29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 TEMMUZ 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 UYCARLIKLARIN OKTAY EKÎNCÎ Fski Marsilya Limanı'nın girişindeki tarihi kale,solda büyük katedral ve hemen j geride 2. Dünya Savaşfndaki Alman işgaK yıkımlanndan sonra yapılnuş uygunsuz binalar». îstanbul'la aynı çağlarda kurulan Marsilya, bizim Foçalılann Akdeniz'e bir armağanı: Marsflya'da 'deıûz ve ıııimarhk^ A kdeniz Mimarlık / l Konferansı için S/A. Marsilya'dabuluşan Akdenizli yazarlar, sanatçılar ve miraarlar, yeryüzü kültürlerinin beşiği sayılan bu uygarlıklar gölüne kıyısı olan tüm kentlerin tarihten gelen bir yazgı birliği içerisinde olduğunu vurguladılar ve Istanbul'un da petrol tankerlerine karşı korunması için dayanışma sözü verdiler... MARSÎLYA - Megara Krali Byzas, bugünkü Sarayburnu'nda Istanbul'un tarihsel çekirdeği sayılabilecek Byzandon'u kuracağı ünlü seferine çıkmak üzere Ege'nin batısından denize açılırken, yine Ege'nin doğu kiyılanndan, yani bu kez Anadolu'dan Foçalı gemicilerin de hemen aynı yıllarda Akdeniz'in batısına doğru yelken açıp şimdikı Marsilya'yı kurmak üzere yola düştüklerini belkı de bilmiyordu. Nitekim tarihçilere bakılırsa zaten Foçalılar da İ.Ö. 7. yüzyıldaki bu "Akdeniz'de veni kolonUer kurma" serüvenlerine kendilerini kaptınrken. onlar da Anadolu'da olup bıtenlerin pek farkında değillerdi. Kral Byzas SarayburnıTna kadar gelip Finikelilerin karşı kıyıdaki bugünkü Kadıköy'de bir koloni yerleşmesi kurdukJannı görünce, sefere çıkmadan önce kâhinlerin kendisıne tarif ettıklen körler şehrinin karşısında bulunduğunu anladı. Çünkü yine bugünkü Suriçi'ni kapsayan Haliç-Boğaziçi ve Marmara'yla çevriü yanmada o kadar güzel ve bir kent için o kadar zengin doğal kaynaklara sahipti ki bunu göremeyip karşı kıyıya yerleşenler, işte ancak o körler olmalıydılar... Foçalılar da yine aynı dönemlerde (1 O. 7 yy) Âkdeniz'ı doğudan batıya aşarak bugünkü Fransa'nın Cote d'Azur denilen bereketli topraklannın bulunduğu bölgenin kıyilanna ulaştiklannda, sadece kendilen için değil, ilerleyen çağlarda Romalılar için de önemli bir liman ve ticaret merkezi özelliğini taşıyacak olan Marsilya kentinin ilk yerleşmesini burada kurmak üzere hemen kollan sıvadılar. Böylece tstanbul ve Marsilya, Akdeniz kültürlerinin yarattığı bu iki güzel ve Akdeniz için dayanışma konferansı Bu yıl ilk kez düienlenen Akdeniz Mimarlık Konferansı'na Marsilya'nın ev sahipliğı yapması, özellikle bizler için doğrusu oldukça anlamlıydı. 29 Hazıran - 1 Temmuz (1995) günlerinde ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve StT'ler Konseyi). Fransa Rhone Bölgesi Yönetimi ve aynı bölgenin Mimarlar Birliği 'nin desteğiyle düzenlenen konferansa bızimle birlikte Ispanya'dan. Fas'tan, Malta'dan, Yunanistan'dan, JCıbns'tan, Israil'den, Italya'dan ve Mısır'dan da mimarlar, araştırmacılar ve yazarlar davet edilmişti. Konferansın yine bu yıla özgü olarak belirlenen ana teması ise "deniz ve mimarlık" başlığını taşıyor, Akdeniz kentlerinin kıyı ve denız kullanımına dayalı uluslararası projeler karşısında özellikle kültürel kimliklerini ve çevre değerlerini koruyabilmek yönünde. "uluslararası bir işbirfiği ve eytem programmın" da ^eliştirilmesıni hedefliyordu. Böylesıne bir buluşmanın başlangıçta Marsilya "da gerçekleşmesi, diğer katılımcılar üzerinde de kuşkusuz olumlu izlenimler yarattıysa da bizim açımızdan bir başka önem taşıdı. Slaytlarla destekleyerek sunduğumuz bildiri "2700 Yaşındaki Bir Akdeniz Kenti tstanbul ve Küresel Sorunlan" başlığını taşıyor ve özellikle Boğaziçi'nın uluslararası petrol ve LPG yüldü deniz taşımacılığı nedeniyle karşı karşıya kaldığı sorunlara ağırlık veriyordu. Marsilya, hem yaşıtı hem de uzaktan akrabası olan Istanbul'un bir "akaryakıt kanalı" haline getirilmesine karşı artık sessiz kalınamayacağmı belirtirken, yine İstanbul'da olur olmaz yerlere dikilen ve kentin kimliğini paramparça eden "rant kulesi" niteliğindeki yüksek binalar konusunda da benzer sıkıntılan bizzat kendisi yaşıyordu. Çünkü, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndaki Alman işgalinden sonra. Nazilerin yakıp yıktiklan tarihsel binalann yerine inşa edilen ve sözümona "iuziı gefişme" adına izin verilen kımi uygunsuz, yüksek binalar, bugünün kentsel koruma çabalan karşısında en ciddi engeli oluşturuyordu. Tarihi Mirası Koruma Kurulu, Marsilya'da artık hemen tüm yeni inşaatlann projelerini önceden denetleyip "estetik açıdan" sıkı izlemeye almasına karşın, 1980'lerden önce yapılan bazı çirkinlikleri yok etmeye ne yazık ki gücü Jetmiyordu. Bu nedenle, yine konferansta sunduğumuz bildinde yer alan "Park Oteli olayı". Marsihahlar için de son yıllann özlemini yansıtan en ilgi çekici konular arasında yer aldı. Ashnda tstanbul'da daha yüzlerce Park Oteli'nin bulunduğu gerçeği ise ne yazık ki sadece bıze özgüydü ve Marsilyalılarla birlikte diğer katılımcılar da "kaçak apartmanlar" olgusunu kavramakta oldukça güçlük çekiyorlardı. Nitekim, değerlendirmefer sırasında verilen ve ashnda sorduğumuz için açıklanmak zorunda kalınan "kaçak inşaat" oranı da Fransa'da sadece yüzde 2 düzeyindeydi. Çünkü projesi onaylanmadan ve belediyeden izin alınmada/ı başlanan inşaatm daha sonra ruhsata bağlanması neredeyse olanaksızdı ve zaten "hemen \ikjldiklan" için tamamlamlanma şanslan da hemen hiç yoktu. Tarihi binalann çevrelediği küçük meydancıklarda. zarif kaideler üzerine yerteşen eski kent büyükleri. şimdiki hemşerilerini izliyor. (Fotoğraflar: OKTAY EKlNCİ) alımli kent, yine Akdeniz ve Ege uygarlıklannın yeryüzüne ortaklaşa armağan ettıkleri iki eşsiz zenginlik olarak aynı çağda tarih sahnesine çıktılar ve hızla serpilip gelişmeye başladılar. Gerçi Marsilya, Roma tmparatorluğu'nun çöküşünden sonra tstanbul'un Bizans'la elde ettiği şansa pek sahip olamadı ve hızla yoksullaşarak neredeyse yok olma noktasma dek geriledi; ama özellikle Haçlı seferleriyle birlikte önemi yeniden fark edilerek zaman içinde Akdeniz'in en büyük limanlanndan birisi oldu. Bugün Marsilya, Fransa'nın, deyim yerindeyse gözbebeği. Salt tarihsel ve kültürel geçmişinden ya da doğal güzelliklerinden ötürü değil. Aynı anda ticari açıdan da dünya ile alışverişinin yoğunlaştığı bir merkez. Adını Akdeniz'e dökülen Ron Irmağı'ndan alan Bouches-du-Rhone ilınin de yönetim merkezi. Son yıllardaki yakınlaşmalar ve karşılıklı dostluk ziyaretlennin sonucunda da büyükbabası antik Phokaia'nın. yani bugünkü Foça'nın kardeş kenti... Marsilya Müzesi'nde Foça Oe ilgili sergi açılacak Marsilya'nın tarihsel kimliğinde kuşkusuz en güçlü etkiye sahip olan Vieux Port'un, yani eski limanın hemen kuzeyinde. kent müzesi ve diğer ticari-kültürel yapılarla çevrili yeşıl bir alan içerisinde, koloni dönemine ait en eski limandan kalıntılar bulunuyor. Şimdi denizden birkaç yüz metre ıçende kalan bu antik liman kalıntılan. hıç kuşkusuz Foçalı gemicilerin de anılannı taşıyor. Nitekim Marsilya Müzesi'nin bu yaz programında, kent halkına Foça'yı tanıtacak bir de sergi açılması yer alıyor. Müze Müdürü Mriam Marvd'in 1990 yılındaki Türkiye'yi ziyaretinde Foça Belediye Başkanı Nihat Dirim'e söylediği "Bizim tarihimiz burada (Foca'da) yatiyor" şeklindekı duygulu sözü, şimdi artık karşılıklı kültürel etkinliklere dönüşmüş durumda. Zaten 1912'de Foça'da bulunan ünlü "Marsilya Horozn" da bugün aynı müzede bu tarihsel akrabalığın bir başka güçlü belgesi olarak sergi leniyor. Söylendiğine göre aynı horozun aslına uygun bir kopyası da Izmir'deki Fransız Konsolosluğu'nda bulunuyor. Kent kültürü, kalcbrınılanlaki masalarda Yakın yıllara kadar dev bir kat otoparkı- nın ışgali altında ezilen, şirndi ise tarihsel bir kent meydanı düzenlemesıyle kültür ve eglence yaşamının merkezi haline gelen, Marsilya'nın eski liman yapılanyla çevrili "Cours D'esOenne D'orves"bölgesindeki renkli balık lokantalanndan binndeyiz. Havaalanında karşılayıp son aşamaya ka- dar yakın ilgilerini sürdüren mimar dostla- nmız Ceyhian Baetsle ve Mert Hepakçın. vaktiyle Tûrkiye'den gelip nasıl Marsılya- lı olduklannı anlatıyorlar. Her ikısınin de Fransız olan eşlen ise yemekle birlikte içe- ceğimiz şarabın bu keyıflı akşama yakışır bir kalitede olması için garsonun önerdiği markalar üzerinde en doğru seçimı yapma- ya çalışıyorlar. Yıkılarak ortadan kaldınlan kat otopar- kı binası ashnda şimdi bulundugumuz meydanın \e lokantalann altında. Ustelik bu kez üç-dört bodrum kat şeklinde. Hem bu meydân ve çevresinin hem de tarihi li- man bölgesinin geceleri eglence yaşamına gelen. gündüzleri ise iş ve alışveriş yoğun- luğunu yaratanlann otopark gereksinme- lerinı karşılıyor. Bölgedeki hemen tüm bi- nalar ise tarihsel nitelikleri ve kimlikleri korunarak restore edılrruşler ve eski Mar- silya'yı yaşaüyorlar. Tarihi binalann korunmasmda halkın kültürel bilincinın payı olduğu kadar. bazı yasal önlemlenn de etkın rolleri var. Örneğin, bizim için en ilginç olanlardan binsi, eskı eser binalann satışında beledi- yeye tanınan "öncelikli müşteri olma" hak- kı. Binası "tarihsel miras" niteliği taşıyan mülk sahipleri. eger bu mülklerini satacak- larsa. tapu idaresı işlem yapmadan önce beledıyeye soruyor. Belediye eğer satın ala- caksa. o bına başkasına satılamıyor ve böy- lece kültür varlığı, bir anlamda "kent hâl- kının mülkü" oluyor. Belediye ise satın al- dıgı bu tür binalan çeşitlı kültürel ve sos- yal amaçlann yani sıra, diğer kamu hız- metleri için ve hatta bir kısmıru da memur lojmanlan olarak kullanıyor ve koruyor. Eski limanm batı kesimındeki ünlü "La Cathedrale De La Major". yani Büyük Ka- tedral'in bulunduğu bölgede yoğunlaşan eski ve dar sokaklarda dolaşıyoruz. Deni- ze ve limana doğru inen sokaklar yer yer merdivenlerle devam edıyor. Her iki yan- dakı Marsilya'nın özgün sivıl mimarisini yansıtan evlerde ise çoğunlukla zenciler ve Kuzey Afnkalılar oturuyorlar. Bu e\ lerin de bir kısmı yine belediye mülkiyetındeler ve restore edildıkten sonra mahallenin sos- yal yapısına uyumlu olarak kiralık konut olarak kullanılıyorlar. Bu sevimlı ve tipik Akdeniz kentine has insancıl sokaklardan geçerek yeniden li- mana indiğımizde. yorgunluğumuzu atmak için bu kez önümüze gelen ilk "kaldınm kahvesTne oturup karşı tepenin üzerinde- kı kentin hemen her yennden görünen u Notre Dame De La Garde" adlı 19. yüz- yıl bazılıkasını seyredıyoruz. Marsilya Belediyesi sanki lstanbul'dakı son uygulamalann tam tersını yapmak üze- re bızle yanşırcasına. en ufak bir büfenın bile önündekı kaldınma birkaç masa koy- malannı ve insanlann da kentle kucaklaşa- rak açık mekânlan kullanmalarını adeta özendiriyor. Böylece günün hemen her sa- atınde belkı de binlerce insan. Marsılya'nın bakımlı kaldınmlanndaki o küçük masa ve sandalyelerde bir yandan dınlenip söyle- şırlerken öbür yandan da -deyim yerindey- se- kentlerini yaşıyorlar... Foça'nın torununu, lstanbul'un yaşıtını ve uzaktan akrabasını, işte bu gözlemlerden sonra "dansı başunıza" dı\erek ve gerçek- ten emin ellerde olduğunu görmenin huzu- ru içinde sevenleriyle baş başa bırakarak döndük. Ne de olsa, bir Akdenizli olarak o da bizim mirasımız sayılır.. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Medya Kültüpü ye Güvenlik Güçleri Basını ve televizyonuyla, "olması gereken" med- yanın birincil görevlerinden birinin de, kamuoyunu eleştirel düşünce doğrultusunda eğitmek olduğu- nu daha önce birkaç kez belirtmiştim. Bilindiği -ya da bilinmesi gerektığü- üzere, eleşti- rel düşünme eyleminin en ayırıcı özelliklerinden bi- ri, karalama ile eleştiriyi, varlığı kesinlikle gerekli ku- rumlar söz konusu olduğunda ise, bu kurumlann ge- rekliliğini yadsıma ile o kurumlan eleştirmeyi birbi- rine kanştırmaktan titizlikle kaçınmasıdır. Bu nitelik yeterince önemsenmediği takdirde görünüşte eleş- tiri adı altında yapılan, gerçekte ancak yıkıcılığa yol açabilecek bir kısırlıkla noktalanır. Öte yandan yine eleştirel düşünce açısından bir başka "olması gereken" de, eleştirilenin yadsındı- ğı ya da gereksiz görüldüğü için değil, fakat önem- sendiği için eleştirildiği noktasının en az eleştiriler kadar vurgulanmasıdır. Örneğin eğer konu üniver- site kurumuysa, sürekli olarak yalnızca olumsuzlu- kar ya da aksaklıklar üzerinde durmak, üniversite- leri ancak bir şeyler iyi gitmediğinde "kayda de- ğer"bulmak, yapıcılıkla ilintisi bulunmayan bir tu- tumdur. Hangi kurum söz konusu olursa olsun, yapılma- sı gereken, "ben seni eleştiriyorvm çünkü seni önemsiyorum ve hep daha iyi olmanı istiyorum; bu nedenle, senieleştirmekkadar, haksızsaldınlarkar- şısında sahiplenmeyi de görev biliyorum", tarzında bir yaklaşımı, o kurumca algılanabilecek netlikle ve sürekli sergilemektir. Bu ülkenın güvenlik güçleri ve polisi de, kesinlik- le böyle bir yaklaşımın kapsamı dışında bırakılma- ması gereken kurumlardandır. Oysa özellikle son haftalarda medya genelinde belırginleşen görünüm, böyle bir yaklaşımın güvenlik güçleri bağlamında da gerçekleştirildiğini söyleyebilmemize ne yazık ki olanak tanımamaktadır. Bir medya mensubuna, bir bilim adamına vb yöneltilen herhangi bir saldın kar- şısında, bu olayı -elbet çok haklı olarak- günlerce gündemde tutan, yaralılann sağlık durumlarını her gün okurlanna ve izleyicilerine bildırmeyi görev bi- len medya, örneğin bir polıs aracının bombalı sal- dınya uğraması ve bu saldırının sonucunda, bazıla- n ağırolmak üzere, on iki polisin yaralanması olayı- na yalnızca bir "haber" değeri biçmekte, sonraki günlerde ise -"önemli birileri"ri\n hastane ziyareti- ne gitmelerinin dışında-, bu yaralılann sağlık duru- mu hakkında okurları ve izleyıcileri bilgilendirmeyi, en azından ağır yaralıların durumlarını izlemeyi ge- rekli bulmamaktadır! Eleştirilmesi gereken yanlan açısından, Batı'nın ki- mi ileriemiş ülkelerinin polis örgütleri de ideal ko- numda değildir; dahası -aklıma ilk gelen örnekler olarak- ABD, Ingiltere, Fransa ve Almanya gibi ül- kelerde çok geniş bir medya yelpazesinde polise yö- neltilen eleştiri ve suçlamalar, bu ülkelerin yerleşik demokratik yapılan gereği, ülkemizdekilerle karşı- laştınlamayacak kadar yoğun ve ağır düzeylerdedir. Gelgelelim, yine yerleşik demokratik yapılan ve eleş- tiri bilincinin düzeyi gereği, bu ülkelerde polislerin saldıraya uğramalan, yaralanmaları ve hele öldürül- meleri de çok geniş bir medya yelpazesinde aynn- tılı biçımde ele alman, hesabı tekrar tekrar sorulan, işin peşi bütün düğümler çözülünceye kadar bıra- kılmayan büyük olaylar sayılır. Bunun nedeni, gü- venlik güçlerine yönelik saldınlara, doğrudan ilgili ül- kenin diriik ve düzenine yönelik tehditler gözüyle ba- kılmasıdır. Aynı ülkelerde, terör eylemlerine kurban giden düşünürler. üniversite öğrencileri vb kimseler için sokaklarda protestoya girişen aynı kitlelerin, bir başka gün bu kez terör kurbanı emniyet görevlileri için sokaklara dökülüp protesto gösterileri düzen- lemeleri, ender rastlanır bir sahne değildir, bu kitle- lerin daha birkaç gün önce polisin bir eylemini pro- testo etmiş olmalannın, birkaç gün sonra polise yö- nelik saldırılara karşı çıkmalannı engellememesi ise, bir çelişki değil, ama bilinçti, demokrasiyi ve insan haklannı özümsemiş bir toplumun varlığının en sağ- lıklı göstergelerinden biridir. Bu ülkelerde basını ve televizyonuyla medyanın hemen bütününün zaten böyle birtutumun sözcülüğünü yapması ise, "olma- sı gereken" medya kültürünün kanrtıdır... Ülkemize gelince, bilindiği gibi, özellikle son yıllarda polis-va- tandaş ilişkilerinin daha ileri ve "olmasıgereken"dü- zeye vardırılması, "şeffaflaştırılması" konusu, gün- demde gittikçe daha çok ağırtık kazanmaktadır. Bu konu, gündemde ağırlık kazanması demokrasi açı- sından olumlu, ama özü bağlamında "hassas" bir konudur; sözünü ettiğimiz hassasiyetin kaynaklan- dığı nokta ise, her türiü ilişkide her türiü yakınlaş- manın ancak iki tarafın da çabasıyla gerçekleşebi- leceği gerçeğidir. Medyada bu gerçek gözden ka- çınldığı ve daha çok "bundan önce böyle bir çaba- yı harcamayan kim idiyse, şimdi o gayrete gelsin" gibisinden bir tutum benimsendiği takdirde ortaya çıkacak tablo, ne yazık ki, banşçıl bir tablo olmaya- caktır... Bütün bunlarla söylemek istediğimiz, elbet ülke- mizde medyanın güvenlik güçlerini ve polisi eleştir- memesi ya da daha az eleştirmesi gerektiği değil- dir. Tam tersine, bu bağlamda eleştirilmesi gereken bütün noktaların ele alınması ülkemizde ancak de- mokrasi ve insan hakları anlayışının daha sağlam ze- minlere oturmasını sağlayabilir. Fakat bu eleştirel tutum, yalnızca gerektiği yerde o kurumu sahiplen- meyi de ılke bilen bir medya anlayışı eşliğinde etkin veinandıncı kılınabilir. Kendini böyle birsahiplenme konumuna getirebilen medya, aynı zamanda sahip olması gereken kültürün hakkını da verebilen ve eleştirme hakkını kendine daha rahat tanıyabilen bir medyadır... ÇATI /BARAKŞAM TEKNE GEZİLERİ "V icux Port" denileneski limandarukentinsimgesiolan NotreDame Kilisesi'nin yine kent siluetindeki görünüşü. 29 temmuz cumartesi 20.30"da Dolmabahçe'den, 21.00'de Üsküdar'dan Boğaz'a hareket... # Canlı müzik # 2 bardak içki # Çerez, meyve... Sadece 500.000.- TL ÇATI RESTAURANT Isteğe bağlı özel geziler de düzenlenir.251 00 00
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle