Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 24 HAZİRAN 1997 SALI
10 KULTUR
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Gençlertiyatromuzaomıız veriyorProfesvonel topluluklann dönemi ka-
patıp turneye çıktıklan nisan ayı. genç-
lenn oluşturduğu özgür tiyatro dönemi-
nin başlangıcı olagelmiştir. Yalnız Istan-
bul \e Ankara'da değil, tüm kentlerde
sahneler gençlenndir bır süre için. lki
büyük kentimizde ıse gençlerin oluştur-
duğu etkinlikler, kimi zaman şölene dö-
nüşür. Ankara. nisanla haziran sonu ara-
sında böyle verimli bir dönem yaşadı.
Önce Hacettepe Üniversitesi Devlet
Konservatuvan öğrencilerinin sunduğu
Sartre'ın "Sinekler"i... Hocalan Erhan
Gökgücü'nün sahneiediği bu özenli ya-
pımda Devlet Tiyatrolan'nm genç ku-
şak sanatçılan olmaya aday öğrencile-
rin, almış olduklan eğitimle pekiştirdik-
lerı yeteneklerini son derece disiplinli
ve duyarlı bir sahne ortamında değer-
lendirdiklerini izliyoruz. "Sinekler"bi-
raz eskimiş bir oyun. Ancak, Gökgü-
cü'nün gerek oyunculuk, gerekse diğer
görsel işitsel öğeler bağlamında oluş-
turduğu sahne estetiği, Sartre'ın, varo-
luşçu felsefesinin pek de usta işi olma-
yan bir tiyatro anlatımıyla dile getirdi-
ği metni, beğenilerek izlenen bir yapı-
ma dönüştürmüş. Yine de epeyce kısal-
tılmalıydı diye düşünüyorum.
Sonra ODTÜ Tiyatro Şenliği... Bir-
çok genç topluluğun oluşturduğu şen-
likte yalnızca iki gösteri izleyebildim.
ODTÜ Oyunculan'nın sunduğu
Brecht'ın "Üç Kuruşluk OpenTsı ile Ti-
yatro Araştırma Laboratuvarı'nın "ge-
İişme sürecinde çalışma" olarak nitele-
nen "Sınırlar" başlıklı gösterimı.
Aylâ Algan ve 'Sınıriar'
Farklı dallarda eğitım yapan OD-
TÜ'lü gençlerin zekâ, hüneı. birikim
ve yaratıcı güçlerini buluşturarak çı-
kardıklan oyunlarda her zaman bır pa-
nltı. özgün bir yaklaşım görülür. Çok
ağır bir ders programının yorduğu be-
yinlenn sanatsal bir uğraşa sanlmışlı-
ğının. artık gelenekleşmiş olan ODTÜ
Tivatro Şenlığı'nde ev sahibi olarak
yetkın bır üriın sunma isteğinin. bir yer-
leşke üniversitesi olmanın sağladığı ola-
naklardan yararlanma kolaylığının oluş-
turduğu buolumlugelişim,90'lı yıllar-
da. mezun olmuş ODTÜ'lü oyuncula-
nn da arkadaşlanna destek vermesiy-
le. "Marat-Sade", "Bahar Noktası",
"Godot'yu BeklerkeıT, "Troilus ve Cres-
sida" gıbı övgüye değer ürünlerin or-
taya çıkmasını sağladı. ("Godot'yu Bek-
lerken" aynca profesyonel tiyatrolarla
bırlikte değerlendirilerek Sanat Kuru-
mu En Başanlı Yapım Ödülü ile Tiyat-
ro Eleştirmenleri Birliği Ankara Ödü-
lü"nü kazanmıştı.)
Geçen yıllar içinde ODTÜ Oyuncu-
lan"nın gitgıde sağlamlaşan bir altya-
pı oluşturduğu görülüyor. Artık tüm
gösterilercanlı orkestranın sunduğu öz-
gün müzıkte sergileniyor. Topluluğun
müzisyenleri. bestecileri. üniversite sah-
nesinde deneyim kazanmış çevre-giy-
si-ışık tasanmcılan var. Ve her yıl en az
mezun olanlann sayısı kadaryeni oyun-
cu katılıyor topluluğa... Bu nedenle de
pek çok profesyonel topluluğu kara ka-
ra düşündüren kalabalık kadrolu oyun-
lar, ODTÜ Oyunculan için sorun olmu-
yor.
Abdullah Cabaluz'un sahneiediği
"Üç Kuruşluk Opera", kırk oyuncunun
katılımıyla gerçekleşmış. Brecht'in met-
ninin neredeyse olduğu gibı sahneye
getirildiği bir süper yapım... Ancak
Kurt VVeill'in müziği yerine Miraç
nkara, nisanla haziran sonu arasında gençlerin oluşturduğu etkinliklerle verimli bir dönem
yaşadı. Geçen yıllar içinde ODTÜ Oyunculan'nın gitgide sağlamlaşan bir altyapı oluşturduğu
görülüyor. Abdullah Cabaluz'un sahneiediği "Üç Kuruşluk Opera" Brecht'in metninin
neredeyse olduğu gibi sahneye getirildiği bir süper yapım. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde ise nitelikli bir patlama yaşanıyor.
'Cç Kuruşluk Opera' ODTÜ Oyunculan (solda), "Kadın OyunlarT A.Ü.D.T.C.F Tiyatro Bölümü (sağda).
Ozar'ın özgün müziği kullanılmış. Özar,
çok yetenekli ve başanlı birmüzikçi. Bu-
na karştn. ODTÜ yapımında, keskın
bir iletinin yumuşak ezgilerle buluştu-
rulup dengelendiği Brecht-Weill çalış-
masındaki büyü eksik. Bunun temel ne-
deni. Brecht-\Veill aracılığıyla "sarla"
biçiminde sunulan iletilerin bu yapım-
da "resitatif" biçemde sahneye gelme-
si sonucunda seyircinin sürekli olarak
"söz" ve "düşünce" bombardımanına
turulması. Bır başka sorun da yönet-
men Cabaluz'un sahne olayına ekledi-
ği şık ve çarpıcı görsel anlatım bölüm-
len sonucunda, oyunun gerektiğinden
çok uzaması (K.anımca metin daha çok
kesilmeliydi.) Yine de müthiş etkileyi-
ci bir şenlik oyunu v ar karşımızda. Gör-
meyenler kaçırmasın. Oyun önümüzde-
ki günlerde yine sunulacak.
Ayla Algan'ın denetiminde sunulan
"Suurlar" ise Tiyatro Araştırma Labo-
ratuvan'nın yıllardırsürdürdüğü çalış-
manın bir uzantisı. Ayla-Beklan Algan
ve Erol Keskin'in oluşturduğu "Troya"
çalışması, seyircinin de "taruşma" bo-
yutunda katılımıyla her gelişim aşama-
sında yeniden sergilenmiş ve yıllara ya-
yılmıştı. "Suuriar"ın gösterimcileri Ya-
şar N. Eyüboğlu, Betül Kızılok ve Na-
dir Güler. Üç genç sanatçı... Ayla Al-
gan, yapılan çalışmadan sunulan kısa-
cık bir süreci bireysel dünyalan ve du-
yarlıklan doğrultusunda canlandıran
genç sanatçılann bireysel ve toplu düz-
lemde oluşturduklan göstergeleri se-
yircinin tartışmasına açıyor. lki yönlü
bir çaba içinde. Bir yandan oyuncunun
kendi gizil gücünü yakalamasına yar-
dımcı olurken bir yandan da "yarancı
seyirci" oluştuıma amacı güdüyor. Ne
ki "gösterge"ler u
göstergedizgeleri"ne
dönüşmeden, bir başka deyişle çalış-
ma ilerleyip daha bir bütünlenmeden,
seyircinin sahnedeki olaya katkısı sınır-
lı, rastlantısal kalmaya tutsak... "Bü-
tün"ü "parça"lara ayırarak algılanz,
bu doğru. Ancak, izlediğimize ilişkin
yeterince referans noktamız yoksa, spe-
külasyon yapmaktan öteye gidemeyiz
seyirci olarak. Ayla Algan'ın "Suur-
lar" çalışmasının sonucunu merakla
bekliyoruz...
Uç başarüı çalışma
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde
ise nitelikli bir patlama yaşanıyor Bu
yıl üç yapım birden sunuldu. Yücel Er-
ten'in sahneiediği Aristofanes'in "Ba-
nş"ı, Nurhan Karadağ'ın yedi ayn ka-
dın oyuncuyla çalıştığı yedi Dario Fo-
Franca Rame oyunu ("Kadın oyunlan")
ve araştırma görevlisı Gül Ebru Su-
ri'nin yorumuyla sunulan Mrozek'in
iki kişilik oyunu: "BüyülüGece." Fark-
h oyunculuk hünerlerine yönelen. bir ara-
da değerlendirildiği zaman da tiyatro-
culuk hünerlerinin tümünü kapsayan
üç başanlı çalışma...
Yücel Erten yıllar önce Ankara Sa-
natevi'nde sunduğu *Banş"ın -günümü-
ze uygun- yeni bir "nüsha"sını sunu-
yor bu kez. Müzik yine Cem İdiz'in An-
cak Erten metni ve oyunculuğu eski ya-
pımdan çok daha katmerli bir "gülme-
ce" çizgisine yerleştirmiş. Genç oyun-
culann bedensel kıvraklığını alabildi-
ğine değerlendiren, "gjrgır" yapma ye-
teneklerinden sonuna dek yararlanan
bu son derece hareketli ve disiplinli ya-
pımın en etkileyici yanı, sahneyi dol-
duran yirmi dolayında genç oyuncu-
nun, üstlendikleri ağır yüke karşın, yap-
tıklan tiyatrodan son derece keyif alma-
lan. bu keyfi seyirciyle paylaşmalan.
"Banş" öğrencilerin birikimini özel-
likle toplu oyunculuk disiplini bağlamın-
da sınayan bir yapım.
Karadağ'dan kadın oyunlan
Köylü Seyirlik Oyunlan'ndan kaynak-
lanan örgelerden, örüntülerden ve de-
vinimlerden yola çıkarak Anadolu in-
sanını konu alan oyunlar için görsel/işit-
sel düzeyde çarpıcı bir sahne anlatımı
oluşturan, "Emrem Yunus"un. "Tazi-
ye"nin, "Misafir"in yönetmeni Nur-
han Karadağ ise bu kez, sahneleme
hünerlerini geri düzlemde bırakan. oyun-
cuyu odak noktası yaptığı bir çalışma
içinde müziğini Nedim Yıldız'ın hazır-
ladığı yedi tek-kişilik Fo- Rame oyunu-
nun gerektirdiği trajik- komik-trajiko-
mik oyunculuk biçemlerinden her biri.
ince aynntılar titizlilde göz önüne alı-
narak komik ve trajikomik konumun
gerektirdiği kıvraklığın ortaya çıkma-
sı gözetilerek yapılmış. Özenli bir ça-
lışma. Yedi genç kadın oyuncunun sah-
neye tek başlanna egemen olma gücü
sınanıyor...
Gül Ebru Suri'nin "Büyülü Gece"
çalışmasında iş yolculuğu gereği bir
otel odasını paylaşan meslek sahibi iki
erkeğin bir gecelik yaşantısı dıle geli-
yor. Oyunun çoğunluğunu oluşturan
ikili söyleşim düzeninin üstesinden gel-
meyi deniyorgenç oyuncular. Suri'nin
yalın sahne düzeni onlara bir oranda
destek oluyor. Ancak genç oyuncular,
dramatik bir oyunu alçak bir platform-
. da, seyircİDiasoluğunu enselennde du,- -
yarak oynamanın zorluğunu da yaşı-
yorlar. Seyirciyle aralanndabiraz daha
çok fiziksel uzaklık olsa daha rahatla-
yacaklar belki. Yine de bu zorlu sınavı
başanyla göğüslüyorlar.
Aynı bölümün araştırma görevlile-
rinden Selçuk Göldere 41. yılını kutla-
yan, Ankara'nın ve Türkiye'nin en uzun
ömürlü amatör topluluğu Ankara De-
neme Sahnesi'nde Lorca'nın "Yer-
ma"sını sahneledi. Yetenekli tiyatro
müzikçisi Nedim Yıknz, bu oyuna da öz-
gün müziğiyle katkıdabulunuyor. Kent
ya da yurtdışında olduğum dönemlere
rastladığı için ne yazık ki izleyemedim.
Aynı nedenle izleyemediğim genç ya-
pımlar arasında Bilkent Üniversitesi Ti-
yatro Bölümü tarafından sunulan Mk-
hael Frayn'ın "Oyunun Oyunu" yapı-
tı da var. Izleyebildiklenmden büyük tat
aldım. lzleyemediklerim bağışlasınlar.
Tiyatro adına yeşerttikleri umutta hep-
sinin payı var...
Adolf Hitler fle yeğeni ve sevgilisi olan Angela 'Geli' Raubal.
Geli veAlfamcası
KültûrServisi- 18 Eylül 1931 yı-
lında 23 > aşındaki .<\ngda "GeB" Ra-
ubaL Münih'teki dairesinde. kalbın-
de bır kurşun deliğiyle ölü bulundu.
Ola>. polis kavıtlanna "intihar"' dı-
ye geçti v e unutuldu. Yıllar sonra, bu
"Geü"nin. Hitier'in yaşamına giren
en önemli kadınlardan biri, dört yıl-
lık hır ılışki yaşadığı yeğeni Geli ol-
duğu ortaya çıkınca. tarihçiler olayı
irdelemeye başladı. Ronald Hay-
man'ın bu kadının esrarengız ölü-
mü ve Hitier'in kadınlarla olan ilış-
kisinı ele aldığı kıtabı "HWerveGe-
B" yayımlandı. Kitap, y Hitler'ınözel
yaşamına dair ilginç saptamalarda
bulunu\or.
Gelı'nin ölümüyie ılgıli tarihsel
bulgular, Hitler'e ışaretediyor. Olay,
polis kayıtlanndaki ötekı ıntıhar olay-
lan gibi görünse de. ölen kadın, Na-
zi partismin lıden Hitier'in yeğeni ve
dörtyıllık sevgilisiydi... Üstelik yay-
gın bir söylentıye göre. Hitier'in se\ -
dığı tek kadındı. Peki ne oldu? Geli
gerçekten intiharettiyse. ardındakı ne-
denler son derece bulanık... Kadının
"çok bildiğT gerekçesiyle, liderle-
rinin gittikçe güçlendiği bir dönem-
de, partiye zarar gelmemesi için Na-
zilerce öldürülmüş olması daha bü-
yük olasılık...
Ronald Hayman. kitabında olayı
iki yönden ele alıyor. Hitier'in cin-
sel yaşamını irdelerken, yaşammda-
ki cinsel ilışkilerin hep ölüm ya da
intihar olgusuyla olan bağlannı ku-
ru\or. Hitler'in sadomazoşıst ve ik-
tidarsız olduğunuve yaşamına giren
kadınlann çoğunun sonunun intihar
olduğunu yazıyor. Yazar, Geli'nin
ölümünden sonra inhhara kalkışan
Hitier'in, bir bakıma bundan sonra
bir tür "ölüm makiııesi"ne dönüştü-
ğünüimaednor.
Geli Raubal. Hitier'in yaşamına
1927 yılmda girmiş. 1929'da, "Alf
amcası''ylabirlikte. Münih'tedokuz
odalı bir dairede yaşamaya başlamış-
lar. Geli'nin, Hitler'i yaşamındabir
"baba (îgürû" olarak gördüğünü ve
onurı tuhaf cinsel isteklerini tatmin
etmek ıçın büyük çaba harcadığını ya-
zan Hayman, tarihın sayfalan ara-
sında unutulmuş bır genç kadının
kısa yaşamını açıklığa kavuşturuyor.
Sinem Banna Eyüboğlu Danimarka'daki Beyin ve Öz Sergisi'nde birinci oldu
4
Her şey bir sanat yapıüdır
9
GÜL ERÇETtN
Sanatçı ve bilim adamı nasıl
bir ilişki içindedir? Amerika'nın
.^rizona Üniversitesi. Danimar-
ka'da düzenlediği birsergiylebu
konuyu sorgulattı sanatçılara.
Beyin ve Öz (Brain & Self Ex-
hibition)başlıklı sergiye binler-
ce başvuru arasından iki yüz iş
katılırken etkinlik kapsamında
düzenlenen yanşmanın birin-
cilik ödülünü Amerika Bırleşik
Devletleri'nden katılan Türk
platisyen Sinem Banna Eyü-
boğlu kazandı.
Eyüboğlu 1990'dan bu yana
Amerika'da yaşamasına karşın
tam bir İstanbul âşığı. Türki-
ye'ye dönerse mesleki açıdan şu
anda sahip olduğu pek çok ola-
nağı kaybedecek olduğunu bi-
liyor ancak aklının ve kalbinin
bir köşesi hep Boğaz'm serin
rüzgârlannda, Uzun bir aradan
sonra gerçekleştirebildiği İs-
tanbul ziyareti sırasında sanat-
çıy la sanatı ve kazandıği birin-
cilik üzerine söyleştik.
Eyüboğlu'nun Pbstikus (Ar-
ka Oda) başlıklı işi bilgisayar
disketlerinden oluşuyor. Beyin
ve Öz'ü irdeleyen sergi için in-
san beyni ile bilgisayar arasın-
dakı ilişkinin en uygun konu
olduğunu düşünmüş sanatçı.
Seçici kurulun da bu ilişkiden
etkilendiği ortada. Metal dis-
ketlerden oluşan işin içindeki
müzik kutusu kurulduğunda bir
disk döruneye başlıyor. Müzik-
le birlikte canlıya özgü yoğun
• 1990 yılından bu yana ABD'de yaşayan
Türk sanatçı Sinem Banna Eyüboğlu,
Arizona Üniversitesi'nin Danimarka'da
düzenlediği yanşmada birinci oldu.
Sanatçı Beyin ve Öz başlıklı sergiye, insan j
beyni ile bilgisayar arasındaki ilişkiyi
irdeleyen bir işle katıldı.
bir yumuşakhk. çocuksuluk
kaplıyor ortamı. Bilgisayann
soğukluğunu, mekanikliğini si-
lip atıyor. İşi daha canlı, daha
sıcak kılan bir başka ayrıntı da
dış yüzeyini kaplayan tüyler.
Bilim adamı varolara keşfe-
der ve sunar, sanatçı ise üretir.
Eyüboğlu karşıt gibi görünen bu
iki kesimi birbirinden ayırmı-
yor.
u
Bilim ve sanat dallannda
çabşan berkes insanlık için ses-
lerini duyurabilmek adına elle-
rinden geleni \apıyor. Bilim bu-
nun için daha doğnıdan bir yön-
tem kullanıyor, sanat ise görsel
bilim olarak duyunıyor sesinL"
Genç sanatçı, bilim ve sana-
tı ortak bir paydada toplarken
sanatın sınırlannın da çizile-
meyeceğini belirtiyor çünkü,
çevTemizdeki her şey sanat "Sa-
natı malzemeyle sırıırlamıyo-
rum" diyor Eyüboğlu, "Rüzğâr.
konuşmak, su içmek, mutfak
eşyalan, saçımızın teli, hepsi
kendi başlanna sanat zaten."
Eyüboğlu'nun kendisini ifade
ederken en uygun bulduğu mal-
zemeler günlük yaşamında en
çok kullandığı, sürekli ilişkide
bulunduğu eşyalar. Bu neden-
le de sanat günlük yaşamdan
aynlmıyor onun yapıtlannda.
Mimar Sinan Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Sera-
mik Bölümü'nden mezun olan
ve Amerika'da Heykel ve Sera-
mik Bölümü'nde lisans üstü
eğitimini tamamlayan Ej'üboğ-
lu. tuvalle hiç uğraşmamış. Ha-
yatta her şey zaten bir düzen-
leme olduğu için de düzenleme-
yi tercih ediyor sanatında.
Ancak bu öteki dallara kapa-
lı olduğu anlamına gelmiyor.
Bir anda gelen bir duygu yoğun-
luğunu bazen bir tek çizgiyle.
bazen de kocaman düzenleme-
lerle anlatmak gerektiğini be-
rjrten sanatçı, kendini ifade yön-
temi konusunda da herhangj bir
sınırlamaya gitmiyor. Bu ne-
denle de düzenleme sanatçısı
olarak nitelemiyor kendisini
çünkü her an tualin karşısına
da geçebilir.
Peki Amerika'da yaşamak
Eyüboğlu'na ne gibi olanaklar
sağlıyor?
"Her zaman bilgiye yakınsı-
nız bu ülkede. Genç bir ülke ol-
duğu için tarihin altında ezil-
miyor, çok daha esnek kuralla-
ra sahip. Bu da elbette sanatçı-
yı daha da sırursız kıhyor".
Arizona Üniversitesi Eyü-
boğlu'nun yapıtım kalıcı ko-
leksiyona alrnak istese de sanat-
çı bu konuda şimdilik kesin bir
karar vermiş değil. Konuya yat-
kın, işi taşıyabilecek bir sergi
olursa ileride verebilir işini.
Eyüboğlu 18-24 ağustos tarih-
leri arasında Danimarka'da hal-
ka sunulacak serginin açılışına
davetli. Sanatçı. İstanbul- Ame-
rika arasındaki yoğun trafiğini
ayarlayabilirse, bu tarihler ara-
sında Danımarka'da işin gös-
terimine katılacak ve sanat-
severle söyleşecek.
YAZIODASI
SELİM İLERİ
Yaz Kış Kürklü Adam
Okul yıllarımdan beri Marcel Proust'u çok oku-
dum. Çünkü bir efsaneyle çıkagelmişti. Fransız
edebiyatının en büyük çağdaş nDmaıcıs) oteluğu söy-
lenirdi.
Galatasaray Lisesi'nde öyle işitmiştik. Ben Ga-
latasaray'dan aynldıktan sonra bile efsane dinme-
di. Yaşar İlksavaş gelip gider, Mösyö Dubois'nın
Proust yorumlayışlarından söz açar, gönlüme kıs-
kançlık tohumlan ekerdi.
Romanlar yazmak istiyordum. Çat pat bir Fran-
sızcayla Fransız romanını özümsemeye çalışırdım.
Tünel'deki Hachette Kitapevi hemen hemen tek
uğrağımdı. Hachette'ten kitap çalarken yakalanmış-
tım bile.
Livre de Poche'lardan bütün Proust'ları toplayıp
evime getirmiştim. Belki de J'ai lu'dendi, belki baş-
ka bir yayınevi. Günün birinde tütün rengi maroken
ciltli, ön kapak ve sırt yazılan altın yaldızlı Proust'la-
nma kavuşuncaya kadar o ucuz edisyonun kitap-
lannı şurasından burasından açıp açıp okurdum.
Birçok yazarda.. sevdiğim birçok yazarda oldu-
ğu gibi, Proust'u da baştan sona, bir sıra izleyiş yön-
temiyle okumam sonralara rastlar.
Birçok yazar dedim ama, abarttım; bunlar hep
birbirini andınr, büyük üslûpçu yazarlardır: Hâlâ Sa-
lambo'sunu okuyamadığım Flaubert (Madam Bo-
vary'yi de yıllar yılı bölük pörçük okumuşumdur),
tüm eserini belki de hiçbir zaman okuyamayaca-
ğım Henry James, uzun ve görfcemli cümleleri ara-
sında yittığim Conrad... Bizden Tanpınar, Abdül-
hak Şinasi, düzyazı verimiyle Zrya Osman Saba...
Ziya Osman Saba'nın adeta özellikle okumadı-
ğım bir iki hikâyesi var. Onları "yann" okuyacağımı
ummak bir umut gibi geliyor bana, mutluluk veri-
yor.
Proust üzerine de çok yazı okudum. Artık han-
gisindeydi, hatıriayamıyorum, galiba Andre Mauro-
is'nın bir yazısıydı; işte o yazıdan, Proust'un yaz kış
kürklü bir paltoyla dolaştığını öğrendim. Çok üşür-
müş. Çevresindekiler onun bu halini, kürklü palto-
sunu yadırgariamnış. Proust bu yüzden kendisini çok
sevenlerle görüşür olmuş.
Başka bir şey daha hatırladım şimdi. Onu mu-
hakkak Andre Maurois yazmıştı. Proust'un ilk ve-
rimi Hazlar ve Günler'üe yer alan, öykümsü bir ya-
zıda, genç bir adam ölüm döşeğindedir, âşık oldu-
ğu genç prensese biraz daha yanında kalmasını ri-
ca eder. Ama prenses çağnldığı baloya gidecek-'.
tir... t
Yazıda deniyordu ki, genç Proust bu sahnenin et- •
kisini yıllar boyunca hıssetmiş, aynı sahneyi Swann'\a
Guermantes Düşesi arasında bir daha kaleme ge-;
tirmiş.
Belki yazarlık, romancılık da böyle bir şey. Kur-
tulanılamayan sahneler var. Her birinin en güzelini,
en yetkinini yazmak için ömür tüketiliyor.
Proust'un Ruskin'den etkilendiği, özünü Ruskin'i'
okuduktan sf»nra yakaladığı söylenmiştir. Vene-
dik'e o yüzden gitmiş... Mina Urgan Ingiliz Edebi-
yatı Tarihi'ni yazmasaydı, Türkçede Ruskin konu-'
sunda neredeyse bilgisiz kalınacaktı.
,. Ama dilimızde Prpusfu açımlayan özlü yazılar söz-;
konusu. Swan'lann Semtinden'ın yüklüce bir bö-'
lümünü çeviren Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir
bakıma ilk tanıtıcıdır.
Tahsin Yücel'in Anlatı Yerlemleh kitabındaki
Proust bölümü birçok açıdan aydınlatır bizi. ;
Şimdilerdeyse Leylâ Pamir'in "Proust'un Yitiri- •
len Zamanın Aranışı Romanına Bir Giriş" inceteme-
sini okuyorum. Proust'taki müzik temalanna deği- •,
niyor yazar. •
Leylâ Pamir şaşırtıcı bir Geçmiş Zaman Ardında
özeti çıkarmış. (Leylâ Pamir, Yitirilen Zamanın Ara-
nışı; Roza Hakrnen, Kayıp Zamanın Izinde diyor-
lar. Ben hâlâ Geçmiş Zaman Ardında'da ısrarlıyım
galiba). Özete şaşırtıcı dedim; öyle sanıyorum ki,
Geçmiş Zaman Ardında "özetlenemeyecek' tek
romandır. Bir bakıma ne başı vardır, ne sonu. Ama
Leylâ Pamir bu büyük eseri ne çok okumuşsa, ne
çok özümsemişse, hiç olmazsa yazısı için gerekli
bilgileri bir özetieyişte sunmuş.
Yazıda Bergson-Proust ilişkisine de değiniliyor.
Hemen Bergson okuyuşlarım geldi aklıma. Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınlan arasında çıkmış Berg-
son kitaplanm bugün de kitaplığımın görülür bir
köşesindedir. Yalnız itiraf edeyim, onları okumaya
kalkışır kalkışmaz baygınlık basar.
Yaz kış sırtı kürklü adamı kavramak için belki bir
gün Bergson'un hiç olmazsa bir eserini baştan so-
na okuyacağım.
Leylâ Pamir'in incelemesi emek ürünü. Zaten
Müzik ve Edebiyat'ta yazar sevdiği yazarlann, ör-
nekse Proust'un, Thomas Mann'ın, E. M. Fors-
ter'in eserlerindeki müzik çağnşımlanna eğiliyor. Bir
edebiyat ve müzik sevgisini bizimle paylaşıyor.
Dilegim var Leylâ Pamir'den: Gönlünü çelerse,
bizim romanımıza da bu açıdan yaklaşsın. İlginç yo-
rumlar getireceğine inanıyorum.
Takvimde İz Bırakan:
"Proust'un önemsizmiş gibi görünen ve sayısız
aynntıdan oluşan yazı üslubunda, birbirlerine ge-
çen, bağlanan cümle parçacıklanyla uzayan ve
zohaşan cümleler, üstün incelikler içindeki anlam
ve anlatımlan büyütürier, evrenselliğe ulaştınrtar".
Leylâ pamir, Müzik ve Edebiyat, Varlık Yayınlan,
1996.
BUGUN
• ELEŞTİRİ KİTABEVİ'nde saat 14.00'te yazarlar
ve şairler toplantısı yer alıyor.
• BEKSAV'da saat 18.00'de Aian Parker'm
'Mississipi Yanıyor' adlı filmı izlenebılir.
• TARANTA BABL' KÜLTÜR MERKEZİ'nde
saat 16.00 ve 19.00'da Yılmaz Güney'in 'YoP adlı
filmj yer alıvor.
• AKSANÂT'ta saat 12.30 ve 18.00'de Brahms'ın 1
ve 2 No'lu senfonileri laser-disc'ten ızlenebilir.
• FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 15 30
ve 19.00'da Eric Rochant'ın 'Vatanseverler' adlı
fılmi izlenebüir.
25. ULUSLARARASI İSTANBUL MUZIK FESTIVALI
BUGUN
• AKM Konser Salonu'nda saat 21.30'da Süleyman
Erguner ve Topluluğu yer alıyor.
• Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da Gidon
Kremer'den Tango Ezgileri izlenebilir.
YAMN
• AKM Büyük Salon'da saat 21.30'da Katia &
Marielle Labeque piyano ikilisi izlenebilir.
• A>-a trini'de saat 19.00'da Gabrielli Consort &
Gabriellı Players yer alıyor.