30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ŞUBAT1996 PA2ARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOM Ocak ayında, bir önceki aya göre fiyatlar tüketicide yüzde 8.3, toptan eşyada yüzde 9.8 arttı Enflasyon, 1996'ya hızt girdiANKARA (Cumhurivet Bürosu) - DlE'nin fiyat artışı hesaplamalannda kullandığı veri tabanmda yaptığı ve ge- çen aylarda oluşan fiyat artışı rakamla- nna göre daha düşük enflasyon oranla- nnın çıkmasını sağlayan degişikJiklere karşın, ocak ayı enflasyonu yüksek ger- çekleşti. Kamunun fiyat artışlannın he- saplanmasındaki ağırlığının düşüriilme- sine karşın, KİT ürün fiyatlanna seçim- lerin hemen ardından arka arkaya yüzde 100'e varan oranlarda zamlann yapıldı- ğı ocak ayında toptan eşya fiyatlan, bir önceki aya göre yineyüksek düzeyde çı- karak yüzde 9.8 oranında arttı. Aynı dö- nemler itibanyla tüketici fiyatlanndaki artış da yüzde 8.3 düzeyinde gerçekleş- ti. Yeni endeks hesaplamalanyia ocak ayında yıllık enflasyon, toptan eşya fiyat- lannda yüzde 64.9. tüketici fiyatlannda da yüzde 78.1 olarak gerçekJeşti. 12 ay- hk ortalamalara göre yıllık enflasyon, toptan eşyada yüzde 81, tüketici fiyatla- nnda ise yüzde 86 olarak gerçekJeşti. DlE'nin daha önce 1987 fiyatlannı ta- ban alarak hesapladığı ve toptan eşyada kamu agırlıgını yüzde 21 oranında aldı- •DÎE'nin fiyat artışı hesaplamalannda kullandığı veri tabarunda yaptığı ve geçen aylarda oluşan fiyat artışı rakamlanna göre daha düşük enflasyon oranlannın çıkmasını sağlayan değişikliklere karşın, ocak ayı enflasyonu yüksek gerçekleşti. Yeni endeks hesaplamalanyia ocak ayında yıllık enflasyon, toptan eşya fiyatlannda yüzde 64.9, tüketici fiyatlannda da yüzde 78.1 oldu. Aylık enflasyon Toptan eşya «O« Tuketıcı I Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haz Tem 1995 Agus Eylul EKIH" Kasr AraiıK Ocak 1996 ğı fiyat endeksi, ocak ayından itibaren 1994 fiyatlan taban alınarak ve kamunun payı yüzde2J 'e düşürülerek hesaplanma- ya başlandı. Buna göre, geçen yıl ocak ayında yıllık yüzde 156.8 oranında ger- çekleşen yıllık enflasyon, yeni hesapla- maya göre yüzde 140, tüketici fiyatlann- da yüzde 130.6 oranındagerçekleşen enf- lasyon da yüzde 125 düzeyinde oluşuyor. DİE verilerine göre. ocak ayında bir ön- ceki aya göre, toptan eşya fiyatlan, ka- muda yüzde 14.5, özel sektörde ise yüz- de 8.5 arttı. Aynı dönemler itibanyla top- tan eşya fiyatlannda sektörel bazda en yüksek artışı yüzde 20 5 ile elektrik, gaz ve su sektöründe oldu. Ocak ayında ge- çen yılın aynı ayına göre toptan eşya fi- yatlan, kamu sektöründe yüzde 58.9, özel sektörde 66.7, 12 aylık ortalamala- ra göre ise kamu sektöründe yüzde 71.4, özel sektörde yüzde 83.9 oranında arttı. Ocak ayında, bir önceki aya göre, fiyatı en çok artan ürün, hamsi balığı oldu. Hamsinin fiyatı ocakta, bir önceki aya göre 118.1 oranında arttı. Geçen ay, bir önceki aya göre fiyatlar, salatalıkta 73.8, mezgitte yüzde 73.1, ayvada yüzde 63, antepfıstığında yüzde 43.5, elektrikte yüzde 25.4, motorinde yüzde 21.4, ben- zinde yûzde 20.8, şekerde yüzde 15, çay- da yüzde 14.6 oranında yükseldi. Verilere göre. geçen ay bir önceki aya göre, tüketici fiyatlannda en yüksek oran- lı artış yüzde 100 ile Milli Piyango bilet- lerinde, yüzde 66 ile telefon abonman ücretlerinde, yüzde 50 ile PTT koli gör- derme ücretlerinde yasandı. Tüketici fiyatlan son bir yıl içinde, ay- vada yüzde 289.2, gazetede yüzde 154.5, hastane yatak ücretlerinde yüzde 124.3, şekerde yüzde 112.8, ekmek fiyatlann- da 112.4, fiyat artışı yaşandı. Gümrük birliği ile sanayi ürünlerindeki gümrükleri sıfırlayan Türkiye, acısını tanm ürünlerinden çıkanyor Günırük sanayiden indi, tarıma bindi AB'ye 'cay sikâyeti' Twüıings çaylannı ithal eden Haks Firma- sı Türidye'yi ÂB'ye şikâyet edecek. Işlen- mesi sırasındaözel tatlandıncı maddeler ka- ülan ve belli stand3rtta üretilen Tvvinings çaylannın tanm ürünü saytlamayacagını vur- gulayan Haks Firması Işletme Müdürü Ke- nan Hamzaoğtu, 3 kılonun altındaki amba- lajlarda saoJan bir iirünün sanayi ürfinü gru- buna girdiğini iddia etti. tagiltere'nin işle- ıuck üzere Uzakdogu'dan ithal ettiğini kay- deden Hamzaoğlu, ithalat sırasında îngd- tere'nin vergi ödedigini, gümrük birliğinin amacinın çifte vergiyi kaldırmak olduğunu söyledi. HamzaoğluTürkiye'nin vergi uy- guJamasını şikâyet edecekierîni bildirdt. HÜLYAGENÇ Gümrük birliği anlaşması çerçevesinde sanayiye hammadde teşkil eden ürünlerde gümrükleri sıfirlamak zorunda kalan Türkiye, bunun acısını tanm ürünlerinden çıkanyor. GATT anlaşması gereği, tarife dışı engelleri gümrük vergisine dönüştürürken bazı ürünlerde yüksek koruma oranlannı baz alan Türkiye, böylece sanayi ürünlerinden alamadığı vergiyi, tanm ürünlerinden almış oluyor. Türkiye başta olmak üzere GATT anlasmasma imza koyan ülkelerin, gümrük vergisi oranlannı bir daha yenileme şansı bulunmadığı gerekçesiyle korumacıhk oranı en yüksek olan 1986 yılını esas almalan bazı çevreler tarafından eleştirilirken bu durumun, anlaşmanın ruhuna aykın olduğuna dikkat çekiliyor. Anlaşmanın imzalandığı 31 Aralık 1994'te koruma oranlannın 1986'ya göre düşük olduğunu ifade eden uzmanlar. ülkelerin kendi çıkarlannı gözeterek koruma oranlannı yükseltmesinin anlaşmanın amacına ulaşmasını engelleyeceğini savunuyorlar. Tanm ürünlerinde gümrük vergisi sınırlannın GATT anlaşması çerçevesinde belirlendiğinı söyleyen Tanm Bakanlığı. Türkiye AB Ekonomik ve Teknikjlişkiler Şube Müdürü Nunıllah Ozcan, tarife dışı engellerin gümrük vergisine dönüştürülürken bazı ürünlerde vergi oranlannın yükseltildiğini belirtti. GATT anlaşmasını imzalayan ülkelerin keyfi vergi koyma yetkilerinin bulunmadığını bildiren Ozcan, bu nedenle ülkelerin çıkarlannı korumak için anlaşma sırasında en yüksek koruma oranlannın bulundugu 1986 yılını baz aldıklannı kaydetti. Gümrük vergisine dönüştürülen koruma oranlannın zamanla düşürüleceğini bildiren Ozcan, gelişmekte olan ülkelerin korumacılığı 10 yılda yüzde 24 oranında, gelişmiş ülkelerin 6 yılda yüzde 36 oranında düşüreceğini vurguladı. GATT'a üye ülkelerin korumacılığın en yüksek olduğu yılı esas almasının anlaşmanın ruhuna aykın olduğunu belirten Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden profesör Halis Akder, "Bu durum anlaşmanın amacına ulaşmasını geciktirir" dedı. 1986 yılında bazı ürünlerde koruma oranlannın düşük olduğunu anımsatan Akder, bu ürünlerde en yüksek koruma oranlannın bulunduğu yıllann baz alındığını dilegetirdi. Ekmek fiyatlannın artmasında Toprak Mahsulleri Ofisi'ni suçlayan Ankara Un Sanayii AŞ Başkanı Ilhan Cavcav 6 TMO, buğday parasını repoya yaürdı' •Toprak Mahsulleri Ofisi'nin başına gökten zembille indirilen genel müdürün buğday fiyatlannı belirlemekte geciktiğini ifade eden Cavcav, ofisi, buğday dış alımını repo yatınmı nedeniyle geciktirmekle suçlayarak ekmek fiyatlanndaki artıştan sorumlu tutulabilecek tek kurumun TMO olduğunu belirtti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ankara Un Sanayii AŞ Başkanı tlhan Cavcav, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin, buğday dış alımını repo yatınmı nedeniyle geciktirdiğini belirterek ekmek fiyatlanndaki artıştan sorumlu tutulabilecek tek kurumun ofîs olabüeceğini savundu. Ilhan Cavcav, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin en önemli görevierinden birinin, buğday fiyatlannı belirleyerek bir yıllık fiyat istikrannı sağlamak ve bunun yanında çiftçiyi de desteklemek olduğunu belirtti. 1995 yılında özelleştirme kapsamına alınan TMO'nun başına adeta "gökten zembille indirilen genel müdür"ün buğday fiyatlannın beürlenmesinde geç kaldığını ifade eden Cavcav, daha sonra şunları söyledi: "Abnıı bekletilen buğdayda zararlı böcekler oluşunca yaklaşık yüzde 80'i 'hastalıklı buğday' olarak ancak yem sanayiinde değerlendirilebildi. Geçen yıldan hiç stoku bulunmayan TMO, talebi karşılayabilmek ve buğday fiyatlanndaki çıkışı önleyebilmek için 1.5 milyon tonluk buğday ithalatı yapmak durumunda kaku." Ilhan Cavcav, TMO'nun parasını repoya yatırarak degerlendirmeyi tercih etmesinden dolayı bu dışalımın da gecikmeli olarak yapıldığını belirtti ve buğdayın üç ay önce tonu 120-130 dolar olduğu bir zamanda değil, tonu 210-220 dolara çıktıktan sonra dışandan alındığını kaydetti. Nakliye dahil buğdayın tonunun 240 dolara kadar çıktığını belirten Cavcav, "Bu gecikme, bundan kaynaklaıuıuştır'' dedi. Buğday parasıyla repo yapmakla suçlanan TMO'nun buğdayın tonuna 120 yerine 240 dolar ödediği belirtiliyor. DUNYA EKONOMSINE BAKIŞ / ERGJN YILDIZOĞHJ LONDRA 'Globalleşmeyi Sürdürmek' ve 'Kapitalizmin Anlamı' G eçen perşembe Davos'ta, dünyanın ile- ri gelen akademisyenleri, politikacılan ve işadarnlannı bir araya getiren "Dün- ya Ekonomik Forumu"nur\ gündemini "global- leşmeyi sürdürmek" ve "Kapitalizmin anlamı nedir?" temaları oluşturdu. Dünyanın içinde ol- duğu duruma ve Davos'ta bu iki tema etrafın- da gündeme gelen tartışmalara bakarak son 15 senedir ekonomik liberalizmi ve globalleşmeyi savunan çevrelerin kendilerinden artık eskisi kadar emin olmadıklannı söylemek yanlış ol- maz. Dünyada durum Bu hafta, ABD ekonomisine ilişkin açıklanan rakamlar, Avrupa'da başlayan durgunluğun hız- la genelleşme veresesyonadönüşme eğilimi için- de olduğunu gösterdi. Merkez ülkelerde borsa- lar rekor düzeylerde seyrediyor, kâğıtların geti- risi cazibesini kaybettiği için mali sermaye, ge- lişmekte olan piyasalara yönelmeye başladı. Enflasyonist beklentileri göstermenin yanı sıra bir istikrar ölçeği olan altın fiyatlannda rekor dal- galanmalar yaşanıyor. Bu hafta basında "Avru- pa Para Birliği'ne Elveda" diyen yorum başlık- ları vardı (Avrupa, bir parasal krize doğru yak- laşıyor). Avrupa'da ekonomiler durgunluğa, teh- likeli düzeyde yüksek kamu ve özel şirket borç- lanyla giriyorlar. Işsizlik tekrar artmaya başladı. Bu sırada işçi sınıfı, hükümetlerin bütçe açığını azaltmak için sosyal harcamalardan kesinti yap- ma isteğine şiddetle direniyor, hem de Fran- sa'da olduğu gibi başanlı bir şekilde. Ameri- ka'da ise bütçe tartışmalan piyasalarda şiddet- li dalgalanmalar yaratıyor. Politik manzara da iç açıcı değil. Bu sene so- ğuk savaş sonrasının "balayı" sona erdi: Rus- /a'da Batı güdümlü reform hareketi, büyük öl- ;üde hızını kayberti. Bunun yerini, içeride disip- in yanlısı, dışanda yayılmacı bir reform eğilimi îlıyor. Şimdi Rusya tekrar eski gücüne, etkisi- ie ve ABD'ye karşı politik askeri konumuna ge- ri dönmeye çalışıyor, NATO'nun doğuya doğru yayılmasına şiddetle karşı çıkıyor. Çin, kendi bölgesinde yayılmacı isteklerini açığa vurduk- ça ABD ile arasındaki gerginlik artıyor. Avrupa, Fransa'nm NATO'ya dönmesi veAvrupa'nın as- keri liderliğini üstlenmeye hazırlanması ile yeni gerginliklere gebe. Nihayet silahlanma yanşının hızlandığına, nükleersilahlann yayılmasının art- tığına ve Rusya'nın SALT-II Anlaşması'nı imza- lamaktan yana olmadığına, bu arada Çin ile ya- kınlaşarak bu ülkenin ordusunun modernleşti- rilmesine katkıda bulunduğuna dair işaretler de var. Davos toplantısının arka planını oluşturan bu manzaranın, bize "nuriu ufuklar" vaat eden- lerin özgüveni açısından çok parlak olmadığını teslim etmek gerekir. 'Kapitalizmin anlamı' Şimdi bu temelde Davos'taki iki temaya dö- nebiliriz. Aktanldığı kadanyla Davos'ta, "kapita- lizmin anlamı" üzerine yapılan tartışmalarda, son 15 yıldır hâkim olan görüş tekrar vurgulan- mış. Buna göre kapitalizmin anlamı zenginlik yaratmaktır. Bu zenginlik yaratma, kendini şir- ket yatınmlannın kârtannda ve teknolojik geliş- mede gösterir; çalışanlann ve geneJde toplumun refahı ve çevre koşullan vb. ile ilgili sorular, bu tartışmanın içine girmez, Çünkü egemen görü- şe göre bu zenginlik yaratma süreci, zaten bu soruların cevaplarını kapsar. Zenginlik oluştuk- ça yukandan aşağı sızarak toplumun diğer ke- simlerine yayılacaktır. Ancak Davos'taki bu yak- laşım, düne kadar bu görüşü savunan çevreler- de de eleştirilmeye başlandı. Örneğin solculuk- la alakası bile olmayan Willam Pfaff'ın Herald Tribune'de "Bu güzel teori, bütün gerçekçi göz- lemlerin sağduyusu tarafından reddedilmekte- dir"... "Bu sadece bir teori, daha doğrusu çağ- daş toplumda karşılaştığımızacılan ve kötülük- leri meşrulaştıran bir ideolojidir" (International Herald Tribune, 3-4.02.96) diyerek kaygılannı be- lirtti. Pfaff, bu sorunların çözümünü piyasanın eline bırakan kendiliğindenci görüşe, son zaman- larda güçlenmeye başlayan bir başka tartışma- ya atıfla bir noktada daha karşı çıktı: Ekonomik davranış, sosyal ve politik bir ortam içinde ger- çekleştiği için ekonomi, kesin sonuçlar üreten birbilimdeğildir; bu "kendiliğinden"sürecm, ör- neğin globalleşmenin, bizi nereye götüreceği önceden bilinemez; bu serbest piyasa ekono- misine inanç ve globalleşme daha önce 20. yüz- yılın başında bizi iki büyük savaşa götürmedi mi? Ben de Pfaff'a birekleme yapmak istiyorum. Ka- pitalist toplumda, ekonomiye ilişkin kararfarsö- mürü, baskı ve uluslararası rekabet ortamında alınırlar. Bu yüzden de kendiliğinden yaşanıyormuş gibi görünen birçok gelişme, aslında sınıf mü- cadelesi ve rekabet sürecinde, yasalar ve ku- rumlar tarafından ya başlatılır ya da koşullandı- nlırlar. 1980'lerin başında, sermayenin uluslara- rası dolaşımının önündeki yasaların kaldınlma- sı (mali sermayenin hızla büyümesi ve global- leşmesi için zemin hazırlanması) ve Reagan- Thatcher hükümetlerinin işçi haklarına saldır- ması, özelleştirme çabaları, Fransa'daki "Jup- pe reformlan" vb.'yi göz önüne alırsak bunların hangisinin kendiliğinden gerçekleştiğini söyle- yebiliriz. Şurasıçokaçıkki "ekonomikliberalizm" devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması adı altında, hep çalışanlann aleyhine çok şiddet- li politik müdahaleler anlamına geldi. Bunca çekilen sıkıntıya rağmen, şimdi hâlâ ar- tan işsizlik, resesyon vb. ile karşı karşıyaysak ve hâlâ bizden fedakârlık isteniyorsa tabii ki, bunu şüpheyle ve giderek de nefretle karşılayacağız. 'Globalleşmenin sürdürülmesi' Davos'ta bunca istikrarsızlık ortamında glo- balleşmenin bizzat kendisinin tartışma konusu olması yerine, "globalleşmenin sürdürülme- s/"nin, toplantının ana teması olması da yuka- nda işaret ettiğim ideolojik tutumun bir devamıy- dı ve yine dünya çapında yaşanan sıkıntı ve acı- ları meşrulaştıımaktan başka bir işlevi yok. Artık her derde deva, anahtar bir kavram ha- linegelmişolan "globalleşme", aslında "emper- yalizm" kavramı yerine ısrarla ikame edilmeye çalışılan ve çok ilginç kodlar taşıyan bir kavram. Örneğin bu kavramın ifade ettiği sürecin, belli bir öznesi yok: Globalleşme kendiliğinden bir ge- lişmeye işaret ediyor. Bu sürecin öznesi olma- dığı gibi, yönü de yok, yani her yöne doğru et- kin ve herkesin bunun içinde ve aynı şekilde yer aldığını söylüyor. Böylece globalleşme, karşımı- za kendiliğinden ve adeta doğal ve homojen bir süreç olarak çıkıyor ve hiçbir direniş olanağını da içermiyor. Globalleşmenin aksine, emperyalizm kavra- mı, imparatorluk kavramından türediği için bir öznesi olan etkinliklere işaret ediyor ve bir ege- menlik-bağımlılık ilişkisinin mesajını taşıyor. Özet- le emperyalizm kavramı, bize gelişmiş kapita- list ülkelerin egemenlik ve kontrol sağlayıcı et- kinlikleri hakkında bilgi veriyor; emperyalizm kavramı, antiemperyalizm kavramına, dolayı- sıyla mücadeleye direnişe de olanak sağlıyor. Hal- buki açıklayıcı kavram olarak globalleşmeyi be- nimsersek "bunu sürdürmeyi"kabu\ etmekten başka bir olanak kalmıyor. Ozetle Davos'un gündemini oluşturan, "kapi- talizmin anlamı" üzerine yukarıda aktardığım egemen görüş ve globalleşmenin doğal bir sü- reç olarak karşımıza çıkarılması, aslında belli bir ideolojik amaca hizmet ediyor: Piyasa ekono- misinin ve globalleşme denen sürecin çalışan- lann yaşamında, az gelişmiş ülkelerin ekonomi- lerinde yarattığı tahribata karşı alternatif arayı- şını ve direnişi zayıflatmak! Davos'un gündemini, "kapitalizmin anlamı "ve "globalleştirmenin sürdürülmesi" temalarının belirlemesi, dünyanın yönetimi üzerinde söz sa- hibi olan çevrelerde sorunlar ve tepkiler karşı- sında yaşanan çözümsüzlüğe işaret ediyor ve gelecekte büyük sarsıntıların yaşanması olası- lığından doğan korkulan yansıtıyordu. ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK "Aşk"ın Ekonomisi Toplum yeni yıla aşkla girdi. Etnik ve dinsel kışkırt- malarla birbirierini boğazlayanlann, trafikten teröre ölümlerden ölüm beğenenlerin toplumu, çelişki ku- ramını kanıtlarcasına, birdenbire aşkı anımsadı. Tarih ünlü aşk öyküieriyle doludur. Yalnız 1996 Tür- kiyesi'nde öyle "sıradan aşk" yaşanmıyor; sıra dışı "aşk dalgası" yükseliyor. Aşk kavramı her yanı sarıyor. Sa- nattan siyasete, aşk üzerine çeşitlemeler artıyor. Ki- mi köşe yazarları aşkı ve sevişmeyi güncelleştiren ya- zılar yazıyor; TV programları ilginç aşk öyküleri işli- yor. "Hertürlüsömürüye"karşıçıkmayıöngörenye- ni siyasal parti daha kurulurken düşünsel yapısında aşka da ayrı bir önem verdiğini açıklıyor. Aynı günlerde, "Sarah-Musa"aşkı patladı, daha doğrusu biri çocuk yaşta iki gencin "imam nikâhıyla evlenmeleri" Türkiye'de esen aşk fırtınasına ulusla- rarası birboyut kazandırdı. Turizm Bakanı, "Sarah'ya sahip çıkacaklannı" açıkladı; bu konuda bir "ön ça- lışma" yapıldığını, bunu ikinci birraporun "izleyece- ğini" kamuoyuna duyurdu. Çocuk yaşta bir Ingiliz kı- zın "başını bağlamasına" dayanılarak, bu aşkın, da- ha çok dinsel yönü öne çıkanldı; Haçlı Savaşlan'na taş çıkartacak bir Islam-Hıristiyan kavgası gündeme getirildi; insan haklanna, kişisel özgürlüğe bir saldın sayılması gereken "bekâretkontrolü"unutturuldu; bu aşka her gözü yaşlı aşkta olduğundan daha büyük ağıtlar yakıldı. • • • Aşkın ekonomisi, çok yönlüdür; gerçekte ekono- mi sözcüğü Yunanca "evyönetimi" anlamına geldi- ğine göre bu ilişki çok eskilere gidiyor. Burada yal- nızca büyük önem taşıyan "nüfus artışı" ve "çocuk işçiliği" üzerinde durulacaktır. Nüfus sorununun büyüklüğünü ya da hamileliğin son aylan gibi nasıl "büyümekte olduğunu " anlatmak için basit bir karşılaştırma yeterlidir. Bundan yakla- şık 30 yıl önce 1965'te Türkiye nüfusu 32 milyon, Is- panya'nın nüfusu da 31.6 milyonla bunun altınday- dı. Günümüzde ise Ispanya'nın nüfusu 40, Türki- ye'nin nüfusu da 62 milyon dolayındadır. Geçen30 yılda "aşklanyla ünlü" Ispanyollara 22 mil- yon fazla çocuk yaparak büyük fark attığımıza göre, bu yıl başlayan geleceğin yoğun aşklı yıllarında "far- kın genişleyeceğı" söylenebilir. Bu nedenle Türkiye, aşk sarhoşlukları yaşarken hızlı nüfus artışını sınırla- yan polrtikalan da geliştirmek zorundadır. • • • Bu nokta bir yana güncel sorun, çocukların ve gençlerin eğitim, sağlık, barınma, kültür ve sanat alanlarında "gerçek durumlan" ve bunun için "top- lum" olarak neler yapıldığıdır. Ülkemizde "çocuklara ve gençlere ilişkin sayısal veriler" yok denecek ka- dar azsa da Devlet Istatistik Enstitüsü (DİE), çok olumlu bir tutumla, bir "çocuk istihdamı" araştırma- sı yaptırmış bulunuyor. DİE bulgulanna göre 1994 Ekimi'nde, yaşlan 6-14 arası olan çocukların sayısı yaklaşık 11.9 milyondur. Bu çocuklann 1.5 milyondan çoğu, yaklaşık yüz- de 13'ü eğitim-öğretim sürecinin tümüyle dışındadır; herhangi bir "öğrenim kurumuna devam etmemek- tedir". Toplumsal yapı, "hersekiz çocuktan birinin" yetenek ve becerilerini geliştirmelerine olanak vermi- yor; onlan daha "doğuştan" toplumun dışına itmiş olu- yor. Çocuklann "bir milyondan çoğu", yaklaşık yüzde 8.5'i, üretim ve hizmet işlerinde "çalışmaktadır". Bu- na göre Türkiye'de "ekonomik faaliyette bulunan her 100 kişiden beşi" 6-14 yaş grubundaki çocuklardan oluşmaktadır. Çoğu kırsal kesimde ve gecekondu- larda yaşayan bu çocuk işçilerin, "ev işlerine yardım edenlerle birlikte" toplam sayıları 3 milyon 347 bine yükseliyor. Aşk ve sevgi sözcüklerinin örtmemesi ge- reken acı gerçek, Türkiye'de, çocukların ve gençle- rin haklanna ilişkin uluslararası sözleşmelerin çiğ- nendiği ve "ner üç çocuktan birinin emeğinin sömü- , rüldüğü"üür. Bir nokta daha var. Bu bir milyon çocuk işçinin yaklaşık 800 bini, yani beşte dördü, "kendilerine emeklerinin karşılığı hiçbir ödeme yapılmayan" üc- retsiz aile işçisıdir; yalnızca kalan yaklaşık dörtte bi- rine ise "asgari ücret"\n bile altında bir ücret ödeni- yor. Kaldı ki, yukandaki sayılar, geçen günlerde, Fa- tih'te beşi bir arada intihar etmek isteyen ve aşk tut- kunu basın-yayında sorunlan hemen hiç gündeme ge- tirilmeyen "sokak çocuklannı" içenmiyor. DİE, tam bir dürüstlükle, çocuk işgücüne ilişkin anket, "Hanehal- kı anketi olduğundan, bu uygulamada sokaklarda yaşayan çocuklar anket kapsamı dışında tutulmuş- lardır" diyor. Eğitimsiz bırakılan, emeği sömürülen ve sokağa atı- lan milyonlarca çocuğumuz ne tür aşklanmızın so- nucudur. Yada, nedersiniz, her gün yeni birbiçimi "toplum- sallaşan" aşk tutkusu, geçmiş aşklanmızın bu temiz ürünlerini "kapsam içine" alacak ve sorunlanna çö- züm üretecek mi? ÇEAŞ'ta ıısıdsüz kongre iddiası ADANA (Cumhuriyet Güney tlleri Bürosu) - Özel denetçinin düzenlediği tartışmalı genel kurulla ikinci kez yönetıme gelen Uzanlar'ın "yerlerini pekiştinnek''amacıyla diizenlemeye kalkıştıklan 16 şubattaki genel kurulun usulsüz olacağı öne sürüldü. Söz konusu yanlışhğın genel kurul ilamndan kaynaklandığı bildirildi. ÇEAŞ'ta 16 şubatta genel kurul düzenlenmesi amacıyla Uzan yönetimince gazetelere verilen ilk ilanda küçük ortaklann toplantıya nasıl katılacaklan belirtilmemişti. Söz konusu unutkanlığın farkına vanlması üzerine Uzanlar, 2 şubat günü gazetelere yeni bir ilan vererek küçük ortaklann genel kurula nasıl katıîacaklanna ıüşkin eksikliğı gıdcıdıler. Aneak bu kez de önceden ilan edilen 16 şubat tarihine endekslı süre konusunda yanlışa düştüler. Ticaret Hukuku uzmanı avukat Zafer Saka, söz konusu durumla ilgili olarak Cumhuriyet'e verdiği demeçte, ilk genel kurul ilanının yasaya uygun yapılmadığı için geçersiz olduğunu, bunun ikinci ilanla en azından süre bakımından düzeltilmiş sayılamayacağını belirterek "Çünkü, anonirn şirkeller gend kurul çağnlannın ilan edildikleri günJe genel kurul toplantı günleri hariç, toplanü tarihinden itibaren en az iki hafta önce yapılması gerekir. Bu durumda ÇEAŞ'ın genel kurul tarihinden on üç gün önce yapılan ilan, geçeıii bir ilan değildir. Aynca, böyle bir çağn >apma>-a SPK'nin atadıgı kişiler görevüdir. Ajnca, bö>1e bir çağn yapmaya SPK'nin atadığı kişiler görevlidir. Halen bu kişiler göre\den aiuimadığı gibi. ticaret sicilindc de görev kayıtlan silinmiş değildir. Şirketin temsilinin tartışmalı olduğu bir ortamda genel kurul adı altında yapılacak toplanü da geçersiz oiur" dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle