Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 MAYIS 1997 CUMA CUMHURİYET SAYFA
- KULTUR 15
Buram buram aüe sıcakhğıCanlı cenazeden farksız, bir deri bir
kemik kalmış, konuşmak yerine mınl mı-
nl inildeyen, yatağa çakılı, hasta babası
Marvin'e (Hurae Cronyn) sevgiyle, ihti-
mamla bakan, daha doğrusu hayatını ai-
lesine hasretmiş, sevecen, fedakâr yaşlı
kız Bessie (Diane Keaton). neredeyse bü-
tün gün televizyona gömülüp Şahin Te-
pesi benzeri pembe dizileri kendinden ge-
çercesine izlemekten başka bir şey yap-
mayan, yaşlı, buruşmuş bir kız çocuğu-
nu andıran, hafifçe kafadan çatlak, evde
kalmış Ruth halasınm (Gwen Verdon) ba-
kımını, sorumluluğunu da üstlenmıştir
aynı zamanda. Ne var ki yıllarca ailesıne
baküktan sonra kendi sağhğının bozuldu-
ğunu acıyla fark eder günün birinde.
Üşütük kardeşine (Dan Hedaya) katla-
nıp onu sekreteri gibi çalıştıran doktor
Wally (Robert De Niro) Bessie'ye löse-
mi teşhisi koyar. Kurtuluşu, aileden, kan
bağı olan bir yakımndan ilik nakli yapnr-
maktadır. 20 yıldır hiç görüşmediği, vak-
tıyle kendi hayatını özgürce yaşamak
üzere yuvadan çekip gitmiş, hayırlı evlat
rolünü reddetmış kızkardeşi Lee (Meryl
Streep), Bessıe'nın yardım çağnsını alın-
ca, babasız büyüttüğü 2 oglunu yanına
.alıp aile evine çıkagelir. 2 farklı kızkar-
deşin kopup soğumuş ilişkisi yeniden ısı-
nırken Lee'nin yeniyetme çağmdaki, ıs-
lahevine girmiş çıkmış, kundakçı, sorun-
lu oğlu Hank (Leonardo DiCaprio) de,
teyzesi Bessie'nin onu dınleyen, adam
yerine koyan, ilgili ve sıcak yaklaşımıy-
la, hiç bilmedıği, tanımadığı, yıllarca
yoksun kaldığı sıcak aile ortamını keşfe-
decektir yavaş yavaş.
Sürekli zıtlaştığı annesine durmadan
bela çıkaran, kendisini ünlü bir otomobil
yanşçısı olduğu masalına inandırdığı, oy-
sa Lee'yi yüzüstü bırakıp 2 oğlunu terk
etmiş, sadist, dengesiz babasının dayak-
lanna maruz kaldığı, epeyce örselenmiş,
hırpalanmış, sevgisiz çocukluğundan
kaynaklanan, asi, uyumsuz davranışlan-
Marvin'in Odası
Marvin's Room /
Yönetmen: Jerry Zaks
/ Senaryo: Scott
McPherson / Kamera:
Piotr Sobocinski /
Müzik: Rachel
Portman / Oyuncular:
Meryl Streep, Diane
Keaton, Leonardo
DiCaprio, Robert De
Niro, Gwen Verdon,
Hume Cronyn, Dan
Hedaya, Hal Scardino
/1997ABD(FiimPop,
WB)
nı giderek bırakıp olgunlaşan Hank'in
yanı sıra, sürekli bir şey okuyan, gözlük-
lü, sessiz, sinik, pasif küçük kardeş (Hal
Scardino) de, gariban Ruth halayla kur-
duğu yakın, içten, koyu bir sevgi bağını
geliştirecektir.
Lösemi nedenıyle de olsa, yıllar sonra
yakınlaşıp birbırlerine verecek sevgileri
olduğunu anlayan, dayanışma içinde. ge-
leceğin gerçekleriyle yüzleşmeye hazır-
lanan iki kızkardeşin yoğun duygu yük-
lü öyküsü, buram buram aile sıcaklığının
duyumsandığı, aile değerlerine selam ça-
kan, iyimserbir finalle noktalanacaktır...
1992'de AIDS'ten ölen Scott McPher-
son'un, 1991'de Broadway'de sahnelene-
rek hayli ses getirmiş, büyük ölçüde oto-
biyografık ve dramatik yaşamöyküsün-
den uyarlanan 'Marvin'in Odası', sev-
ginin gücü, ailenin anlamı-önemi, feda-
kârlık, dayanışma gibi aşina temalan ar-
kalayan, eski ve yeni Hollywood ünlüle-
rinden oluşan, zengin bir oyuncu kadro-
suyla kotanlmış, yoğun duygu ağırlıkli
bir Hollyvrood yapımı.
Broadway'in tanınmış müzikal yönet-
menlerinden Jerry Zaks'ın da ilk sinema
deneyimi olan 'Marvin'in Odası', biraz
zorlama kaçmış mızahı bakışla birtakım
komik öğelerin yama gibi durdugu, do-
kunaklı bir 'yaşanmamışlık muhasebe-
si'nin yapıldığı. göstenşlı bir dram. Çok
önemli sayılmasa da, sonuçta parlak yıl-
dızlan, uyumlu ekip oyunculuğu. Kies-
lowski'ninkameramanı Piotr Sobocins-
ki'nin ışıl ışıl görûntüleriyle rahatlıkla
çekilen, herkesin özdeşleşebileceği bazı
başanlı duygusal aile anlan içeren, acık-
h karakter tasvırleri ve acılı hayat man-
zaralan da sunan fılmde Meryl Streep,
zorlu yaşamı boyunca ûstlendiği, kaya gi-
bi sert, öfkeli, fosur fosur sigara içen,
kendine yetmeye çalışan ancak sonunda
yeniden ailenin bir parçası olmayı seçen,
soğukluğu gitgide yok olan Lee'yi can-
landınyor.
Yıllann fena yıprattığı Diane Ke-
aton'sa fedakârlık, iyilik timsali, yeğe-
niyle platonik bir ilişkiyi koyuhan, yumu-
şak ve hassas yaşlı kız Bessie'de göz dol-
duruyor. De Niro'nun ufakça bir rolde
boy gösterdiği fılmde Hollywood'un ye-
ni yakışıklısı, dünkû çocuk Leonardo Di-
Caprio'dan Gwen Verdon- Hume Cronyn
gibi eski kuşaktan yaşlılara kadar tüm
kadro üstûne dûşeni yapıyor. Kısacası,
'Marvin'in Odası' bu tür oturaklı duygu-
sal Hollyvvood tıraşlanna şerbetli sine-
maseverlerden çok katıksız Meryl Streep
ya da Diane Keaton tutkunlan için.
Iflah olmazyalancı
avukatin güldüriisü
Halen Hollywood'un 20 milyon-
luk. en pahalı stan olan, 'lastik su-
nıt' Jim Carrey'nin kötücül, hi-
noğluhin bir kablolu televizyoncu-
yu oynadığı, birkaç ay önce seyret-
tiğimiz "Cabk Guy-BasbeJası'. gi-
şede umulmadık şekilde iki seksen
yatınca Kanadalı komedyen yine
aslına dönmüş son fılmi 'Yalancı
Yalancı'da. Bu kez her an, her du-
rumda yalan söylemeye şartlan-
mış, şeytana pabucunu ters giydi-
ren cinsten fırlama bir avukatı oy-
nuyor, 'Hayvan Dedektifi 1-2',
'Maske', 'Salakla Avanak' gibi
filmlerinden bildiğimiz, o yerinde
duramaz, sakar, dangıl dungul,
abartılı tavırlan, kendine özgû, son
derece kıvrak, esnek mimik vejest-
leriyie. Kansının
aynlmak zorunda
kaldığı, neredeyse
yalancılığı meslek
edinmiş, her dav-
ranışı ve sözû sa-
mimiyetsiz, üçkâ-
.ğıtçı, çıkarcı ve iş-
kolilc avukatımız
(Jim Carrey) saf-
Iık, doğruluk tim-
sali, 5 yaşındaki
bir oğlan çocuğu
(Justin Cooper)
babası. Eski kan-
sı(Maura Tier-
.ney) akıllı, efendi
kılıklı yeni biriyle
(Cary Elwes) kı-
'nştmp yeni ko-
"ca(ve üvey baba)
adayının tayin ola-
cağı başka bir
kente taşınmayı
•düşünüyor ciddi
ciddi.
Çocuğunun doğumgûnü kutla-
masına geleceğim deyip son anda
ortaya çıkan bir seksi meslektaşı-
na (Amanda Donohoe) uçkur çöz-
meyi tercih eden, yalanla özdeşleş-
miş avukat, 7 kez aldattığı koca-
sından çocuklanyla kendi için yük-
lü bir nafaka kaldırmayı kafaya
takmış, sahte sanşm, rüküş, baya-
ğı müşterisinin (geçen hafta 'Bo-
und'da da seyrettiğimiz Jennifer
TiUy) zina davasını üstlenirken do-
fumgünü pastasınm 5 mumunu
söndüren şirin ama kederli, mah-
zun oğlu, babasının bir gün boyun-
ca hiç yalan söylememesini dili-
yor. Bu dilek gerçekleşiyor ve hem
her halükârda başanya azmeden.
Yalancı Yalancı
Llar Liar /
Yönetmen: Tom
Shadyac / Senaryo:
Paul Guay, Stephen
Mazur / Kamera:
Russell Boyd /
Müzik: John Debney
/ Oyuncular. Jim
Carrey, Maura
Tiemey, Justin
Cooper, Amanda
Donohoe, Jennifer
Tîlly, Cary Elwes,
Swoosie Kurtz,
MitchellRyan/1997
ABD (UIP)
hem de oğluyla arasını düzeltmek
isteyen avukatımız, bir gün süre-
since, davayı, işini kaybedeceğini
bile bile. sürekli doğrulan dile ge-
tirince görün seyreyleyin siz güm-
bürtüyü. Günümüzün Jerry Le-
wis'i sayılan Jim Carrey'nin abar-
tılı, patırtılı komik tarzmı yine ai-
lenin kutsallığına övgü düzen bey-
lik bir senaryoyla harmanlayarak
gişede başanlı olmayı hedefliyor
ve bunu başanyor *Yalancı Yalan-
cı'.
Ancak yer yer vıcıklaşan, bildik
bir baba-oğul duygusallığma düş-
mesinin yanı sıra fılmde epeyce
formda görünen Jim Carrey'nin
mahkemeyi erteletebilmek için tu-
valette kendini dövdüğü manyak-
ça sekans, oğluy-
la eski kansının
peşinden valiz
şeklinde, pistte
hareket halindeki
uçağa binmeye
çalıştığı sahne ya
da hukuk şirketi
elemanlan hak-
kında içinden ge-
çenleri olduğu gi-
bi dile getirdiği.
yönetim kurulu
toplantısmı basıp
hakaretleriyle
herkesi gülmek-
ten yerlere yatır-
dığı gibisinden,
antolojilere geçe-
cek düzeyde, gır-
gır şamata patırtı-
nın eksik olmadı-
ğı, fıttınk bölüm-
leri de bu delido-
lu, zıpkın gibi ko-
medyenin performansının doruğa
çıktığı dakıkalar.
Sonuçta kuşkusuz meraklısına
salık verilecek türden, süriikleyici,
tipik bir Jim Carrey komedisi, eğ-
lendirici, dayanılmaz bir 'gagsöle-
ni' sayılabilir 'Yalancı Yalancı'. 4-
5 yıl önce Jim Carrey'nin çılcış
yaptığı 'Ace Ventura'yla adını du-
yurarak gittikçe uçuk kaçık kome-
di alanında uzmanlaştığını, en son
izlediğimiz Eddie Murphy güldü-
riisü 'The Nutty Professor-Çatlak
Profesör'le örnekleyen yönetmen
Tom Shadyac'ın ikinci kez Jim
Carrey ile işbirliğine giriştiği bu
yepyeni komedi, 1997'nin en çok
hasılat yapmaya aday filmlerinden
biri şimdiden.
Günümüz Kübası'ndan matızaralar
tstanbul Film Festivali'nin
ilginç filmlerinden "Guanta-
namera", bugün Beyoğlu Al-
kazar sinemasında gösterime
giriyor. Üç yıl öncesinde fes-
tivalimizin beğenilen filmle-
rinden "ÇflekveÇikotata"nın
yönetmeni, Küba sinemasmın
ustası olan ve geçen yıl 68 ya-
şındaglen Tomas Gutierrez
Alea'nın vasiyet fılmi~°Gu-
antanamera
n
, sosyalizmin
son kalesi, günümüzün Küba-
sı'nda geçen, yaşanan siyasal,
ekonomik sorunlara ve bürok-
rasiye ilişkin bir çeşit hiciv ni-
teliğinde, alçakgönüllü, şirin
ve düşündürücü bir Küba-Is-
panyol ortak yapımı. Adını al-
dığı ünlü şarkının müziğini
oluşturduğu fılmin öyküsü
gerçekçi gözlemlere dayanı-
yor.
Yanhşlıklar komedisi
Doğduğu kenti ziyarete gi-
den yaşlı bayan Yoyita, yıllar
öncesinde ergenlik dönemin-
deki eski gözağnsı Candi-
do'ya rastlar. Çocukluk aşkı-
Cuantanamera
Yönetmen: Tomas Gutierrez Alea, Juan
Carios Tabio / Senaryo: Eliseo Alberto
Diego, T.GJMea / Kamera: Hans Burmann /
Müzik: Jose Nieto / Oyuncular: Carios Cruz,
Mirtha Ibenra, Raul Eguren, Jorge
Perugprria, Luis Alberto Garcia, Pedro
Femandez/1995 Küba (Avşar Film)
nı bir türlü unutamamış Can-
dido'nun hâlâ ona sevdalı ol-
duğunu anlayınca gönül he-
yecanının yol açtığı bir kalp
kriziyle Candido'nun kolla-
nnda ölüverir yaşlı bayan Yo-
yita. Küba yasalannca, ölenin
yaşadığı yere gömülmesi ge-
rektiğinden Candido, Yoyi-
ta'nm yeğeni Georgina ve ko-
cası, yaşlı bayanm cenazesiy-
le birlikte Havana'ya doğru
yola çıkarlar. Yolda başlanna
türlü işler gelir, kamyon şofo-
rü Maria da sürekli Georgi-
na'ya asılır...
Devrim sonrasında 196O'lı
yıllarda yaptığı "Bir Bürok-
ratın Öiiunii", "Azgelişmişlik
Anılan" gibi filmleriyle
Üçüncü Dünya sinemasına
damgasını vurmuş Kübalı us-
ta Tomas Gutierrez Alea, "Çi-
lek veÇikolata"da da işbirliği
yaptığı, genç yönetmen Juan
Carios Tabio'yla birlikte
Castro yönetiminin hoşgörü
sınırlan içinde, dûzene, bü-
rokrasi çarkına epeyce 'do-
kunduran' sevimli bir top-
lumsal fars ımzalamış yine,
"Guantanamera
n
yla.
Kuşkusuz öncelikle adıyla
ilgi çekmeye aday bu gerçek-
çi yanhşlıklar komedisi, nere-
deyse boydan boya tüm ada
ülkesini kat edeceği bir çağ-
daş Küba yolculuğuna çıkan-
yor seyircisini.
Muzip ve şirin taşlama
Bir buçuk saat süresince,
oldukça tuhaf bir taşıtlar ker-
vanına dahil olarak kişisel
duygulann birbirine kanşrjğı,
her cins ve sınıftan kahraman-
lann başmı çektiği, renkli, sı-
cak bir yol filmi atmosferini
soluyoruz, küçük küçük gü-
lümsemelereşliğinde. İki haf-
ta önce seyrettiğimiz, Castro
karşıtı, propagandamsı aşk
öyküsü nteliğindeki, paspal
"Aa Şeker"den sonra sinema-
severlere tatlı gelecek, ilginç,
hakiki bir Küba filmi "Guan-
tanamera".
Fidel babanın çileli ülkesin-
den gerçekçi insan manzara-
lan ve toplumsal kesitler su-
nan bu muzip ve şirin taşlama,
haftanın seyredeğer fiunlerin-
den biri bizce. "Çilekve Çîko-
lata"nın sevimli eşcinsel deli-
kanlısı Jorge Perugorria'ya
dikkat.
Gör beni, hisset beni, duy beni...Başlangıçta The Beatles, The Rolling
Stones ve The Who vardı! 1960'larda
teknoloji çağına erişmiş tüketim
toplumlannın farklı değerleri arayan
çocuklan, bu müzik gTuplannı
bağırlanna basıp baş tacı ettiler. Rock
ya da pop, ne derseniz deyin, haykıra
haykıra söylenen ve dinlenen bu
müzik, gençliği fareli köyün kavalcısı
gibi peşinden sürükleyip sarsıcı bir
niteliğe bürününce düzen duruma el
koydu.
Renk ve müzik cümbüşü
Yeni tannlannda kendini bulan
gençliği ve bu müziği alabildiğine
sömürmeye, sağmaya koyuldu. Mantar
gibi biten gruplar, şarkıcılar peşpeşe
hayatımızdan gelip geçerken bu
topluluklar arasında sivrilen The Who
ve başyapıtlan Tommy bizim kuşağın
gönlünde taht kurmuştu.
Derken Çaykovsld, Mahler, List gibi
bestecilerin yaşamöykülerini görüntü
diline aktaımasıyla tanınan, yeni
deneyimlere açık tngiliz sinemacı Ken
Russefl,The Who'nun rock operası
Tommy'ye de el attı 1975'te.
Babasını (Robert Fowell) yitirmiş,
kör, sağır, dilsiz bir oğlanın (Tommy -
Roger DaHrey), zaman içinde iyileşip
dünya tilt şampiyonu bir gençlik
ilahina dönüşmesini şarkılarla anlatan
bu psikedelik Ken Russell fıhni, 21 yıl
sonra bir kez daha gidip seyredince
kaçırulmaz bir nostaljiye gömüldük.
Çağdaş bir Isa görünümündeki
Tommy'nin arayış içindeki gençlik
kitlesini çekip sürüklemesi, ardından
bir tüketim aracına dönüştürülmesi,
fınalde de yığınlann uyanışı ilgiyle
izleniyordu yine baştan sona. Ancak
dönemi içinde, beylik deyişle
'görkemh* bir görsel şölen' olarak
karşılanmış "Tommy" zamana
direnemeyip biraz eskimiş gibi geldi
bize, bunca yıl sonra.
Neredeyse her kareden fışkıran
Tommy
Yönetmen, Senaryo: Ken
Russell / Kamera: Dick
Bush, Ronnie Taylor /
Müzik: Pete Townshend,
The Who / Oyuncular: Ann
Margret, Oiiver Reed,
Roger Daltrey, Elton John,
Eric Clapton, Tlna Tumer,
The Who (Pete
Tovvnshend, Keith Moon,
John Entwistle), Robert
Povvell, Jack Nicholson /
1975 ing. (Rlmart)
coşkun, taskın bir görselliğin The
Who müziğinin önüne geçtiği, renk ve
müzik cümbüşü halinde gelişip
sonuçlanan bir dizi tablonun peşpeşe
montajlandığı fılmde yönetmenin
stilini oluşturan basitleştirilmiş
sembolizm, buluş ve
çarpıcı görüntü çabası belirgin.
Unlülerin resmi geçidi
Dekorlanndan ışıklan ve zoom'lanna
kadar abartılı Ken Russell tarzının
sindiği, bir dönemin ruhunu
yansırmaya soyunan, geniş yığınlann
gözüne ve kulağına yönelik kotanlmış
filmde, tapınılan, üne, dünya
nimetlerine erişen, sonra da alaşağı
edilen Tommy'yi, sonradan birkaç
filmde daha rol almış. The VVho'nun
solisti Roger Daltrey oynuyor.
Patlayan TV'den yayılan köpüklerin
kana ve pisliğe bulanması
unutulmayacak, Tommy'nin alkolik
annesi rolündeki Ann Margret'le
paragöz, uyamk üvey babasını
canlandıran OHver Reed'in dışında
Tilt büyücüsü Elton John'dan rahip
Eric Clapton'a, tatil kampı yöneticisi
(1980'lerin başında ölen The
Who'nun davulcusu) Keith Moon'dan
Asit kraliçesi Tina Turner'a ve anneye
sulanan doktor Jack Nicholson'a kadar
uzatılacak ünlü müzisyen, şarkıcı ve
oyunculann da kısa rollerde adeta
resmi geçit yaptığı "Tommy", yaşı
tutan sinemaseverler için nostaljik bir
meditasyon, yeni kuşaklar içinse
çeyrek yüzyıl öncesinin rock-operasını
keşfedecekjeri hoş bir seyiriik
sayılabilir.
Bir süredir, bir Sinematek işlevini
üstlenerek eski fılmleri
sinemaseverlere kazandıran Filmart
sayesinde yeniden seyretme firsatını
bulduğumuz "Tommy", Ken
Russell'vari bir gösteri sinemasmın
olanca albenisiyle donatılmış, modenı
bir klasiğin çekıciliğine sahip,
görmezden gelinemeyecek bir film
özelliğinde.
KEDİ GÖZÜ
VECDİ SAYAR
Güle Güle 'Hasır Şapkah'
Gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçen
anılar... 1971 darbesi sonrası "Yeni Ortam"da baş-
layıp "Cumhuriyet"te devam eden bir dostluk...
Gülümsemesini bir an bile yitirmeyen, sevgi dolu
gözler... Birkaç hafta önce, Anayasa Mahkemesi
Başkanı'nın kokteylindeki son karşılaşma... "Uğ-
rasanabana"...
Uğrayamadım işte, Mustafa Ağabey... Kültü-
rel "bitkinlikler"den başımızı kaldırabiliyormuyuz?
(Senin de çok sevdiğin Onat Kutlar'la "kültürel
bitkinlikler" derdik, kültürel "etkinlikler"e, biliyor-
sun.) Yeni "bitkinlik" projelerinden söz etmiştim o
gece. "Paris'egelsene"demiştim. Paris'e gitmek
yerine, Anadolu'nun ücra bir köşesindeki bir
Cumhuriyet okurunu ziyaret etmeyi yeğleyeceği-
ni bile bile.
Kedilerin, rengi ve cinsi ne olursa olsun, dostuy-
dun. Elinden gelen desteği esirgemezdin onlar-
dan. Birbirimizi görmesek de, mutlaka bir yerler-
de, yararlı olduğuna inandığımız bir "bitkinlik" için-
de olduğumuzu bilirdik. Kendi payıma, bu bitkin-
liklerden hâlâ yorulmadıysam, bunun tek nedeni
senin gibi dostlardır. Sayılan giderek azalsa da, hâ-
lâ "satılmamış" ve satılamayacak insanların varlı-
ğını bilmekten kaynaklanan garip bir güven duy-
gusu. Bir Konya gazetesinde "Hasır Şapkalı"baş-
lığı ile yayımlanan yazılanndan bu yana hiç şaş-
mayan dürüstlüğünle bize yol gösterdin. Cesare-
tini, açıksözlülüğünü ve kahkahalannı unutmaya-
cağız...
•••
Bugün köşende ne var bilmiyorum. Belki, eski
bir yazın, belki de büyük bir boşluk. Ben, "Bugün
ne yazardı acaba?" diye düşünmekten kendimi
alamıyorum.
Belki, Zütfü'nün Hipodrom konserini yazardın.
Gidemediğin için hayrflanırdın (..benim yaptığım
gibi). Gericiliğin karşısında güçlenen ilerici güçle-
rin dayanışmasını alkışlardın. Belki, Kıbns'ta biri
Türk, diğeri Yunan iki gencin verdiği konserden
söz ederdin. Kedilerin, her zaman politikacıların
önünde olduğunu bir kez daha vurgulardın.
Belki, bugün Iran'da yapılacak seçimden söz
açardın. Belki de, gensoru sonrası başımıza ne-
ler gelebileceğinden. Lâyık olmadıklan yönetim-
lere ve politikacılara sahip ülkelerin, bir gün gelip
doğruyu seçebileceğine ilişkin umudunu hiç yitir-
medin. Eminim, gene umut aşılamaya çalışırdın,
bu karanlık tabloya rağmen.
Dilersen, sana Cannes'dan bir öykü anlatayım.
Canını sıkma pahasına; yalancılara hiç tahammü-
lün yoktu, bilmez miyim? Ama, gene de anlatmak
zorundayım. Tozla dumanın birbirine kanştığı şu
ortamda önemsiz bir aynntı gibi görünse de.
Bu yıl, iki filmimiz seçildi Cannes Festivali'nin ya-
nşma dışı bölümlerine. Üstelik bayağı eli yüzü düz-
gün filmler. Aldıklan tepkiler de hiç fena değildi. A-
ma, ne oldu biliyor musun? Kendi kendimize ödül
icat edip kendimizi kandırdık!
Olmaz deme, bal gibi oldu. Festivalin bitmesi-
ne bir gün kala, gazetelerimizden birinin Paris mu-
habiri arkadaşım beni aradı. "Biliyor musun" de-
di, "Hamam, ödül almış". Duymadığımı söyledim.
"Keşke" diye düşündüm ve soruşturmaya başla-
dım. Filmin katıldığı bölümün, yani "Yönetmenle-
hn On Beş Günü"nün sorumlulan ile görüştüm ön-
ce.
Dediler ki: "Çeşitti kuruluşlann özel ödülleri açık-
landı, ama bunlann içinde 'Hamam'a bir ödül
yok". Ben de işin ardını bıraktım. Hatta, bana mes-
lektaşımın bir şaka yapmış olabileceği kanısına
vardım. Yanlış haber yayımlatma çok acımasız bir
şaka, Allahtan bu oyuna gelmedim diye düşünür-
ken, bir de ne göreyim... Tüm Türk gazeteleri -bi-
zimki dahil- Cannes'da "Hamam" filmine verilen
"resmi ödüllerin dışındaki ilk ödül'den, "Fransız
Sinema Gazetecileri Sendikası'run ödülünden söz
ediyor. Televizyonlarda, yönetmen arkadaşımız
röportajlar yapıyor. Allah allah, ben mi atladım
acaba? Doğru sendikanın yolunu tutuyorum. Ge-
nel sekreter, sakinlikle karşılıyor bu haberi. "Bizim
böyle bir ödülümüz yok. Sinema basınının tek bir
ödülü var. O da bugün açıklanacak olan -Egoyan
ve Oüvera'/a verilen- FIPRESCI Ödülü." Tek tek
bütün özel ödellerin sonuçlannı alıyorum. Hiçbiri
değil...
Sen olsan ne derdin bu duruma? "Kılavuzu kar-
ga olanın... ° mı derdin, yoksa "Ûzüm üzüme ba-
ka baka karanr" mı derdin? Parlamento üyelerinin
sözüne güven olmadığı bir ortamda bir sinemacı-
nın yalanına gülüp geçer miydin? "Bu ortama ya-
kışır" mı derdin yoksa?
Cannes'da izlediğimizfilmlerden biri "KatilÇer)"
adını taşıyordu. Film, bugünlerde Paris'te göste-
rime giriyor. Filmin afişlerindeki cümle çok ilginç:
"Her toplum hak ettiği suça kavuşur!" Ne dersin
Mustafa Ağabey, biz bunlan hak ettik mi?
Üıriü isimler Kültür Ginişimi'nde
• Kûltûr Servisi-Türkiye'nin bilim, sanat,
politika ve iş dünyasının önde gelen isimleri,
kültüre yönelik saldınlara karşı kültür girişimi
oluşturmak için bir araya geliyor. Emre Kongar,
Şakir Eczacıbaşı, Doğan Hızlan, Tahsin Yücel,
Ismaıl Cem, Bozkurt Güvenç, Hıfzı Topuz, Metin
Sözen, lonna Kuçuradi, Stefan Yerasimos, Talat
Halman ve Hüsrev Hatemi'nin kuruculan arasında
bulunduğu 'Kültür Girişimi', kültüre yapılan
saygısızlıklara ve saldınlara tepki göstermeyi
amaçlıyor. Kültür alanında yayın çıkanlmasına da
öncülük edecek olan girişim, dernek, vakıf veya
birlik şeklinde örgütlemek yerine, zaman içinde
Türkiye geneline yaygmlaşmayı planlıyor.
Feyyaz Tokar yeni kîtabını
bugün imzalıyop
• Kültür Servisi - Yaklaşık iki yıl önce beyin
kanaması ve felç geçiren işadamı Feyyaz Tokar,
'Bıraktığım Yerden' isimli yeni bir kitap
yayımladı. Tokar'ın hastalıkla mücadelesi
sırasında yayına hazırladığı 'Bıraktığım Yerden'
isimli kitapta. Tokar'ın televizyon sohbetlen yer
alıyor. Hastahğı döneminde yaşaması, yazması,
konuşması imkansız gibi görünen Tokar, azmin ve
sevginin sayesinde yaşadığını ve bu dönem içinde
en büyük ilgi ve desteği eşinden gördüğünü ve
bundan sonra yayımlamayı düşündüğü kıtabında
hastalığını nasıl yendiğini ve yaşamayı ne kadar
çok sevdiğini yazacağını söylüyor. Tokar, bugün
Kabataş Eğitim ve Kültür Merkezi'nde, geliri
eğitim gönüllülerine bırakılmak üzere kitaplannı
imzalıyor.