Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
* HAZİRAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
CRAMOFON İCNESİ SELİM tLERİ
7
ıkhz Kenter'i nasıl nitelemek
gerekir? Tûrk tiyatrosunun
çok önemli bir sanatçısı ol-
duğunu bir kez daha yinele-
tneye elbette gerek yok. Si-
nemaya emekleri de biliniyor. Sözgelimi
HaKt Refiğ'in yönettiği 'Hanım' fibni.
Bu yapım son dönem Türk sinemasının
en güzel filmlerinden biriydi. Kansere
y enik düşmeye mahkûm, cumhuriyet ay-
dını Olcay Hanım, beyaz kedisi için bu-
günün çürük çank lstanbulu'nda şefkat-
lı bir sığınak anyordu. Yıldız Kenter'in
başanlı oyunu beni büyülemişti.
Ama bıraz eski yıllara dönmek istiyo-
rum. Radyo yıllanna. Nitekim bu radyo
yıllannı söyleşimiz sırasında Yıldız Ha-
nım'a da soracağım. Radyonun sevilen
dizisi 'UğurhıgîDer', orta halli tstanbul
ailesıni nice zamanlar Kent Oyuncula-
n'nın sesinden yaşatmıştı. Yıldız Hanım
'anne'yı seslendiriyordu. Daha da eski
yıllar şimdi kulağımda yankıyor: Radyo
Tiyatrosu, perşembe geceleri, saat
21.00'de. Tennessee WlBiams'ın 'Sırça
Köşk'ü. Bu kez adamakıllı trajık bir dün-
ya. Bu oyun birdenbıre yazar olma öz-
lemleri uyandınyor bende. Yıldız Ken-
ter yine 'anne'dir. Mutlaka yazar olma-
lıyım. Bir de hıçkıra hıçkıra ağladığimı
hatırlıyorum...
Yıl 1995, Haziran ayı. "Radyo" diyor
Yıldız Hanım, "bizün yetişmemizde bü-
yük rol oynamıstır. Biz radyo çocuklany-
dık. Teievizyon görsel olduğu için bedd
ileri bir teknolojiyi yansıüyor, ama rad-
yonun yaratacınğa yöneiten, hayal gücû-
nü çauştıran biitün imkânlan da sflmip
ghU"
- Peki, radyoyla yetisen Yıldız Ken-
ter'in tiyatro tutknsu, sahne serüveni na-
sıl başlanustı?
On bir yaşındayken Ankara Radyo-
su'nda 'Ayşe Abia Çocuk Kulübü'yle
başladım. Sonra Halkevi Korosu'na ve
temsil koluna gırdim. Ortaokulu bitirin-
ce konservatuvara girmek istedim; beni
bırakmadılar. Bir yıl lise okudum; fakat
zorundakalıyor. Memleketimızin yüzde
yetmişi genç ve bu ciddi rakamın eğiti-
mi konusunda bir sekiz yıl bile gerekli
görülmüyor. Biz bu artan nüfusa hiç yar-
dımcı olamıyoruz, bakamıyoruz. Yoz-
laşma, her yerden patlak veriyor.
- Başka konuya geçiyorum. Kent
Oyunculan Çehov oynadı,' Martı'yı,'Üç
KJzkardeş'i Uk sizkrden izledik. Bizim
kuşak sizlerden izledL Sonra Turgenyev,
'Babalar \e Oğullar' . Rus klasiklerine
bu iigini/ nereden geüyordu? Benim ken-
dimce bir tahminim var, ama—
Ilk gençlik çağlanmızda hep Dosto-
yevski, Çehov, Toistoy, Turgenyev okur-
duk. Milli Eğitım Bakanlığı klasiklenn-
de, bu eserler duyarlı tercümelerle ya-
yımlanmıştır. Hepsini bûyük zevkle
okurduk. O dünyalarla, o dünyalann
içinde yetiştik. Bu eserlerde merhamet,
acı, insanca her şey vardı. Öyle sanıyo-
rum ki insan gençliğindeki güzellikleri
bir de sahnede taidabilmek istiyor. Çe-
hov'u oynamak bizim için şerefti.
- Ben, o dönem Rus yazarlannın. Çar-
lık Rusyası yazarianıun eserierüıde bi-
zim hayatlanmızın, sıkınülanmızın, acı-
lanmıan yansunasuu görürüm. Çehov
(nunlan. oradaki temenniler, bugünü-
müze ışık tutuyor gibime getir_
Elbette. Muhakkak. O romanlarda hep
bir 'kvas' ıcilır, hep 'bir kadeh kvas' sö-
zü geçer. Sonradan Sovyetler Bırliği'ne
gıttiğimizde ben kvas dıye tutturmuş-
tum; fakat her şey değişmiş, kimse bil-
miyor, şaşınyorlar. O romanlann, o eser-
lerin bizdeki, belleğimizdeki yaşamala-
n daha yoğun kalmış...
- Sanatçı Yıldız Kenter, birtakım tar-
bşmalardan, polemiklerden tızak kalma-
ya dikkat etmistir. Ama zaman zaman
bu rürden sonınlar da karşınıza çıktı. Bir
öztürkçe' tarüşmasıhaürlryorum.Baş»-
nız epe> agnmıştı_
Çokf Yargılandığımız ve mahkûm
edıldiğımiz bir olay olmuştu. O zaman
Nazlı Ibcak Hanım Türkçe konusunda
bir toplantı için bizi çağırmıştı. Ben, ta-
Ydchz KenterTe yıflar...çok mutsuzdum. Tiyatrodaydı aklım fik-
rim. Sonunda babam yardımcı oldu. Sı-
nava girdım, kazandım. Konservaruvar
başladı. Şimdı dûşûndüğümde mesleğı-
mi çok küçük yaşta zaten seçmiş oldu-
ğumu ayırt ediyorum... Bu arada bana
çok yardım eden Agâh Hün, Neriman
Hiin vardı, onlan hiç unutmam. tkisi de
öldûler, ikisine de büyük vefa borcum
var.
Tfşman otan UP
- Araya yıDar girdi. Yıldız Kenter, bu-
günkü Yıldız Kenter oMu. Bununla bir-
Hkte pişman okluğunuz giiıüer, zamanlar
obnadı mı? Tiyatronun ağır yükünden
bunakuğuuz, Başka bir meslek seçsey-
dim' dediğiniz anlar olmadı mı? Çünkü
zor bir serüven_
Ben aslında pişman olan bir insanım.
Bazılan yapüklan hiçbir şeyden pişman-
lık duymazlar. Ben öyle değilim, yaptık-
lanmdan pek çok zaman pişman oldum.
Ama oyunculuktan asla; tiyatrodan hiç-
bir zaman pişmanlık duymadım. Bu ba-
kımdan çok şanslı bir insanmışım. Bir
defa çok genç yaşta girdim bu işe; çok
değerli hocalanm oldu. Gûzel bırdünya-
nın içinde var oldum. Tiyatroculuğu seç-
tigınız zaman bunun acılanna, kahırlan-
na, sizi düşürdüğü gülünç durumlara, be-
ceriksizliklere, rollerle büyük ödeşmeni-
ze katlanmanız gerekiyor. Bütün o terle-
meye, yorulmaya karşın başansız oldu-
ğunuz zamanlar söz konusudur. Ama
hiçbıri bende pişmanlık uyandırmamış-
tır. Ilk 'On tkinci Gece'yle sahneye çık-
mıştım. Parlak bir öğrenciyken sahneye
'Çikınca bir balon gibi şişmiş olduğumu,
iğne batar batmaz anladım. Öyle bir sön-
düm ki sürûndüm, üç-dört yıl her şeye
yeniden başlamak, her şeyi sahne prati-
ği içinde anlamak, çözümlemek gerekti.
Çok acı çektım o ılk yıllar... Sonra ho-
cam Cûneyt Gökçer'in bana güvenme-
siyk oynayabıldiğim 'Miras'la bir par-
ça ayaklanmın üstûnde durmaya başla-
dım. Ondan sonra düşmemek gayem ol-
du, ama mümkün değıl tabii..
- Şimdi sizûı yetiştiğiniz yiflarda. hatta
daha öncesinaetiyatronun bambaşka bir
hiban vank Bugünfin değerier skalasın-
da t>atro, ne yazık ki aym yerde degfl.
Söytediklerime kabuyorsamz,bunu nasıl
yonımlamak gerekir? Tiyatronun ikinci
plasda kalnasının sebebi ne?
Tyatroya başladığım dönemde bası-
myli, seyirrisiyle, sanatçısıyla, politika-
'cısıyla iç içe geçmiş bir güç vardı. Bu çok
gizil bir şeydi. Mesela hem tnönü hem
CehJ Bayar tiyatro izlemekten samimi
bır levk alırlardı. Her ikisi de oynanan
oyınlann hemen hepsine gelirlerdi. Dev-
let »damlan. tiyatro sanatının önemini
^rcekten bJen kışilerdi. Operayı, mûzik
sanıtını adeta teşvik ederlerdi. Onlann
fcu eşviki hem basını hem seyirciyi et-
lrikrdi. Yan: itibar kazandırmak istediler,
itibtn olmayan bu gûzelim mesleğe...
lyatro flbmnı
HSB8I lıBlnlıl
-Neden idban obnasuı ki?
Tabiı ki nban yoktu. Taa eski çağlar-
caı beri. Tı/atrocuya sahitlık bile yaptı-
ninazdı. Bir hafıfe alınan taraflan da
5Üıip gitntştir. Mesela ben Istanbul'a
gö ettiğiıtde, Ankara'dan geldiğimde
nzın süre tana ev vermediler...
-tnanıhrgibidep!
ionra usalanmızın, 'Darülbedayi'de-
ti ik ustalann ne acı çektiklerinı, toplum
ıaatında lendilerini kabul ettirebilmek
ÇB ne erndt verdiklerini düşûnüyorum
iaıçim titryor. Hâlâ da size iltifat eder-
lesen 'büviksanatçı' filan derlerken iç-
« ! olanlaı.ten olmayanı sezebiliyorsu-
ı u . Öyle janp ses tınılanyla "Buyrnn
V«lız HaniDcığım, şöyle oturun™' den-
drinde o siyleyişteki ulufe dağıtışı, he-
men fark edersinız. Buna bazen en aydın
kişilerde bile rastlıyorum.
- Yetisme yıttannızda siz nasıl algılar-
dınız sanatçdan?
Ben sanatçılara âşıktım. Çocukluğum-
dan beri âşık olduğum bir topluluk var-
dı, sanatçı topluluğu. Onlan görebilmek
için konservatuvann önüne giderdim.
Onlan Cebeci'de, Ankara'da yûrüyüş
yaptıklan zaman takip ederdim. Yanı on-
lar, benim için üsrün kişilerdi. Sanatçı o
kadar çok insan tanımak mecburiyetin-
de, o kadar çok insanı yem gibi yutup
özümsemek durumunda ki onlarda her
insan için, her insan tutumu için öğreni-
lecek çok şey vardır diye dûşündûm. Öf-
kelenseler bile kavga etmezler, öfkeleri-
ne yenik dûşmezler, kıskanırlar, ama kıs-
kançlık duygusunu çok tyi bildıklerin-
den kıskançlıktan tiksinirler diye düşün-
dûm. Tabiı büyük yanılgılaradüştüğüm,
büyük hayal kınklıklanna uğradığım da
oldu.
- Bu hayal kınkhklanndan söz açsak_
Ne gerek var? Geçmişin acılannı te-
bessümle anmalıyız.
- Günûmüzün dünyası da hayal kınk-
hğı uyandınyor mu Yıldız Hanım? Her
kafa yorma ımkânıdır. Annem-babam
yatmadan önce mutlaka kitap okurlardı.
Bizler alamadığımız kıtaplan değış to-
kuş ederdik. "Sen ne okudua, onu oku-
dun mu", bu sorular çok hoş bir yanştı
aramızda. Şimdi kitap okuma yanşının
yerinı spor ayakkabı, filan marka tişört
ve benzerleri aldı...
Vq TÜPk yazannm adm saym'
- Bu tarz hoesler, nasıl olup da son yir-
mi, yirmi beş yıkia herkesi sanp sarma-
ladı? Bunu neye bağbyorsunuz?
Şımdı konservatuvara giren öğrencile-
re soruyorum, "Üç Türk tiyatro yazan-
nın adını sa\ın_~ diyorum. Çok çok bi-
len ancak iki ad sayab'ıliyor. tstekler, ta-
lepler bambaşka. Klasik tiyatroyu bil-
mek bir baz edinmektir. Mesela 'Ham-
let'ten bir sahne çalışılmış, ama kimse
Hamlet'ın bürününü okumuyor, yalnız-
ca o sahne... "Claudius kimdir, Gertru-
de kimdir" diyorsunuz, bakıyor... Bir pi-
yeste rolünüz ortada başlayabilir, ama
başını ve sonunu da bilmek zonmdası-
nız. Oysa bu çaba gereksiz sayılıyor.
Bunlar yaşamımıza da geçti. Biz bugü-
nü yaşar görünüyoruz, ama dünü bilmi-
(Fotoğraflar:
UĞUR GÜNYÜZ)
sin, yıpranmasın diye emek veririm. Ger-
çek sanatçılığı, gerçek tiyatroculuğu. si-
nemacılığı da korumak gerekiyor. Elbet-
te Nejat Uygur, çok önemli bir sanatçı.
Jestleri, mimikleri plastik kıvraklıgı, el-
bette onu bir geleneğin önemli temsilci-
si yapıyor. Bunun yanı sıra Nejat Uygur,
tiyarrosunu tek başına kurmuş, yürüt-
müş. ayakta tutabilmiş insandır. Yani
emek vermiştir, gerektiğinde bilet sat-
mıştır, gerektiğinde tuvalet temizlemiş-
tir. Tıpkı bizim gibi. Tıpkı bizim yaptı-
gımız gibi. Bu emek, bu çaba sizi sanat-
çı olarak sağlam bir temele oturtuyor.
Onu kimse, hiçbir şey kolay kolay boza-
mıyor artık. Bugün şurada burada, teie-
vizyon kanallannda yapılan maskaralık-
lann arkasında ne öyle bir geleneksel
çizgi var ne emek ne çaba.
Çehov oymtan
- Emek ve çaba sizce niye Idmseyi ilgi-
lendirmiyor?
Şimdi Nejat Uygur dediniz. tnanılmaz
zamanlama gücü olan, her şeyini tek ba-
şına götürmüş, bunca yıl o ûslubu götûr-
müş, direnmiş bir insan. Hayranlık du-
yuyorum. Ama çok ağır bedel ödemiş-
7aptıklanmdan pek
çok zaman pişman
oldum. Ama
oyunculuktan asla;
tiyatrodan hiçbir zaman
pişmanlık duymadım.
Bu bakımdan çok şanslı
insanmışım...tlk 'On
tkinci Gece'yle sahneye
çıkmıştım. Parlak bir
öğrenciyken sahneye
çıkınca bir balon gibi
şişmiş olduğumu, iğne
batar batmaz anladım.
Öyle bir sürûndüm
ki....Çok acı çektim
o ilk yıllar.
' imse bir değeri
korumak
istemiyor. Mesela
ben bir kitaba, bir
elbiseye, bir şeye aşkla
bağlanınm; onlan
korumak isterim.
Elbiseyse söz konusu,
eskimesin, yıpranmasın
diye emek veririm. Gerçek
sanatçılığı, gerçek
tiyatroculuğu,
sinemacılığı da korumak
gerekiyor.
K
şeyin bir rulet masası başında geçtiğini
düşûnüyorum bazen. Insanlan artık sa-
nat, küHür, edebiyat, tiyatro büyülemi-
yor, markalar büyülüyor, dolar alım-sa-
rjmu borsa, otomobU, bulaşık makinesi
büyülüyor—
Elbette. lnsanlarçağlanndan,dönem-
lerinden etkileniyorlar. Gençler daha çok
etkileniyor. Çaresiz, bugün markalann
dünyası yaşanacak. Dün çok farklıydı.
Toplumu belirleyen ekonomik düzey, or-
ta halli ailenin düzeyiydi. Orta halli in-
sanlar, toplumun büyük çoğunluğunu
oluşturuyordu. Benim gençhğimin çağı
bir para çağı değildi. Belki fakirlik yine
vardı, ama zengin-fakir aynmı böylesi-
ne keskin değildi. Şimdi zengin marka-
lan kullanıyor, fakir de o markalann ha-
yalini kuruyor... Yetışme yıllanmda teie-
vizyon olmadığı için kitap tek sevinci-
mızdi. Kitap okumak, ne okursanız oku-
yun, bır düşünme, biriktirme, üzerinde
yoruz, yannı düşünmüyoruz. Halbuki
dünü bilmeden, düşünmeden, hatırlama-
dan, bugürıü yaşayamayız, değerlendi-
remeyiz. Durum böyle olunca, bugûn-
den çok azımız tedirginlık duyabiliyor.
- Sanatın. yaratıcıhğm yelpazesi de da-
raldı gibime geliyor. Şimdi genç insan te-
levizyonda izlediği birbirinden bayağı,
ürkünç dizilerdeki aktöıiüğe özeniyor.
Zaten para kazanmak sorunu da o işler-
le çözümlenebOecek. ÖnJerinde başka is-
ükbal yok. Dün öyle değildi. Edebiyatta;
Kerime Nadır aşk romanı, Esat Mahmut
casusluk romanı, Reşat Nun de edebi ro-
man yazıyordu. Sanınm bu tiyatroda da
böyieydL Mesela bugün bir Nejat Uygur
yetişmiyor. Nejat l> gur >etişmiyor, ama
herkes komedyen geçiniyor_
Kimse bır değen korumak istemiyor.
Mesela ben bir kitaba. bir elbiseye, bır
şeye aşkla bağlanınm; onlan korumak
isterim. Elbiseyse söz konusu. eskime-
tir. O mücadele sizde iz bırakır, dışanya
aksetmez. Bu bedel, işte bedeli kimse
ödemek istemiyor bugün. O yüzden de
gelgeç başanlar olup bitiyor, başan de-
nebilirse tabii.
- Çok kurcahyorum. ama niye sizler
bedel ödemeyi göze aldınız da günümüz-
de bedele falan yanaşılmıyor?
Şunu hep söylüyorum: Biz, ilköğreni-
mı, zorunlu öğrenimi, ılk eğitimı, bir tûr-
lü sekiz yıla çıkaramıyonız. Bazı başka
türlü güçler engel oluyor adeta. Bu güç-
ler gençlerimızi. çocuklanmı?i kapıveri-
yor ve eğitimsiz nesil bambaşka amaç-
lara yöneltiliyor. Bu güçlerin aynca mad-
di güçleri de var, inanç güçleri de var.
Asıl eğitimin sağlaması gerekli her tür-
lü imkândan, güzeilikten yoksun kalmış
genç insanlar; bedeli, bedel ödemeyi ne-
reden öğrensin ki?! Bambaşka, çok acı
bedeller ödemeye zorlanıyorlar. Toplum
da bambaşka, çok acı bedeller ödemek
bii, Mefa'h Cevdet Anday'ı, HaMun Ta-
ner"i, Necati Cumah'yı çağırmalannın
daha uygun olacağını söy lemiştim. Ben,
"Bu kadar insan varken Türk diü konu-
sunda bilimsel açıdan konuşmak iste-
mem" dedim. Haldun Bey'le konuşmuş-
lar, Haldun Bey kabul etmemiş. Necati
Cumalı Bey'le konuştular mı, bilmiyo-
rum. Tekrarbana telefon ettiler; "Onlar-
la maafcstf olmuyor" dediler. Ben, "Yi-
ne konuşamam, fakat örnekler okuyabi-
hnm" dedim. "Şinasi'denokuyabilirim,
Orhan Veli'den w bugünden bir metin
okuvabilirim" dedim. Benim yaptığım
bu. Ve Orhan Veli'nin pınl pınl bir dili
olduğunu vurgulamak. Benim bütün
yaptığım bu. Fakat değişik görüşlerin ça-
tıştığı bir ortamda bu tutumumuz bin çe-
şit yere çekildi. Çok hırpalandım. çok
üzüldüm Yaptığımahiç pişman değilim,
ama hak etmediğım sözlerle karşılaştım.
- Bu rürden bir tartışma da gaJiba kar-
şı açıdan geunisti. Deminkindc Osmanb-
cacryken bir de öztürkçeci, uydurma dil
yanüsı olaraksuçbuımıştınız, vanılmryor-
sam?
Hem de büyük Türk şairi Bebçet Ne-
catigfl'in çevirisiyle. Bu tokadı, daha ön-
ce yemiştim. Raİunetli Necatigil, bizim
ilk Çehov oyunumuz 'Martı'y< çevınniş-
ti...
- Evet, eşsiz bir çeviridir—
... Ve ilk defa bazı sözcükJeri biz ora-
da söyledik: Mutlu, mutsuz, ilginç... Çok
güzel bir çeviridir. Fakat o zaman da bir
başka kesımden azar işitmiştik. Neyse
bugün bunlann hepsine sevgiyle, tebes-
sümle bakıyorum Selim'ciğim.
- Sizin bir de yüiara bölünmüş sinema
oyunculuğunuz var. Sık sıkohnasa da sü-
rekK film çevirdiniz—
Sinemayı çok seviyorum. Tiyatro
oyunculuğundan çok farklı. Tiyatroda
bir bütünü aralıksız ve sırasıyla alıp gö-
tûrmek durumundasınız. Sinema bir mo-
zaik. Şimdi şu kadannı canlandınyorsu-
nuz, şimdi şu kadannı yaşatmaya uğra-
şıyorsunuz. Mozaiğin taşlannı birer-iki-
şer döşemek beni inanılmaz şekilde dın-
lendiriyor. Çocuk gibi seviniyorum. Son-
ra tabii yüzünüzü çok başka türlü kullan-
ma imkânına sahipsiniz. Bu da bambaş-
ka bır deneyim oluyor. Bir de sinema, si-
zi çok başka çevrelere alıp götürüyor.
- Tanık olabîldiğim kadan> la Yıldız
Kenter çabşkan, çok çahşkan bir sanat-
çı. Bu yönünüz nasıl gelişti? Çahşmak,
alınteri dökmek de toptumumuzdan
uzaklasan özellikler.
Bir defa çalışmayı çok seviyorum.
Mesleğimi, işimi hayatımın ta kendisi
kabul ediyorum. Çahşmak insanoğlunun
en güzel mutluluğu. Hiçbir çalışma, bo-
şa gitmez. Bunu öğrencilerime de sık sık
söylerim. Sıkıcı, yorucu gelebilir çalış-
mak: alışmcaya, tadına vanncaya kadar.
Bakarsınız. yanrt, "Bugün boşuna beni
yoruyor" dediğiniz bir çalışma, başka ve
çok gerekli bir çalışmanın desteği olup
çıkmıştır. Kolay, kestırme yollara kendi-
nizi vurdunuz mu, kazanmış gözûkür-
ken hep kaybediyorsunuz. Oysa bizim
yeni birçok şeyi öğrenmeye ihtiyacımız
var. Eski birçok şeyi öğrenmeye daha da
çok ihtiyacımız var. Oğrenmek hiçbir
yaşta sona ermediğine göre, çahşmak da
hiç bitmiyor. Ve sonuna kadar mutlu ol-
ma şansımız da azalmıyor.
Dediğim gibi haziran akşamıydı, bir
ustayla karşılıklı oturmuş, yıllan konu-
şuyorduk. Alçakgönüllü, ama ilkeci;
sevgi dolu. ama seveceği şeyleri özenle
seçen Yıldız Kenter'i biraz daha yakın-
dan tanıma fırsatı buluyordum. Yazık ki
yazıya seslerin tınısı geçirilemiyor. Yıl-
dız Hanım'ın kendisıni yetiştiren hoca-
lanndan, büyüklerinden söz açarken o
içten coşkusu, sesinin tınısına yansımış
kadirbılirlıği, haziran akşamında eriyip
gıder diye çok korkmuştum. Yanılmışım;
hepsi yine çınlayıp duruyor...
ODAK NOKTASI
AHMETCEMAL
Kültiip, Bağnadığa
Gelmez...
Sizimkisi gibi, hep gırtlağına kadar günlük politika-
ya batan/batınlan, böylece de oylumlu düşünme ça-
balanna yabancılaştınlan ortamlarda, kendi uzak ve
yakın geçmişimize yönelik değerlendirmelerde bikji
temelinden gittikçe uzaklaşılması, bilgi edinmek için
harcanması zorunlu zamanın temelsiz savlar aracılı-
ğıyia kısattılması kaçınılmaz oluyor.
Geçen günlerde özel televızyonlanmızdan birinde,
beş dakıkalık bir yorumun çerçevesine sığdınlıveren
bir sava göre, Halikamas Balıkçısı'nın, Sabahat-
tin Eyuboğlu'nun, Azra Erhat ın ve yakın çevreleri-
nin bir zamanlar gerçekleştirdikleri büyük kültür ha-
reketinin temelinde, zamanlannın tek parti politika-
sını pekiştirmek, yine bu politika doğrultusunda top-
lumumuzun Türk-Osmanlı kültür kökenlerinin yerine
antikçağ Yunan ve Roma kültürierını geçirmek gibi
amaçlar yatıyormuş. Bugün ülkemizde ömeğin kimi
ailelerin çocuklannaTürkçe kökenli adlarta ilgisiz ad-
lar takmalannın nedenini de burada aramak gereki-
yormuş...
Teievizyon gibi mityonluk kitlelere seslenebilen bir
medya aracılığıyia yakın kültür tarihimizin böylesine
saptınlması karşısında, bazı noktalara bir kez daha
değinmeyı ve önceki yazılanmızda dile getirmeye ça-
Itştığımız bazı gerekçelen yinelemeyı kaçınılmaz sa-
ytyoruz...
Batılılaşma bağlamında Türkiye'de öteden beri ya-
pılagelen temel yanlışlık, Batı'nın kimi kurumlannı ül-
kemize getirirken, o kurumlann düşünce temellerini
özümsemeye ve değeıiendirmeye aynı titızlığin gös-
terilmemesi olmuştur. Bunun en çarptcı örneklerin-
den birini hukuk alanından verebiliriz. Isviçre Mede-
ni Kanunu'nun "ıktibası" yoluyla hukuk düzenimize
giren Türk Medeni Kanunu -Isviçre'den alınması ne-
deniyle- kaynağını doğrudan eski Roma hukukunda
bulur. Başta "özgürtük", yanı "libertas" kavramı ol-
mak üzere, Roma hukuku, bütünüyle eski Latin kül-
türünün ürünüdür. Bir başka -ve kendine özgü biçim-
de "laik"- kültür ortamında gelişmiş hukuk kavram-
lannın, laik olması öngörülen, ama laikleştirme eyle-
minin yeterince karartı ve ödünsüz gerçekleştirile-
mediği birtoplumda yürüriüğe konması, Türk Mede-
ni Kanunu'nun uygulamada karşılaştığı güçlüklerin
temel nedenlerinden birini oluşturmuştur.
Batı'nın düşünce sistemine yönelmek, buna kar-
şılık o düşünce sisteminin temeli olan antikçağ Yu-
nan felsefesinin egitimini neredeyse fıldişi bir kuleye
kapatıp, yalnızca "ilgilenenler"e açık bir tür uzman-
lık alanına dönüştürmek, Batılılaşmaya yönelirken
yapılan bir başka temel yanhşlıktır. Zamanımızdan
ikibin beşyüz yıl önce, degişım düşüncesını Herak-
leitos'la, tektannlılık düşüncesini Xenophanes le,
"Tannlann aslında dünyada olup biten her şeyle il-
gilenmedikleri" düşüncesini, başka deyişle laikliğin
köklerini Euripides'le tanımış olan Batı'nın karşısın-
da, bu temellere inmeyi genelde önemsememek, bu-
günü var edenlerin ızıni geçmişte sürme alışkanlığı-
nı yeterince edinememek ya da bu iz sürme eylemı-
ne gelişigüzel noktalarda son vermek, sonuçta âltı
boşluklarla dolu bir yenileşme istencinin yerleşme-
sine neden olmuştur.
Halikamas Balıkçısı'yia öğrencilerinin ve arkadaş-
lannın çabalan, ancak bu gerçekler göz önünde tu-
tulabildiği takdirde yerine oturtulabilir. Özetleyecek
olursak eğer, o gerçek aydınlann bütün çabalannın
odak noktası, ülkemızin ve toplumumuzun bugünü-
nü bu topraklardan gelip geçmiş bütün uygarlıklar-
da, başka deyişle çok oylumlu bir 'dün'de aramak-
tır. Halikamas Balıkçısı, Anadolu'nun bugün de halk
arasında daha dünmüşçesine canlı yaşayan efsane-
lerinde nice eski uygariıklann mirasını bulurken, Yu-
nan felsefesinin kuruculannın lyonya'da yaşamış ol-
malannı bizim düşüncemizde uzanan/ uzanması ge-
reken doğal birköprü sayarken, Sabahattin Eyuboğ-
lu, bir Yunus Emre'nin evrene aşkla seslenen diliy-
le Batı hümanizmasını aynı potaya dökerken, Azra Er-
hat ise artık yüzyıllardır her şeyiyle bizim olan toprak-
larda, Çanakkale'de yaşanmış, esin kaynağı olma
niteliğını Shakespeare e ve çok sonrasına kadar
sürdürmüş olan Troya Savaşı'nın öyküsünü. yine bu
topraklarda yaşamış bir koca ozanın, Homeros'un
dizelerinden bır çeviri anıtı olarak dilimize aktanrken
yaptlan ve amaçlanan, hep aynıdır. 'Bugün 'ü 'dün 'ün
bir sonucu, 'yann '\ da bugünün uzantısı niteliğiyie ya-
şamayı öngören bırtarih bilincini yerleştirmek ve böy-
le bir bilinci edinebilme bağlamında yaşadığımız top-
raklarda gövemniş uygarlıkları tanımanın, onlara bi-
rer miras niteliğiyle sahip çıkmanın önemini gözler
önüne sermek.
Bütün bir toplumun "tepkisiz" diye suçlanması,
ama öte yandan ekranlann her gün o tepkisizliği da-
ha da pekiştirecek programlaria doldurulması, gaf-
tet olarak nitelendırilebilır. Buna karşılık o toplumu kül-
türel kimliğiyle tanıştırabilme, ona bütün köklerini
gösterme amacına hayatlannı adamış olanlan ekran-
larda beş dakikada kötülemek, "gaflefi epey aşan
bir şeydir...
YAPI KREDİ ULUSLARARASI
GENÇLİK FESTtVAIİ
BUGÜN:
19.00 Aya Irini: Ruhi Ayangil Orkestra ve Korosu
19.30 Cetnal Resit Re> Konser Salonu: Mosalini
Tango- Şarkı \e Dans Topluluğu
YARIN:
19.30 CemalReşitRey Konser Salonu:
Fazıl Say (piyano)
Perşembe
BLUESEXPRESS
Cuma & Cumartesi
BEN OKAFOR Jamaican Reggae Band
MERCURY
Çubuklu
200 KİŞİLİK İSTANBUL MEYHANESI
Rez. Td: (0216) 413 68 80/81
23.00'den güniin Uk ıştklanna kadar...
IsUme'den ücretsı: motor servnı \ardır