeyde'deld hazuiık sırasın- getirdigi bir zorunluluk da, Yemen'deld subaylar arasında bozulmuş olan disiplini yeniden kurmak için uğraştığuu belirtiyor. Ve bu uğraşa Kurmay mudur" diye sordum ve subayı tsmet Bey'in (înönü) katkısını şöyle özetliyor: "İsmet Bey'in beni itidale, müşkülpesentlik ve itaatsizükte ileri giden beklemediğim bir yanıt subaylan, ki çoğu eski İkinci Ordu'ya mensuptu, doğru yola yöneltmekte büyük himmet ve hizmeti geçmiştir." orduya mensuptu, doğru yola yöneltmekte büyük himmet ve hizmeti geçmiştir." Bu gezi sırasında her uğradığımız yerde gördüğümüz büyük ilgi ve itibar. kuşkusuz merkezden verilmiş talimatlann sonucuydu. Ancak merkezdeki yetkilileri böyle bir davranışa götüren neden, inanılması zor gelebılir ama, büyük ölçüde babamın anılan olmuştu. Ben yola çıkmadan önce Büyükelçi Topçuoğlu, babamın "Habralar"ında 16 sayfa tutan "Yemen seferT bölümünü Arapçaya çevirip yanımda getinnemi önermişti. Böyle yaptım ve orada her ziyaret ettiğim yetkiliye bir nüshasını verdim. Sonuç, tahminimin üstünde bir ilgi oldu. Osmanlı belgelerl Ilk görüştüğüm yetkili, Arşivler Müdürü Dr. Kadı Ali Ahmed Abu El Ryal idı. Anılan okumuş ve ondan esinlenerek arşivden eski Osmanlı belgeleri bulup çıkarmıştı. Örneğin Yemen'de kullanılan ilk örnek olduğunu tahmin ettiği bir ferman gösterdi. Fermanın arka yüzü Arapça yazılarla doluydu. Dr. Kadı- Ali, çok sıkıntı çektikleri bir dönemde ellerine geçen her kâğıdm boş yerlenne bir şeyler yazdıklannı söyledi. Sonra Osmanlı ordusuna ait muhasebe belgeleri gösterdi. Yazılan okuyamıyordum, ama kayıtlann son derece düzenli tutulduğu belliydi. Dr. Kadı-Ali'nin bizim için hazırladığı bir tabloda, 1872'den itibaren Yemen'de görev yapmış Osmanlı valilerinin adlannı ve hizmet yıllannı okuduk. İlk vali Ahmet MuhtarPasa( 1872- 1873) imiş. Ahmet İzzet Paşa sondan bir önceki vali(1911-1913), sonuncu vali Mahmut Nedim Bey (1913- 1917) Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlılar çekilince Yemen'de kalmış. İmam Yahya'nın yönetiminde görev almış. Osmanlı döneminden geriye bir milyonu aşkın Türk asıllı insanla birlikte çağdaş bir devletin bazı hizmet kurumlan kalmış. Bir Amerikalı tarihçi (**), o geçiş dönemini anlatırken Türklerin, ülkenin sakin bölgelerinde hastaneler ve pratik meslek okullan kurmuş olduğunu, İmam rejiminin bu hastanelerden yararlanmaya devam ettiğini, Türklerin bıraktığı telgraf ağının geliştirilerek kullanıldığını söylüyor. Osmanlı'dan kalan en önemli mirasın askeri alanda olduğunu, muntazam ordu kavramını İmam Yahya'nın Osmanlılardan öğrendiğini. Yemen'de kalan bazı Türklerin bir askeri akademi kurarak subay sınıfını yetiştirdiklerini ve bu yeni sınıfın sonradan Yemen siyasetinde önemli bir değişim öğesi olarak rol oynadığını belirtiyor. Gezimize döneyım. Ertesi gün Dr. Kadı-Ali bizi şehırde dolaştırdı. Eski Osmanlı yapıtlan arasında 16. yüzyıldan kalmış görkemli Bekiriye Camisi'ni, duvarlan hâlâ sağlam duran bir büyük kaleyi ve kışla ya da komutanlık olarak yapılmış iki katlı, gösterişli taş binalan gösterdi. Ortaköy benzerî yapılar Bu büyük binalardan bazılan harap olmuş, ama bazılannı tamir ederek kullanmaya devam etmişler. Harp Akademisi'nin yerleştiği bir Osmanlı binasını komutanın izniyle gezdik. Istanbul'da. Beşiktaş- Ortaköy arasında kıyı boyunca uzanan büyük okul binalannı andıran, sağlam görünüşlü heybetli bir yapı. Osmanlı döneminde vali konağı imiş. İkinci hatta, komutanın büyük salonunda orururken Ahmet İzzet Paşa ile kurmay subaylannın bu odada çalışmış olabileceklerini düşündük. Akademi komutanı general de babamın anılanyla ilgilendi ve bize çok itibar gösterdi. Birçok armagan alarak aynldık. Bu Osmanlı binası surlar içinde kalan eski şehrin hemen dışındaydı. Içerideki eski Sana. kendine özgü bir stili olan süslü ve zarif yapılanyla, UNESCO'nun korunması gereken "Dünya Mirası" listesine girmiş bir bölge. Bir otelin terasına çıkıp etrafa baktığımızda gördüğümüz manzara gerçekten de, güzelliğiyle ünlü öteki kentleri aratmayacak kadar etkileyiciydı. Yazık ki aşağıda aldım: "Hayır, bize çarsafı Osmanlılar getirdi!" dedi. Babamın anılan, bana Yemen Dışişleri Bakanı ile uzun bir görüşme yapma olanağını sağladı. ABD'de biyokimya alanında doktora yapmış, kültürlü ve deneyimli bir devlet adamı olan Dr. El-İryani, görüşmemizde, dikkatle okuduğu anlaşılan anılar üzerinde ilginç yorumlar yaptı. Babamın birçok görüşüne katıldığınıbelirttı. Örneğin babam, Osmanlı yönetiminin Yemen'i elde tutma gerekçesi olarak Hicaz'ı savunmaya katkısını gösterdiğini. ancak başlangıçta söz konusu olabilecek bu gerekçenin artık geçerliliği kalmadığma işaret ediyor. Dr. El-İryani, on altmcı yüzyılda Portekizliler gemilerle gelip Yemen'e çıktıklannda. bir haçlı seferi anlayışı içinde gerçekten Hicaz'ı ele geçirmek istediklerini, ama Osmanlılann varlığmın bu saldınyı engellediğini, daha sonra ise böyle bir gırişimin söz konusu olmadığım söyledi. (*) Feryadım, Ahmet İzzet Paşa, Cilt 1, sayfa 98. Nehir Yavınları, tstanbul, 1992. (**) Contemporary Yemen, Politics and Historical Background, s. 165, Edited by B.R. Peidlam. Crown Helm, London, Sydney and Center for Arab CulfStudies, University of Exeter. SÜRECEK SIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR e-mail: [email protected] FRANKFURT - Paris'ten Frank- furt'a gelir gelmez, kendimi Türki- ye'ye gelmiş gibi hissettim. Her ta- raf Türkçe konuşan yurttaşlarımızla dolu. Havaalanında bilet alırken, te- lefon kartı ararken dil bilmeseniz bi- le hiç zorlanmazsınız, size yardımcı olacak, Türkçe bilen birisini kolay- lıkla bulabilirsiniz. istasyondan Türkçe gazeteleri aldım, bir kafeye oturdum. Garson yanıma geldi, gü- lümseyerek yanıma yaklaştı, tanı- mıştı, "OralAğabey, ne ıçersin" di- ye sordu. Sevindim, kendimi mem- leketime gelmiş gibi hissettim. Havaalanında, gelecek uçağın i- niş saatini sorduğum görevli, "Oğ- lunuzu bekliyorsunuz değil mi? Uçak saat 10.00'da inecek" ceva- btnı verdi. Günlerdir Paris sokakla- nnda, bir turist gibi dolaştığım §ün- ler sona ermişti. Artık yarı yarıya Tür- kiye'de sayılırdım. Gazeteleri karış- tınp Türkçe TV'leri izleyip Türkiye üzerine yazılar yazabilirdim. • • • Milli Güvenlik Kurulu'nun 27 Mart 'Irtica'ya Karşı Önlemler toplantısından sonra gerilim yatış- mış gibi görünüyor. Hükümetin "ir- tica konusundaki önlemlerinin" as- kerleri şimdilik "tatmin etmiş" oldu- ğu söyleniyor. "Irticaya karşı önlem- ler paketi" 8 yıllık eğitim dışında da- ha çok pratik tedbirter içeriyor. Yu- karıdan aşağı, yasağa dayalı bu programın bir süre siyasi islamın yükselişini durduracağı söylenebi- lir. Yükselen laiklik dalgasıyla birle- şen bu program, siyasi Islama dar- beler de indirebilir. Ya sonrası? Sonra ne olacak? Si- yasi İslamın yükselişinin ana neden- leri ortadan kalkacak mı? Siyasi Is- lama hayat veren siyasi, ekonomik ve toplumsal koşullar etkisini yitire- cek mi? Laik çevrelerde son önlem- lerte bir zafer sevinci yaşanıyor, ba- zı çevreler ise yasağa dayalı önlem- lerin daha da arttırılmasını istiyor. Siyasi İslamın yükselişi üzerine çok şeyler yazdık. Ancak bu tartış- mayı yeniden yapmamız şart oldu. Siyasi Islam, yalnızca sağcı partile- rin oy kaygısıyla din sömürücülüğü- ne göz yummasıyla mı yükseldi? Çünkü son dönemde, işin hep bu yönüne vurgu yapıldı, asıl nedenle- ri ise neredeyse bilinçli olarak göz- lerden kaçırıldı. 1970Tı yılların başında, RP'nin (o zamanki Milli Nizam Partisi) büyük şehirlerdeki oy oranını hiç gözden geçirdiniz mi? Söyleyeyim, yüzde 3-5civarındaydı. 1995seçimlerinde ise yüzde 20'lerin üzerinde. Yani 1970'lerde siyasi İslamın büyük şe- hirlerdeki oy oranı, Türkiye ortala- masının yarısına bile ulaşmıyordu. 1990'larda büyük şehirlerdeki oy oranı Türkiye ortalamasının üzerine çıktı. Bu değişim, siyasi İslamın gi- derek büyük şehirlerde yoğunlaştı- ğını ve bir dinamizm kazandığını gösteriyor. Böyle birgelişme nasıl gerçekleş- ti? Hızlı bir göçle. Özellikle Güney- doğu'daki savaş, yoğun bir Kürt gö- çüne neden oldu. Bu göç hâlâ sü- rüyor. Göç, ekonomik bir altüst olu- şu, kültürel çatışmaları ve toplumsal gerilimi, Türkiye'nin kaderini belirle- yen şehirlere taşıdı. Gelir dağılımı, yoksullaşan kitlelerin varoşlarda toplanmasıyla, olağanüstü bir den- gesizliği beraberinde getirdi. Yoksulluk, kültürel uyumsuzluk, çaresizlik, gelir dağılımındaki olağa- nüstü adaletsizlik, Güneydoğu'da- ki savaşta devlet görevlilerinin hoy- ratlığı, geniş kitlelerde rejime olan tepkiyi arttırdı, muhalefet isteğini güçlendirdi. Siyasi Islam, işte bu bi- rikimi peşine takarak adım adım bü- yüdü, etkili bir siyasi güç haline dö- nüştü. Başka birçok etkenin yanında, toplumsal adaletsizlik ve artan yok- sulluk siyasi İslamın gelişmesinin en önemli nedeni. "Irticaya karşı ön- lemler paketi"nde, bu dengesizliği ortadan kaldırmaya yönelik bir ba- kış açısı olduğu söylenebilir mi? Ör- neğin solu ezmek için ırkçılığı ve si- yasi Islamı büyütme tercihinden vazgeçildiğini gösteren bir gelişme- den söz edebilir miyiz? Hâlâ sokaklarda solcu kovalayan, düşünceleri nedeniyle solculan hap- se tıkan bir devlet anlayışının ege- menliği altındayız. Milli Güvenlik Ku- rulu'nda neden "Susurluk" ısrarla konuşulmuyor? "Susurluk" bir dev- let tercihi değil miydi? Bu tercih terk edildi mi? Gelir dengesizliğini orta- dan kaldırmaya yönetik bir çaba var mı? Sorunlan, demokrasi ve özgürfük anlayışı içinde çözmek konusunda bir gelişme olduğu umudunu taşıya- bilir miyiz? Siyasi Islam bir sonuçtur. "Susur- luk" bir sonuçtur. Bu sonuçları ya- ratan asıl nedenler masaya yatırıl- madıkça, birileri bizi kendi yarattığı canavardan "kurtarma"ya devam eder. GLOBALPOIİTÎKÜLTÜR ERGIN YıLDıZOĞLU Özür Dilemek Yeter mi? Son yıllardagarip birâdettüredi. Bazı ülkelergeç- mişte yaptıklan katliamlarta, eziyetlerle ilgili olarak kurbanlanndan özür diliyorlar. Sonra bir şey olma- mış gibi işlerine devam ediyorlar. Artık üstlerinden manevi bir yük kalkmıştııi "Atalannızı, çoluk çocuk, kadm erkek demeden köylerinden kaldınp, gemilere doldurup, pamuk, tü- tün plantasyonlanna köle olarak satmıştık. Yansı da üstelikyollardaöldü. Çoküzgünüz, özürdileriz. Şim- dişu çok taraflı ticaret anlaşmasına dönebilirmiyiz?" Ya da: "Nanking'de 300 bin kadına, çocuğa teca- vüz ettik, erkekleh öldürdük, üzerlerinde deneyyap- tık. Ama üzgünüz. Şu yatınm anlaşmasını imzalaya- lım mı artık?" Bu tür günah çıkarmalann temizliğe yol açtığına, Katolikler dışında kim inanır bilmem? Ben, suçlular teşhir edilmeden yaşıyorlarsa, adalete teslim edilme- den ve geçmişteki baskı ve eziyet yeterince tazmin edilmeden, (Kimsenin kuşkusu olmasın ki bu eziyet- lerin yarattığı ortamdan büyük ekonomik ve siyasi kazançlar elde edildi) bu defterlerin kuru bir özür di- lemeyle kapatılmasının büyük bir hakstzlık olduğu- nu düşünüyorum. Bill Clinton ın şatafatlı Afrika gezisi de bir özür di- leme seremonisine sahne oldu. Clinton, kölecilik, soğuk savaş sırasında Afrikalı diktatörler ile ABD devletinin yakın ilişkileri, Ruanda katliamına zama- nındatepki gösterilemediği için özür diledi. NelsonMandela'nınbaşınagelenler için özür di- ledi mi bilmiyorum. Bu konuda bir habere rastlama- dım. Ancak Clinton, Mandela ile sarmaş dolaş; Man- dela'nın kaldığı hücreyi ziyaret ederek "haa" olur- ken, Manoeıa nın aa aKiınaan, DU ^U seneyıoiMnın trkçı rejime verdiği bir listeye borçlu olduğu herhal- de geçmiştir. Belki de Mandela, CIA'nın 1960'larda Suhartoya. Saddam'a verdiği, 1980'lerdeGuate- mala'daki ölüm tugaylan için hazırladığı listeleri de hatırlamış ve bu listelerdeki insanlara göre ne kadar şanslı olduğunu da düşünmüştür. ABD'nin, ırkçı re- jimi yıkılana kadar desteklediğini de... Irkçı rejim 1948'de kuruldu, diğer bir deyişle "Pax Americana" başlarken, 1960'ların sonuna kadar ABD yönetim çevreleri ve Wall Street Joumal, Fo- reign Affaires, National Review, The Nation (*) gibi yayın organlan (Ingıltere'de The Economist, Finan- cial Tımes) ırkçı rejimi desteklediler: GüneyAfrika'nın siyahlara ait olduğunu söylemek doğru değildi, zira beyazlardan sonra bu bölgeye taşındılar; beyazlar siyahlarayardım ediyor, kalkındınyordu. ABD'dekiırk aynmcılığı ile Güney Afrika rejimi arasında bir ilişki yoktu; siyahlar kendi kendilerini yönetemezler, vb. 1960'lar biterken ABD'de sivil haklar hareketi ırk- çı statükoyu yıktı ve siyahlar için bir seri haklar, po- zrtrf aynmcılık gibi son derecede önemli kazanımlar elde etti. Bu koşullarda ABD yönetim çevreleri ve or- ganlan, dillerını kısmen değiştirdiler. Bu seferde Gü- ney Afika'yı, soğuk savaş söyleminin arkasına ka- dar sığınarak "stratejik nedenlerden" dolayı destek- lemeye devam ettiler. Bu arada daha yakın zamana kadar, ömeğin Foreign Affaires (1979) dergisinde, zaman zaman şöyle, fütursuz itiraflara da rastlanı- yordu: "...doğası ve tarihi itibarıyla Güney Afrika, Batı deneyiminin ve Batı ekonomik sisteminin aynl- maz birparçasıdır." Bu makalenin yazan, bir Güney Afrikalı gazeteciye "Reagan 'ın bildiği bir tekşey var, o da beyazlardan yana olduğudur" diyecekti. Nati- onal Review, 1986 gibi yakın birtarihte "Güney Af- rika'nın siyah aydınlan ileri derecede sanayileşmiş bir ülkenin ekonomik ve siyasi yönetimini üstlen- meye hazırlar mı?" diye sorabiliyordu. Reagan, Thatcher hükümetleri Güney Afrika'ya uygulanan ambargoya karşı ellerindeki bütün diplomatik im- kânlaria direndiler. Bazılannın, "Bunlareskidendi, şimdi yeni zaman- larda yaşıyoruz. Emperyalizm, soğuk savaş geride kaldı" dediklerini duyar gibi oluyorum. Peki, öyley- se, 1993'te Somali'de ABD askerierinin gelişigüzel ateş açarak 1000'den fazla kadm, çocuk Somaliliyi öldürdüğünü neden şımdi, o da Kanadalı bir "mu- zır" gazeteci ortaya çıkardıktan sonra öğrenebiliyo- ruz. (The Observer 22/03/98.) Ve bu katliamın, kont- roldan çıkan bir özsavunma paniğınden değil de planlı bir saldırıdan kaynaklandığını, helikopterierin, sözde General Aidid'i yakalamak için gittikleri böl- gede evlere anti-tank roketleri atarak katliama yol açan olayı başlattıklannı da... Bize neden hep ABD'li helikopter pilotunun cesedi gösterildi TV'de, ama Somali halkının ölülerinden söz açan olmadı... Neden, New York Tımes daha geçen ay Henri Ki- singer'ı, Endonezya üzerine fikirterini soımak için davet etti? Bu adamın tüm meslek hayatı boyunca başka ülkelerin hükümetlerine ve muhalefetlerine karşı komplo kurduğunu, diktatörleri desteklediğini, vletnam Savaşı'nın taktisyenlerinden olduğunu bil- miyor mu? Sistemde değişen bir şey yok. Içi boş özür dilemelerin bu sistemde ilgiye değer bir iyileş- tirme yapacağı da... Kim bilir belki de bu yüzden Clin- ton, Güney Afrika parlamentosunda yarı yarıya boş bir salona konuşma yaptı. Meclis üyelerinin çoğu Clinton'ı dinleyeceklerine paskalya için evlerine git- meyi tercih etmişlerdi. (The South Africa, Indepen- dent, 27/03/98.) C) Bu dergilerden alıntılar için Jacob Heilb- runn 'un The American Porspect, sayı 36, Ocak - Şu- bat 1998'de yayımlanan "Apologists vvithouth re- morse. American Conservaties on South Africa" makalesinden faydalandım. Diyarbakır Erdoğan DGM'de yargıç karşısına çıktı ENVERSEVİŞ DİYARBAKIR- Istan- bul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Taj'jip Erdoğan. Siirt'te yaptığı "minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, ca- mikr ise kışlamız" sözle- rini kullanması nedeniy- le yargılandığı Diyarba- kır 3 No'lu Devlet Gü- venlik Mahkemesi'nde suçlamalan kabul etme- di. Kimlik tespitinden sonra iddianamesini oku- yan savcı, sanığın Sı- irt'teki mitıng sırasında, halkı düşmanlığa tahrik edici konuşmalar yaptığı- nı öne sürerek, TCK'nin 312. maddesi uyannca 2- 5 yıl arasında hapisle ce- zalandınlmasmı talep et- ti. Miting sırasında sade- ce Ziyai Gökalp'in şiirini okumadığını kaydeden Erdoğan, Istiklal Mar- şı'ndan da bölümler oku- duğunu, bu konuşmasın- daki esas amacının Ana- dolu insanının birlik ve bütünlüğünü belirtmek olduğunu söyledi. Mahkeme. kısa bir ara- dan sonra dosyadaki ek- sik belgelerin tamamlan- ması için duruşmayı baş- ka bir tarihe bırakü. Erdo- ğan, DGM'den aynlırken gazetecilerin sorulannı yanıtlamadı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle