25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 ŞUBAT1996 PAZAR 12 KULTUR İŞCİİŞARET FİŞECİ ZEKİ COŞKUN Medyatörlerin köruçuşu'öruçuşlara, McCarthyciliklere, himmet dilenmelere, işkence yapan ve işkence gören polislere.. bütün bunlarla birlikte işlerini hâlâ büyük bir iştahla ve şatafatla. gösterişle sürdüren medyatörlere bakınca, insan, Türkiye bir ada mı diye sormadan edemiyor. Dört yanı sularla çevrili, anakaradan Şimdi, o "güç"ü oluşturan öğelerin hiçbiri söz konusu değil medya ve medyatörler kopuk, kendine mahsus iklimi, zamanı, gerçekleri olan apayn bir dünyada mıyız? için. Tam tersi geçerli: Medyanın, medyatörün dini, vaazı "güce tapmak". ya, kendi eylemliliğiyle; köruçuşuyla maskara oluyor. Oysa, medya bir güç olarak sunuyor kendisini. Ve öyle. Sözü, düşünceyi, inancı, o dönem için kutsal gerçeği temsil edenlere medyatör deniyordu. Gücü buradan geliyordu. Kimse meraklanmasın. düşünce ve ya- zı hırsızlığı mahkemece tescilli Aykut Işıklarda sevinmesin, "Medyatör" prog- ramı değil konu. Kardakçılar. bayrakçı- lar, savaşçılar da değil. Burada "medya- tör" kimliği, medya terörii tartışılacak... Her terörde olduğu gibi, medyanın da sonunda dönüp kendisinı vurmasından söz edilecek. * • • Kimine göre şeytani, kimine göre mu- cizevi güce sahip olan medya, aslında bir ortamın. düzeneğin, aygıtlar silsile- sinin genel adı. Ortamın aktörlerine, dü- zeneğin ve aygıtlar silsilesinin içindeki- lere, bir anlamda ortam hazırlayıcılara "medyatör" deniyor. Sözcük, daha kitle iletişim aygıtlan doğmadan. ılkçağlardan beri kullanılı- yor. "Medyatör" sözünün bilinen ilk kul- lanımı da Hıristıyanlığın yayılma döne- mine rastlıyor. Mısyonerlere, rahiplere. papazlara, "medyatör" deniyor. Medya- tör, kapı kapı dolaşıyor, insanlan dıne davet ediyor, "İyi insan, iyi yurttaş, iyi dindar" olmaya çağınyor.. ınanç yoluy- la kamu düzeninin oluşumuna ortam ha- zırlıyor. O dönem bire bir-yüz yüze iletişim söz konusu, Ama her eve bir papaz buluna- mıyortabii ki. Oysabugün herevde, her yerde onlarca, yüzlerce papaz, yani med- yatör var! llkçağdakılerle günümüz medyatörle- ri arasında hal, tavır. rol benzerlıkleri ol- sa da konum, icraat. tabii kı sonuçlar epey farklı. Özellıkle de Türkiye'de. Mesleğin öncüleri, ısmin ilk sahıpleri "vaaz edilmiş gerçek"ın, "Tann kela- mı"nın sözcüsü, iletıcisiydi. Modern - belki de postmodern- medyatörlerse va- az edilmiş değil, kurgulanmış, üretilmış "gerçek^in ileticisi. Galıba bu temel farklılık günümüz medyatörlerini "köru- çuş^ yöneltiyor. Köruçuş. esrime. kendinden geçme halı. Uyuşturucu bağımlılannda yaygın. Terim, havacılıkta da kullanılıyor: Onü- nü görmeden uçuş... Son örneği: Onno Tunç karla kaplı tepelere çakıldı. "Beyaz ölüm" dendi, dramatıze edıldı. Gerçek- ten dramatikti. Orada kalmadı, medya - görevi gereği- uçuşun ve düşüşün ardı- na düştü. Görüldü ki "havada anarşi var": Bastınyorsun parayı, alıyorsun li- sansı, uçuyorsun... Öteki köruçuşlar Onna Tunç ıçın yanıp yakınıldı, o ka- dar. İyi de. belgeli ama ehliyetsiz "köru- çuş" sadece havada mı? Kara trafiğinde- ki, hadı aynı terimle söyleyelim anarşi- terör nereden geliyor? Pekı, bu uçuş tut- kusunun ilk temsilcisi, "siviJ havacılık"ın -ye anarşınin- önünü açan kım? Turgut Ozal,ülke dümenıni keyfince yönlendir- diği iktidar koltuğuna kurulduğu gıbi uçaklann pilot koltuğuna da aynı çocuk- su tutkuyla oturmadı mı? Mahdum Ah- met Bey, "uçuş bröveü" ilk sivillerimiz- den ve fıatta uçak şirketı sahiplerimizden (Sultan Air) değil miydi? Buralara gidilmedi. Çünkü "medya" ve "medyatör" kimliği tam da o ilk uçuş- larla oluşmuştu, kendilenni orada bul- muşlardı. O gün bugün köruçuş sürüyor. Oylesine sürüyor ki, değil önümüzü görmek, göz gözü görmüyor. Uçaktan önce. medya Levent'te Sa- bancı Center'ı mekân tutmuştu. Üç ölüm var orada. Aynı gün Eyüp'tepolisin yüz- lerce insanla birlikte gözaltına aldığı bir gazeteci ölüyor. Ve daha öncesınde, ga- zetecinın öldürülmesine. yüzlerce gözal- tına yol açan hapıshane olaylan.. orada da dört ölüm var. Ama medyatörlerden biri, tam da gazetecinin ölümü örtbas edilmeye çalışılırken. "hapishane kış- Onno neyaptı'ı Medya, "olay" peşindedir. Onno Tunç'un ölümü "spektaküler", tam aranan türden bir olaydı. Hemen peşine düşüldü... Neredeyse medya, bu kez de "haber peşinde" kurban verecekti. Uçak enkazını arayan bir tv ve gazeteci ekibi donma tehlikesi geçırdi.("|Olay"ın peşine böylesi cansiperane düşen medya, her nedense olayın kendisine bakmayı akıl edemiyor... Onno Tunç'un ölümünden önce varlığı. yaşantısı ve işi başlı başına "olay"dı. Övgülerin, ağıtlann ötesinde olay! 1990'lar "pop patlaması"nın ardında onun imzası son derece net, açıkça duruyor. Ama işin rengini onun kadaraçık, dürüst ifade eden de yok. Onno Tunç. "Yaptığunız müzik, sanat falandeğil,piyasaişiyapıyonız"diyordu. Frigya Gamı'nı kullandığınızda, aksak ritimlere girdiğinizde, değil Anadolu'da, bütün Akdeniz havalisinde insanlann bir yerlerinı kıpırdatacağınızı açıkça söylüyordu.Bu "gam"ı ve ritmi yakalamak da bir şeydir elbet. Önemli bir şeydir. Bu toprağın ıkJımini, dokusunu, ruhunu, ona dokunacak nağmeleri bilmek gerekir. "Piyasa işi" için bile böylesi donanım gerekir. Onno Tunç, o donanıma sahipti. Çok daha önemlisi: Garo Mafyan - Onno Tunç ikilısı, Türkiye müzik kültüründe yüzlerce yıllık bileşimin, geleneğin galiba son halkasıydı. Farklı ulus ve dinlerden, farklı kûltürel kökenlerden gelselerde bu ülke insanlannın "ortakduyum alanlan"na sahip olduğunu gösteren bileşim ve gelenektir bu. En uç örneği, "Osmanu sehir musikisi" -bugün Klasik Türk Müziği olarak anılan- alaturkada ilk kez notasyonu gerçekleştiren Hamparsum Efendi'de (Lunoncuyan)bulunabilir. Yine alaturkada son örnekler kapsamında Aleko ve Yorgo Bacanos, Artaki Candan, Bimen Şen anılabilir. Virtüözitede unutulmaması gereken Udi Hırant— Onlann XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın ilk yansında gerçekleştirdikleri "beste-tcra" bütünlüğü, yüzyıl sonlannda şehir müziğinin yenni alan "pop" alanında Onno Tunç'un imzasını taşıyordu. Gündelik olay peşindeki medyanın değilse bile, müzik üstatlannın bu noktayı görüp tartışması gerekmiyor mu? kırtmaian karşısında medyanın sağdu- >usunu, serinkanlıuğmı kutlamak" ge- reğini duyuyor! Mahkûmlar beyinleri parçalanarak öl- dürülüyor. Hastaneye kaldınlanlarpolis- çe dövülüyor, tedavi engelleniyor. Bun- lann "rutin haber" halinde geçiştirilme- si "sağduyu" olarak kutlanıyor. Sabancı cinayeti, gazetecinin öldürül- mesi iç içe geçmiş. Köruçuş sürüyor. Emniyet Müdürü, ekrandan ekrana dolaşıyor. "Katillerin kimliğinin saptan- dığı"nı, bu arada öldürülen gazetecinin gözaltına alınmadığını da açıklıyor. Gö- zaltılar için de. "Kamu görevi sırasında olur böyle şeyler"diyor. Emniyet Müdü- rü'yle söyleşen medyatör, bunun üstüne "Ama arada olan bize oluyor, bizim ar- kadaşlanmız dayak yiyor, adamlannıza söyleseniz de biraz dikkatli olsalar" di- yor! Müdür, "Tabii, tabii" diyor ve böy- lece mesele hallediliyor. Ama yine bitmiyor. Aynı medyatörün yönettiği haber bülteninde ertesi gün, " Sabancı soruşturmasuun yönünii değiş- tirebiiecek araştınn?" geliyor: Sabancı Center'ın temizlik işlerini üstlenen fir- manın sahibinin eski bir sendikacı oldu - ğu, dahası TKP davasmdan yargılandığı açıklanıyor... Sanıklardan biri "temizlik fırması elemam" değil mi. ışte bir bağ! Dahası var, yine Sabancı Center'ın gü- venliğini üstlenen firmanın sahibi de es- ki birpolismiş, üstelik "Pol-Der"li, yani solcu! Köruçuştaki medya ve medyatörler McCarthyciliğe soyunuyor. Bu dehşetengiz soruşturmayı yüriiten medyatör, himmet dilendiği Emniyet Müdürü'nün daha önceki (Ankara'da) manfetlerini anımsamıyor: Memuryürü- yüşünü bızzat dayakla püskürttüğünü, 1 Mayıs'tabırmilletvekılininibretiçindö- vüldüğünü anımsamıyor. "Sabancı dosyası",olabilecek, olama- yacak tüm bağlantılanyla sorgulanıyor. Aynı sırada gazetecinin otopsı raporu, dayaktan öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Yalana yer kalmıyor."Failler bulunsun" deniyor. Medya, içinden verdiği kurba- na nihayet sahip çıkma gereği duyuyor. Nihayet birtakım polisler sorgulanı- yor. Bu kez de sorgulanan ve serbest bı- rakılan polisler " İşkencegördük"diyor... Bir zamanlar "Kahrolsun insan haklan" diye yürüyüş yapan polisler, işkence gö- rüyor! O da haber oluyor. Medya -haklı olarak- bu iddialara aracılık ediyor, sa- hip çıkıyor. Ama bugünkü emniyet müdüründen önce Istanbul'da görev yapan müdürün sicili; 1980'de Manisa'dateftişsırasında polisleri rehin aldığı, nezarethaneye ka- patıp dövdüğü, memurlann rapor aldığı, müdürün 3 ay hüküm giydiği, köruçuş sı- rasında görülemiyor. İşkence sanığı emniyet müdürüyle bir- likte törenlerle Meclis'e uğurlanan eski Emniyet Genel Müdürü'nün de bir za- manlar "Pol-Bir"üyesi olduğunun, ülkü- cülüğünün görülemediği gibi... Şiddetin, işkencenin bu ülkede "güvenlik" ve "so- ruşturma"nın ana yöntemi olduğu, bu- nun en tepeden en aşağiya kademe ka- deme ivme kazanarak uygulandığı görül- müyor. Türkiye bir ada mı? Köruçuşlara, McCarthyciliklere, him- met dilenmelere, işkence yapan ve iş- kence gören polislere.. bütün bunlarla birlikte işlerini hâlâ büyük bir iştahla ve şatafatla, gösterişle sürdüren medyatör- lere bakınca, insan, Türkiye bir ada mı diye sormadan edemiyor. Dört yanı su- larla çevrili, anakaradan kopuk, kendine mahsus iklimi, zamanı, gerçekleri olan apayn bir dünyada mıyız? Oylesine apayn bir dünya ki sözcük- lerin, eylemlerin anlamı her an değişiyor Söz, onu üreten ve bütünleyen "düşün- ce"den yoksun sanki. Işte buna "köru- çuş" deniyor olsa gerek. Yine yakın bir örnek: Başka bir ulu- sun "bağunsıziık savaşını desteklemek" üzere, bu ülkeden bir takım insanlar, bu ülkenin gemisini bu ülke karasulannda kaçınyor. Bu ülkenin medyası ve medyatörleri o insanlan "direnişçi" dıyerek, -neye, ki- me direniyor burada bu adamlar?- "ey- femcTdiyerek < *suç"tan anndîrrp kutsu- yor. Eyleme "terör",eylemcilere "terö- rist" diyenler yine medya içinde tehdit ediliyor. Medya, kendi eylemliliğiyle; köruçu- şuyla maskara oluyor. Oysa, medya bir güç olarak sunuyor kendisini. Ve öyle. Sözü, düşünceyi, inancı, o dönem için kutsal gerçeği tem- sıl edenlere medyatör deniyordu. Gücü buradan geliyordu. Şimdi, o *güç"ü oluşturan öğelerin hiçbiri söz konusu de- ğil medya ve medyatörler için. Tam ter- si geçerli: Medyanın, medyatörün dini, vaazı "güce tapmak". Güce tapınma ve tapındıklannın göl- gesinde kendilerini birer "güç" olarak sunma yanşı egemen bugün medyaya. Televizyon alıcılannın henüz her eve gir- mediği dönemlerde bir reklam vardı: Ah- met Bey. Tv aletine yaslanıp "Benim te- levizyonum iyidir" diyordu. Şimdi tüm medyatörler, bırer Ahmet Bey. Onun gi- bi bir "reklam figüranı" olmaktan öte gidemiyorlar. • * * Onca köruçuş içinde bir de "aşk"ı "devrim", "devrim"i "aşk" olarak nite- leyen, benımseyen, sunan oluşum var... Belki bu, söze, düşünceye yeni bir an- lam, içerik ve hepsinden önemlisi belki söze, düşünceye yeniden güç, onur ka- zandınr... Belki de Türkiye, köruçuşla- nn sürdüğü bir ada olmaktan o yolla kur- tulur! KOŞEBENT ENİS BATUR Aynaya Bakıp Ortalama idraklı bir yarım-aydınımız, bir yazanmı- zın kahramanlarından söz ederken, "bizim insanı- mız"\n Batılılar gibi merhametduygusundan, yardım- laşmaktan, sıcaklıktan yoksun olmadığını belirtiyordu geçenlerde. Bu yanm-aydınımız Türkiye sınırlarının dışına hiç çıkmamış, "yabancı"larla hiç ilişkı kurma- mış biriydı ama onları iyi tanıdığından şuphe duymu- yordu elbette: Ne de olsa bir genel kanı değil miydi dile getirdıği? İçe kapanık ülkelerin ınsanları böyle rahatlıyorlar genellikle: Kendimize yönelik kımi olumlu değerlen- dirmeleri yaparken de, ötekilere yönelik karalamala- ra girişirken de aslında dayanaksız, ölçüsüz, yeri gel- diğinde de çelişkıliler: "Bizzaten adam olmayız" sö- zünü en sık onlardan duyanz. Aslına bakılırsa ne Türk- leri, ne de yabancılan beğenmemek hastalığına tutul- muşlardır: Bir tek kendilenni beğenirler. Bizim merhametli, yardımsever, (olumlu yönde) sı- cak kanlı olduğumuz da bir önyargı gerçekte, "öteki- ler"\n öyle olmadığı da. Bu genellemeler, insanlan ta- nımadığımızı, bir ölçüde tanımışsak da işimize böyle- si geldiği için ileri gerı konuştuğumuzu gösteriyor ba- na kalırsa. Geleneklerımizden, ulusal (olduğunu savunduğu- muz) özelliklerımızden söz etmeden önce, yakın ve uzak çevremizde yıllardır karşılaştığımız davranışlan incelemeye gırışsek acaba nasıl bir tabloyla yüz yü- ze geliriz? Kurukuruya memamet duyguları besleme- yi bir yana koyalım: Karşılığını beklemeden, gosten- şini yapıp cakasını satmadan, kendiliğinden sık sık acıma duygusuyla yardım elini gereksinim duyacak- lara uzatan kaç kişi tanıyoruz? Acıma duygusu gelişkın, yardımseverlik dozu yük- sek hayvanseverlenn Adliye'de insanlara saldırdığı; konukseverlerimizin turistlere önce tecavüz edip son- ra öldürdüğü; polisin göstericileri öldüresıye dövme- diğinde onları hakarete boğduğu; stadyum dolusu seyircinin ağız dolusu sövüp saydığı; öğretmenlerin öğrencinin kulağını koparttığı; güvenlik görevlisinin milletvekili, milletvekilının hostes, hostesın yolcu hır- paladığı; gazetecinin gazeteciye, medyumun medu- ma, sporcunun sporcuya, şarkıcının şarkıcıya en ağır sözler yetmediğinde el kol hareketleriyle yüklendiği ül- ke nerede acaba? Denilebilir ki: Yabancı ülkelerde neler olmuyor ki: Ben olmuyor, olmaz demıyorum zaten. Gelişkin ülke- lerde bunian korumaya özen gösteren, bunu ış edi- nen insanlar, kurumlar, sıvıltopluluklarçoğunluktadi- yorum: Hersapmanınciddıyaptınmlardoğurduğu, iş- lemlerin sıkı sıkıya takip edildiği, toplumun genel de- ğerlerinin korunduğu diyarlann insanları ahlaki değer- lerin! evrensel haklara dayandırmayı çoktan öğrenmış- lerdir. Biz, Danimarkalıların, ingilızlerin, Polonyalıların, Avusturyalıların fakir, sakat, yaşlı, işsiz, çaresiz insan- lar karşısında duyarsız, aldırışsız, gaddar olduklannı sanıyor, öyle olduklannı umuyor, ama aldanıyoruz. Bi- reylerin dayanışma politikaları, bireylerın rol üstlendi- ği dayanışma kurumlarının perfoımanslan yıldan yıla gelişmektedir bu ülkelerde. Bana Neo-Nazileri, hooli- gan'ları, değerleri her türlü şirazeden çıkmış çevrele- ri göstermeyin boşuna: Onlar yok dıyen kım, onlar kendi toplumları tarafından hoşgorüluyor, bağışlanı- yor mu sanıyorsunuz? Bizim temel yanılgımız, kendımızı başkalarına yük- lediğimız uydurma özelliklere dayanarak aklama ça- basına girmemızde biçimlenıyor. Geçmişimizden olumlu sahneler derlıyor, Osmanlı'nın hoşgörüsüne, Cumhuriyet'in idealist ınsanına gonderme yaparak ayakta kalmaya çabalıyoruz. içimızden birilerı mas- keleri yırtmaya kalkıştığında onlan hain, dışımızdan bi- rileri eleştırel bir yaklaşımda bulunduğunda onlan düş- man ilan edıp bıçaklarımızı bilemeye koyuluyoruz. Aynaya bakıp kendisini olduğu gibi görmeye baş- lamayan bireyler de, toplumlar da yenı bir ıçerık, ye- ni bir biçim kazanmak ıçın adım atamazlar. Görüntü- leri, cevherleri bozuşmayı, çürumeyi, çöküş hazırlık- lannı sürdürürken ne kadar daha avunabilirler? Hamiş: Geçen hafta "İdea" Yayınevi'nden sözet- miştim ya, yıllardır bildığimız "İdea" Yayınevı değilmış o, yeni bir kuruluş dupeduz isım korsanlığı yapmış: Düşünebiliyor musunuz, bayiden Cumhuriyet istiyor- sunuz, size bambaşka bir Cumhuriyet verse ne ya- parsınız? Nikılap Kitabevi, Gülmece Dizisi'ne başlıyor Kühür Servisi - fnkılap K.ıtabevi, editörlüğünü Turgut Çeviker'in üstlendiğı edebiyat, kankatür ve çizgı romanı içeren çok kapsamlı bir 'Gülmece Dizisi'ne başlıyor. İnkılap Kitabevi. bu amaçla 'Aziz Nesin Gülmece Öyküsü Ödülü' düzenledi. Ödüle ıki kategoride de yayımlanmamış yapıtlarla katılınabilecek ve ödül kazanan yapıtlar İnkılap Kitabevi, 'Gülmece Dizisi' arasında yayımlanacak. Ödül tutan 20'şer milyon olarak belirlenen 'Aziz Nesin Gülmece Öyküsü Ödülü'nün seçici kurulu Tank Dursun K Ferit Öngören, Konur Ertop, Feridun Andaç ve Ali Nesin'den oluşuyor. 'Şuçocuğabak, negiizdde dansediyor CUMHUR CANBAZOĞLU "Gene Keüy ölümle penceleşijor. Yağmurda Şarkı (Singing in the Ra- in) ve Paris'te Bir Amerikalı (An Amcrican in Paris) gibi unutulmaz müzikaJlerin yıldıâ, art arda geien birkaç kalp kıizinden sonra gûnleri- ni >atağında hareketsiz geçiriyor". Yaklaşık bir aydır Batı basınında çıkan bu tür haberler Gene KeDy hay- ranlannı bir bakıma 'kötü son'a ha- zırlamıştı. Ajanslardan geçilen not- larda 83 yaşındaki aktörün Beverly Hılls'teki vıllasında 1990'da evlen- dığı 3. eşi Patricia. ilk iki e\liliğin- den çocuklan Kerry, Tim ve Brigit- te ıle birlikte ölümü bekledıği; yan felçli aktörün günden güne endığı belirtıliyordu. Villanın kapısındaga- zetecıler ordusu kamp kurmamıştı. ama Kelly'nin hasta yatağındakı fo- toğraflannı çekmeye çalışanlar var- dı. Birdostu basma şöyle bıraçıkla- mada bulunmuştu: "Yatakta Gene >erine gölgeri yaöyor. Çok kilo vitir- nıLş, konuşamı>or; ama gözlerinden savaşmadan gitmek istemediği anla- liTOr. Kelly'yi düzenli kontrolde tutan doktorlar ölümünden sonra TV ka- meralan önünde, 83 yaşındaki yıldı- zın tekrar ayağa kalkma azmınden çok etkınlendiklerinı söylediler. On- lara göre Kellv'nın geçırdıği kalp krizlennden sonra yasaması muci- zeydı. Uzun süre dans ermenın ge- tırdiğı avantajla bugüne kadar gele- bılmiştı. Kelly'nin ölümü Amerika'yı üzüntüye boğdu. ABD Başkanı BÎU Clinton, ünlü yıldızm ölümünü öğ- renır öğrenmez yayınladığı mesajda Gene Kelly'nin, Amenka'nın yetiş- tırdıği en büyük sanatçılardan biri olduğunu belirterek Kelly'nin ailesı- ne gereken her türlü yardımda bulu- nacağını söyledı. Çeşitlı fılmlerde birlikte kamera karşısına geçtiği bir başka unutulmaz müzıkal yıldızı Esther VVTlliams'ın 'görüp görebüe- ceğiniz en büyük yetenek' diye ta- mmladığı Gene Kelly. 'Singing İn The Rain'deki rol arkadaşı Donald O'Connor'a göre ise 'İnanılmazde- recede enerjik, zeki ve çok başanlı bir sanatçıydr. Amerıkan müzıkallerinin altın yıllanndan geriye kalan son yıldız- lardan olan Kelly, birkaç yıl öncesı- ne kadar 'çakıgibi' bir fızıkle kame- raların önüne çıkıyordu. 77 yaşında kendisınden 50 yaş küçük Patncia ıle evlenmıştı. 1994 Temmuzu'nda gelen kalp krizinden sonra uzun sü- re hastanede tedavi görmüştü. Geçen şubatta kriz ikinci kez yokladı onu. Hastaneden çıkarken söylediklen bi- zim televızyonlarda da yayımlan- mıştı. "Minik bir krizdi bu. Benim gibi ihtiyar bir kurdu öldürmevc gü- cü yetmedi". Ama sonbahardan bu yana kalp krızleri Kelly'nin yakası- nı bırakrnadı. Artık yataktan çıka- mıyordu. Anlatılanlara göre sabah- tan akşama dek v ıdeoda eski kome- dılennı ve müzıkallennı ızliyor ve devamlı ıçkı ıçıyordu. "Şu çocuğa bak, ne güzel de dans ediyor". Öykü böyle, sınema literatürüne 'kasİan kadar beyni de güçiü yıldız' olarak geçen Gene Kelly'nin muzi- kal dünyasındaki yen. Fred Asta- ire'den sonra geliyor. tkisinin de kendine özgü çizgilen var. Astaıre, artistik dansa daha yatkın olduğun- dan hep bir adım önde gittı. .Ama özellikle Vincente MinelH'nin 'Mü- rikaUn Altın Çağı' (Zıegfeld Follies- 1946) filmınde stillennin çok iyi uyuşabıleceğı görüldü. Atletık yapı- sıyla yeni birdansçı figürü getınmış- ti Kelly. Kaslı kollan ve bacaklany- !a müzikale akrobatik özellikleri ta- şımıştı. Astaıre ise rakibine oranla daha hafif ve estetikti... Bıyografılerinde Kelly'nin çok okuyan, entelektüel bin olmasının yanında günlük yaşamı da iyi tanı- dığının, halkı başanyla gözlemleye- bıldığının altı çızılıyor. Popüler te- malı 'Şen Deıüzciler" fılmı bu yanı- nın ne derece başanlı olduğunugös- teriyor. Örnekler çoğaltılabılir; Mi- nelli'nin 195l'de yönettiği 'Paris'te Bir Amerikalı' da Gershvrin'ın mü- zığı eşlığınde rafine, zekı, hoş bir sı- radan adam var kameranın önünde. Yine Stanley Donen ile birlikte yö- nettiği 'Yağmurda Şarkı' filminde Kelly. su kümecıklennın üzennde oradan oraya zıplayarak popüler dansı müzikale ıvıce yerleştınyor- du. Mmelli'nın 'Kara Şeytan'ında (The Pırate), Judy Garland'm ya- nında. George Sydney'in 'Üç Silah- şörler'ınde. yine Mınelli'nın 'Eglen- cekrBeklesi'nde, Stanlev Donnen ıle birlikte çektıği 'Can YöMaşlan'nda hep aynı çızgideydı Kelly. GeorgeCooker'ın Üç Dünya Gü- zelı'nden (Les Gırls- 1957) sonra müzikal yıldızlığından koparak ta- mamen kameranın ardına geçti. An- cak Kelly'nin serüvenı pek tatmın edici sonuçlargetirmedi. 'AşkTüne- B' (1957), 'Gigot' (1962), 'Evü Er- keklere Kılavuz' (1967), 'Cici Kız' (Hello Dolly 1969), 'Cheyenne So- cial Clup'( 1970) filmlen gibi 'şöyle böyle' dedırttı yalnızca. 70'üıe merdiven dayadığı günler- de Olhia-Newton Jotın ile Michael Beck'ın yanında 'Xanadu'adlı fılm- le dansa döndü; müzikal tutkunlan- na hâlâ formda olduğunu göstermek ıstemıştı. Gene Kelly 195l'de 'Pa- ris'te Bir Amerikalı' ile Onur Osca- n'na layık görülmüştü. Oscar dave- tıyesinde, 'oyuncu, şarkıcı, yönet- men, dansçı ve koreograT diye sıra- lanıp gıdıyordu özellikleri. Her fil- mınde beyaz perdeyı rengârenk boy- amıştı, müzikal tutkunlannı evlerine hiç mutsuz göndermemışti. GENE KELLY'NİN BAZI FİLMLERl 50 'yi aşhnfilmde oynayan ve II fılmde de kamera arkasma geçen Gene Kelly 'nm önemlifîlmlerinden bazılan şövle: 'Pilot Number Fhv' (1943). 'Cover GıH' (Kapak Kızı-1944), Lhingin a Big Way' (1947)/The Three Musketeers' (ÜçSılahşörler-1948). 'Take Me Out to the Ball Game' (1949). 'On The Town' (Kelly veStanley Donen 'ın or- tak çalışması 1950 tarihim taşıvor). 'It s a Bıg Country' 11952), Singing ın the Raın' (YağmurdaSarh 1952). "TheDevılMakes Three'(1952). 'DeepinMy Heart'(1955) Kelly nin vönettığifılmler ise 'Invıtatıon to the Dance' (Dansa Davet-1956). 'The Hap- pyRoad'(1957), TheTunnelofLove'(AşkTüneh-l95H). 'Let's KfakeLove'(1960).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle