07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 OCAK 1995 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMI Devlet Bakanı Doğan, uygulamaya konulması planlanan bir dizi önlemi Cumhnriyet'e açıkladı Hiikiimet 1995'e çare arıyor ANKARAPAZARI YAKUP KEPENEK • Bankalara yatınlan paralarda, hesap 1 milyar liranın üzerindeyse kimlik sorulması yoluna gidileceğini açıklayan Aykon Doğan, ileri Batı ekonomilerinde bu yöntemin kullanıldığmı belirterek,"Eğer biz de bunu uygulamış olsaydık, bugürı Mercümek hesapian muammasını çözmekle uğraşmazdık' dedi. NURSUN EREL ANKARA-Devlet Bakanı Ay- kon Doğan. gelecek aylarda uy- gulamaya konulması planlanan bır dızı ekonomık önlemi Cum- huriyet'e anlattı. Devlet harca- malannda cıddı bir kemer sıkma dönemine gırileceğinı anlatan Doğan, kayıt dışı ekonominin kayda geçinlmesi ıçin çeşitlı ön- lemler üzennde durulduğunu an- lattı. Doğan, ısımsız hesaplarla bankalara para yatıranlardan "hesap 1 mjlyar liranın üzerin- deyse'" kimlik sorulması yoluna gidileceğini açıkladı. Bütün ile- n Batı ekonomılennde bu yönte- min kullanıldığmı kaydeden Do- ğan. "Eğer biz de bunu uygula- mış olsaydık, bugün Mercümek hesapian muammasını çözmek- le uğraşmazdık" dıye konuştu. Doğan şöyle konuştu: Aykon Doğanf dan 1 milyann üzerinde hesap açtıranlardan kimlik sorulacak. Devlet de kemer sıkacak. Kamunun telefon, taşıt, elektrik harcamalan frenlenecek. îşyeri kiralamada stopaj oranı yüzde 20'den 25 veya 30'a çıkanlacak. Kayıt dışı ekonominin kayda geçirilebilmesi için çeşitli önlemler üzerinde durulacak. Vergi iadesine Milli Piyango uygulaması ciddi biçimde düşünülüyor. Devlet borçlanması yerine özel sektöre dış kredi olanaklan yaratılacak. tSİMMZ HL^APLAR: Esas olan kayıt dışı ekonomiyi kayda almak Pek çok tedbir üzerinde duruyoruz. Bunlardan biri de banka sistemıyle ilgili Banka sistemınin kendı alacağı bır ted- bir var. Isimsız hesaplarda adres sormak. Yani hesap yine ısımsız olsun, ama dıyelım ki. 1 milyar liranın üzennde hesap açtıran ol- du. O adama kımliğinı sormak lazım. Bu her yerde böyledır. ABD'de de, Avrupa Birliği'nde de hatta rakam 300 milyon lira- dır. Bunun üzerinde hesap açtı- randan kimlik sorulur. HARCAMALARA FREN: Şimdi 1995 bütçesıne 198 tnl- yon liralık açık var. Aslında bu- nu da kolay kolay tutturamaz, ama tutturmanın yöntemlerinı aramak lazımdır. Biz devlette ta- sarruf yapabıliyor muyuz? ör- neğin, devlette çok yaygın bir cep telefonu kullanma alışkanlı- ğı var. Özel sektörde bu yok. Devleti özel sektör mantığı »le hareket eder hale getirmek bu ve- rimliliğe ulaştıımak lazım. Tali- mat verildi, birtasarruf genelge- sı hazırlatıyoruz. İŞYERİ STOPAJLARI:Tür- kiye'de servet vergilerinın oranı, bir zamanlar yüzde 4'lerde iken, şimdi binde 4'lere düşmüştür. Niye düşmüştür? Emlak vergile- ri belediyelere devredilmiştir, ondan. Çünkü, belediyelerde vergi alma gayreti yok. llle de merkezden beklıyorlar. "Özerklik, özerklik" deniyor, ama bu kavramın içınde beledi- yelenn kendi kaynaklannı yarat- malan da vardır. OZEL SEKTORE DESTEK: Önümüzdekı günlerde ABD'de ış konseyi toplantılan var. Ayın 21"ınde özel sektör temsılcılen ABD'yegıdecekler Ondan önce de bır hazırlık olmak üzere bü- rokrat arkadaşlan gönderiyoruz. ABD'ye ıhracatımızda büyük ar- tış \ar Ama, burada özel sektö- rün kredi potansıyeli de var. Ya- ni Türk özel sektörunün kredi bulması mümkün. Biz artık, "Devlete ne kredi açılacak" diye soracagımıza. "Ekonomi ne ka- dar kredi bulacak" dıye sorma- lıyız MİLLİ PİYANGO: Maliye Bakanlığı, bunun üzennde çalı- şıyor. Yıl boyunca aldığınız fiş- len bınktırıyorsun. Ben sana ödemeyı 1 yıl sonra yapıyorum Şunudüşünemezmıyız? lOmıl- yonluk fiş biriktırdm, gei sana bir taıtı bılet vereyım. Bö> lece seni bir iştirake da\et ediyorum tstersen fişi getir bıletı al. ıster- sen bekle. vergi ladenı yıl sonun- da ödeyelim. Şimdi diyelim ki, maaşın 15 milyon lira bunun hepsine fiş alamazsın, ev kiran var, arabanın benzini var . ayda 2 milyonluk fiş topladın, götüre- ceksin işyerindeki muhasebe müdürüne, o bunlan Milli Piyan- go Idaresi'ne gönderecek. ora- dan da sıze piyango biletleri ge- lecek. Mesela 10 milyonluk fiş verene tam bilet, 5 milyona ya- nm bilet, 2,5 milyona da çeyrek bılet DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILD1ZOĞLU LONDRA 'Sıcak Para', Bağımlılık ve Demokrasi M eksıka'da yaklaşık 6 se- ne süren bir dışa açılma "serbestleştirme" ve özelleştirme süreci 1994'te carı açığın, GSMH'nin yüzde 8'inetırmanmasınıen- gelleyemedı. Bunun ardından, evvelki hafta Peso yüzde 39, devlet tahvilleri yuzde 23, borsa endeksi dolar cınsin- den yüzde 30 değer kaybetti. Meksi- ka'nın dolar tabanh devlet borçlarını ödemesi aynı ölçüde zorlaştı. Şimdi yı- ne bir frene basma, kemer sıkma ve "fe- dakârlık" dönemi başlıyor. Meksika'da yaşanan mali kriz, "serbestleşme", dı- şa açılma ve özelleştirmeler gibi reform- ların bır ülkenin ekonomısine istıkrar ge- tireceği iddiasının inanılırlığı üzerinde ciddı kuşkular yarattı. Bu konuya geçen hafta değinmiştim. Deniz Gökçe, sağ olsun, yazıma ılgi gösterdı ve üç noktada itiraz etti: Siya- si istıkrarsızlığın rolünü unutma; sadece yoksullan göz önüne alarak zengınlerin "fedakârlığını" görmeyerek haksızlık yapma, "çok şikâyet edilen sıcak paranın" eskıden ben zaten var olduğunu unutma. Bunlardan ikincisı üzerine bır cevabım yok. Burada bır dün- ya görüşü farkı var. Ben eko- nomik krız yaşanırken büyuk şirketlerte ışçinın ve küçük es- nafın aynı kaba konulmasının büyük bir haksızlık olduğuna inanan "eskı" kafalılardanım. Siyasi istikrarsızlığa gelince, bunu, mali krızin bir sebebı olarak göımek yerine söz ko- nusu reformların toplumur yapısı üzerinde yarattığı tah- ribatın bir sonucu olarak dü- şünmek gerektiğine inanıyo- rum. Bunlan söyledikten son- ra geçen hafta çeşitlı köşe ya- zarlanncadaelealınan "sıcak para" olgusu üzerinde dur- mak istiyorum. Çünkü bu "sı- cak para" bir zamanlar ABD'nin sanayileşmesinde kullanılan dış yatınmdan / kre- dıden farklı bir sermaye türü. Kriz ve sıcak para 1950'ler sonrası yaşanan büyük "ekonomık boom" 1970'lerin başında bitti. ileri kapitalist ülkelerde sermaye birikimi yavaşlarken finans- man gereksinimi, kredi hac- mi ve dolayısıyla yatınm riski artmaya başladı. Bu koşullar- da bırbirine paralel iki gelişme yaşandı. Birincisi, rısk azaltı- cı mali araçlar daha çok kul- lanıldı. Türev piyasaları, risk arttıkça gelişti. Ikincisi, ser- maye bırikiminin yavaşlama- sı, önce kredi kurumlannın, sonra da şirketlerın üretim ve ticarete olan ilgilerini azalttı. Bunlarfonlarını giderek üreti- me ve ticarete yapılan yatı- nmlardan, gelecekte elde edi- lecek kârlara göre değil de ya- pılmış ve birikmiş kârların paylaşılmasına yönelttıler. Mali sermayenın dolaşım alanı genişle- di, spekülatıf işlemler arttı. Bu ikisi bir- leşince mali sermaye katlanarak büyü- meye başlar. Krizın ilk aşamasında, 1970'lerde, merkez ülkelerdeki mali sermaye dış borçlar aracılığıyla değerlenmek üzere III. Dünya ülkelerine yöneldi. Bu dış kay- nak akışı ithalata bağımlı ithal-ikameci sanayıleşmeyi gelıştırdı, dolayısıyla dış kaynak gereksiniminin çapını da geniş- letti. Bu aşama 1982'de Meksika'da başlayan uluslararası borç krizı ile sona erdi. Böylece 1970'lerde merkez ülke- lerde başlayan kriz 1980'lerde genelleş- ti ve global yapısal bir krize dönüştü. Sermayenin canavariığı 1980'lerde dünya ekonomisinin krizi yenı bır aşamaya girdi. III. Dünya'dakı borç krizinin etkisiyle bu piyasa kapa- nınca mali sermaye, merkez ülkelere ge- ri dönerek 1980'lerde bir spekülatıf yı- ğışma, borsa köpüğü oluşturdu. Bu sı- rada sermaye piyasalanndaki kontrolle- rin kalkması ve sermayenin uluslarara- sı dolaşımının serbestleşmesı bu sıkış- mayı bir ölçüde hafifletti. Bilgi işlem ve haberleşmeteknolojisı, yatırımcılara, pi- yasadakı dalgalanmalara anında tepkı gösterme olanağı getirdi. Böylece dal- galanmalann yayılma hızı ve şiddetı art- tı. Risk artışına cevap vermek için, bil- gi-ışlem alanındaki gelışmelerden de faydalanılarak, yenı mali enstrümanlar oluştu ve yaygınlaştı. Birbiriyle çelişen dört hükümet politıkası bu süreci teşvik etti: (1) Devletin mali yükünü azaltmak için özelleştirme; (2) Batmakta olan, ama "batamayacak kadar büyük" bankaların ve şirketlerin, zarartarını devletçe üst- lenme; (3) Krizden dolayı düşen gelırte- ri ve bu şekilde ağırlaşan bütçe açıkla- nnı karşılamak ıçin vergi yerine borçlan- maya ağırfık verme: böylece tahvıl, his- se senedi ve para piyasaları globalleş- ti; (4) Devletlerarası yardım ve borç pi- yasalarından giderek çekilme, geliş- mekte olan ülkeler giderek daha fazla serbest pıyasadan, "piyasa kurallarına göre" borçlanmaya zorlandılar. 1980'lerde ortaya çıkan bu yeni durum, daha önceki dönemlerdekinden farklı olarak, serbestçe ve elektronik hızla yer degiştirebılen, kısa vadede uz- manlaşan, son derecede karmaşık ve yan etkileri belirsiz enstrümanlann kul- lanılmasıyla ıstıkrarsız, belirsiz hale ge- len globalleşmiş mali sermayeyi "s/- cakparayı" yarattı. Ulusal ekonomiler, "serbestleşme" ve özelleştirmeler yoluyla bu süper hare- ketli sermaye tününün etkilerıne daha da açıldılar. Bu globalleşmiş sermayenin nasıl bir canavar olduğu ise önce 1987 borsa krızınde, arkasından Avrupa Pa- ra Birliği krızlerinde ve bu yıl tahvil pi- yasalarının çökmesi sırasında ortaya çı- kacak bu canavarın olası davranışlan, bünyesi, gücü ve üstlenilen risklerin bo- yutu hakkında kimsenin pek bir şey bil- mediği dehşetle görülecekti. Dığertaraftan, "bu sıcakparanın" hız- lı giriş çıkışlannın, özellikle gelişmekte olan ülkelerin üzerinde önceden akla gelmeyen bazı etkileri görülmeye baş- ladı. Dış kaynak ihtiyacını giderek daha fazla serbest piyasadan ve "sıcakpara" (kısa vadeli sermaye hareketleri) ile kar- şılamak durumunda kalan hükümetler yüksek faiz ve aşırı değerli (pardon istikrarlı!) kur politikası uygulamak zo- runda kaldılar. Bu politika, (1) yüksek faizler yolu ile globalleşmiş mali sermayeye kaynak transferıni hızlandırdı; (2) değerti kur ve yüksek faiz kıskacı, sıcak paraya bel bağlamış ülkelerin ihracatını ve yerel ya- tırımlarını köstekledi; merkez ülkeleri bu ülkelerin rekabetine karşı korudu; (3) it- halatı teşvik etti; merkez ülkelere açık dış pazarian derinleştirdi. Iş- te bu yüzdendir ki, özelleş- tırme "serbestleştirme", dı- şa açılıyoruz, vb... heyecanı ile yola çıkan ülkelerden Şi- lı. 1980'lerin baş"ında; Mek- sıka bu sene, büyük cari açıkların ardından şiddetli- mali krizler yaşadılar. Bu sürecin işçiler, köylüler ve küçük esnaf üzerindeki yıkı- cı etkileri de bu madalyonun obür yüzünü oluşturuyordu. Vur-kaç, kes-at Ülkeyi globalleşmiş mali sermayenin etkisine açma- nın politik sonuçları da var: Demokrasinin giderek za- yıflaması. Global mali ser- mayenin hareketinı, merkez ülkelerde üslenmiş, az sayı- da, süper hareketlı, süper büyük yatınm fonlan ve ban- kalar belirtiyor. Bu fonlar ise, ne kadar kaygan ve belirsiz bir alanda hareket edildiği- nin bilinci ile vur-kaç, kes- at taktikleri ile yönetiliyor. Sadece hükümetlerden de- ğıl, ratıng şırketlerinden ve IMF'den de garanti almadan bir ülkeye girmiyortar. En ufak kuşkuda da hızla, bü- yük ekonomık, politik kan- şıklıklar yaratarak çıkıyorlar. Diğer taraftan çok sayıda gelişmekte olan ülkenin hü- kümetlerı ve sermayeleri bu fonlan çekmek için birbiri ile rekabet ediyor. Bu koşullar- da hükümetler açısından seçmenlere verilen sözler, önemsizleşip, hatta ayak bağı haline gelirken, bu fon- lann yöneticilerinı memnun etmek hayatı birönem kaza- nıyor. Böylece globalleşme ve serbestleşme, iddia edil- diği gibi özgürleşmeyi değil, seçmenlerin seçtikleri hükü- metler üzerindeki etkilerinin azalmasını, demokrasinin zayrflama- sını da beraberınde getınyordu. Şımdı Meksıka ve Türkıye'ye döne- lim. Meksika'daki reformlar, "serbest- leşme" ve özelleştirme, bir mali kriz ola- sılığını azaltmadı, aksine arttırdı. Çünkü bu reformlar, ekonomiyi bu sıcak para karşısında tümü ile korumasız bıraktı. Türkiye de bu yola sokuluyor. Bu yolun ise bır haritası yok. Göründüğü kadany- la ufukta bir uçurum ve bir sürü enkaz var; ulusal bağımsızlığın ve demokrasi- nin zayıflaması var; global mali serma- yenin çıkarına tabi olmak var. Bunlan söylediğimiz ve uyardığımız için biz di- nozor oluyoruz. Peki başka bir yol ara- mak yenne, dinozorlardan daha eski ri- vayetlere inanıp, pıyasanın "sıhirti eli- nin" mistik kerametine güvenerek ken- dıni uçurumdan aşağı atmaya kalkanla- ra ne isım vermeli? İşçi ve işveren sözleşme çıkmazında Enflasyon tarbşması katlanarak büyüyor İSTANBUL (AA) - Cumhuriyet tarihinin rekor enflasyonu tüm kesimeleri karşı karşıya getirdi. Işçı sendikalan enflasyon üzerinde zam taleplennı sürdürürken işveren kesımi, enflasyona paralel ücret politikasının sona erdiğini, hatta işten çıkarmalann artarak devam edeceğıni belirtiyor. Üreticilerin de yüzde 149.6 olarak gerçekleşen enflasyonu üretime yansıtmalan durumunda mal satmama ve işyeri kapanması noktasına gelinebıleceği bıldinldi. Türkiye işveren Sendikalan Konfederasyonu Başkanı Refik Ba>dur da enflasyonun üzennde zam döneminin 1993 yılı sonunda bittiğinı, bundan sonra da sözleşmelenn enflasyonun altında imzalanacağını söyledi. Baydur, ücretlenn çok yüksek olduğunu iddia ederek daha fazla arfışm işletmelerin kapanmasına ve işçı çıkarmalanna neden olacağını bildirdı. Baydur, "Bu hükümet başanlı degiL yeni bir hükümet kunılsun, bu koalis\onla hiçbir yerevanlmaz""dedı. DISK Başkanı Rıdvan Budak ıse enflasyonun çalışanlar üzerinde çok olumsuz etkileri olduğunu, gehr sevıyesınin yüzde 50 oranında azaldığını bildırdi. Budak, rekor enflasyon dönemınde toplusözleşmelenn tamamlanmasının zorlaşacağını belırtti. Çok sayıda ışyennın yüksek enflasyon politikasından yararlandığın'ı kaydeden Budak. Şahinoğlu: Fiyatiar artacak çalışanlann da bundan pay alma haklannın bulunduğunu söyledi. ITO Başkanı Atala\ Şahinoğlu, piyasada talebın çok düşük düzeyde olması nedenıyle üretıcılerin maliyetlerinı fiyatlara yansıtmad'ıklannı. ancak TEFE ile tüketıcı fiyatlan arasındakı 25 puanlık farkın yansıtılacağını bildırdi. Şahinoğlu, yükün büyük bölümünü büyük toptancı küçük toptancı ve perakendecinin bölüştüğünü belirterek "Bu durum uzun vadeli sürmez. Talep artışı ile fl>atlann arasındakı fark perakende fi\atlara da yansır" dedı Karabük, Neden ve Nasıl Yaşatılmalı? Uygarlığın gelişiminde kimı ürünler simge işlevi gör- müşlerdir. Örneğin, "Yunan uygarlığı seramık ile Ingi- lız kapitalizmi dokuma ile özdeştir" denihrse yanlış ol- maz. Çelik, sanayileşmede "geç kalan" Alman sanayi- leşmesinin itici gücüdür. Türkıye'nin de içinde bulun- duğu, sanayileşmede daha da geç kalan pek çok ül- kede demir-çelik üretimi, ekonomık bağımsızlık simge- si şayılmıştır. Öte yandan "teknolojideki hızlı gelişme", yaklaşık son yüz elli yıllık bu ekonomık bağımsızlık sımgesinın papucunu dama atacak gıbı görünüyor. Geçenlerde The Economist, 1995 değertendıımesinde, teknoloji- deki hızlı gelişmeleri de inceliyordu. Bu konudaki yazı- lardan birinin başlığı "Çelik Ne Işe Yarar?" biçimindey- di ve yazıda fiberglas ve fiberkarbon kullanımının yay- gınlaşmasıyla özelllikle geleceğın bina ve yol yapımın- da çelik kullanılmayacağı vurgulanmaktaydı. Çelığin önemıni yitirmekte olduğu bir aşamada Karabük'ün yaşatılması önerisi çelişik bulunabılirse de bu doğru ol- maz. Çünkü guncel olarak ülkenin çelik açığı büyüktür. Ül- kemizde kişi başına çelik üretımı yılda 150 kg. ile 60 kg. olan dünya ortalamasından oldukça yüksek, buna kar- şılık 350 kg. olan OEGD ortalamasının yaklaşık altıda ve gelişmiş ülkelerin kışi başına üretiminin de yaklaşık onda biri düzeyindedir. Özetle Türkiye ekonomisinin çelik üretimıne gereksinimi vardır. Ek olarak, ülkemiz- de çelik üretimi süreci gelişmiş ekonomilerle benzerlik göstermiyor. Türkiye'de çeliğin yalnızca yüzde 30 do- layında bir bölümü maden cevherinden kalan, yüzde 70 i de hurdaya çıkmış çelikten üretiliyor. Oysa geliş- miş ekonomilerde bu oran tümüyle tersinedir; kullanı- lan çeliğin yüzde 7O'ı madenden üretiliyor. Türkiye, hur- da çelik çöplüğune dönüşmuştür. Karabük varlığını sürdürmelıdir; ancak Karabük'ün "nasıl yaşatılacağı", yaşatılmasından daha önemlidir. Karabük Demir ve Çelik işletmeleri, kısaca Kardemir, ülkemizde hiç denenmeyen ilginç bir yöntemle özelleş- tiriliyor. Işletme sermayesinin yüzde 35'ı kuruluşta ça- lışanlara, yüzde 30'u Ticaret ve Sanayı Odası'na, yüz- de 25'i seçmen olan yöre halkına ve yüzde 10'u da es- naf örgütlerıne karşılıksız verilmekte ve birortağın yüz- de birden çok pay alması yasaklanmaktadır. Huküme- tın de ortaklığın tüm borçlarını ve kimi yenileme yatı- rımlarını üstlenmesi yoluna gıdilmektedir. Bu konuda yasal düzenlemeler sürüyor. Karabük'te çalışanlann çoğunlukta olduğu bir "kar- ma ortak mülkiyet" ömeği yaratılmak isteniyor. Bu, ye- ni bir deneyimdir. Türkiye sendikacılık hareketinin, geçmişte giriştiği iş- letmecilık deneyimlerinin genellikle başanlı olmadığı bi- liniyor. Oysa pek çok ülkede sendikaların elinde önem- li sermaye-üretim olanaklan bulunduğu gibi çalışanla- rın ortak olduğu işletme mülkıyetının başanlı örnekleri vardır; başarı nedeni de sendika üyelerinin bilinci ye sendikaların demokratık işleyişidır. Ek olarak gelişmiş ekonomilerde üretim süreçleri teknolojik gelişmeye ko- şut olarak değışmekte, ışçilerin çok yönlü niteliksel ge- lişiminın önem kazandığı ve buradan kol ve kafa eme- ği farkının azalmakta olduğu bır döneme girilmektedir. Bu gelişme, çalışanların ortak edildiği işletme biçimle- rinin denemesine yol açmaktadır. Mülkiyet kavramındakı gelişmeler de Karabük'ün çok önemli bir ilk deney olarak yaşatılmasını gerektirıyor. Karabük'ün başarısının, biri teknik, öbürü de örgüt- sel olmak üzere "birbihnden ayrılamaz" ıki önkoşulu vardır. Önce, Karabük kesinlikle ekonominin teknik kuralla- rına uygun olarak yönetilmelidir. Çalışanlann duygula- rını ve buradan kendilerini "sömürerek" değil; verimli- lik, ücret, kârlılık, ürün kalitesi, iç ve dış rekabet başta olmak üzere, gerek teknolojinin gerekse ekonominin "çağdaş işletmecilik" kurallanna uygun olarak çalışma- lıdır. Yönetim, özerk ve profesyonel olmafıdır. Sonra teknik kurallar kadar önemsenmesı gereken nokta, ortaklığın yapısı ve yönetsel işleyişıdir. Kara- bük'te "ortak çalışanlar", işletrneye ilışkin karar süreç- lerine etkın bir biçimde katılmalıdır. Demokratik katılım sağlanamazsa bu deneyim küçulür ve yıkılır. Karabük, yeni bir "sendika ağalığı", dınsel ve siyasal "sömürü alanı" olmamalıdır. Bunu sağlayacak "dayanak" ya da "güvence", çalışanlann karar süreçlerine katılımıdır. Karabük, çalışanlarının pay ortaklığı ve buna dayanan sorumluluğu biçiminde kurumlaşmalıdır. Çalışanın or- taklığı-sorumluluğu kuralı, karar süreçlerine etkin katı- lımı ve örgüt yapısının demokratik ışleyişini de sağla- yabilecektir. Sorun; Karabük örneğinde, "ekonomik etkinlık" ile "demokratik ışleyışi" birlıkte yurütebılmektır. Bu ıkilinin "çelişmediğini" kanıtlayabilmektir. Eğer bu iki koşul "bırlikte" yaşama geçırilebilirse ülke için çok önemli bir örnek kazanım olabilir. Önemli olan, var olan ağırhava- da, ekonomik ve siyasal kırlenme ortamında bunun başarılmasıdır. TURKIYEDE İLK DEFA 3 KATLISTRETCH FILM! YİNE KOROZO'DAN! DOĞAL ŞARTLARA DAYANIKLI YÜZEY J jMEKANİKGÜÇ ! SAĞIAYAN YÜZEY YAPIŞKAN YUZEY KOROZO AMBALAJ SANAYİ VE TİCARET A.Ş. FabrikaıTel 212- 5 9 8 9 7 0 0 >5 Hatı Fax 2 1 2 - 5 7 9 6 3 9 9 i Tam otomotik samn mokıneleriıxje %3Û0gerciiMlir $ Dünyanın en kalıteli, octonbozlı Dowlex malından ürdilmektedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle