25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2O HAZİRAN 1997 CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 11 Bigas Luna'nın et üçlemesini tamamlayan 'Meme ve Ay' iki haftadır gösterimde Aşk dediğin elektrik gibi çarpar Film seyir etkınlıklerının gıderek yaz bezginligine dönüştüğü şu sıcak ha- ziran günlerimıze. maziden çıkagelen eski bir Akdenizli tanıdık sinemacı. bi- razcık renk ve anlam kattı bu hafta. Bunuel babanın gölgesindeki Ispan- yol sinemasının dümenine geçerek uluslararası sulara açılan Jose Juan Bi- gas Luna, kuşkusuz Pedro Almodo- var'la birlikte günümüzün en önemli ICatalan yönetmenı 1990"lardan beri. tlk kez, maço Ispanyol toplumunda bir erkek gibi cinselliğini alabildiğine ya- şamak isteyen, özgür bir kadının (Fran- cesca Neri) her çeşıt sapkınlığa açık, kışkırticı serüvenlerini aktaran, olduk- ça hınzır ve muzır bir erotizm kokteyli niteliğindeki 'Luhı'yla( 1989) tanıdıgı- mız Bigas Luna'yı sonralan seyrettiği- miz, 1992 Venedik Festivali'nden Gü- müş Aslan ödüllü 'Jamon Jamon-Jam- bon Jambon' ve 1993 yapimı 'Huevos de Oro-Altin Toplar'la benimsemiştik. Akdeniz usulü bir öykû Anarşizme göz kırparak türleri birbi- rine harmanlayan, bol tarafından sim- gelere, göndermelere yaslanan, erotizın ve sürrealizm katkılı. ironik Bigas Lu- na anlatımı, melezi Pedro Almodo- var'ın kitsch üslubundan daha nükteli ve oturaklı gelmiştı bize. Ülkesinin ate- şinı, kokusunu. tadını ıçeren bir vizyo- na sahip Bigas Luna'nın vine bütün sansürcüleri hop oturtup hop kaldıran bir isim taktığı. bir hafta gecikmeyle izlediğımiz son filmi 'Le Tete i La Lu- na-Meme ve Ay' (1994), yetişkınlerin dünyasmda yer almaya çalışan, meme saplantılı küçük bir erkek çocuğun na- if bakışı ve anlatımıyla, Freud'a gön- dermelerle. yoğun simgelerle örülü, yi- ne karyola gıcırtısıyla kanşık, yüksek frekanslı erotizm dalgalan yayan, ço- cuk masumivetiyle kaynaştınlmış, en- gin cinsel fantezileri görüntüleyen Ak- deniz usulü bir hikâye anlatıyor. Bizim 'fıstık gibi' deyişimizi çağrış- tıran adıyla 'Jambon Jambon' ve 'AJ- tm (Husyeter) Toplar'dan sonra, Bigas Luna'nın yoğun aşk, cinsellik, kıskanç- lık, erotizm ağırlıklı 'et üçlemesi'ni bü- tünleyen 'Meme ve Ay', domuzcuk gi- bi gördüğü, yeni doğan kardeşi yüzün- den annesinin memesinden olan, Roma lejyoneri babasının mılliyetçilik tıraş- lanndan bıkkın, ailesince dışlandığmı duyumsayan. 9 yaşındaki küçük Te- te'nin (Biel Duran), yeni meme ve aşk arayışıyla gelişen öyküsünü anlatırken. La Teta i La Luna / Yönetmen: Bigas Luna / Senaryo: Cuca Canals, B. Luna / Kamera: Jose Luis Alcaine / Müzik: Nicola Piovani / Oyuncular: Mathilda May, Gerard Darmon, Miguel Poveda, Biel Duran, Abel Folk, Jane Harvey /1994 ispanya(Mea-Sine Film) seyircisini de sanki vodvilden fırlamış birtakım Akdenizli tipler galerisine so- kuyor. Krem karamel titrekliğı ve kıvamıy- la özdeşleştırilerek Bunuel'den ödünç alınmış meme takıntısına sahip, her ge- ce babasının annesini, seslı gürültülü biçimde sürekli 'sütle doldurmasına' da vakıf, herhınzırlığı ondan bilen, şış- man, çirkin Ingilizce öğretmeninden yaka silken küçük Tete, yellenme üstü- ne gösteriler yapmak üzere yöreye ge- len, flamenkodan nefret eden, motosik- letli.deri giysilı, çadırtiyatrosucamba- zı, yaşlı iktıdarsız Fransız Maurice'in (Gerard Darmon). kocasınca cinsel do- yuma ulaştınlamayan güzeîbalerin ka- nsı Estrellita'ya (Mathilda May) âşık oluyor. Kimsenin kalbini kırmaz, her acı çe- kene yardım etmeye kararlı, anaç dilber ve baştan çıkancı Estrellita'run elekt- rik çarpmışçasına bir tokalaşmada ken- dine âşık ettiği, aşkjnı sürekli kadının peşinde flamenko söyleyerek ifade e- den, marazi Katalan delikanlı, elektrik- çi çırağı Miguel (Miguel Poveda). Est- rellita'nın kalbine giden yolda küçük Tete'nin önüne çıkan en büyük engel, çadır tiyarrosunda yellenme numarala- n yapan, Fransız bayrağını yıkayan, kıskanç koca Osuruk Mauricele bir- likte. Yer yer Felliniyen bir panayır atmos- ferine bürünen ve flamenkoya Edith Pi- af müziğiyle karşılık verilen filmde Katalan ve Fransız kimliğiyle dalgası- nı geçen yazar. yönetmen Bigas Luna, Estrellita'nın memesinden fışkıran süt fıskiyesini Tete'nin ağzuıa boca ettiği riiya sekansı gibi, antolojilere girecek cinsten esaslı sahneler çekmiş. Cinsel "Meme ve Ay, Mathilde May'in (üstte), unuttuğumuz cazibesini sergilediği bir Bigas Luna fîlmi. Filmin küçük erkeğiise Biel Duran (sağda). tahrik öğesi olarak hokkalarda birikti- rilen gözyaşlannı yalama. yellenme, ayak fetişizmi, fallik baget yeme. vb. gi- bi. itici motiflere başvuran; aşk, cinsel- lik, erkeklik benzeri Akdenizli temala- n Freudçu görüşlerle harmanlayan Bi- gas Luna'nın kendine özgü erotik, iro- nik, sembolik üslubu ve oyunculann performansı filmi çekici kılıyor baştan sona. Seyre değer erotik bir güldürü Sürekli hayalini kurduğu, kız cenne- ti, düş üJkesi California yerine motosik- letinden uçarak tahtalı köyü boylayan, Tete'yle Miguel'in irikıyım vücutçu ar- kadaşlan Stallone'dan, Tete'nin yellen- menin erdemkrinden dem vuran ve kuş besleyen dedesine, işini iyi yapabilme- si için habire kamabahar pişirdigi ko- casının ayaklannı emen, yanık türkücü Miguel'i de sonunda mutlu eden, güzel, çekici ve verici balerin Estrellita'dan, kansını karavana kilitleyen kıskanç Osuruk Maurice'e kadarbirdizi Akde- nizli karakter resmigeçit yapıyor 'Me- me ve Ay'da. Bigas Luna'nın yine her zaman birlikte çalıştığı ekibiyle (kame- raman Jose Luis Alcaine, müzikçi Ni- cola Piovani) kotardığı, dozunda bir erotizm ve humor öğesiyle soslandml- mış, et üçlemesinin ilk iki filmi olan 'AJön Toplar'dan kuşkusuz daha iyi. a- ma 'Jambon Jambon'un kıvamına pek erişemeyen, ilgiye ve seyredeğer yeni bir erotik güldürüsü sonuçta. Hayal âleminin sınırsız düzleminde cinselliğin dibini arayış fantezisi olarak keyifle seyredilen, nicedir unuttuğu- muz Mathilda May'in güzelliklerini de anımsatan 'Meme ve Ay'ı haftanın fil- mi sayabiliriz. 33. Pesaro Uluslararası Yeni Film Festivali Hint sinemasından İtalyan klasiklerine GÖNÜL DÖNMEZrCOLİN Italya'da yaz aylannda güneş ve denizle yanşan bir alay film festiva- li arasında Pesaro Film Festivali'nin ayncalıklı yeri, yalnızca sinemaya yeni bir anlatım ve yeni bir dil getı- ren filmleri yeğlemesidır. Olke sinemasının zengin geçmi- şine sadık kalarak ttalyan ustalannı her yıl belli bir tema içinde sergile- yen festıval. öte yandan değışik ül- kelere ve üstün yetenekli sanatçıla- ra ışık tutan programlara da önemli bir yer venr. Orneğin daha Iran sinemasından kimse- nin söz etmediği yıl- larda burada görkem- li bir Iran panorama- sı gerçekleşmiş, az ta- nınan Kore sineması- nın birçok filmi ilk kez bu festival saye- sinde Batı dillerinde altyazıya kavuşmuş- tu. Festival yöneticisi Adriano Apra. uzun zamandır bir Türk pa- noramasıdüşlesebile bu şimdilik yalnızca bir düş gibi. Bu yılki ülke pa- noraması, Hindis- tan'ın Kerala eyale- tinde odaklaşıyor. Kerala'nın ayn- calığı; Hindistan'm pek az komü- nist eyaletinden biri olması, okuma yazma bilen oranının hemen hemen yüzde yüz olması, bu oranın önem- li bir bölümünün kadınlardan oluş- ması, geleneksel olarak anaerkil bir toplum olması. Bu öğelerin hepsi yansımış filmlerine. Komünizmin ilk yıllannda idealleri ıçin savaşım verenler, düş kınklığına uğravanlar, ileri adımlan bağnna basarken bun- lan yeterli bulmayanlar, daha iyiye doğru ödün vermeden yol almaya kararlı olanlar. Tecimselden sanat filmine Kerala'dan politik içeriği ol- mayan film çıkmıyor kısacası. Genç yönetmen ShajiKarun'un Cannes Film Festivali'nde de ödül almış "Piravi" (Doğum) filmine, konusu bize yakın olduğundan de- ğinmek isterim. Kırsal kesimden ay- dın bir genç bir gün ortadan kaybo- • Sinemaya yeni bir anlatım ve yeni bir dil getiren filmleri yeğleyen Pesaro Film Festivali, îtalyan ustalan her yıl belli bir tema içinde sergilerken değişik ûlkelere ve üstün yetenekli sanatçılara da yer veriyor. luyor. daha doğnısu kaybediliyor. Film. babanın oğlunu arama çabala- n üzerinde odaİdaşıyor. Bir ipucu, bir umut ışığı için bı- kıp usanmadan kente taşman baba i- tip kakılıyor, boş yere oynatılıyor. aç gözlü memurlann elinde parasın- dan pulundan oluyor ama hiçbir ya- nıt alamıyor; ona yanıt vermeyenler gerçeği çok 1yi bilseler bile, gencın kemikleri birpolis zindanında çürü- yor olsa bile, cesedi bir çukurda kur- da köpeğe yem olmuş olsa bile. Arjantin'den Cumartesi Annele- ri'ne, sayısı utanç verecek kadarçok ülkede yaşanan bu trajedınin indiraGan- di'nin sıkıyönetim devrinde geçmış ol- ması bir raslantı yal- nızca. Festivalin bu yıl hemen hemen tüm yapıtlannı sergilediği sanatçı, Belçikalı yö- netmen Chantal Akerman. Aker- man'ın filmlerinın Hint filmleriyle ortak yanı, tempo ağırlığı. O da hıç acele etme- den kamerası ile oyunculan, mekânı okşarcasına anlatıyor öyküsünü; Hint film- lerine benzer başka yönü ise bu öy- külerin çoğu zaman belli bir 'öy- kü'den yoksun olması. Akerman filmlerinde insanlar duruyor. düşü- nüyor, konuşuyor ya da konuşmu- yor. Oykü ancak zaman boşlukla- nnda gelişivor. Son filmi "New- york'ta Bir Drvan" (Juliette Binoc- heile VVUIiam Hurtpaylaşmıştı baş- rolleri) yer almıyor programda. Sa- natçının belki de tek tecimsel filmi- dir bu ve babasının "Ölmeden para kazanan bir fümüıi görsem" dileği üzerine yaptığı söylenir. (Filmin Belçıka prömiyerinden birkaç gün önce yitirmişti babasını Akerman.) 1970'ler italyan sınemasına ge- lince. Pasolini, Bertolucci, Taviani kardeşler Antonioni, Scola, Ferreri, VTsconti, FeUini, Leone- ve devlerin arasında yenni bulmaya çalışan MorettL Artık her biri klasikleşmiş bir alay yapıt. ChiamMastroianni babasının itfnde 1 abası Marcello Mastroianni'den çok etkilenen ve oyuncu olmasında büyük destek gö'ren Chiara Mastroianni, "Ma Saison Preferee"fılminden sonra tanınmış insanlann kızı olmanın bir yerde, insanda kendi kendine bir şeyler yapabilme isteği doğurduğunu söylüyor. Kültür Servisi - Bu yılki Cannes Film Festivali'nde babasının anısına, Marcello Mastroianni'nin son filmi olan 'Voyage Au Debut Du Monde'un gösterimine katı- lan Chiara Mastroianni, si- nema ile ilgıli anılannı anlat- tı. Film setleriyle çok küçük yaşlarda tanışan Chiara Mastroianni, sinema denin- ce ilk olarak. annesi Catneri- ne Deneuve'ün Claude Lelo- uch ile çekmiş olduğu ve kendisinin de küçük bir rol- de oynadığı "A Nous Deux" adlı filmi anımsıyor. O zamanlar çok küçük ol- duğunu ve ailesiyle sürekli çekimlere gittiğini belirten Chiara, o yaşlarda film setle- rinin kendisine büyük oyun alanlan gibi geldiğini ve et- rafında olup bitenlerden son derece büyülendiğini ifade ediyor. Çekimler rutindi Annesinin, kendisinin oyuncu olmasını istemediği- ni, babasınınsa hayattayken bundan oldukça memnun ol- duğunu belirten Chiara, ba- basmdan çok etkilendiğini ve en çok beğendiği aktörün ba- bası olduğunu belirtti. "Ma Saison Preferee" adlı filmde başanlı bir oyun veren Chi- ara Mastroianni, Fransız Stu- dıo dergısinde yapılan bir söyleşide sinema, ailesi ve Cannes Film Festivali ile il- gili kendisine yöneltilen so- rulan şöyle yanıtladı: - Film setleri size çok cazip geliyor muydu? C.M.- Çekimlere gitmek benim için çok normal ve ru- tin bir şeydi. sadece aileme eşlik ediyordum. Oralarda her zaman için sizinle ilgıle- necekbirileri bulunur. Benim gözümde stüdyolar, büyük oyun alanlanna benziyorlar- dı, elbette Fellini'nin kim ol- duğunun farklnda olamaya- cak kadar küçüktüm. - Ailenizin yaptığı işle Ugi- li ne dûşünüyordunuz? CJM.- Bir kamera vardı v e onlar sürekli onun önünde mücadele ediyorlardı. Onla- nn tanınmış oyuncular ol- duklannı algılayamıyor ve onları diğer insanlann gö- züyle göremiyordum. - Anneniz moralinizin bo- zuk olduğu zamanlarda Roc- hefortlu Bayanlarfilminiizle- diğinizden bahsediyor... C.M.- Evet, bu doğru, mü- ziğine bayılıyorum. Üstelik, 1967 yılındatrajik bir biçim- de yitirdiğimiz teyzem Fran- çoise Dorleac'ı da izlemek hoşuma gidiyor. - Oyuncu olmak sizin için aşılması güç bir engel miydi? C.M.- Hayır, ancak bu du- rumu ilk kez gerçek anlamda çevirdiğim "Ma Saison Pre- feree" filminde kabullendim. Tanınmış insanlann kızı ol- mak bir yerde, insanm kendi kendine bir şeyler yapabilme isteğini doğuruyor. tnsan, ya- şamında başdöndürücü deği- şikliklere ihtiyaç duyuyor. Beni çok destekledi - Oyuncu olmak istediği- nizde ailenizin tepkisi nasıl ol- du? C.M.- Annem bu isteğimi anlamadı ya da anlamazlık- tan geldi. Sinemanın kuşku- suz kadınlar için çok çetin ol- duğunu düşünüyordu. Ba- bamsa ailesinin oyuncu ol- masından her zaman gurur duymuştur. Oyuncu olmaya karar verdiğim zamanlar, kendisiyle kayda değer pek çok konuşma yaptım. Anne- min aksine. o, bu mesleği seçmiş olmama her zaman çok sevinmişti ve beni pek çok yönden destekledi. lki- miz arasında, birbirimizi ta- mamlamaktan çok öte bir şey vardı... Bana hep doğal olmamı ve kibirli olmamamı öğütlüyor- du. Yere bakmadan yürü- mekten, kamera önünde mer- divenlerden inmeye dek her şeyi ondan öğrendim. - Filmlerinizin bitmiş hafi- ni görmeye hevesli misiniz? C.M.- Hayır, bundan mümkün olduğunca kaçını- yorum. Zaten babam da hep görmememi önerirdi. O ken- di filmlerini bile görmeye gitmezdi, en sevdiğı filmin- den bile bahsederken onun, filmin kendisinden mi yoksa çekim sırasında olup biten- lerden mi bahsettiğini pek anlayamazdık. - 'Ma Saison Preferee'den önce Cannes'a hiç gittiniz mi? C.M.- Hayır. Cannes'ı te- levizyondan izliyordum. Ba- bamın "Siyah Gözler" fil- miyle ödül aldığı 1988 yılını anımsıyorum. Uçaktan güç- lükle inmişti ve bir smokin giymeye bile vakti olmamış- tı. Onun adına son derece mutlu olmuştum. - Bu yıl babanıan anısına, onun, Manuel de Oliveira ta- ranndan çekilmiş olan "Vo- yage Au Debut Ehı Monde " adlı filminin gösterimi için Cannes'da bulundunuz.^ C.M.- Onun adına ödüller almak için birkaç kez ttal- ya'ya gittim. Mutluluk duya- bilmeme gelince, bunun için henüz çok erken. Geçen yıl babamla birlikte gittiğim Cannes, bu yıl benim için ol- dukça hüzünlü geçti.. KEDİ GOZU VECDİ SAYAR Mazeret Bektaşi, birgemı yolculuğundafırtınayatutulmuş. Ge- mi dalgalarla boğuşadursun, yolcular ağlaşıp, Tann'ya ya- karmaya başlamışlar. Kimi, tüm malını mülkünü, kimi al- tınlarını bağışlayacağından dem vuruyor, Tann'ya kur- banlaradıyormuş. Bektaşi, dinlemiş, dinlemiş, sonra de- miş ki: "Biraz daha sabret Allahım, bunlan kurtarmak için. Zengin olmanın tam sırasıdır..." (Kudsi Erguner'in Fransa'da yeni yayımlanan "Se/rtaş/ Dervişleri Kitabrnöa yer alan bir Bektaşi fıkrası). Eh, biz de sabredelim bakalım, bazı milletvekillerinin mazeretleri, en azından biraz daha zamana ihtiyaçlan var galiba... • • • Kuşkusuz herkesin bir "mazeret"i var. Köşe dönmek için sırasını bekleyenin, suskun kalarak çürümeye ortak olanın, çıkarlanna "demokrasi"y\ kılıf yapanın, düşünce- lerini özgürce söylemekten korkanın, ülkede olup bıten- leri bir pembe-roman tefnkası gibi izleyenin, kedılerin uğ- radığı zulümlere, iftiralara kulak tıkayanın. Hepsinin bir mazereti vardır elbet. • • • Parisli kediter, dün akşam Pans Büyükelçimiz Tansuğ Bleda'nın, iki yazann Fransa'da yayımlanan yeni kitap- lan nedeni ile verdıği kokteylde buluştu. Yazarlardan bi- ri, son günlerde yayımlanan uç krtabı nedeni ile Fransa'da adından çokça söz ettiren Nedim Gürsel'dı. Gürsel'in yı- lın ilk aylannda yayımlanan ve şımdiden dokuz bınlik bir satşa ulaşan "Fatih'in Romanı"ndan sonra, şımdi de "Retour dans les Balkans" (Balkanlar'a Dönüşj adlı se- yahat krtabı ve "Komutanın favşanlan "ntn cep krtabı ver- siyonu (kapağında Selçuk'un sevimli bir deseni ile) ya- yımlandı. Kokteyle ikisi de birer yazar olan Makedonya ve Arnavutluk Büyükelçilerinin yanı sıra, Ismail Kadare gibi ünlü yazarlar. eleştirmenler katıldı. Fransız eleştirmenlennin övgülen ile karşılanan krtap- lardan bir dığerı de, ünlü Fransız yazar Louis Gardelın ımzasını taşıyan "LAurore des bien-aimes" (Sevgililer Şafağı). Kanuni ile Damat Ibrahim Paşa ve Hürrem Sultan arasındaki ılişkıyı konu alan roman, Osmanlı ta- rihine ılgi duyan Fransızlan tatmin etmişe benzıyor. Ama, farklı düşünenter de var. Eleştirisini yazann yüzünekarşı söylemekten çekinmeyen bir tek kişi vardı: Erkan Özer- man. Özerman'a göre, Kanuni ile ıbrahim Paşa arasın- daki aşkın krtapta yer almaması, kuru ve ruhsuz bir eser yapmış "Sevgililer Şafağı"n, "Saganne Kalesi" ve "In- dochine" gibi ünlü filmlerin senaryosuna ımza atmış olan Gardel, bu ilişkiyi bilmediğinı söyleyerek kendini savunu- yor. Osmanlı tarihinin bir başka sayfasını romanlaştıran Ne- dim Gürsel ise, bu konuda daha cesur bir tavn benim- semişti. Fransa'da yayımlanan "Le Roman du Conqu- erant" (Fatih'in Ftomanı - Bogazkesenkje padışahın eş- cinsel eğilimını sergilemekten kaçınmamış, bu yüzden de Türkiye'de çok sert eleştinlerle karşılaşmıştı. Nedim Gür- sel, hakkında "birkısım" olmayan basında çıkan yazıla- n gösterdi. Ibret olsun diye, bu seviyeli "e/eşf/nlerden birörnekverelim: "NedımGürseladındabirp... FatıhSul- tan Mehmet Han'ın kemiklerinı sızlatırcasına yazdığı ki- tapta, o yüce zata içoğlanlan ile ılişkısi olan bir kişilik biç- mişti"... "Küstahlar iyice azıttı. Ün yapmak için kendine Fatih'ı seçmiş bir adam beyaz sayfaları kırietmış..." Gürsel, geçenlerde Kanal 6'da yayımlanan "CevizKa- buğu" programında Hulki Cevizoğlu'nun konuğu ol- muş ve kendisine yonettılen suçlamalan yanıtlamıştı. Prof. Hüseyin Hatemi'ye göre "Içki içmek ahlaksızlık, eşcin- sellik de bir hastalıktı. Bu hastalar tedavi edilmeli, hatta hapsedilmelıydı", doiayısıyla Gursel'ın romanı, "Hıristi- yan dünyanın Istanbul'u kaybetmenin hıncı ve üzüntü- sü ile Fatih'eattığı iftiralanyansıtıyor"du. Yazar ise, ken- disinin bir tarihçi değil. romancı olduğunu vurguladıktan sonra, yalnız Batı kaynaklanndan değil, Osmanlı kayrıak- larından da yararlandığını, Babinger'in yanı sıra Âşık Paşa, Halil Inalcık gibi tarihçilerin adını vererek belirti- yordu. "Aynca, eşcinsellik ve içki içmek Fatih 7 ne küçül- tür, ne de yüceltır. Bunlar bir bireyin özgür seçimidir" di- yordu. Nedim Gürsel'e yönelen saldınlar karşısında Türk ay- dınlan sessiz kalırken, bugünkü überatıon, "Nedim Gür- sel Türkiye'de tehdit altında" başlığı altında yayımianan bir yazıda kcnuya değinıyordu. Kuşkusuz, sessiz kalan aydınlanmızın da bir mazereti vardı. • • • Şimdi, aranızda bazılan diyecek ki, "Olurmu, bizim hal- kımızın müthiş bir hoşgörüsü vardır. Dün gece Hande Ataizi'yi seyretmediniz mi? Erkek dansöz Şevket'le. or- ganizatör "Erotik EroHa yaptığı söyleşiler "farklı tercih- leri olan" sıradışı ınsanları ekranlara taştmadı mı? Doğ- ru, Nedim Gürsel'in romanını savunacak değil ya, sevgi- li Hande. Elbet, onun dabir "mazereti vardır. "fîaf/ng"ini mi düşürsün yani? ••• Bırfıkra ile başladık, bir şiirle brtirmeye ne dersinız. Nâ- zım Hikmet'ın "Mazeref'lne sığınmaktan başka çare göremiyorum. "Şu kara toprağın üzerinde yıldızlann arasında yolculuğumuz ne kadarcık zamanın işi ki!.. Elimizde ateşin sönmeden yanışı, taş baltamızın yabanöküzünü yenışi, alnımızın genışleyip aydınlanışı. hete, güzelin karşısında başımıztn dönüşü daha dünkü mesele. Hısım akraba içinde zaten en azınlık değilsek de -herhalde fillenn sayısı bizden az- en genç galiba bıziz, bugünkü halimiz de galiba bu yüzden. Siz çok daha yaşlısınız bizden gün görmüş, umur görmüşsünüz, dağlar, taşlar ayıplamayın bizi, kurtlar, kuşlar bizı ayıplamayın, bizi ayıplamayın komşular; öfkeden ağlanasıya sersem, gaddarcasına bedbahtız. fakat asla umutsuz değil. (1947) 3. RESİM YARISMASI Türkiye Jokey Kulübü, AT • AT YARIŞI • AT YETİŞTİRİCİLİĞİ ve HİPODROMLAR konularını kapsayan bir resim yarışması düzenlemiştir. I.'ye I.OOO.OOO.OOO.-TL, 2.'ye 600.000.000.-TL, 3.'ye 400.000.000.-TL ve müteakip yedi derecenin her birine 250.000.000.-TL ödül verilecektir. =Yapıtlann teslim tarihi = 25 Ağustos -1 Eylül 1997 tarihleri arasında olup, yarışma şartnamesi ve bilgi (Salı günleri hariç) her gün Türkiye Jokey Kulübü Genel Müdürlüğü Velielendi Hipodromu Bakırköy/İSTANBUL (Telefon 0/212 542 24 80 -15 hat) adresinden temin edilebilir. TÜRKİYE JOKEY KULÜBÜ OENEL MODORLOÖÜ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle