25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14SUBAT1995SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 45.ULUSLARARASI BERLtN FtLM FESTİVALİ'NDEN İZLENİMLER: Trotta bir kez daha yuhalandıGÜNER YÜREKLtK BERIJN - 0, sinemanın doğuşunu 100 yıl sonra bır kez daha gözler önüne seren ve büyük heyecan veren yedi dakikalık film olmasaydı, daha ilk gününden büyük bir düş kınkhğıyla aynlacaktık festivalden. Zoo-Palast Sineması'ndaki görkemli törenden sonra. önce Berlınli Marx ve Emil Skladanon skv kardeşlenn 1 Kasım 1895 günü 'VVintergarten'da (KJŞ Bahçesi) gösterdıkleri yedi dakikalık filmi izledik. Aslında 15 dakika olan filmin yedi dakikalık bir bölümüydü bu. Ve 'Wiırtergarten' varyetesınde Max ıle Emil Skladanowsky kardeşlerin sunduğu bir programdı sadece. 7 dakikalık fılmde hareket eden titrek görüntülerle, varyete programında yer alan akrobatık hareketler, dans gösterileri bır kez daha sunuluyordu seyırciye. Ama bu kez sahnede değil, perdede. 'Boks >apan kanguru', 'dans eden Kazaklar' ve 'sinek avı' sinemanın doğuşunu muştulayan ilk görüntülerdi. Festivalin açılışında bu film, 100 yıl sonra ikinci kez dünya prömiyerini yaşadı. Trotta'nın filmi ibret verici ve üzücüydü Ancak bu filmin ardından izlediğimiz Margarette von Trotta'nın 'Das Versprechen' (Söz) adlı fılmi, en azından Alman sinemasmın nereye geldiğini göstermesi açısından ibret verici ve üzücüydü. Titrek görüntülerle ana rahminden yola çıkan dünya sineması, bugün en ileri teknolojilerle bır endüstri haline gelmiş, ama von Trotta'nın filmınde en kötü örneklennden birinı vermişti Duvann örüldüğü 1961 ile yıkıldığı 1989 yıllan arasında bin Doğu diğen Batı Berlın'de yaşayan iki sevgilinin birleşme özlemlenni ve doğu rejiminın baskılannı ele alan 116 dakikalık filmde, sık sık karşımıza çıkan klişeler ve yüzeysel anlatım biçimi ('kitsch'), çok hassas bir kpnuya, duygu sömürüsü diyebileceğımiz bir işlev yüklemış Yönetmen ve de senaryo yazan Peter Schneider. 28 yıllık duvar tanhıyle ilgıli olarak, ne varsa sokmak istemiş filme. Ancak tek tek olaylann birbirinden kopukluğu, doğru olan bir şeyin inandıncılığını yitirmesine ve hatta 'komik' olmasına. yadırganmasına neden olmuş. Örneğin, duvar yapıldıktan sonra bir ihtiyann batı tarafında merdivene çıkıp duvann üstünden karşıdaki, yani doğudaki kansına mendil sallaması gıbı doğru olan. yasanmış olan, fakat filmde. öykünün akışı içinde seyirciye tuhaf-komik gelen bir dizi sahne. anlamsız bır duygusallığı körüklemekten başka bir işe yaramıyor. Bazı konular vardır. el yakar. Öyle her gelenın tutacağı gibi değildir. Nasıl Auschwitz'in anlatılması, (Schındler'in Listesi), Spielberg gibi bır ustanın bu işe el atmasını yanm yüzyıl beklediyse, Alman toplumunda derin yaralar açan Berlin duvannın öyküsü de herhalde yıne böyle bir ustanın gelmesini bekleyecek. Yoksa Alman sinemasının kıvıracağı kadar kolay bir iş değil bu. Hele Margarette von Trotta'nın hiç değil. Ikı genç sevgiliden Sophie'yi oynayan Meret Becker ile onun daha ilerideki yıllarda annelik dönemini oynayan Corinna Harfouch ve Konrad rolündekı Anian Zollner ile August Zirner, sergiledıklen başarılı oyun nedeniyle filmden sonra dakikalarca alkışlandılar. Ama yönetmen Margarette von Trotta, Berlin Film 'Nobody's Fool'da Paul Nevvman, yaşamında hep hatalar yapmış, bir baltaya sap olamamış yaşlı inşaat işcisini başanyla oynuyor. • Açılış filmi 'Das Versprechen'de (sağda) iki genç sevgiliden Sophie'yi oynayan Meret Becker ile onun daha ilerideki yıllarda annelik dönemini oynayan Corinna Harfouch ve Konrad rolündeki Anian Zollner ile August Zirner, sergiledikleri başanh oyun nedeniyle filmden sonra dakikalarca alkışlandılar Ama yönetmen Margarette von Trotta, Berlin Film Festivali'nde 1983 yılından sonra bir kez daha acımasızca yuhalandı. Festivali'nde 1983 yılından sonra bir kez daha acımasızca yuhalandı. Çünkü film için söylenecek tek şey vardı: "Ağlamalı IÜL, gülmeli mi?" Oscar'a aday adayı olan filmin yapımcısı Eberhard Junkersdorf, 'Das Versprechen'ın şımdiden 20 değişik ülkeye satıldığını söylüyor. Fakat bu. filmin niteliğinden çok ele aldığı konuya olan ilgiden olsa gerek diye düşünüyorum. Sonra 'Das Versprechen'ın Oscar'a ada> r adayı olmasının da ayn bır öyküsü var. Bir filmin Oscar'a aday olabılmesi ıçin daha önce gösterime girmiş olması şart. Berlin Film Festivali'nde ıse tam tersi. BeTİin Film Festivali'nde daha önce göstenme girmiş, daha doğnısu dünya prömiyeri yapılmış filrrîler yanşma bölümüne almmıyorlar. *Der Spiegel' dergisinin son sayısında öne sürüldüğüne göre, "Das Versprechen r> ın hem Oscar'a aday olabilmesı hem de Berlin'de dünya prömiyennin yapılabılmesi ıçın film. daha önce Leıpzig'tekı bir sınemada. bırkaç matıne kımseye duyurulmadan gızlıce gösterilmış. Böylece bır taşla iki kuş vurulmuş. Anımsanacağı gibi Almanya, en iyı yabancı film Oscar ödülünü bir kez 1979 yılında, Margarette von Trotta'nın eski eşı Volker SchlöndorTun 'Teneke Trampet' adlı fılmiyle almıştı. Berlın Film Festivali'nde yanşma dışı 'dünya prömijeri' olarak göstenlen 'Das Versprechen' şimdi Oscar'a aday adayı. Aday olursa Berlın Festıvali açısından skandal, işte o zaman patlayacak. 7O'likPaulNewman yine harikaydı! Festivalin yanşma filmleri arasında göstenlen ve Roy Chan ıle Wang Yen'ın başrolleri paylaştıklan Ray Leung Pun Hei'nin, Hong- Kong yapımı 'Back to Roots' (Geri Dönüş) adlı fılmi, bir çete üyesi gencin adam yaraladıktan sonra saklandığı taşrada, çektiği kışilik bunalımlannı ve kımlik arayışını ele alıyordu. Kimlik arayışını kasabanın basit yaşamında ve gelenekJere bağlılığında bulan genç, polise teslim olur ve cezasını çektikten sonra 'tövbekâr' olarak taşraya yerleşır. Konusu ilginç olmakla birlikte yavan anlatım bıçimıyle bu film fazla ilgi görmezken Stanley . Kvvan'ın 'Kırmızı GüL, Beyaz 'Les Cent et Une Nuit'de 100 yaşındaki Moniseur Cinema rolünü üstlencn Michel Piccoli olağanüstü oyunculuğuyla Gül' adlı Hong-Kong, Çin, Tayvan ortak yapımı fîlmi, Uzakdoğu'dan ilk sıcak ses getiren ve beğenilen film oldu. Çin'in önde gelen yazarlanndan Eileen Chang'm bir romanından yararlarularak beyazperdeye aktanlan 126 dakikalık filmde, Şanghay'dan tekrar Paris'e geri dönen bir erkeğin, başından geçen bir olay yüzünden evlenmek zorunda kalışı, gelin adayını gördükten sonra, davranış biçimindeki değişiklik anlatılıyor. Ve "Bir erkeğin içinde her zaman, hırslannın simgesi olan bir kırmızı gül ile bağlılığının göstergesi olan bir de bevaz gül vardır" deniyor ve oluşan sevgiyle bunlann nasıl yavaş yavaş yer değiştirdiği dile getiriliyor. Yönetmen Stanley Kvvan, 1992 yılında da Berlin Film Festivali'nin yanşma bölümüne katılmış, Gümüş Ayı ödülü kazanmıştı. Michel Piccoli ve Paul Nevvman Ünlü yönetmen Agnes Varda'nın. Michel Piccoli, Marcello Mastroianni, Gerard Depardieu, Alain Delon gibi dev starlarla birlikte çevirdiği ve sinemaya olan aşkı anlatmak istediği Fransa yapımı 'Les Cent et Une Nuit' (Yüzbir Gece) adlı filminde de starlann (başta 100 yaşındaki Moniseur Cinema rolünü üstlenen Michel Piccoli olmak üzere) olağanüstü oyunculuğu yıne insanlan büyüledı. Bu yönden belki filme bır en iyı oyuncu ödülü venlebilır. Ama 70 yaşındaki Paul Newman eğer izın verirse. 'Nobody's Fool' ödüle en yakınfilm Evet. festıvalde. yanşma bölümünde şimdiye dek izlediğimiz filmler arasında, Altın Ayı'ya değilse de bir Gümüş Ayı'ya en yakın olan film, Robert Benton'ın 110 dakikalık ABD yapımı olan 'Nobody's Fool'uydu. Bruce WUIİs ve Meianie Griffith'in. Paul Nevvman ile birlikte başrolleri paylaştıklan bu filmde, New York yakınlannda, karlar altındaki bir kasabada yaşayan inşaat işçisi Sully'nin, dik kafalılığı, küçük kasaba eşrafina ters düşen, ama onlara sevımli gelen sıradışı davranışlan, inşaat işçiliğinden kurtulup sıcak bir yerde çalışabılmek için gösterdıği çabalar, geçmişte işledıği hatalar ve bundan çıkardığı tecrübeler. çok hoş bir dille anlatılıyor. Yaşamında hep hatalar yapmış, bir baltaya sap olamamış yaşlı inşaat ışçisini oynayan Paul Nevvman'ın ustalığına, Robert Benton'ın bir kasaba halkının sade yaşamını anlatan hoş dıli de eklenince ortaya başanh bir yapıt çıkmış. Bu yılkı Uluslararası Berlin Film Festıvali, yanşma dışı •Panorama', 'Uluslararası Genç Filmler Forumu 1 , "Çocuk Filmleri Şenliği', 'Yeni Alman Filmleri' ve 'Retrospektif bölümlennde göstenlen filmlerle şu günlerde en hararetli anlannı yaşıyor. Her yıl bıraz daha tasarrufa gıtmesı, bütçesinden kısıntı yapılması istenen festivalde, özellıkle basına verilen hizmetler. bu kez 'tam bir kaos' dıyebilirim. Bır bilet alabilmek, bir kahve içebıhnek için yüzlerce kışinın oluşturduğu kuyruklar, ınsanlann üst üste yığıldığı, nefes alamadığı kafeler, festivalin gazetecılere çile çektiren görüntüleri arasında. Bır bilet bulamayıp çoğu fılmi kaçırdığımız da cabası. Ama sinemanın doğuşunun 100. yılında. başta sınema yazarlan, sinemaya olan büyük aşklan nedeniyle tüm bu eziyetleri smeye çekiyorlar ve bır film, bir film daha görebılmek için kan ter içinde büyük bir mücadele veriyorlar. Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu, Harold Pinter'm 'Oda' oyununu Türkiye'de ilk kez sahneliyor Iletişimsizlik ve yoksunlaşma üzerineKültür Servisi- Türk ve dünya tiyatrosunun çağdaş yazarlannın oyunlannı izleyiciyle buluşturmak üzere kurulan Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu, Harold Pinter'm "Oda" adlı oyunuyla perdelerini açtı. Topluluk üyeleri, tiyatroda derinliği olan, ama keyifli dakikalar yaşatan, yeni ve yenilikçi oyun arayışındaki izleyiciye seslenmeyi amaçladıklannı söylüyorlar: "Bu doğrultuda, ilk olarak fngiüz tiyatrosunun önde gelen yazarlanndan Pinter'ı seçrik. 'Oda', Pinter'm yazdığı ilk oyun ve pek çoklanna göre de başyapıtı". Türkıye'de ilk kez sahnelenen "Oda", iletişimsizlik, yalnızlık ve yoksunlaşma temalannı işliyor. Oykünün kahramanı. kendisini kocasıyla birlikte terk edilmiş bir pansiyonun odalanndan bırine kapatan yaşlı bir kadın. Rose adındakı bu kadmın başından geçen olaylar aracılığıyla. çözümleyemedikleri dış dünyadan ve tehlıklelerden kaçarak bir korunak niteliğindekı odalanna sığınan insanlann dramı anlatılıyor. Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu, oyunu günümüz Türk kent insanının yaşamlanyla yakınlıklar kurarak, kimi gerilim ve mizah unsurlannı da banndıran bır rejıyle ele alıyor. "Oda"yı Türkçe'ye çevıren Kubilay Zerener aynı zamanda yönetmenliği de üstlenmiş. Rose'u Nimet Olçar'm canlandırdığı oyunda diğer rollen Mürsel Yaylalı, Babur Akyol, Kubilay Zerener, Tülin Aykılıç ve Konuralp Sunal paylaşıyor. Pinter'ın oyunlannın genellıkle kapalı mekânlarda geçtiğinı belirten Kubilay Zerener, odanın dış dünyadan korkanlar ıçin yapay ve kınlgan bır korunak olduğunu söylüyor- "Bir gün kapı açılır, bir yabancı içeri girer ve bu sözde güvenli dünvanın bütün düzeni alt üst olur. İçerdekiler için en büvük tehlike olan gerçeklerle yüzleşme yaşanır. Böylece çökiiş ve yoksunlaşma süreci başlar". Kocasını odanın çok sıcak, güvenli, rahat bır yer olduğuna ikna etmeye çalışan Rose'un durumu da böyle. Rose ıçin dış dünya soğuk, karanlık ve yabancılarla dolu bir yer. Oysa kamyon şoforü olan kocası Bert. bu odanın birparçası değil, Rose'u kendine bakan bir kadın olarak kabul ediyor Ve Rose'un burada kurduğu düşsel dünya da bir gün yıkılıveriyor: "Ev sahibi Mr.Kidd'in burasının kendi yatak odası olduğunu söylemesiyle voksunlaşma süreci başlıyor. Ârdından kendilerine boş bir oda aravan Sands çifti geliyor, bodrumda göremedikleri gi/emli bir adam onlara bu odanın boşalacağmı söylemiştir". Zerener. Pinter bunun politik bir oyun olmadığını iddia etse de, oyunun güçlü toplumsal göndermelere ve oldukça güçlü bır politik yapıya sahip olduğunu söylüyor. Ve alabildiğine evrensel temalan ele aldığını sözlerine ekliyor "Tehlike gerçekten dışanda mı, yoksa onu odamızla birlikte var eden bizler miyiz? Tehlike bizim üstümüze mi geliyor, yoksa onu biz mi davet ediyoruz? Şunu rahathkla söyleyebiliriz: Odamızda güvencede değil, tehlikenin tam ortasındayız!" Oyunlannı cuma, cumartesı ve pazar günleri Şişli Gönül Ülkü - Gazanfer Ozcan Tiyatrosu'nda sergileyen Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu, kısa bir süre sonra EoNvard Albee'nin "Hayvanat Bahçesi" adlı oyununu "Oda" ıle dönüşümlü sahnelenecek. ALINTILAR TAHStN YÜCEL Paralar Yeni çıkan bir milyonluğu ilk kez elime alıp bakarken, bir 'ince hüzün'dür bastırdı. Oysa, çocukluğumdan beri, yeni paralar hep sevindirmiştir beni. Güçlerini iyi bildiğim için mi? Sanmıyorum, elime hiçbir zaman öyle büyük ola- naklar sağlayacak paralar geçmediği gibi para gücünün bilincinede hiçbir zaman gereğince varamadtm. Hem de iyileşmez bir Balzac hayranı olmama karşın. Hayır, ben çok daha saltıkçı bir biçimde, "kendi kendinde ve kendi kendisi için" sevdim parayı, kendi başına bir nesne ola- rak biçimi, boyutu, rengi, Atatürk'ü, ayyıldızı veyazısı için sevdim. Tırtıllı bir kuruşluklar bizim Elbistan'a ulaştığı zaman ağır hastaydım. Arada birgözümü açıp ağır, sıcak, bula- nık bırsuyun dibınden bakargibi çevreme baktıkça, ana- mın, ağabeyimin, ablamın, eniştemin, komşulann gözle- rini korkuyla üzerime diktiklerini görüyordum. Arada bir, iki hıçkınk arasında, "Yavnım gidiyor!" gibi sözler geliyor- du kulağıma, ama benimle bağıntılı olduğunu bilmekle bir- likte, pek de umursadığım yoktu. Sonra bir gün, ablam mı, ağabeyim mi, eniştem mi, evimize ilk kez gelen bir ko- nuk mu, bilmiyorum, biri "Bak, acerbirlik çıkmış!" diye- rek pınl pırıl bir tırtıllı kuruşu duvarda serinletmeye çalış- tığım elime doğru uzatınca, birdenbıre bir tansık gerçek- leşmişti: Artık iyileşmiştim de fazlasıyla bitkin bedenim bu- nun aynmına daha yeni mi varıyordu, yoksa paranın gü- cü insanlann genellikle düşündüklerinden de mi fazlaydı, neydi, belki beş, belki altı haftadır ilk kez, çok doğal bir şey yapar gibi doğrulup oturmuştum. Sonra yaşamımın en mutlu evrelerinden birini yaşadım: Dost, akraba, komşu, ölümden dönen hastayı görmeye gelen herkes, avcunda pırıl pınl bir tırtıllı birlikle gelıp bu bırliği hiçbir şey söyfemeden, bir tılsım gibi avcuma sıkış- tınyor, yavaş yavaş Elbistan'ın tüm tırtıllı kuruşlan bizim evde toplanıyor, ben de, gittikçe büyüyen tırtıllı kuruş yı- ğını karşısında, topraklannı her gün biraz daha büyüten bir imparator gibi kabanyordum. Şu var ki, çok yeni ol- malarına karşın, tek tek tanıyordum askerierimi, yani sa- yı çok da önemli değildı. En çok parayı o uzun hastalık sırasında görmüştüm, ama bizim oralarda, çocuklar parayı ancak bayramdan bayrama görürlerdi. En yakınlar, bir kuruş, beş kuruş, on kuruş, her zaman iyi kötü bir para koyardı avcumuza; ka- dı emmi, selamlığında adalet dağıtır gibi bayram parası dağıtırdı: Oturduğu minderin altı bır gömüydü, ama hep aynı kırk parayı çıkanrdı. En cömert büyüklerden biri olan demirci emmiye kimimiz gitmez olmuştuk, kimimiz de verdıği bayram parasını almamakta diretiyorduk, çünkü, sakat kaldıktan sonra, oğlunun başka el öpmelerden ge- tirdiği paralan sıkıştınyordu avcumuza. Bu da dediğim şe- yi, paranın sayısının bizim için pek de önem taşımadığı- nı gösteriyordu. Bir yeğenim belki kırk el öperek topladı- ğı avuç dolusu parayı harcamaya gıderken, tek kuruşu- nu kendine ayırmadan dilencıye vermişti de hiçbirimiz engel olmaya kalkmamıştık. Nasıl olsa, bir eksik tamam- lanacağı zaman büyüklerimıze de verirdik paralanmızı, he- le bu parayla fazla içli dışlı olmamışsak. Örneğin bir şe- ker bayramında bozuklan bütünleterek edındığim küçü- cük gümüş (öyle diyoriardı) yirmi beşlik, öyle kolaylıkla el- den çıkanlacak paralardan değildi, kaç yıl saklamıştım, kendi kendisi olarak, kendi kendisi için. Bir yirmi beş kuruş bu denli yükseklere konulunca, yir- mi beş liranın erişilmez bir değer olması gerekirdi. Ben, dünyanın tüm yokluklanna karşın, ona da çocukluğum- da eriştim, hem daha dördüncü sınıfta. Öyküyü bizim Ga- zi Paşa llkokulu'nun duvar gazetesı Kaynak bile yazmış- tı: Ağabeyimin benim şansıma aldığı çeyrek bilete yüz li- ra çıkmış, anam kazanılan yirmi beş liranın en az yansı- nın bana harcanmasında dayatmıştı, istesem, saklayabi- lirdim de, ama istememtştim. Dıyeceğim, kim bilir hangi zorunluğun elimden aldığı gümüş yirmi beşliği geri ala- bilmek için bu paranın hesini verebilirdim. Üstelik, bir baş- ka para olayının hemen arkasından geldığinden, ikrami- yenin cezaya dönüşme tehlikesi de vardı: Ailece göze ge- lebilirdık. Eniştem, kaç aylık emeğinin karşılığı olan bir deste 'pangonot'u saklasın dıye ablama vermiş, o da en güve- nilir yerin bulgur çuvalı olduğunu düşünmüş, ama bir sü- re sonra, geri vermesi gerekince, farelerin pangonotlan kalbura çevirdiklerini görmüştü. Biz vardığımızda ablam hüngürhüngürağlıyor, eniştem hiç ağzını açmıyordu. Ev- de ve mahallede en sağlam çözümleri anam bulurdu. Pa- ralan kaptığı gibi banka müdürünün karısma koşmuş, müdürü eve çağırtıp sorununa çözüm ıstemişti. Adam da bır çözüm bulmuştu iyi kötü. Ama şimdi, nerdeyse tüm kasabada, adımız zengine çıkmıştı? Benim bilete para çıktıktan sonra, komşular, kulağımıza doldura doldura, "Para, parayı çeker" diyorlardı. Ama anam, nazardan çok korkmasına karşın, "damat kurtarma operasyonu "nu ya- şamının büyük başanlanndan biri olarak görüyor, anlat- maktan bıkmıyordu: "Dedim ki, müdür bey dedim, ma- dem paramızı eksiğine değiştiriyorsun, ben de senden gıcır gıcır acer para isterim dedim." Böyle işte, kenterie- rin değerlerini paylaşır görünürdük ya hiçbir şeylerini dö- nüştürmeden sokmazdık yaşamımıza. Bir milyonluk konusundaki ızlenimlerime gelince, onla- rı da gelecek yazımda anlatacağım. Sanat Dünyamız'da bu ay • Kültür Servisi - Yapı Kredı Yayınlan'nın çıkartığı 'Sanat Dünyamız' adlı dergı, bu ay bahçe kültürünü ele alıyor. lslam âleminin bahçelen, Uzakdoğu'da bahçe kültürü, Bizans bahçelen. Türk bahçe sanatında Batı etkileri, dünden bugüne bahçe kültürümüz, resim bahçelerinde mevsimler. edebiyat ve sinemada bahçe konulannın ele alındığı dergide, bütün yönleriyie bahçe kültürü aktanlıyor Günel Doğan, Beşir Ayvaz, Enıs Batur, Gofried Benn, Turgut Cansever, Marguerite Charageat, Franck Debie, Torsen Olaf Enge, Gönül Aslanoğlu Evyapan, Hermann Hesse, Hugo von Hofmannsthal, Thomas Leisen, Sevin Okyay, Edip Emil Öymen, Samih Rıfat, Rainer Maria Rilke ve Sezer Tansuğ'un yazılanna yer verilen dergide aynca. Hakkı Anlı ve Edvvard Hopper'ın resimleri de bulunuyor. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ndan açtklama • Kültür Servisi - Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfi Yönetım Kurulu Başkanı Prof. Dr. Aydın Aybay, bir açıklama yaparak düşünce açıkJamayı suç sayan yasa maddelerinin kaldınlmasmı istedı "Düşünce açıklama ve yaratma özgürlüğünün önündekı engeller nedeniyle Türkiye'nin kamuoyunda ve dış dünyada, yazarlann, gazetecilerin, yayıncılann hatta matbaacılann yargılandığı ve hapse atıldığı bir ülke görünümü"ne sahip olduğu belirtilen açıklamada, Türkiye'yı çağdışı ve antidemokTatik bır ülke konumundan çıkartabilmek için Terörle Mücadele Yasası ve diğer yasalarda, düşünceyi suç sayan maddelerin atılması gerektiği söyleniyor. Ünlü Melos Dörtlüsü yarın İstanbufda • Kültür Servisi - Otuz yıldır birlıktelıklennı sürdürerek olağanüstü bir müzikaliteye ulaşıp dünya müzik platformunda çok üst bir düzeye yerleşmiş olan Alman Melos Dörtlüsü, Türkiye turnesının ilk konserini bugün tstanbul'da veriyor. Wilhelm Melcher, Ida Bieler, Hermann Voss ve Peter Buck'tan oluşan dörtlü, teknik mükemmellik ve yorum gücü açısından Juillard. Amadeus ve La Salle gibi ünlü dörtlüler arasında yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle