Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 1997 PERŞEMBE
12 KULTUR
Sylvia Plath ile TedHughes 'un kızı Frieda Hughes, kendi öyküsünü anlatıyor
Geçnuşinde 'karabfrdetik'varKültür Servisi - İngiltere'de savaştan
beri yaşanan en korkunç kış sırasında 11
Subat 1963"te. şair Syhia Plath iki ço-
ouğunun uyuduğu odanın kapısının önü-
ne ıki tabakta süt ve ekmek bıraktıktan
sonra başmı fınnın ıçine sokup, tüpga-
zı açmıştı. lntihannın birkaç ay öncesin-
de, kocası şair Ted Hughes"dan aynlmış-
tı. O çocuklardan birisi. iki yaşmdaki
Frieda'ydı. O günün ağir bedelıni 34
yıldır üzennde taşıyan Frieda Hughes,
kendini kanıtlamış başanlı bir sanatçı
artık ve geçnıişiyle yüzleşmenin zama-
nı geldiğı kanısında. The Guardian ga-
zetesi, Frieda Hughes"un geçmişinden
söz ettiği ilk söyleşiyi. geçen günlerde
yayımladı.
"İnanması beüd de güç ama, anne ve
babamu şiirierini ilk kez iki yıl önce oku-
dum" dıyor Fneda Hughes. "Hattaokul
sınavlanm için babamın şiirierini ince-
leme önerisini reddetmiştiın. Kendi ya-
şamıma fazlasıyla yakındı... Sınav sıra-
sında 'Ted Hughes burada şunu anlat-
maya çalışıyor" dediklerinde, 'Hayır. bu-
nu anlarmaya çalışıyor, bilıyorum, çiin-
kü o benim babam mı dıyecektim?.."
Anne ve babasının edebi geçmişleri-
nı görmezlıkten gelmek bir başkaldın-
nın dışavurumuydu belki ya da onlann
etkisınden kendısıni korumanın bir yo-
lu... •*İkisidegeçerü"diyeyan]t venyor
bu soruya Fneda Hughes. "Ahşüageimiş
gençtik başkaldın sünecini babamın ina-
dına davraıuşlarda bulunarak geçirdim
- sözgelimi çok genç yaşta bana hiç uy-
gun olmayan birisiyİe ev lendim. Ama bir
sanatçı olarak kendi sesimi ve vizyonu-
mu bulnıam gerektiğinin de bilincindey-
dim."
'Zehirienmeden' büyümek
Yedi adet çocuk kitabı yazan, ulusla-
rarası sanat ortamında ressamlığını ka-
nıtlayan ve yakında ilk şiir kitabını ya-
yimlaması beklenen Frieda Hughes'un
şıirlen. kuşkusuz anne ve babasının şi-
irlenyle karşılaştınlacak eleştirmenler-
ce. Bu noktaya gelebilmek için, öncelik-
le kendi kımliğini kanıtlamaya çalışmış
Fneda Hughes.
Anne ve babasının evliliğinin trajik
yönlerini ve annesinın intihannı unut-
maya çalışarak yaşamını sürdürmesı ge-
rektığıne inanmış. Sylvia Plath ve Ted
Hughes'un geçmişı, ıki şairın ailelerinin
yanı sıra biyografı yazarlan. eleştırmen-
ler, akademısyenler ve gazetecilenn or-
tak olduğu, ateşli bir tartışma alanı ol-
mayı sürdürüyor hâlâ.
., Syivıa Plath anısı üzerinde hak ıddia
eden ve ayru karutlara birbirinden fark-
Babası Ted Hughes. Annesi SyHia Plath.
intihar etti, babası yoğun bir nefretin odağı oldu.
Öncelikle kendi kimliğini kanıtlayan 34 yaşındaki Frieda
Hughes, geçmişiyle yüzleşmenin zamanı geldiği
kanısında.Yedi adet çocuk kitabı yazan, uluslararası sanat
ortamında ressamlığını kanıtlayan ve yakında ilk şiir
kitabını yayımlaması beklenen Frieda Hughes, anne ve
babasının şiirierini ilk kez iki yıl önce okumuş. Babasının
kızı Frieda, annesinin okurlanndan şikâyetçi.
lı yorumlar getiren iki kamp arasındaki
savaş bugün de sürüyor. Plath kampın-
da, ünlü şairi kadın hareketi mücadele-
sinde yaşamını yitıren bir şehit olarak
lanse eden eski arkadaşlan ile bir grup
feminist yer alıyor. Onlann çızdıği port-
rede. Sylvia Plath bir şovenist ile evle-
nerek yaşamını mahveden (Plath'ın di-
zelennde 'Mein Kampf (Kavgam) tıpli,
siyahlı adam'). 1950'li yıllann parlak
Amenkalı genç kadını; sonunda Lond-
ra'da yalnız bir ölüme mahkûm edilen,
haksızlığa uğramış, terk edilmiş bir ka-
dın.
Ted Hughes'un sayıca daha az olan
destekçileri ise çok daha farklı bir Sylvia
Plath'tan sözediyorlar: Içindeki şeytan-
larla sürekli boğuşmak zorunda kalan
mükemmel bir şair. 'Sırça Fanus' roma-
nının konusu da olan ıntihara, Ted Hug-
hes'la tanışmadan çok önce sarmış nev-
rotik bir kişılik. Öylesıne saplantılı de-
recede sahıplenici ve entrikacı ki, Ted
Hughes kendini başka bir kadının kol-
lanna atmak zorunda kalmış...
Frieda Hughes. işte bu ortamda 'ze-
hirienmeden' büyümek için büyük ça-
ba harcadığını anlatıyor. Çocukluğu, an-
nesinin ölümünden sonra Devon'da,
kentten uzak bir kasabada babası ve
ikinci kansıyla geçen Frieda Hughes,
İngıltere ve Amerikan edebi çevrelenn-
den uzak yaşadığını söylüyor: u
Babam,
çocukiannı tüm söylentilerden koruma-
yı bir görev bilmişti. Töm o tarnşmalar-
dan uzak kaldım." Ancak babasının ses-
sızlığinin yanı sıra Sylvia Plath biyog-
rafısı yazanlara "rehberiik" şeklinde
yürüttüğü stratejısınin pek de başanlı
olduğu söylenemez yıne de. Yazılan bi-
yografılerde ortaya atılan iddialar, derin
yaralaraçmış çocuklann üzerinde. Ama
belkı de Frieda Hughes'u en çok etkile-
yen, 'aşın fenünistîeruT Sylvia Plath'ın
mezarlığını rahat bırakmaması. Plath'ın
mezartaşı üzerinde kocasının soyadının
yazılı olduğu bölüm sürekli kazmıyor.
"Sanki annemin cenazesi her yıl yeni-
den kalkıyor. Çogu kimsenin annesi ba-
bası öldüğünde cenaze kalkar ve mesele
kapanır. Ben o acıvı her yıl yeniden ya-
şamak durumunda kakum" dıyor.
BeUeğinde bir boşluk var
Annesinın yaşamı ve ısmını kullanan-
lara karşı duygulannı "Okurlar" adlı
şiınnde dıle getiriyor Frieda Hughes. Şi-
ir, ünlü insanlann yaşamı üzerinde hak
ıddia edenlere ve sansasyon amacıyla
derin yaralan kazıyan biyografi yazar-
lanna açık. bir saldın nıteliğinde. Şiir,
aynı zamanda Sylvia Plath'ın şiirinin bir
yankısı sankı. Ancak Frieda Hughes,
doğrudan bir etkilenme olduğunu red-
dedıyor. "İnsanlar, şiirierimin hem
babanu, hem annetni anımsattığını
söylüyorlar. Doğnısu ben ikisinin ,
şiirini de o kadar Ki bilmiyorum.'"
Annesinin, feministlerin yarat-
tığı prototipini eleştiren Frieda
Hughes. "Feministler, annemin
şairliğinin yanı sıra bir eş ve bir
anne de olmak istediğini unuru-
yorlar. O, her iki rolü de seçmiş-
ti" diyor. "Ben feminist değilim.
Kendimi 'eşitlikçi' olarak ta-
nımlayabilirim. Kadın ve er-
keklerin birbirini dengetemesi-
nin hem mümkün hem de arzu-
lanan bir durum olduğu kant-
sındayım."
Anne ve babasının bir kop-
yası olmamak için gösterdi-
ği çabayı. kimi zaman
aşın boyutlara vardır-
mış Frieda Hug-
hes. Sözgeli-
mi bugüne
dek annesinin
yaşamıyla ilgi-
li yazılan en az
altı kitaptan biri-
ni bıle okuma-
mış Anne Step-
henson'ın, Ted
Hughes'un öykü-
süne en yakın
olan Plath bi-
yografisi
"Acı
Şöh-
ret"i almış, ama yalnızca bır iki sayfa-
sını okumuş: "Ben daha çok kendi
geleceğimle Dgüeniyordum. Babam
benden hiçbirşe> saklamadı. Ne zaman
istersem, sorulanmı yanıtlayabileceğini
söyledi. Ama ben pek az soru sordum."
Frieda Hughes'un beUeğinde. "karade-
lik" dediği bir boşluk var. The Guardi-
an gazetesinde. annesinin biyografilen-
ni okumuş olan gazetecı, çocukluğuna
dair Fneda'dan daha bilgıli. Anne ve ba-
basının ne zaman boşandığını bile tam
olarak anımsamıyor... Bu boşluğu, an-
nesinın ölümü nedeniyle yaşamış olabi-
leceği travmayla açıklamıyor ve aşın de-
recede sadık olduğu
babası Ted Hughes'u
koruyor, onunla ilgili
olumsuz bır söz ettırmi-
yor.
Bugün yaşamını Avust-
ralya'da sürdüren ("Hayır,
kaçmadım... Avustralya'vı
çok seviyorum'" diyor) Frieda
Hughes dünyaya geldiğinde, Sylvia
Plath yenı doğan çocuğundan esinlenen
bir şiir yazmış, bu şiırde -ilginç bir rast-
lantıyİa- Avustralya'dan söz etmiş ve te-
miz bir geçmişie, kendi yüzünle' diye bir
dize yer almıştı. Unutuunuş-bır geçmiş
mi demeliydi?
Anma haftasmdaki 'Atatürk İçin Düşünmek' konulu sergi ve etkinlikler bir panelle başladı
6
Hider kovdu, Atatürk kucaldadı!.•'Kültür Servisi-Milli Reasürans
Sanat Galerisi tarafından Ata-
türk'ü anma haftası nedeniyle dü-
zenlenen "Atatürk İçin Düşün-
mek" konulu sergı ve etkinlikler
başladı.
Önceki gün açılışı yapılan "İki
Eser: Katafalk ve Anıtkabir / İki
Mimar: Bnıno Taut ve Emin
Onat" sergisiyle birlikte Millı Re-
asürans'ın galeri semıner salonun-
da gerçekleştırilen panelde, Prof.
Doğan Kuban ve Prof. Nezih El-
dem'in yanı sıra Taut'u yakından
tanıyan Alman Profesör Kristiana
Hartmann da "büyük ölümün
duygulu mimartanıklan" hakkm-
da konuşmalar yaptılar...
Aynı zamanda sergı ve etkinlık-
lerın "bilimselyönermenliğini" de
üstlenen İTÜ Mimarlık Fakültesi
Öğretim Cyesi Prof. Dr. Afıfe Ba-
tur tarafından yönetilen panel,
Batur" un bu çalışmada gözettıkle-
ri "anlam ve değerleri" açıklama-
sıylabaşladı. "Atatürkiçinşimdi-
ye kadar sayısız insan, çok sayıda
aydın \c düşünür. sanatçı ve bilim
adamı düsündü, çauştı ve tasarla-
dı" dıverek söze giren Prof. Batur.
bunlararasından sadece ıki mima-
n, Onat ve Taut'u neden ele aldık-
lannı ise şöyle vurguladı:
" Bu sayısız sanatçının arasında
doğrudan onun için mimarca dü-
şünüp tasariayanlann ve gerçek-
leştirenlerin savısı bir elin parmak-
lannı bile geçmivor. Onun için ta-
sarlama ayrıcalığının bir ucunda,
>aşamında kullandığı Çanka-
ya'daki ilk konutiçin mimarVedat
Bey, Yeni Köşk için mimar Holz-
meister ve Florya Köşkü'nde de
mimar Se^i Arkan var ve bun-
larla sınırlı... Bu a\ rıcalığın öte-
ki tarafında ise yaşamında kul-
lanacağı değil, geçici veya sonsu-
za dek içinde yatacağı yapıların
mimarları bulunuyor..."
Prof. Afife Batur. "TBMM
önündeki katafalk tasanmı, bü-
vük bir ölümün üzerinde, Ata-
türk'ün ölümü üzerinde mimarca
düşünebilmenin ilkörneği>di. Ka-
tafalk si\ah. koyu ve karanlık de-
ğildi. YeşiL, canlı ve ağaç bezeme-
liydi. Taut, Atatürk'ü sanki doğa-
nın yaşam dolu kucağma bırakı-
yordu" dedi. Anıtkabir'in ise sa-
dece bir saygı binası değil. aynı
zamanda **Cumhııriyet idealleri-
ni simgeleyen anıt" olduğunu vur-
guladı. Panelin Alman konuşma-
cısı Prof. Kristiana Hartmann, ilk
kez 1996'da Istanbul'a gelen. an-
cak "Türkiye'yle olan aşkını
r>
1936-1938 yıllân arasında
u
kısa
vecoşkulu" olarak yaşayan Bruno
Taut'un. aslında "büzûnlü ve ke-
derö bir insan" olduğunu söyledi.
1933 te Almanya'dakj faşist re-
jimden kaçarak 3 yıl Ispanya'da
kaldıktan sonra Türk hükümeti-
nin davetı üzenne bu ülkeye gelen
Bruna Taut. Prof. Hartmann'a gö-
re mimarlık yaşamındaki en başa-
nlı ve en mutlu dönemıni, sadece
ölümünden önceki 2 yıl Türki-
ye'de yaşamıştı.
Millı Eğitim Bakanlığı'nainşa-
at ve proje şefliği yaparken Güzel
Sanatlar Akademisi'nde Mimar-
lık Bölümü'nüyönetırkenve Ata-
türk için katafalkı tasarlarken ağır
bır astım hastası olmasına rağmen
en çalışkan mimardı. Taut'un bu
coşkusunun kaynağında ise sade-
ce Atatürk sevgisı vardı. Çünkü,
" HitJer kovmuş, Atatürk kucakla-
mışü.-"
Bir başka kuşak
Prof. Nezih Eldem, "Atatürk'lü
yıilan yaşamanın ne demek oidu-
ğunu" anlatırken o yıllarda özel-
likle "devrimlerin'' yaşama geçe-
bılmesi için kendi anne ve baba-
sıyla birlikte tanıdığı herkesin ne
denli canla başla çaba gösterdiğı-
nı anımsattı. "Onlar sanki şimdi-
ki biz degildilerya da biz onlar de-
ğiliz, o bir başka kuşakü; hiçbir
şev göstermelik ve önceden kunıl-
muş değOdi. Atatürk sevgisi de iç-
ten gelen müthiş bir bağlılıko" dı-
yen Prof. Eldem. Anıtkabir'de
kendısinin de katkısı olmasını ya-
şamının en onurlu kesıtini oluş-
turduğunubelirtti.
Prof Doğan Kuban ise "Beni
Emin Onat mimar yapü, vine
onun sayesinde mimarlık tarihçi-
si oldum. ama ben Atatürk'ün ve
Atatürk Türkivesi'nin ne anlama
geldiğini anlatacağım, çünkü
Emin Onat da O'nun ürünüdür"
dıyerek başladığı konuşmasında,
"Türkiye Cumhuriyeti idealinin"
en kısa ve öziü bır ifadeyle "bir
uygarlık projesi" olduğunu vur-
guladı. Bu projenin temelinde ise
"çağdaşhk" ve "ulus olmak olgu-
sunun" bulunduğunu belirten
Prof. Kuban. bugün yaşanan san-
cılann da bu iki temelde, hâlâ so-
runlann bulunmasından kaynak-
landığını anlattı.
Yıldız Kenter, "akşam iki saate adanmış bir ömrün gerilimi"ni Maria Callas'la paylaşıyor
Bir diva öteki divaya yaşam kaüyor
USTUN AKMEN
Herkesadını Maria Callasbılıyorbılme-
sine de. aslı Maria Cecilüa Sophia Anna
Kalogeropulos. Lirik ve dramatık çok yön-
lülüğüyle 20. yüzyılın ortalarında klasik
koloratur soprano rollerini yeniden can-
landıran bir 'dha'.
Bilinen bırgerçek ki. günümüzde kültür-
kişilik ilişkileri incelenirken bir toplumun
kendi içindeki bireylerin psikolojik ben-
zerliğinı (ya da toplumlar arasındaki
psikolojik farklan) açıklamak için 'ulusal
karakter', 'temel kişilik'. 'bicimlendirilmiş
kişilik'.'kültürel karakter' gibı bütünleyı-
ci kavramlar kullarulıyor. Oysa bu kavram-
lann hepsi bir bakıma durağanlık belirt-
miyor rau? Devam etmekte olan bir kültür
ile o kültürü yaşayan bireyler arasında var
olan yakın ilişki ya da benzer görünüm bu
kavTamlarla açıklanmaya çalışılmakta değil
mi? Amerikalı yazar Terence Mc Nally'nin
Maria Callas yorumu olan 'master Ğass'ı
ilk bakışta bu sorulara yanıt anyor gibi.
Yanıt bulunabihyor mu? O işin başka tarafi.
Burada konu, bir 'diva'ya bir başka 'diva'
olan Yıldız Kenter'in yaşam katması.
Yıldız Kenter bunu yaparken tüm duyu-
lannı, belleğini, kişisel ve toplumsal deney-
lerini işbaşma çağınyor. "Aynı gün içinde
yaşanan birkaç saat.. Bir sınıf, hoca konu-
.mundaki Callas, bir eşlik pivanisti. bir set
hizmedisi, üç genç opera sanatçtsu bir de
dersi izleyenler™" Peki, bu sıradan olayı
sahne olayına alabildiğıne özgü hale ge-
tiren ne acaba? Aysegül Yüksel'ın pek
yennde tanımlamasıyla, elbette: "CaBas'ın
kişüiği, McNeUj'nin dhalogyohıylaoluştur-
duğu anlam ve anlanm düzlemleri, Callas'ı
canlandıran o\ uncunun yorumu."
Yıldız Kenter geniş bir gözlem biriki-
minden yararlanırken bir yandan da sürek-
li olarak yaşamdan yeni somut izlenimler
devşirmeyi başarıyor. "Olduğum gibi
davranmayı severim ve evrende hiçbir şev
için okluğumdan farklı gözükmek iste-
mem" diyen Callas'ın görünüşüyle
yaşamının değişmez olaylan arasındaki
aynmı ortaya koymak amacıyla 'gereç kay-
nağı'nı ilgiyle. dikkatle ve de saygıyla in-
celıyor. Ama nereden bakarsanız bakın,
sonuçta o da bir 'diva'dır. Kendi görüşü,
kendi anlayışı neyse ona ulaşıyor.
Yıldız Kenter'in yaratıcı çalışması bu
<3esinin tutsağı
olmuş,
sıradanlıktan
hoşlanmayan bir
'diva'nın
trajedisini, sahne
tozunun esriği ve
aynı biçimde
sıradanlıktan
hoşlanmayan bir
başka 'diva'
canlandınyor.
Hem de "akşam
iki saate adanmış
bir ömrün
gerilimi"ni
Callas'la
paylaşarak...
oyunda da tam bir tepki özgürlüğünü kap-
samakta. Oyundaki özgür anılarla
çağnşımlar, herhangi bır dış baskının en-
gellemesıne ya da ne bileyim koşulla-
masma uğramaksızın akıp geçiyor. Bu
gerçekte elbette Mehmet Birkiye'nin de
yönetmen olarak payı var. Uygun giysileri
bulup buluşturan Çolpan İlhan'ın da; sıcak
bir odaya giren kişınin. sıcaklığı görmediği
halde duyumsaması gibi izleyiciye sanki
birbaşkalık yaşatan OsmanŞengezer deko-
runun da; gülmecenin yok olduğu, hüzün
yellennin esmeye başladığı düzlemlerde
bin bir ayrıntılı renk yakalayan Yüksel
Baydın'ın da; ses etkilerini tastamam ölçe-
bilmiş Can İşjtmen'ın de katkılan var el-
bette.
Var da; Yıldız Kenter oyundaki yapmak
eylemini, içindeki ıstek öğesı yüzünden,
heyecanlanmak öğesinden öylesıne ustalık-
la ayınyor ki; inandırmak. yatıştırmak, yal-
varmak, alay etmek, veda etmek, bekle-
mek. sürüp gitmek, gözyaşlannı tutmak,
kıvancını ya da kederini gızlemek gibi
eylemlerin ardındaki motifler. yanı devin-
dirici güçler, izleyiciye sanki hiç yardımsız
şıpın işi aktanlmış gibı oluyor.
Oyundan çıkarken Yıldız Kenter-Callas
özdeşleşmesi düşünülmekte. Dahası:
"Oyunculuk mu, opera şarkıcıuğı mı"
sorusu çengel olup kulağın arkasına asılı-
yor. Yanıt. Yıldız Kenter'in oyun için
gereken müziği bulmada geniş bir özgür-
lük içinde olması olabilir mi acaba? Oyle
ya. örneğin Callas. bır opera parçasında
bestecinin beste içinde açıkça açıkladığı
niyetinı tüm "açıkhgiyla" ortaya koymuyor
muydu? Rıtım, ses, sesin yüksekliği ve yu-
muşaklığı, düşünceyi j'üklenen durak,
tempo, bunlann tümü zaten bestede açıkça
belirtilmiyor muydu? Yıldız Kenter ise
gene sesi, yani konuşma için gereken tonu,
durağı. tempoyu, ritmi ve rengi arayıp bu-
lurken McNelly'den hiç mi hiç yardım bek-
lemiyor. İşte size, tam tanımıyİa olağanüstü
yaratıcı eylem...
Ne ganp! Sesinin tutsağı olmuş,
sıradanlıktan hoşlanmayan bir "diva"nın
trajedisini. sahne tozunun esriği ve de aynı
biçimde sıradanlıktan hoşlanmayan bir
başka "diva" canlandınyor. Hem de ünlü
soprano Stratas''ın deyimıyle "akşam iki
saate adanmış bir ömrün gerilimi^ni
Callas'la paylaşarak...
IŞILDAK VE YELPAZE
ATİLLA BİRKİYE
TÜYAP'ın Apdından
TÜYAP Kitap Fuan, ilk açıldığında, o günün ko-
şulları gereği önemli bir görevi üstlenmişti. Ülke-
nin karanlık yıllarıydı; 12 Eylül egemenliğini sürdü-
rüyordu. Yani, üstümüzdeki bulutlar da karaydı.
TÜYAP, böylesine bir dönemde; kitapların yakıl-
dığı, televizyonda bir suçlu gibi gösterildiği bir dö-
nemde, "kitap /uan"gerçekleştirmekle, demokra-
tik, dolayısıyla düşünce özgürlüğüne yönelik bir iş-
lev üstlenmiş oluyordu.
• • •
Bizim ülkemizde kitapla ilgili bir şeyler yapmak,
etkinlikler düzenlemek, kimi çevrelerce hepolum-
lanır. Doğrudur da çünkü bu ülkenın geneli kitap-
tan uzaktır; bu ülkenin yöneticileri, hep kitaba kar-
şı bir kampanya sürdürmüşlerdir.
Öğrenmek, bilgilenmek ne hikmetse onlan kor-
kutur. Yalnız kitaba karşı mı bu böyle? Sanatın her
alanında benzer tavırla karşılaşırsınız. Korkulur, is-
tenmez. Sanırım Ahmet Cemal'den duymuştum.
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Viya-
na'da ilk yapılan bina opera binasıymış.
Bizde isetamtersidir. Politikacılann, kültüre, sa-
nata ilgisi göstermeliktir. Üstelik "şov" düzlemin-
dedir. Bir iki kişiyi tabii ki ayn tutuyorum; ama bu
ülkenin genelinde ve tarihinde bu böyledir.
Kahramanlar çıkar, bir şeyler yapmak ister, an-
cak hemen düşman ilan edilir. Yıllardır kültüre, sa-
nata ilişkin ciddi bir yatınm, ciddi bir plan bulamaz-
sınız. Yapılanlar, devede kulak misalidir.
Ama öte yandan yaptıklannı çok büyütürler. İn-
san, Hasan Ali Yiicel gibi birini anımsayınca, şim-
diki polıtikacıların adına utanıyor. Şımdikiler onun
gibi bir kültür politikası izleselerdi; kimbilir ne bü-
yük "şov" yaparlardı.
• • •
TÜYAP Kitap Fuan'nın da sanınm artık değişme-
si gerekiyor. Birkaç yıldır oldukça kötü bir organi-
zasyona sahıp. Bir de süresinin biraz kısalması
gerekli. Genellikle bir satış fuan gözüyle bakılıyor.
Tanıtımı önemseyen yayınevleri azınlıkta.
Fuarda son yıllarda, bir Mahmutpaşa kimliği
egemen. Birçok insan ilk kez o da medyatik oldu-
ğu için kitap fuanna gidiyor. Toplantılar doluyor, a-
ma satış konusunda yayınevlerinin çoğu şikâyet-
çi. Masraflarını güç çıkardıklannı söylüyorlar.
Ne kadar özenle kitap satarsanız satın -ki bu tür
yayınevleri azınlıktadır-, belediyelerin halk pazar-
lanna benzemekten kaçınamıyorsunuz.
Bizdekı egemen görüş, 'aman insanlar kitapla
şu veya bu şekilde buluşsun da gerisine aldır-
ma'Ğ\r. Bu her zaman için geçerli olmuyor. Yeni ba-
kışaçısı getirilmeli...
•••
Bu yıl, fuann konuklan çok önemli yazarlardı.
Anımsadjğım kadanyla, konukaçısındanen başa-
nlı yıldı. Önceki yıllarda da önemli isımler gelmiş-
ti, ama ilk kez bu yıl bu kadar önemli isim bir ara-
daydı. Ne hikmetse, medyada bunun karşılığını
göremedik.
Eskiden fuar bir bayram havasındaydı. Özellik-
le yazar ve yayıncılar, fikir alışverişinde bulunurdu.
Yararlı bır "fletişim" vardı ortada. Şimdi ise kimse-
nin ne konuklardan haberi var ne de birbirinden;
kimse de kimseyi karşılaştırıp tanıştırmıyor.
O zaman o konuklan niye çağınyorsunuz? Za-
ten medyada da yeterince yer almıyor!
Yayıncılık konusunda, yazarlık konusunda bil-
gi alışverişinin olanağı sağlanmıyor. Bir kitap fu-
arının temel işlevi bu değil midir?
•*•
Özcesi, fuar yöneticilerinin yenilikler yapması
gerekli. Çok ciddi düşünmeliler. Çağdaş, Istan-
bul'a yaraşır bir fuar nasıl olur onu araştırmalılar.
'Benyaptım oldu' demekle olmayacağı gibi eleş-
tirilere kulak tıkamakla da olmaz.
TÜYAP Kitap Fuan, bizim için önemli bir etkin-
liktir. Geleneği vardır. Hiçbirimizin yadsıyamayaca-
ğı bir anlamı vardır; her ne kadar "ticari" bir yapı
olsa da. Devam etmesi, her zamanki dileğimizdir.
Ama bir an önce Mahmutpaşa anlayışından kur-
tulup, yeni bir düzenlemeye gidilmelidir.
Umanm seneye, arzu ettiğimiz kitap fuannı bu-
luruz!
Türkiye Felsefe Kurumu'nun
Hümanizma' semineri
• Kültür Servisi - Türkiye Felsefe Kurumu'nun
"Hümanizma" (Insancılık) konusundaki semineri
yann Beyoğlu Tank Zafer Tunaya Kültür
Merkezi'nde saat 10.30'da başlayacak. Hasan Âli
Yücel'in doğumunun 100. yıldönümü dolayısıyla
düzenlenen bu seminere Ionna Kuçuradı, Betül
Çotuksöken, Attila Erdemli. Arslan Kaynardağ ve
Bahattin Can konuşmacı olarak katılacak.
Beaux Arts Trio AKM'de
• Kültür Servisi - Dünyanın en ünlü piyano üçlüsü
olarak adlandınlan Beaux Arts Trio, bugün saat
19.00'da Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu'nda
bir resital verecek. Konserde Ludvvig Van
Beethoven'ın üç tnosunu seslendirecek. Istanbul
Devlet Senfoni Orkestrası aynca cuma günü saat
19.00'da. şef Tadeusz Strugala yönetiminde Beaux
Art Üçlüsü'nün ve Brygida Bziukievvicz'nin solist
olarak katılacağı bir konser verecek. Konserin ilk
yansında Ludvvig van Beethoven'ın 'Üçlü
Konçerto'su, ikinci yansında da çağdaş Polonyalı
besteci Henryk Gorecki'nin Üçüncü Senfoni'sini
seslendirecek.
Saint Louis kristalleri Akmerkez'de
• Kültür Servisi - Kristal yapımı ve işletmeciliği
geleneksel zanaata dönüştüren Fransız Saint Louis
firmasının 19. ve 20. yüzyıla ait özel yapıtlan 19
Kasım tarihine dek Akmerkez Beymen'de
sergileniyor. Beymen Home etkinlikleri
çerçevesinde gerçekleştirilecek olan sergide. Saint
Louis'in koleksiyonlanndaki antika yapıtlar
farklıhklan ve detay işletmeciliği ile sunulacak.
BUGÜN
• ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'nde Istanbul
Devlet Opera ve Balesi'nin sahnelediği 'Kral ve
Ben' operası saat 20.00'de izlenebilir.
• AKSANAT'ta saat 12.30'da 'Vintage Collection
Vol.l: 1958-59', saat 18.30 ve 19.30'daise Merih
Akogul'un 'İFSAK 13. Istanbul Fotoğraf Günleri
Etkinlikleri' kapsamındaki "Dönüşümler' başlıklı
dia gösterisi izlenebilir.
• YUNUS EMRE KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat
20.30'da Bakırköy Belediye Tiyatrolan'nın
sahnelediği "Kuğular Şarkı Söylemez' adlı oyun
izlenebilir.