Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 ŞUBAT1996 PAZAR
12 KULTUR
İŞCİİŞARET FİŞECİ ZEKİ COŞKUN
Medyatörlerin köruçuşu'öruçuşlara, McCarthyciliklere, himmet dilenmelere, işkence yapan ve
işkence gören polislere.. bütün bunlarla birlikte işlerini hâlâ büyük bir
iştahla ve şatafatla. gösterişle sürdüren medyatörlere bakınca, insan,
Türkiye bir ada mı diye sormadan edemiyor. Dört yanı sularla çevrili, anakaradan Şimdi, o "güç"ü oluşturan öğelerin hiçbiri söz konusu değil medya ve medyatörler
kopuk, kendine mahsus iklimi, zamanı, gerçekleri olan apayn bir dünyada mıyız? için. Tam tersi geçerli: Medyanın, medyatörün dini, vaazı "güce tapmak".
ya, kendi eylemliliğiyle; köruçuşuyla maskara oluyor. Oysa, medya bir
güç olarak sunuyor kendisini. Ve öyle. Sözü, düşünceyi, inancı, o dönem için
kutsal gerçeği temsil edenlere medyatör deniyordu. Gücü buradan geliyordu.
Kimse meraklanmasın. düşünce ve ya-
zı hırsızlığı mahkemece tescilli Aykut
Işıklarda sevinmesin, "Medyatör" prog-
ramı değil konu. Kardakçılar. bayrakçı-
lar, savaşçılar da değil. Burada "medya-
tör" kimliği, medya terörii tartışılacak...
Her terörde olduğu gibi, medyanın da
sonunda dönüp kendisinı vurmasından
söz edilecek.
* • •
Kimine göre şeytani, kimine göre mu-
cizevi güce sahip olan medya, aslında
bir ortamın. düzeneğin, aygıtlar silsile-
sinin genel adı. Ortamın aktörlerine, dü-
zeneğin ve aygıtlar silsilesinin içindeki-
lere, bir anlamda ortam hazırlayıcılara
"medyatör" deniyor.
Sözcük, daha kitle iletişim aygıtlan
doğmadan. ılkçağlardan beri kullanılı-
yor. "Medyatör" sözünün bilinen ilk kul-
lanımı da Hıristıyanlığın yayılma döne-
mine rastlıyor. Mısyonerlere, rahiplere.
papazlara, "medyatör" deniyor. Medya-
tör, kapı kapı dolaşıyor, insanlan dıne
davet ediyor, "İyi insan, iyi yurttaş, iyi
dindar" olmaya çağınyor.. ınanç yoluy-
la kamu düzeninin oluşumuna ortam ha-
zırlıyor.
O dönem bire bir-yüz yüze iletişim söz
konusu, Ama her eve bir papaz buluna-
mıyortabii ki. Oysabugün herevde, her
yerde onlarca, yüzlerce papaz, yani med-
yatör var!
llkçağdakılerle günümüz medyatörle-
ri arasında hal, tavır. rol benzerlıkleri ol-
sa da konum, icraat. tabii kı sonuçlar
epey farklı. Özellıkle de Türkiye'de.
Mesleğin öncüleri, ısmin ilk sahıpleri
"vaaz edilmiş gerçek"ın, "Tann kela-
mı"nın sözcüsü, iletıcisiydi. Modern -
belki de postmodern- medyatörlerse va-
az edilmiş değil, kurgulanmış, üretilmış
"gerçek^in ileticisi. Galıba bu temel
farklılık günümüz medyatörlerini "köru-
çuş^ yöneltiyor.
Köruçuş. esrime. kendinden geçme
halı. Uyuşturucu bağımlılannda yaygın.
Terim, havacılıkta da kullanılıyor: Onü-
nü görmeden uçuş... Son örneği: Onno
Tunç karla kaplı tepelere çakıldı. "Beyaz
ölüm" dendi, dramatıze edıldı. Gerçek-
ten dramatikti. Orada kalmadı, medya -
görevi gereği- uçuşun ve düşüşün ardı-
na düştü. Görüldü ki "havada anarşi
var": Bastınyorsun parayı, alıyorsun li-
sansı, uçuyorsun...
Öteki köruçuşlar
Onna Tunç ıçın yanıp yakınıldı, o ka-
dar. İyi de. belgeli ama ehliyetsiz "köru-
çuş" sadece havada mı? Kara trafiğinde-
ki, hadı aynı terimle söyleyelim anarşi-
terör nereden geliyor? Pekı, bu uçuş tut-
kusunun ilk temsilcisi, "siviJ havacılık"ın
-ye anarşınin- önünü açan kım? Turgut
Ozal,ülke dümenıni keyfince yönlendir-
diği iktidar koltuğuna kurulduğu gıbi
uçaklann pilot koltuğuna da aynı çocuk-
su tutkuyla oturmadı mı? Mahdum Ah-
met Bey, "uçuş bröveü" ilk sivillerimiz-
den ve fıatta uçak şirketı sahiplerimizden
(Sultan Air) değil miydi?
Buralara gidilmedi. Çünkü "medya"
ve "medyatör" kimliği tam da o ilk uçuş-
larla oluşmuştu, kendilenni orada bul-
muşlardı. O gün bugün köruçuş sürüyor.
Oylesine sürüyor ki, değil önümüzü
görmek, göz gözü görmüyor.
Uçaktan önce. medya Levent'te Sa-
bancı Center'ı mekân tutmuştu. Üç ölüm
var orada. Aynı gün Eyüp'tepolisin yüz-
lerce insanla birlikte gözaltına aldığı bir
gazeteci ölüyor. Ve daha öncesınde, ga-
zetecinın öldürülmesine. yüzlerce gözal-
tına yol açan hapıshane olaylan.. orada
da dört ölüm var. Ama medyatörlerden
biri, tam da gazetecinin ölümü örtbas
edilmeye çalışılırken. "hapishane kış-
Onno neyaptı'ı
Medya, "olay" peşindedir. Onno Tunç'un
ölümü "spektaküler", tam aranan türden
bir olaydı. Hemen peşine düşüldü...
Neredeyse medya, bu kez de "haber
peşinde" kurban verecekti. Uçak enkazını
arayan bir tv ve gazeteci ekibi donma
tehlikesi geçırdi.("|Olay"ın peşine böylesi
cansiperane düşen medya, her nedense
olayın kendisine bakmayı akıl edemiyor...
Onno Tunç'un ölümünden önce varlığı.
yaşantısı ve işi başlı başına "olay"dı.
Övgülerin, ağıtlann ötesinde olay!
1990'lar "pop patlaması"nın ardında onun
imzası son derece net, açıkça duruyor.
Ama işin rengini onun kadaraçık, dürüst
ifade eden de yok. Onno Tunç. "Yaptığunız müzik, sanat
falandeğil,piyasaişiyapıyonız"diyordu. Frigya Gamı'nı
kullandığınızda, aksak ritimlere girdiğinizde, değil
Anadolu'da, bütün Akdeniz havalisinde insanlann bir
yerlerinı kıpırdatacağınızı açıkça söylüyordu.Bu "gam"ı
ve ritmi yakalamak da bir şeydir elbet. Önemli bir şeydir.
Bu toprağın ıkJımini, dokusunu, ruhunu, ona dokunacak
nağmeleri bilmek gerekir.
"Piyasa işi" için bile böylesi donanım
gerekir. Onno Tunç, o donanıma sahipti.
Çok daha önemlisi: Garo Mafyan - Onno
Tunç ikilısı, Türkiye müzik kültüründe
yüzlerce yıllık bileşimin, geleneğin galiba
son halkasıydı. Farklı ulus ve dinlerden,
farklı kûltürel kökenlerden gelselerde bu
ülke insanlannın "ortakduyum
alanlan"na sahip olduğunu gösteren
bileşim ve gelenektir bu. En uç örneği,
"Osmanu sehir musikisi" -bugün Klasik
Türk Müziği olarak anılan- alaturkada ilk
kez notasyonu gerçekleştiren Hamparsum
Efendi'de (Lunoncuyan)bulunabilir. Yine
alaturkada son örnekler kapsamında Aleko
ve Yorgo Bacanos, Artaki Candan, Bimen Şen anılabilir.
Virtüözitede unutulmaması gereken Udi Hırant— Onlann
XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın ilk yansında
gerçekleştirdikleri "beste-tcra" bütünlüğü, yüzyıl
sonlannda şehir müziğinin yenni alan "pop" alanında
Onno Tunç'un imzasını taşıyordu. Gündelik olay
peşindeki medyanın değilse bile, müzik üstatlannın bu
noktayı görüp tartışması gerekmiyor mu?
kırtmaian karşısında medyanın sağdu-
>usunu, serinkanlıuğmı kutlamak" ge-
reğini duyuyor!
Mahkûmlar beyinleri parçalanarak öl-
dürülüyor. Hastaneye kaldınlanlarpolis-
çe dövülüyor, tedavi engelleniyor. Bun-
lann "rutin haber" halinde geçiştirilme-
si "sağduyu" olarak kutlanıyor.
Sabancı cinayeti, gazetecinin öldürül-
mesi iç içe geçmiş. Köruçuş sürüyor.
Emniyet Müdürü, ekrandan ekrana
dolaşıyor. "Katillerin kimliğinin saptan-
dığı"nı, bu arada öldürülen gazetecinin
gözaltına alınmadığını da açıklıyor. Gö-
zaltılar için de. "Kamu görevi sırasında
olur böyle şeyler"diyor. Emniyet Müdü-
rü'yle söyleşen medyatör, bunun üstüne
"Ama arada olan bize oluyor, bizim ar-
kadaşlanmız dayak yiyor, adamlannıza
söyleseniz de biraz dikkatli olsalar" di-
yor! Müdür, "Tabii, tabii" diyor ve böy-
lece mesele hallediliyor.
Ama yine bitmiyor. Aynı medyatörün
yönettiği haber bülteninde ertesi gün,
" Sabancı soruşturmasuun yönünii değiş-
tirebiiecek araştınn?" geliyor: Sabancı
Center'ın temizlik işlerini üstlenen fir-
manın sahibinin eski bir sendikacı oldu -
ğu, dahası TKP davasmdan yargılandığı
açıklanıyor... Sanıklardan biri "temizlik
fırması elemam" değil mi. ışte bir bağ!
Dahası var, yine Sabancı Center'ın gü-
venliğini üstlenen firmanın sahibi de es-
ki birpolismiş, üstelik "Pol-Der"li, yani
solcu!
Köruçuştaki medya ve medyatörler
McCarthyciliğe soyunuyor.
Bu dehşetengiz soruşturmayı yüriiten
medyatör, himmet dilendiği Emniyet
Müdürü'nün daha önceki (Ankara'da)
manfetlerini anımsamıyor: Memuryürü-
yüşünü bızzat dayakla püskürttüğünü, 1
Mayıs'tabırmilletvekılininibretiçindö-
vüldüğünü anımsamıyor.
"Sabancı dosyası",olabilecek, olama-
yacak tüm bağlantılanyla sorgulanıyor.
Aynı sırada gazetecinin otopsı raporu,
dayaktan öldürüldüğünü ortaya koyuyor.
Yalana yer kalmıyor."Failler bulunsun"
deniyor. Medya, içinden verdiği kurba-
na nihayet sahip çıkma gereği duyuyor.
Nihayet birtakım polisler sorgulanı-
yor. Bu kez de sorgulanan ve serbest bı-
rakılan polisler " İşkencegördük"diyor...
Bir zamanlar "Kahrolsun insan haklan"
diye yürüyüş yapan polisler, işkence gö-
rüyor! O da haber oluyor. Medya -haklı
olarak- bu iddialara aracılık ediyor, sa-
hip çıkıyor.
Ama bugünkü emniyet müdüründen
önce Istanbul'da görev yapan müdürün
sicili; 1980'de Manisa'dateftişsırasında
polisleri rehin aldığı, nezarethaneye ka-
patıp dövdüğü, memurlann rapor aldığı,
müdürün 3 ay hüküm giydiği, köruçuş sı-
rasında görülemiyor.
İşkence sanığı emniyet müdürüyle bir-
likte törenlerle Meclis'e uğurlanan eski
Emniyet Genel Müdürü'nün de bir za-
manlar "Pol-Bir"üyesi olduğunun, ülkü-
cülüğünün görülemediği gibi... Şiddetin,
işkencenin bu ülkede "güvenlik" ve "so-
ruşturma"nın ana yöntemi olduğu, bu-
nun en tepeden en aşağiya kademe ka-
deme ivme kazanarak uygulandığı görül-
müyor.
Türkiye bir ada mı?
Köruçuşlara, McCarthyciliklere, him-
met dilenmelere, işkence yapan ve iş-
kence gören polislere.. bütün bunlarla
birlikte işlerini hâlâ büyük bir iştahla ve
şatafatla, gösterişle sürdüren medyatör-
lere bakınca, insan, Türkiye bir ada mı
diye sormadan edemiyor. Dört yanı su-
larla çevrili, anakaradan kopuk, kendine
mahsus iklimi, zamanı, gerçekleri olan
apayn bir dünyada mıyız?
Oylesine apayn bir dünya ki sözcük-
lerin, eylemlerin anlamı her an değişiyor
Söz, onu üreten ve bütünleyen "düşün-
ce"den yoksun sanki. Işte buna "köru-
çuş" deniyor olsa gerek.
Yine yakın bir örnek: Başka bir ulu-
sun "bağunsıziık savaşını desteklemek"
üzere, bu ülkeden bir takım insanlar, bu
ülkenin gemisini bu ülke karasulannda
kaçınyor.
Bu ülkenin medyası ve medyatörleri o
insanlan "direnişçi" dıyerek, -neye, ki-
me direniyor burada bu adamlar?- "ey-
femcTdiyerek
<
*suç"tan anndîrrp kutsu-
yor. Eyleme "terör",eylemcilere "terö-
rist" diyenler yine medya içinde tehdit
ediliyor.
Medya, kendi eylemliliğiyle; köruçu-
şuyla maskara oluyor.
Oysa, medya bir güç olarak sunuyor
kendisini. Ve öyle. Sözü, düşünceyi,
inancı, o dönem için kutsal gerçeği tem-
sıl edenlere medyatör deniyordu. Gücü
buradan geliyordu. Şimdi, o *güç"ü
oluşturan öğelerin hiçbiri söz konusu de-
ğil medya ve medyatörler için. Tam ter-
si geçerli: Medyanın, medyatörün dini,
vaazı "güce tapmak".
Güce tapınma ve tapındıklannın göl-
gesinde kendilerini birer "güç" olarak
sunma yanşı egemen bugün medyaya.
Televizyon alıcılannın henüz her eve gir-
mediği dönemlerde bir reklam vardı: Ah-
met Bey. Tv aletine yaslanıp "Benim te-
levizyonum iyidir" diyordu. Şimdi tüm
medyatörler, bırer Ahmet Bey. Onun gi-
bi bir "reklam figüranı" olmaktan öte
gidemiyorlar.
• * *
Onca köruçuş içinde bir de "aşk"ı
"devrim", "devrim"i "aşk" olarak nite-
leyen, benımseyen, sunan oluşum var...
Belki bu, söze, düşünceye yeni bir an-
lam, içerik ve hepsinden önemlisi belki
söze, düşünceye yeniden güç, onur ka-
zandınr... Belki de Türkiye, köruçuşla-
nn sürdüğü bir ada olmaktan o yolla kur-
tulur!
KOŞEBENT
ENİS BATUR
Aynaya Bakıp
Ortalama idraklı bir yarım-aydınımız, bir yazanmı-
zın kahramanlarından söz ederken, "bizim insanı-
mız"\n Batılılar gibi merhametduygusundan, yardım-
laşmaktan, sıcaklıktan yoksun olmadığını belirtiyordu
geçenlerde. Bu yanm-aydınımız Türkiye sınırlarının
dışına hiç çıkmamış, "yabancı"larla hiç ilişkı kurma-
mış biriydı ama onları iyi tanıdığından şuphe duymu-
yordu elbette: Ne de olsa bir genel kanı değil miydi
dile getirdıği?
İçe kapanık ülkelerin ınsanları böyle rahatlıyorlar
genellikle: Kendimize yönelik kımi olumlu değerlen-
dirmeleri yaparken de, ötekilere yönelik karalamala-
ra girişirken de aslında dayanaksız, ölçüsüz, yeri gel-
diğinde de çelişkıliler: "Bizzaten adam olmayız" sö-
zünü en sık onlardan duyanz. Aslına bakılırsa ne Türk-
leri, ne de yabancılan beğenmemek hastalığına tutul-
muşlardır: Bir tek kendilenni beğenirler.
Bizim merhametli, yardımsever, (olumlu yönde) sı-
cak kanlı olduğumuz da bir önyargı gerçekte, "öteki-
ler"\n öyle olmadığı da. Bu genellemeler, insanlan ta-
nımadığımızı, bir ölçüde tanımışsak da işimize böyle-
si geldiği için ileri gerı konuştuğumuzu gösteriyor ba-
na kalırsa.
Geleneklerımizden, ulusal (olduğunu savunduğu-
muz) özelliklerımızden söz etmeden önce, yakın ve
uzak çevremizde yıllardır karşılaştığımız davranışlan
incelemeye gırışsek acaba nasıl bir tabloyla yüz yü-
ze geliriz? Kurukuruya memamet duyguları besleme-
yi bir yana koyalım: Karşılığını beklemeden, gosten-
şini yapıp cakasını satmadan, kendiliğinden sık sık
acıma duygusuyla yardım elini gereksinim duyacak-
lara uzatan kaç kişi tanıyoruz?
Acıma duygusu gelişkın, yardımseverlik dozu yük-
sek hayvanseverlenn Adliye'de insanlara saldırdığı;
konukseverlerimizin turistlere önce tecavüz edip son-
ra öldürdüğü; polisin göstericileri öldüresıye dövme-
diğinde onları hakarete boğduğu; stadyum dolusu
seyircinin ağız dolusu sövüp saydığı; öğretmenlerin
öğrencinin kulağını koparttığı; güvenlik görevlisinin
milletvekili, milletvekilının hostes, hostesın yolcu hır-
paladığı; gazetecinin gazeteciye, medyumun medu-
ma, sporcunun sporcuya, şarkıcının şarkıcıya en ağır
sözler yetmediğinde el kol hareketleriyle yüklendiği ül-
ke nerede acaba?
Denilebilir ki: Yabancı ülkelerde neler olmuyor ki:
Ben olmuyor, olmaz demıyorum zaten. Gelişkin ülke-
lerde bunian korumaya özen gösteren, bunu ış edi-
nen insanlar, kurumlar, sıvıltopluluklarçoğunluktadi-
yorum: Hersapmanınciddıyaptınmlardoğurduğu, iş-
lemlerin sıkı sıkıya takip edildiği, toplumun genel de-
ğerlerinin korunduğu diyarlann insanları ahlaki değer-
lerin! evrensel haklara dayandırmayı çoktan öğrenmış-
lerdir.
Biz, Danimarkalıların, ingilızlerin, Polonyalıların,
Avusturyalıların fakir, sakat, yaşlı, işsiz, çaresiz insan-
lar karşısında duyarsız, aldırışsız, gaddar olduklannı
sanıyor, öyle olduklannı umuyor, ama aldanıyoruz. Bi-
reylerin dayanışma politikaları, bireylerın rol üstlendi-
ği dayanışma kurumlarının perfoımanslan yıldan yıla
gelişmektedir bu ülkelerde. Bana Neo-Nazileri, hooli-
gan'ları, değerleri her türlü şirazeden çıkmış çevrele-
ri göstermeyin boşuna: Onlar yok dıyen kım, onlar
kendi toplumları tarafından hoşgorüluyor, bağışlanı-
yor mu sanıyorsunuz?
Bizim temel yanılgımız, kendımızı başkalarına yük-
lediğimız uydurma özelliklere dayanarak aklama ça-
basına girmemızde biçimlenıyor. Geçmişimizden
olumlu sahneler derlıyor, Osmanlı'nın hoşgörüsüne,
Cumhuriyet'in idealist ınsanına gonderme yaparak
ayakta kalmaya çabalıyoruz. içimızden birilerı mas-
keleri yırtmaya kalkıştığında onlan hain, dışımızdan bi-
rileri eleştırel bir yaklaşımda bulunduğunda onlan düş-
man ilan edıp bıçaklarımızı bilemeye koyuluyoruz.
Aynaya bakıp kendisini olduğu gibi görmeye baş-
lamayan bireyler de, toplumlar da yenı bir ıçerık, ye-
ni bir biçim kazanmak ıçın adım atamazlar. Görüntü-
leri, cevherleri bozuşmayı, çürumeyi, çöküş hazırlık-
lannı sürdürürken ne kadar daha avunabilirler?
Hamiş: Geçen hafta "İdea" Yayınevi'nden sözet-
miştim ya, yıllardır bildığimız "İdea" Yayınevı değilmış
o, yeni bir kuruluş dupeduz isım korsanlığı yapmış:
Düşünebiliyor musunuz, bayiden Cumhuriyet istiyor-
sunuz, size bambaşka bir Cumhuriyet verse ne ya-
parsınız?
Nikılap Kitabevi, Gülmece
Dizisi'ne başlıyor
Kühür Servisi - fnkılap K.ıtabevi, editörlüğünü Turgut
Çeviker'in üstlendiğı edebiyat, kankatür ve çizgı
romanı içeren çok kapsamlı bir 'Gülmece Dizisi'ne
başlıyor. İnkılap Kitabevi. bu amaçla 'Aziz Nesin
Gülmece Öyküsü Ödülü' düzenledi. Ödüle ıki
kategoride de yayımlanmamış yapıtlarla
katılınabilecek ve ödül kazanan yapıtlar İnkılap
Kitabevi, 'Gülmece Dizisi' arasında yayımlanacak.
Ödül tutan 20'şer milyon olarak belirlenen 'Aziz
Nesin Gülmece Öyküsü Ödülü'nün seçici kurulu Tank
Dursun K Ferit Öngören, Konur Ertop, Feridun Andaç
ve Ali Nesin'den oluşuyor.
'Şuçocuğabak, negiizdde dansediyor
CUMHUR CANBAZOĞLU
"Gene Keüy ölümle penceleşijor.
Yağmurda Şarkı (Singing in the Ra-
in) ve Paris'te Bir Amerikalı (An
Amcrican in Paris) gibi unutulmaz
müzikaJlerin yıldıâ, art arda geien
birkaç kalp kıizinden sonra gûnleri-
ni >atağında hareketsiz geçiriyor".
Yaklaşık bir aydır Batı basınında
çıkan bu tür haberler Gene KeDy hay-
ranlannı bir bakıma 'kötü son'a ha-
zırlamıştı. Ajanslardan geçilen not-
larda 83 yaşındaki aktörün Beverly
Hılls'teki vıllasında 1990'da evlen-
dığı 3. eşi Patricia. ilk iki e\liliğin-
den çocuklan Kerry, Tim ve Brigit-
te ıle birlikte ölümü bekledıği; yan
felçli aktörün günden güne endığı
belirtıliyordu. Villanın kapısındaga-
zetecıler ordusu kamp kurmamıştı.
ama Kelly'nin hasta yatağındakı fo-
toğraflannı çekmeye çalışanlar var-
dı. Birdostu basma şöyle bıraçıkla-
mada bulunmuştu: "Yatakta Gene
>erine gölgeri yaöyor. Çok kilo vitir-
nıLş, konuşamı>or; ama gözlerinden
savaşmadan gitmek istemediği anla-
liTOr.
Kelly'yi düzenli kontrolde tutan
doktorlar ölümünden sonra TV ka-
meralan önünde, 83 yaşındaki yıldı-
zın tekrar ayağa kalkma azmınden
çok etkınlendiklerinı söylediler. On-
lara göre Kellv'nın geçırdıği kalp
krizlennden sonra yasaması muci-
zeydı. Uzun süre dans ermenın ge-
tırdiğı avantajla bugüne kadar gele-
bılmiştı.
Kelly'nin ölümü Amerika'yı
üzüntüye boğdu. ABD Başkanı BÎU
Clinton, ünlü yıldızm ölümünü öğ-
renır öğrenmez yayınladığı mesajda
Gene Kelly'nin, Amenka'nın yetiş-
tırdıği en büyük sanatçılardan biri
olduğunu belirterek Kelly'nin ailesı-
ne gereken her türlü yardımda bulu-
nacağını söyledı. Çeşitlı fılmlerde
birlikte kamera karşısına geçtiği bir
başka unutulmaz müzıkal yıldızı
Esther VVTlliams'ın 'görüp görebüe-
ceğiniz en büyük yetenek' diye ta-
mmladığı Gene Kelly. 'Singing İn
The Rain'deki rol arkadaşı Donald
O'Connor'a göre ise 'İnanılmazde-
recede enerjik, zeki ve çok başanlı
bir sanatçıydr.
Amerıkan müzıkallerinin altın
yıllanndan geriye kalan son yıldız-
lardan olan Kelly, birkaç yıl öncesı-
ne kadar 'çakıgibi' bir fızıkle kame-
raların önüne çıkıyordu. 77 yaşında
kendisınden 50 yaş küçük Patncia
ıle evlenmıştı. 1994 Temmuzu'nda
gelen kalp krizinden sonra uzun sü-
re hastanede tedavi görmüştü. Geçen
şubatta kriz ikinci kez yokladı onu.
Hastaneden çıkarken söylediklen bi-
zim televızyonlarda da yayımlan-
mıştı. "Minik bir krizdi bu. Benim
gibi ihtiyar bir kurdu öldürmevc gü-
cü yetmedi". Ama sonbahardan bu
yana kalp krızleri Kelly'nin yakası-
nı bırakrnadı. Artık yataktan çıka-
mıyordu. Anlatılanlara göre sabah-
tan akşama dek v ıdeoda eski kome-
dılennı ve müzıkallennı ızliyor ve
devamlı ıçkı ıçıyordu. "Şu çocuğa
bak, ne güzel de dans ediyor".
Öykü böyle, sınema literatürüne
'kasİan kadar beyni de güçiü yıldız'
olarak geçen Gene Kelly'nin muzi-
kal dünyasındaki yen. Fred Asta-
ire'den sonra geliyor. tkisinin de
kendine özgü çizgilen var. Astaıre,
artistik dansa daha yatkın olduğun-
dan hep bir adım önde gittı. .Ama
özellikle Vincente MinelH'nin 'Mü-
rikaUn Altın Çağı' (Zıegfeld Follies-
1946) filmınde stillennin çok iyi
uyuşabıleceğı görüldü. Atletık yapı-
sıyla yeni birdansçı figürü getınmış-
ti Kelly. Kaslı kollan ve bacaklany-
!a müzikale akrobatik özellikleri ta-
şımıştı. Astaıre ise rakibine oranla
daha hafif ve estetikti...
Bıyografılerinde Kelly'nin çok
okuyan, entelektüel bin olmasının
yanında günlük yaşamı da iyi tanı-
dığının, halkı başanyla gözlemleye-
bıldığının altı çızılıyor. Popüler te-
malı 'Şen Deıüzciler" fılmı bu yanı-
nın ne derece başanlı olduğunugös-
teriyor. Örnekler çoğaltılabılir; Mi-
nelli'nin 195l'de yönettiği 'Paris'te
Bir Amerikalı' da Gershvrin'ın mü-
zığı eşlığınde rafine, zekı, hoş bir sı-
radan adam var kameranın önünde.
Yine Stanley Donen ile birlikte yö-
nettiği 'Yağmurda Şarkı' filminde
Kelly. su kümecıklennın üzennde
oradan oraya zıplayarak popüler
dansı müzikale ıvıce yerleştınyor-
du. Mmelli'nın 'Kara Şeytan'ında
(The Pırate), Judy Garland'm ya-
nında. George Sydney'in 'Üç Silah-
şörler'ınde. yine Mınelli'nın 'Eglen-
cekrBeklesi'nde, Stanlev Donnen ıle
birlikte çektıği 'Can YöMaşlan'nda
hep aynı çızgideydı Kelly.
GeorgeCooker'ın Üç Dünya Gü-
zelı'nden (Les Gırls- 1957) sonra
müzikal yıldızlığından koparak ta-
mamen kameranın ardına geçti. An-
cak Kelly'nin serüvenı pek tatmın
edici sonuçlargetirmedi. 'AşkTüne-
B' (1957), 'Gigot' (1962), 'Evü Er-
keklere Kılavuz' (1967), 'Cici Kız'
(Hello Dolly 1969), 'Cheyenne So-
cial Clup'( 1970) filmlen gibi 'şöyle
böyle' dedırttı yalnızca.
70'üıe merdiven dayadığı günler-
de Olhia-Newton Jotın ile Michael
Beck'ın yanında 'Xanadu'adlı fılm-
le dansa döndü; müzikal tutkunlan-
na hâlâ formda olduğunu göstermek
ıstemıştı. Gene Kelly 195l'de 'Pa-
ris'te Bir Amerikalı' ile Onur Osca-
n'na layık görülmüştü. Oscar dave-
tıyesinde, 'oyuncu, şarkıcı, yönet-
men, dansçı ve koreograT diye sıra-
lanıp gıdıyordu özellikleri. Her fil-
mınde beyaz perdeyı rengârenk boy-
amıştı, müzikal tutkunlannı evlerine
hiç mutsuz göndermemışti.
GENE KELLY'NİN BAZI FİLMLERl
50 'yi aşhnfilmde oynayan ve II fılmde de kamera arkasma geçen Gene Kelly 'nm
önemlifîlmlerinden bazılan şövle: 'Pilot Number Fhv' (1943). 'Cover GıH' (Kapak
Kızı-1944), Lhingin a Big Way' (1947)/The Three Musketeers' (ÜçSılahşörler-1948).
'Take Me Out to the Ball Game' (1949). 'On The Town' (Kelly veStanley Donen 'ın or-
tak çalışması 1950 tarihim taşıvor). 'It s a Bıg Country' 11952), Singing ın the Raın'
(YağmurdaSarh 1952). "TheDevılMakes Three'(1952). 'DeepinMy Heart'(1955)
Kelly nin vönettığifılmler ise 'Invıtatıon to the Dance' (Dansa Davet-1956). 'The Hap-
pyRoad'(1957), TheTunnelofLove'(AşkTüneh-l95H). 'Let's KfakeLove'(1960).