Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3ARALIK1995PAZAR
14 KULTUR
Dim bitmedL, yarm da nostaljik
G
erçekten 'kendisi gibi' yazıyor Memet Baydur. 'Hüznü gülmeceyle
damıtan bir tiyatro ozanı'. Müthiş gözlemci. En acı, en
dokunulmaz olan, en tabu şeylere cesaretle. korkunç bir
alaycılıkla, fütursuz, gözü kara yaklaşmak çok hoşuna gidiyor.
Onun için dünyada en kutsal şey, iki insanın anlaşabilmesı ama dürüstçe.
Savunulan şeyle yaşanan hayat arasındaki büyük uçurumlardan nefret ediyor.
oyunlanmın konularının da çok değişik alanlarda, birbirine
benzemeyen konumlarda filizlendiğini söylerler.
Ben de hep aynı cevabı veriyorum. Bir fresko, bir mozaik söz
konusu. Bütün yazdıklanmda kendimi anlatmaya çalışıyorum.
Benim yaşadığım, 1950-95 arasındaki Türkiye çıkıyor ortaya ister istemez;
yani benim Türkiyem...
HANDANŞENKÖKEN
Gerçekten 'kendisi gibi' yazıyor. 'Hüz-
nü gülmeceyle damıtan bir tiyatro ozanı1
.
Müthiş gözlemci. En acı, en dokunulmaz
olan. en tabu şeylere cesaretle, korkunç
biralaycılıkla. fütursuz. gözü kara yaklaş-
mak çok hoşuna gidiyor. Onun için dün-
yadtfen kutsal şey, iki insanın anlaşabil-
mesi ama dürüstçe. Savunulan şeyle ya-
şanan hayat arasındaki büyük uçurumlar-
dan nefret ediyor.
Yazıyla yaşamı özdeşleşmiş. 24 saat
yazdığını düşünüyor. onda yoğunlaşıyor.
düşlerinde bile. Öyunlar(bugüne dek sa-
yısı 24'e ulaşmış). hikâyeler. denemeler
yazıyor. bir roman üstüne çalışıyor. çevi-
riler yapıyor. Bundan hiç yılgınlık. yor-
gunluk duyınuyor. Çünkü yazmak, işi.
Sadece çok okumak ve sürekli bununla
yaşamak gerek. o kadar...
Uzun yıllardır yurtdışında yaşıyor.
Ama hiçb'ir zaman kendini Türkiye'den
ayrı düşünmeden. Yazdıklannın Londra,
Paris, Madrid ya da Nairobitle yazılma-
sı hiçbir şeyi değiştirmiyor. Türkiye'nin
80'li yıllanndan Baydurca birbakış açısı
getiriyortiyatromuza: kendi Türkiyesini.
Memet Baydur'un oyunlarını okumanın
ayrı bir tadı var. Özellikle parantez içi
açıklamalar oyunla ve yazann kendisiy-
le ilgili ilginç.eğlendirici ipuçları veriyor
okura. O da öncelikle okunması için yaz-
dığı edebiyat ınetinleri olarak görüyor
oyunlarını. (Memet Baydur'uanlayabil-
mek. Baydur tiyatrosununtadınavarabil-
mek için oyunlarının ve Ayşegül Yük-
sel'in 'Eleştirmen Eskiten Bir Oyun Ya-
zarı'başlıklt yazısının okunması gereki-
yor bence.)
Yazdıklarında güldürücü olan çekici
ama "bir yerlerde kalarak ve uğraşarak,
inatçı u' gülümser, iyimser ve muhalif
olanlar"ın varlığını duyumsatan bir se-
vecenlik ve umut da var.
Yaşama da, oyuna da sadece zekâyla
bakmayı seviyor. Oyununun genel prova-
sını izlerken de sanki hiç ilgisi yokmuş-
casına 'ivi bir seyircT gibi izliyor. 'kendi
yazdığını unutarak'. Tiyatronun büyüsü
birazcıkonugerektiriyor onun için. "Çok
önemsemiyonım yazdığımı, okumuyor-
sanı eğer. Seyrediyorsam, insanlann yap-
tıklan benim için daha önemli."
Istediği 'tiyatro'nun öne çıkması. Hiç-
bir zaman yazar tiyatrosundan yana de-
ğil, hep oyuncu, yönetmen tiyatrosundan
yana. Sahnede gördüğüoyunu kendi yaz-
dığından daha çok seviyor. Bu nedenle
Istanbul Devlet Tiyatrosu'ndan sahnele-
nen. Osman Wöber'in yönettiği "Kam-
yon~adlı oyununu çok keyifle seyrediyor
Memet Baydur. Gerçekten çok beğendi-
ğini vurguluyor. Herseyredişinde yeni bir
şey öğreniyor oyun yazarlığında. "Benti-
yatroyu hep hirlikte yapılan bir şey olarak
görüyorum. Dola\ısıyla 'Kamyon' gibi
çok sevdiğim bir yapımda. yönetmenden
oyunculara kadar hiç kimsenin emeğini,
benim metnimin altına süpürmeye niye-
tim yok. Seyrederken. benim yazdığım-
dan daha iyi olduğunu düşündüuı hep.
Can Gûrzap'ın yönettiği 'Yangın Yerinde
Orkideler', Müşfik Kenter'in sahneye
koyduğu 'Yalnızlığın Oyuncaklan'da be-
nim yazdığımdan daha iyiydi beHd."
"KadınIstasyonu"nu Marsilya'da ken-
di sahneye koyduğunda ise çok zorlan-
mış. Şizoid bir durum. kişilik yanlması
yaşanmış: daha çok yazar kimliği ortaya
çıkmış. Çok acımasızca yaklaşmış kendi
yazdığı metne. Usta oyuncular. teknik
kadro ve iyi bir bütçeyle sahnelenmiş
oyun. iyi bir şey çıkmış ortaya ama Me-
met Baydur yönetmenliğin ne denli zor
olduğunu düşünmüş. iş bittiğinde. Çün-
kü yazmak. "o kadar zor bir şey değil."
Sanat bir doyum alanı değil ve yazmak da
kolay bir iş. Baydur'a göre. Sık sık yine-
lediği gibi 'sanat kolay. hayat zor'. Niçin
mi yazıyor1
Yeni sorular bulmak, bu so-
rulardan başka sorulara ulaşabilmek için.
"Yanıt vermek değil benim işim. Yanıtı
bulduk, o halde yan gelip yatalım -öyle bir
şey yok. Acaba burdan nereye gidilir, on-
dan sonra da daha başka ne yapılır? Bir
soru hep başka bir soruvu. o da on tane,
bin'tane soruyu beraberinde getiriyor."
Görüntülerden yola çıkıyor
Ama bu sorulardan değil, görüntüler-
den yola çıkarak yazıyor Baydur. (Bir ga-
zetede okuduğu Türk mafyasının 'renk-
li" isimlerinden tnci Baba ile söyleşide,
inci Baba'nın kütüphanesinin önünde
elinde bir kafatasıyla görüntüsü "Yeşil Pa-
pağan Limited'ı. ya da aracıyla uzayda
yitip giden bir kozmonot hakkında ansik-
lopedidenedindiğıbilgiyle VladimirKo-
marov'u yazdığı gibi.) Görüntüler soru-
ları getiriyor aklına. Böyle olmasaydı.
belki daha kolay olabilirdi işi - Türkiye"de
her sanat dalında, başan kazanan kimi iş-
lere sırtını dayayanlar gibi: "Cumhuri-
yet Kızı"ndan sonra "Cumhuriyet Kızı
2"yi yazarak belki, ya da "Düdüklüde
Kıynıalı Bamya'yı televizyon dizisi ha-
line getirerek... Ama. bunlara karşı çıka-
rak. başarı kazanan oyunlanndan sonra.
sözgelimi "Düdiiklüde Kıymalı Bam-
ya'dan sonra "Vladimir Komarov"u,
ardından da "Kamyon"u yazmış. "Hiç
bir yerde duraklamay ı, onu başan haline
dönüştürmeyi, devamını yazmayı sevmi-
yorum. Aklımda eliıni sokmadığım, kale-
mimi daldırmadığım yüz tane konu var."
Yazmak yaşamında hep var olmuş: Ya-
zı yazmayı öğrenir öğrenmez öyküler
yazmaya başlamış, 16-17 yaşlannda da
hergenç gibi şiir yazmış -âşıkolurolmaz.
Ama çok kısa sürmüş bu dönem. Oyun
yazmayı o değil, "oyun yazmak onu" seç-
miş. tlk gençlik yıllannda Güner Sümer
ile dostluğu. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun
parlak yılları çok etkilemiş onu. Oyun
yazmaya başjaması ise otuz yaşlanna
rastlıyor; kafasında yıllardır biriken mal-
zeme, ancak oyun formunda yazılabili-
yor.
1970-80 arasındaki 10 yıllık dönemi
yazarak geçiren Baydur. 1980 tarihli ilk
oyunu "limon"da aydınlara. "Cumhu-
riyet Kızı"nda daha da aydınlara. "Yan-
gın Yerinde Orkideler"de lumpenlere,
"Düdüklüde Kımyalı Bamya"da ev kadı-
nı lumpenlere. "MaskeliSüvarTde sanat
sevicilerine, "Kamyon"da yerinden yur-
dundan edilmiş köylülere bakıyor.
Bugün karşı sayfada yer alan Penaltı
köşesinde Louis Malle'den söz ederken.
aslında bir bakıma kendini de anlatıyor
Memet Baydur. (Önce o yazıyı okumak-
ta yarar var.)Louis Malle gibi 'birbirine
benzemez
1
oyunlan yazan, 'apayn biün-
mezlere yelken açan işleri yapan' Memet
Baydur'un da oyunlannın ortak noktası
'kendisi'.
Nasıl oluyor bu?
"Zor oluyor çok. İnsanın 17-18 yaşla-
nnda ben yazar olacağım, sadece yazı ya-
zacağım, başka hiç bir şey yapmayacağım
ve kendi kimliğimi bu mesleğin üzerine
kuracagım diye karar vermesi kolay bir
şey değil.Oyunlanmın konularının daçok
değişik alanlarda. birbirine benzemeyen
konumlarda fılizlendiğini söylerler. Ben
de hep aynı cevabı veriyorum. Bir fresko,
bir mozaik so/konusu. Bütün bu yazdık-
lanmda kendimi anlatmaya çalışıyorum.
Benim yaşadığım. 1950-95 arasındaki
Türkiye çıkıyor ortaya ister istemez; yani
benim Türkiyem»."
Şiyanürtü dondurmanın
üstündeki kiraz tanesi gibi
Memet Baydur'un bir araya getirdıği
mozaik. bir Türkiye haritası. Bu haritanı n
içinde, kimilerine ayrıksı gelse de - Türk-
çe yazılmış olduklarından - "Vladimir
Komarov" ve "Tensing"gibi oyunlann da
yeri var. Oyunlarının teker teker yargı-
lanmasının yanlış olduğunu vurguluyor
Baydur: "Hepsi birleştiği zaman ortaya
çıkacak manzara belki can sıkıcı olabiHr,
belki sinûiendirici olabilir. ama hepsinin
birbûieriyle bağlantıları var, yani bir res-
min parçalan bunlar."
Cansıkıcı olabilir ama, insan çok sıkıl-
sa da aynı anda çok büyük zevk alabilir.
seyrettiği. gördüğü şeyden. "Cânımsıkı-
larak çok se\ diğim bir sürü şe> se\ rettim
hayatımda." Bir de 'benim burada ne
işim var, bunu niye seyrediyorum. niye
okuyorum' diyedüşünülebilirkibu ıkin-
cisi. çok daha kötü bir duygu ona göre.
Ama, kimseyi"eğlendirmek için bulun-
muyor dünyada." Oyunlarının eğlendiri-
ci bÖlümleri ise. "siyanüriü dondurmanın
üstündeki kiraz tanesi gibi." Memet Bay-
dur'un dünyasına gırebilmek için. oyun-
lan kadar. Türkçeye çevirdiği Max
.\ubun "Örnek Suçlar" kitabı da önem-
li bir ipucu. Ölümle dalga geçen. ölümü
ti'ye alan. ölüme nanik yapan bir güldes-
te bu kitap. Mahkeme tutanaklanna bir
kulak röntgencisi gibi yaklaşan Max Aub,
birbiri ardına sıraladığı "cinayet incile-
ri"yle okuru. yaşamın güzelliği yanında
ölümün gülünçlüğü üstüne düşünmeye ve
keyif almaya çağırıyor. "En acı, en doku-
nulmaz olan. en tabu şeylere müthiş birce-
sarette. korkunç bir alaycılıkla, fütursuz,
gözükara yaklaşmak benim çok hoşuma
gidiyor." 1983 ile 1993 arasındayaşamının
on yılını kenarından köşesinden işgal
eden. hiç yanmdan ayırmadığı bu kitabı
çevirmesinin nedeni kitapla "büyük bir
akrabalık. kan, göz bağı" kurması. Kat-
lana katlana giden bir akrabalık bu: Max
Aub, Luis Bunuel'in arkadaşlanndan bi-
ri. Bunuel. Baydur'un en sevdiği yönet-
menlerden. Sinema da büyük aşkı; Afri-
ka'da bulunduğu sıralar. 1982- 1986 yıl-
ları arasında Kenya Toplu Iletişim Ensti-
tüsü'nde Sinema Tarihi dersleri verdi.
Memet Baydur'un oyunlarının belke-
miğini "ironi, karamizah" oluşturuyor.
Bu. çok eleştirelmiş gibi görünen tavrın
altında. aslında olup biteni daha iyi anla-
ma isteği yatıyor. İroni de bu anlama ko-
laylığını sağlayan birçözücü.
Cenaze ınerasimleri. ödül törenleri. ha-
\aalanlannda devlet başkanlarının birbi-
rini karşılaması ona hep gülünç geliyor.
En acı durumlarda bile gerçek anlamda
komik bir durumu görmeye başlıyor. Bu.
'bir hastalık belki'. Herkesin çok mutlu
olduğu. sev indiği anlarda da çok hüzün-
lü. çok can sıkıcı durumlar gördüğü gi-
bi."Ama bunlan görmezsen. bu meslekte
bannmana ya da kalıcı olnıana imkan yok
bence."
Yazdıklarını okuduğu zaman kendi iro-
nisinin 'çok iizücü bir şey' olduğunu dü-
şünüyor. "O, tabü okuşanda. karşı taraf-
ta nasıl yansıyor bilmiyorunı. Bazen van-
yor anlatmak istediğim, bazen de varmı-
yor. Meslegimin riskleri™"
Oyunlarının 'iletişimsizlik' üzerine ku-
ruluolduğundan söz ediliyor ancak "sah-
neye özgü gerçekliği" yaratan Baydur'un
"sıradışı"ov un kişilerı bir noktada bulu-
şuyorlar...
Savunulanla yaşanan hayat
arasındaki uçurumlar
"Bu. benim özlemim aslında. Ben, in-
sanlann önce sözle. sonra tenle, sonra be-
nim aklıma bile gelmeyen binlerce başka
yolla anlaşabilmeleri tarafinda> ım. Benim
için dünyada en kutsal şey, iki insanın an-
laşabilmesidir. Dotayısıyla hep haberleş-
meden yanaokium hayatım boy unca. Hep
onun için sözün gücüne inandını. Onun
için söze dayanan, keiimeyeda>-anan oyun-
laryazıyorum." Ama onun için. asıl ileti-
şimsizlik: anlaştığı halde bırbirlerinin ku-
yusunu kazan insanlar arasında. "Beni
asıl ilgilendiren de o. Yoksa ortahkta bü-
yük bir anlaşmazlık da yok. O kadar bü-
yük bir hile var ki. herkes birbirini biliyor,
"herkes o> unun ne olduğunu biliyor. her-
kes sözün ne anlama geldiğini biliyor. Ge-
ce yastığu kafasını koy duğu zaman, uyu-
madan be~, dakika önce kendinin sahte-
kâr, rezil. \.ılancı olduğunu biliyor ama
ertesi sabah hiçbir şey olmamış gibi oy na-
may a de\ am ediyor. Bunun adı iletişimsiz-
lik değil. başka bir şey. Onun adını koyma-
ya çalışıyorum. Belki bir 1 ? tane daha
oyun yazarsam bir çizgi çıkacak ortaya."
Yaramazlık yapmak. "bu boktan kü-
çük burjuvazinin bumuna bir şey sok-
mak. hoşlanmadığı bir kokuyu yüzüne.
gözüne, her şeyine \urmak" her zaman
çok hoşuna gidiyor. Bu küçük burjuvazi-
nin içinde bizim yeni zenginler yok sade-
ce. sanatçılarımız. yazarlanmız, çizerle-
rimiz de var. (Memet Baydur'un oyunla-
William Klein, fotoğraflannda New York'un gerçeklerini gösteriyor
6
Bana mi bakıyorsun sen?!
9
Kültür Senisi - Amerikalı
fotoğrafçı WUliam Ktein. 1928
yılında orta sınıf bir Y'ahudi
ailesinin çocuğu olarak dünyaya
geldi ve Manhattan'ın batı
yakasında, oldukça hırgürlü bir
mahallede büyüdü. Olay
çıkarmaya her an meraklı
lrlandalı ve ttalyan çeteleriyie
doluydu içine doğduğu ortam ve
Klein, çocukluğunda başını derde
sokmamak için kimsenin işine
burnunu sokmadı. "Etraftaolup
bitenleri görmezlikten gelmek, en
iyisiydi" diyor sanatçı. Ancak.
görmezlikten gelmek bir yana,
yaşamını, New York'un
sokaklanna çevirdiği objektifiyle
bu renkli kentin en ilginç. en
gerçekçi fotoğraflannı çekmekle
geçirdi sonunda. "Olaylara
kanşmak" için. birılerine gözünü
dikip bakmanın yettiği bir kentte.
gözlerini etrafında olup biten her
şeye dikip baktı Klein ve bunu
sanata dönüştürdü.
Amerikan ordusuna katılıp iki
yılını Avrupa'da geçiren ünlü
fotoğrafçı. daha sonra Paris'te
ünlü ressam Fernand Leger'nin
atölyesinde resim egitimi gördü.
Fotoğrafçılığa daha sonra başlayan
Klein'ın sanatında. tıpkı Fernand Leger
gibi, kent yaşamının geometrik
panltılanna duyulan tutku gözlenir.
1956 yılında New York fotoğraflannı
bir araya getirdigi "New York Ividir"
adlı bırkıtap yayımlayan William
Kleinın fotoğraf makinesi, sanki
canlanıyor. bu çılgın kentin harala
gürele haline uyum sağhyordu.
Klein'ın bir diğer özelîiği. gerçeklerle
oyun oynamasıydı: Düğün törenlerini
ayaklanma gibi. protesto yürüyüşlerini
bir düğün törenı gibi fotoğrafladığı
olurdu. Ancak New York gerçeğini
vermekte her zaman başan lıydı.
\Villiam Klein'ın söz konusu
kitabı. yeni fotoğraflar ve
Kleinın yazdığı birönsözle
birlikte şu sıralar yenıden
yayımlandı. Klein. kitabındaki
fotoğralann sırasının çok önemli
olduğunu söyleyerek. kitaba.
"bir fılm gibi"bakılmasını
ıstiyor. Bu açıdan bakıldığmda,
Klein'ı. New York'a tutkun bir
başka sanatçıyla karşılaştırmak
mümkün: Ünlü yönetmen
Martin Scorsese... Scorsese'nin
"'Taksi Şoförü" filminin unutul
maz repliği- "Bana mı
bakıyorsun sen?!"- Klein'ı
anlatmak için kullanabilecek en
özet ifade. Çünkü Klein.,
fotoğrafını çektiğı kişilere hiçbir
zaman objektife bakmamalarını
söylemedi. Klein'ın
fotoğralarında. Ne\v York
insanlarıyla gözgöze gelir insan.
William Klein'ın en ünlü
fotoğrafında, küçük birçocuk.
elindeki oyuncak tabancayı
objektife doğrultmuştur. flk
bakışta, çocugun suratındaki
öfkeli ifade, işte dedirtir insana,
on yıl sonra muhtemelen cüzdanımı
çaldıracağım gençlerden birısi bu. New
York'ta suç oranının yükselişini konu
alan afişlerde de kullanılan bu fotoğraf.
aslında Kleinın otoportresi olarak da
görülebilir: İşte. on yıl sonranın hırsızı
değil. ama eline fotoğraf makinası alıp
kendini Nevv York sokaklanna vuracak
birçocuk daha...
"Ben, insanlann
önce sözle, sonra
tenle. sonra
benim aklıma
bile gelmeyen
binlerce başka
yolla
anlaşabilmeleri
tarafmdavım.
Benim için
dünyada en
kutsal şey. iki
insanın
anlaşabilmesidir.
Dolay ısıyla hep
haberieşmeden
yana oldum
hayatım boyıınca.
Hep onun için
sözün gücüne
inandım. Onun
için söze dayanan.
keiimeye dayanan
oyunlar
yazıyorum."
(Fot'o£raf:ALt
ARlF"ERSEN)
nnı okuyanlara ve izleyenlere uyarı; pa-
rantez içi açıklamalara ve oyun kişileri-
nin isimlerine dikkat!) "Ben hep yaşadı-
ğıyla, sö> lediği şey ler arasında mesafe olan
insanlardan nefret ettim. Çünkü çok bü-
yük şeyler söyleniyor,çok küçükşeyler ya-
şanıyor. Savunulan şeyle yaşanan hayat
arasında çok büyük uçurumlar var. Bu
sahtekâriığın üzerine yürüdüğün zaman
çok gülünç şeyler çıkıyor ortava. Birebir
kesim benim için çok önemli. İyi bir terzi
olmak gerekiyorhayatta, özeSiklede insan
kendini kesip biçerken..." (Belki de iyi bir
doktor da olmak gerekiyor?..)
Bütün oyunlannda "grotesk" öğeleri.
daha önemli birşeyi; "lirikolanı"örtmek
için kullanıyor. Çağımızda bu linsizm ar-
tık naif olarak da adlandınlabilirama Me-
met Baydur. Shakespeare'den Çehov'a.
Melih Cevdet Andaydan Oktay Rifafa.
Güner Sümer"den Oğuz Atay'a. yani sev-
diği bütün oyun yazarlannda gördüğü bir
şeyin peşinden koşuyor: hüzünlü olanı
gülünçle örtmek. Bütün yazdığı şeyler
içinde güldürücü olan onu çekiyor, ko-
mik olan değil.
tçinde binlerce plak olan bir evde do-
gan Memet Baydur'un günlük yaşamının
vazgeçilmezöğelerınden bin müzik. Mü-
ziksız anı yok. Oyunlannda da çok önem-
li bir yer tutuyor. (Müzik. ışık. dekor ve
kostüm. Bunlar bu oyunun en önemli öğe-
leridir. Onlar çok. çok iyi olmayacaksa
oyun oynanmasa da o\ur.Yangw Yerinde
ÖrkiJeler.) Sadece bir müzik için 60-100
sayfalık oyun yazacak kadar önemli. Caz,
çok sevdiği bir müzik türii aynca doğaç-
lama tutkusunun da bir başka nedeni.
İki uçu açıkür zamanın-.
Zamanı bir baskı aracı olarak görme-
mek gerekiyor. Memet Baydur'a göre 'iki
ucu açıktır zamanın'."Dünü ve yarını
ben, hep bugün de duyabiliyorum. Öy-
le bir enayice bir inancım var. Bitmiş
bir şey değil dün benim için, yarın da
çok nostaljik baktığım bir şey." (- Nos-
talji bitti! Geleceğe duyduğumuz nostal-
ji hariç! - Neydi o eski gelecekler? Kutu
Kııtu) (Her jeıe rağmen zamanın saatler-
le ölçülmesine nireğim ehermiyor bir tiir-
lü. Gerçek bivAfrikah gibiyağmuıiaria da
ölçemivorum zamanı. Duvar saatleriyle
yağmuriann arasında kalan insanlann
vaptığmı vapıvoruın ben de. Köpeklerimle
ölçüvonım zamanı. Gözün Kahverengi
Suyu)
"Llkemizin yakın tarihine bakarsak,
hangi sınıftan olursa olsun, insanlar için
zaman ezici bir olguya dönüşmekte. Bu-
nun birinci nedeni yitiklik duygusu. İkin-
ci ve daha ağırlıklı nedeni ise son yıllarda
gittikçe artan kadercilik akımlan ile in-
sanlann zaman kulvarlannda boşu boşu-
na koştuklanna inanmalan. Benim için-
se, zaman yakalanması değil, anlaşılması
gereken bir şey."
Söylediğiyle yaptığı arasındaki uçuru-
mu kısaltmak istiyor."Kolay adanabih'r
bir yer olsun o arahk, çünkü öbür türlü
düşmeye başlıyor insan." Kendini ne ka-
dar açık anlatabilirse o kadar iyi. Bütün
saygı duyduğu insanlar da bunu yapıyor
Homeros'tan bugüne dek. Yapı Kredi Ya-
ymlan'ndançıkan ilköykü kitabı "Gözün
Kahverengi Suyu" da hayattan insanın
içine kaçan sessizliğin öyküleri'ni içe-
riyor. Diyaloga değil. iç diyaloga yasla-
nan metinler olduğu için. "çok daha ka-
natlanıp gidebiliyor insan."(... Superman
ııçmııvordu, hiçbir zaman uçmamıştı ama
bu delikanlı ve ben ve Türkiyeli Arap Adil,
mimar Cihaı Bey, ressam AH Arif, aslrono!
Komarov, büyücü O'thiongo. kaçak viski
imai eden Fîanagan ve marijuanayı biîvük
tencerelerdekaynatıppekmezknamınage-
tiren Belçikah büyücü doktor Bernaırl ve
Pinochet nin işkence zindanlanndan iki yıl
anası ağludıktan sonra Isveç te kalmayı
reddedip Brejne\' iıı Moskova sınagiden ve
bir iki vıl sonra orudan da ko\vlan seıgili
dostıım Carlos ve bahçıvan Goya, bizler
uçabilinlik. Yalnızbu işin tehıiği neydi? Su-
perman gibi uçmak kolaydı aynca ona ııç-
mak denemezdi. Öyle babam da uçardı.
'Afrika' öyküsünden).
KOŞEBENT
ENİS BATUR
Briç Aymazları İçin
Türk okuru, Mark Horkheimer'ı özellikle Orhan
Koçak'ın çevirdiği ve dört dörtlük bir önsözle sun-
duğu, Metis yayını "Akıl Tutulması" ile tanıdı: Frank-
furt Okulu'nun yöneticisi, Adorno'nun yoldaşt bu
düşünür, "EleştirelKuram"ın kılavuzu, Mancsonra-
sı diyalektik felsefenin önde gelen temsilcilerinder.
biriydi.
Bir süredir, iki ciltten oluşan (ilki "Eleştirel Notlar"
başlığını taşıyordu) felsefı günlüğünün ikinci cildini
okuyorum. "Günbatımı" adını verdiği, irili ufaklı dü-
şünce alıştırmaları üzerine kurulu bu kitabın bir de
alt başlığı var: Almanya Notlart, 1926-1931.
Bu iki tarih, hemen insanın aklına iki başka tarih
getiriyor: 1934-1945. Öyle bir döneme öyle bir dö-
nem-öncesinden bakış ki, daha gerilere gidip Max
VVeber'in (henüz 1919'dayız) haberci kimliğini mi
("Avnıpa'ya kutup gecesl çökmek üzere") düşün-
mek daha yerinde bir davranış olur, yoksa 1995'e ge-
lip yanna bakmak mı, işin içinden çıkılamıyor. Bir tek
şey belli: Dünün Almanyası'ndan söz eden Horkhe-
imer, bugünün Türkiyesi'ne bakıyor. Yarının Türkiye-
si'ne.
"Günbatımı "nın gözlem ufku, farklı sınıflann birey-
lerinin tavır ve duruşlarına dayanıyor; en çok da bur-
juvaziyi didiklediği görülüyor düşünürün. Gerçi Tür-
kiye'de hâlâ bir burjuvazi olup olmadığı, oluşup oluş-
madığı yollu yaygın bir şüphe var, ama orta halliler-
den, orta hallicene olanlardan, orta halliden hallice-
nelerden ve ortanın hayli üstünde hallicenelerden
söz edebiliriz pekâlâ. Bir ekonomik düzey mi söz
konusu burada. yalnızca? Hayır Horkheimer, belli bir
ekonomik düzeye oturan bireylerin etik. siyasal ana-
tomilerini belirleyen özelliklere de dikkat çekiyor.
"Belli bir bireyin ekonomik durumu, onun dostluk-
larını da yönlendirir", diyor bir yerde. "Büyük toprak
sahiplerinin haşin davranışları, vicdani kötülüklerin-
den kaynaklanmaz", diyor bir başka yerde: "Uygar
insanlaha karşılaştıkça daha aşağı bir konumda ol-
duklannı anlayıp bilinçlerinin dibinde bir noktada
pek az şey bildiklerini, yapabildiklerini ve oldukları-
nı kavradıklan için kabalaşırlar." Canalıcı bir başka
gözlem: "Bu toplumsal düzenin utanç verici olması
birkaç kişinin durumunun iyi olmasıyla değil, pek
çok kişinin durumunun kötü olmasıyla bağlantılıdır,
oysa herkesin durumu iyi olabilirdi. Onu mahkûm
ediyorsak zenginler olduğu için değil, bunca kapa-
siteye karşın fakirterolduğu içindir. Bu, bilinçlenn ya-
lan ile genel bir zehirlenmeye uğramasına ve söz ko-
nusu düzenin yıkılmasına götürüyor bizi."
Falcı degildi Horkheimer, bakıyor, görüyor ve dü-
şünüyordu. Uyarılannı Nazizm öncesi Almanyası'nda
bir avuç insan dinlemiş miydi? Nasıl dinlesindi ki
burjuvalar, alabildiğine meşguldü zihinleri. "Briç"
başlıkh bir metinde, "ciddi, kendinden emin, teknik
üstünlük sahibi, hızlı karar verebilen" büyük burju-
vaların briç oynarken gösterdikleri müthiş perfor-
mansın önemli toplumsal sorunlar konuşulduğunda
tam bir budalalığa dönüşmesinden dem vururken
olacaklann ana nedenine parmak basmıştır.
Türkiye, bir dönemeçte, kan ağlıyor. Siyasetçileri,
işadamları, akademisyenleri. bürokratlan, kültür
adamlan, büyük esnafı-ortalama hallisi ve ortalama-
üstü hallisi gidişin neresindedir? Bu soruyu, özellik-
le de daha üst düzeyde konuma (ama gelirieri açı-
sından, ama sorumlulukları açısından) yerleşmiş,
olayların seyrini az ya da çok denetleyebilecek, hat-
ta değiştirebilecek noktalarda bulunan küçük ve bü-
yük burjuvaları düşünerek soruyorum.
Çekişme ve yanşmanın üslubu, boyutlan; kişisel
maddi çıkarların değerler sistemini hiçe sayan bir.
açgözlülük içinde her şeye egemen oluşu; gündelik
sözümonafelsefelerin evrensel kazanımlardan uzak-
laşılmasına yol açması; dengesizliğin büyüme hızı...
Türkiye'yi gitgide dik biryokuştan aşağı frenleri pat-
lamış sürüklemeye başlamışken biz ne yapıyoruz?
Horkheimer'ın "Günbatımı", toplumsal kıyametin
arifesinde burjuvaların ne ölçüde edilgin. adam sen-
deci, genellikle de sağır kaldıklarını kanıtlayan göz-
lemlerle dolu.
Yokuş aşağı, frenler patlamış: Bir de arkadan itmek
şart mıdır?
Hâmiş: Bu hafta mâfiş.
Nesnelerin nostaljik yolculuğu
Kültür Servisi- Nazmi Yılmaz, 6-28 arahk tarihlerı
arasında Atatürk Kitaplığf nda açacağı kişisel
sergisiyle bir yıl aradan sonra izleyicisiyle yeniden
buluşuyor. Yılmaz, yeni çalışmalannda daha
öncekilerde olduğu gibi yağlı boya. akrilik ve pastelin
kullanımına farklı boyutlarkazandınyor. Sanatçı.
insana ait yaşanabilen ne varsa sözel dile gereksinim
duymadan izleyicisiyle yoğun bir bağ kuruyor.
Koleksiyon AŞ'den iki müzayede
Kültür Senisi- Koleksiyon A$, yarın "Halı. Kilim ve
Tekstil' müzayedesi ile "Ântika ve Sanat Eserleri'
müzayedesi düzenliyor. Istanbul Princess Otel'de saat
11.00'de düzenlenecek halı. kilim ve tekstil
müzayedesinde 179 parça satışa sunulacak. Müzayedede
ilgi görmesi beklenen 'Hereke Ipek Halı' ve 'Tebnz
Ipek Halı" 400 milyon, 'Uşak Halısı" ise 200 milyon
TL'den satışa sunulacak. Saat 14.00'teki müzayede de
ise antika eserler ve Bruni, Osman Hamdi. Halıl Paşa,
Diyarbakırlı Tahsin gibi ressamların yapıtlan satışa
sunuluyor. Kimi parçalann teklif yöntemi ile satışa
çık'anlacağı müzayedede Bruni'nin "Mitolojik" adlı
1836 tarihli yapıtıyla (3.8 milyar), ! .5 milyardan satışa
sunulacak Osmanîı Miğferi müzayedenin dikkat çekici
parçalan arasında yer alıyor.
1. Karadeniz Kısa Film Festivali
Kültür Servisi- Kısa filmin gelişmesine yardımcı
olmak. bu alanda yapılan çalışmalan geniş izleyici
kitlelerine ulaştırmak amacıyla Klas TV Samsun \e
Akdeniz Sinema Grubu'nun işbirliğiyle 1. Karadeniz
Kısa Film Festivali düzenlenecek. 23- 31 Mart 1996
tarihleri arasında Samsun'da gerçekleştirilecek festival
kapsamında çeşitli ülkelerin ve Türkiye kısa filmlerinin
yer aldığı kısa film gösterileri; ulusal kısa film
yanşması, ulusal kısa film öykü yanşması. sinema
konulu resim ve karikatür yanşmalan, öğrencilere
yönelik 'Sinema ve Ulusal Kültür' konulu
kompozisyon yanşması ile açık oturum ve paneller
düzenlenecek. Festival yürütme ve yazışma adresi: Klas
TV 19 Mavıs mah. Talimhane cad. no:46 Samsun.
İZMİR 9. ASLİYE HUKUK
HÂKİMLİĞİ'NDEN
EsasNo: 1995.623
Davacı Emine Gevgıli vs. vekili tarafından davalı Hü-
seyin Gevgili ve arkadaşlan aleyhine açılan tazminat da-
vasında davalı Hüseyin Gevgili'nin bilinen Izmir Yeni-
şehir Gaziler Cad. Batı İş Merkezi No. 367 adresine çı-
karılan davetıye bila tebliğ iade edilmiş olup. zabıtaca ye-
ni adresi bulunamadıöından gazete ile ılan yapılmasma
karar verilmekle davalı Hüseyin Gevgili'nin 18.12.1995
günü saat 10.30'daki duruşmaya bizzat gelmesi veya ken-
disini bir vekille temsil ettirmesi. aksi takdirde yokluğun-
da karar verileceği da\ a dilekçesi yerine kaim olmak üze-
re ilan olunur.
Basın: 58859