27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EYLÜL 1994 PERŞEMBE DİZİYAZI Fransız şair Prof. Yves Bonnefey fotoğrafin çağımıza etkilerini Cumhuriyet'e yazdı Yüzyılın son filmi: Bunalım^ ^ ^ ^ " ^ 'nci yüzyılın sonu, insanlı- p M M ğm bugüne değin tanımış ^T ^ I olduğundan daha yoğun bir ^ r • m bunalıma tanıklık edecek- ^ r v • # tir. Batı'nın mekanik tablo- MHm V ^ ^ sunun tüm göstergeleri, kır- mızı ışığa tırmanmıştır. Makineye işlerlik kazan- dırmış olan Batı, artık onu denetlemekten acizdir. Nüfusbilim, ekonomi, çevrebilim, silahlanma, sağlık konulannda olsun; üst düzey ilerleme gös- termiş olan teknolojinin anarşistçe çoğalmasında olsun tehlike göstergeleri belirgindir. Tnsan kuşa- ğı tehdit altındadır. Yönetim, kısa vadede olanak- sız gözükmekte, nihilist ideolojiler artmakta, kar- gaşa günbegün doruğa tırmanmaktadır. Yalnızca uygarlıklar ölümcülleşmemiştir, uzun süre tann- nın bağışı sanılan dil ve yazın da ölüm döşeğin- dedır. Paul Valery bu tehlikeden Binnci Dünya Sa- vaşı sonrasında söz etmiştı. P o r t r e Shakespeare çevirileri ııstası B.u yüzyılın sonu, yoğun bir bunalıma tanıklık edecektir. Batı'nın mekanik tablosunun tüm göstergeleri, kırmızı ışığa tırmanmıştır. Makineye işlerlik kazandırmış olan Batı, artık onu denetlemekten acizdir. Nüfusbilim, ekonomi, çevrebilim, silahlanma, sağlık konulannda olsun; teknolojinin anarşistçe çoğalmasında olsun tehlike göstergeleri belirgindir. Insan kuşağı tehdit altındadır. Kargaşa günbegün doruğa tırmanmaktadır. Böylesi bir ortamda. zorunlu olarak bir soru gündeme gelıyor. Bu duruma nasıl gelindı? lnsan- lık, 20. yüzyılda neden hızla bu kötü konuma düştü? tnsanın do- ğası başından beri hemen hemen aynı olduğuna göre. yani biyolo- jik özellikleri aracılığıyla saldın ve kapkaççılığa, el koymaya programlanmış olduguna göre ve bu konum mağara devrinden pek de farklı boyutta ele alına- mayacağına göre, günümüzün güç koşullannı bu sonuçtan so- rumlu tutma eğilimine kapılabi- liriz. Tarihin belli bir evresinde neden bunca vebal altında kalın- dı? Birbaşka deyişle bilim, nes- neleri en saf durumuna dönüş- türmüş ve her nedense çagımız- da insanın içtenliğini yok etmiş- tir. Bilim, günümüzde sanayı ve tıp dalındaki uygulamalarla çev- reyi kirletmiş. onun dengesini bozmuştur. Gene de tek neden bu olamaz. Gündelik mutsuzlu- ğun nede'ni olan başkaca sebep- ler var ve onlan tanımak zorun- dayız. Yves Bonnefey, 24 Haziran 1929'da Tours, Indre-et- Loire'da doğdu. Babası demiryollannda çalışan bir memur, annesı ise öğretmendi. Descartes Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Sorbon'da matematik, bilim tarihi ve felsefe egitimi yaptı. Oç yıl ABD'de eleştirel metodoloji egitimi gördü. 1953 yılında Paris'te "Douve'un Hareketive Durgunluğu" adlı bir seçki kitabı, daha sonra "Şürter'' adı altında Gallimard'm bastığı bir kitabı yayımladı. 1987"de "Işıksız Otan". 1991 'de de "Kar'ın Başlangıcı ve Sonu" kitap yapıldı. 1954'ten sonra tarihsel ve eleştirel yazılan basıldı. Fransa'da gotik duvar resimleri üzerine bir kitabı daha gündeme geldi. Tüm bu yapıtlan "Rimbaud". "Mantou'da Bir Düş". "Roma", "Kırmızı Bulut", "Sözün GercefT. "Şiir Üzerine Konuşmalar" adlı kitaplarında toplandı. Değindiği konular resim tarihi, şiirin diğer sanat dallan ile ilişkisi, şiir tarihi ve yorumlanışı, şiirin felsefesi ve yaptınm gücü üzerinedir. Aynı zamanda bir Shakespeare çevirmenidir. On kadar Shakespeare çevirisi vardır. Aynca Yesrts'in 1989'da kırk beş şiirini çevirdi. 1960 yılından sonra yabancı üniversitelerle Fransız nnda da belirgindir. Organik madde egemendir bu fotoğraflarda. Insani tasanmdan yalıtılmış aynn- tı, ön plandadır. Fotoğrafçılıkta, sanat yapıtının dı- şında kalan duyu, görüntüye sızmış olup hak et- tiği yeri sonuna değin korumaya kararlıdır. Don- muş değil, yaşayan bir olgudur görüntü. Fotoğrafçılar bundan böyle her şeyi gösterme tutkusuna kapıldılar. Ortaklaşa değerleri koruyan tabulan yıkıp kutsal boyutlara da baş kaldırdılar. Insan olgusu gerçeği, bir eldiveni ters çevirirce- sine, içiyledışıylasergilenmeyebaşlandı. Eldive- nin astan, rastlantısal olarak gözükebilir, biyolo- jik alın yazımız da körlükten kurtanlabilirdi. Ta- rih öncesinin mağara ressamlan ölüm olayına öl- çülü, ihtiyatlı yaklaşmışlardır. Aynı ressamlar, cin- sellige de benzeri biçimde, namusluca değindiler. Oysa güncel görüntüyü bu kalıplara hapsetmek olanaklı değil; gözünü kırpmadan en kapsamlı yaralan sergiler günümüz ressam ve fotoğrafçı- lan. Dayanılmaz, katlanılmaz olan sıradanlaşmış- tır, ama bunun bedeli, sonuçlan hesap edilebili- nemez bir moral bozukluğudur. üniversıtelenne egıtmen olarak davet edildı. Vincenes'te l%9-1970,Nice Üniversitesi'nde 1973-1976, Aix-en Provence'da da 1979-1981 arasında profesör olarak görev yaptı. 1981 yılında Fransız Koleji'ne seçimle atandı. Şiirin kıyaslamalı işlevi kürsüsünde görev aldı. Flammarion Yayınevi'nde "Fikir ve Araşnnnalar" dizisini yönetmekte olup "Antik Dünyanın Geleneksel Toplumlan, Dinleri ve Mitolojileri Sözlüğü''nün edıtörlügünü yapmıştır. Evli ve tek çocuk babasıdır. 1978'de Montaigne Ödülü'ne layık görülmüştür. Ephemere adlı derginin yayın süresi boyunca redaktörlüğünü üstlenmiştir. Amerikan Üniversitesi, Neuchatel Universitesi, Chicago Üniversitesi ve Dublin'deki Trinity College'de doktor unvanına sahiptir. Yves Bonnefey F. I Görüntüdeki nttaklar Bu nedenle alışılagelinmemiş bir konuya dikkatleri çekmek is- tiyorum. Son durumumuzun ne- denlerinden biri, görüntüdeki zıtlıklardır. Görüntü ile gerçek ve onu sorgulayan düşünce ara- sında yer alan resmi ya da anıyı kastediyorum. Dünyada var olan herhangi bir nesne ya da olay; Bonnefey şöyle diyor: Fotoğrafçılar, ortak değerleri koruyan tabulan \ ıkıp kutsal boyutlara da baş kaldırdılar. İnsan gerçeği, bir eldiveni ters çevirircesine, içiyle dışıyia sergilenmeye başlandı. Ama bunun bedeli, büyük bir moral bozukluğu oldu. var olabilecek bir nesne ve bir olaydan. bunlann yansımalanndan söz ediyorum. Görüntü pek ta- bii görseldir, ama sözel duruma da dönüşebilir. Hatta tiyatroda, sahne üzerinde sözel ve görsel bir- leşmektedir. Oysa bu eylem, gerçek olmayanı ha- rekete geçirdiğinden, dünyasal ilişkileri sarsabi- leceğinden, onunla yanşabileceğinden, insanlı- ğın geçmişinde sakıncalı bir ey lem, hatta din düş- manı bir eylem, denetim altında tutulması gere- ken bir eylem olarak değerlendirilegelindi. Bi- zans'ta öyle dönemler yaşandı ki tannsal kimlik- leri görüntülemek. resimlemek yasaktı. Islam di- ni ise bu yasağı. daha geniş bir çerçeveye yaydı. 20. yüzyıla kadar hiçbir uygarlık, her şeyin görün- tülenebileceğini kabul etmemişti denebilir. Örne- gin Mısır'da, Yunanistan'da, Roma'da ya da orta- çağ Avrupası'nda şiddete, gaddarlığa tanıklık edildi; çağımızdakine benzer düzensizlikler. ba- şıbozukluklar var oldu. Bundan kuşku duymamız gerçekten olanaksızdır. Ama bu toplumlar gene de şiddeti görüntüye yansıtmamayı başardılar. Ge- nelde resmedilen her şey saglıklı, dingin ve ağır- dı; cıddiydi. Hıristiyanlar ara sıra cehennemi ya da kurbanlan resmederken belli yerler söz konu- suyken ve tinsel öneriler gündemdeyken kararsız- lıklara izin verdiler. ITophmılann Idyüdülügü Neden bunca kısıtlanmıştı görüntünün bagım- sızlığı? Düşsel ya da gerçek dışı olana belirgin bir biçim verebilirdi bu konudaki bagımsızlık. Aca- ba toplumlann ikiyüzlülüğünden, davranışlannı saklama isteğinden söz edilebilir mi? Her zaman şiddeti anımsarken frene basılmış; cinsel olan- dan, ölümden ölçüyle söz edilmiş, bu konular kı- sıtlı olarak görüntülenmiştir. Bu resimlere bakıl- dığında, ünlü ustalann resimleri irdelendiginde otoğrafçılık, görüntünün içinde sıkışmış olduğu çağcıl burialımın nedenlerinden biridir. Boşluk öğretisinin, bunalımın nedenlerinden biridir. Akıl, nasıl kendi yanlışlannı eleştirebilirse, tasanmlannda reform gerçekleştirebilirse sanat da kendini sorgulayabilir. Kuşun kendinden geçerek yılanı seyrettiği gibi maddeye artık körü körüne bakmak durumunda kalamaz fotoğrafçılık. Giderek diğer sanat dallanna da yayıldılar. Anlamsız olanı taç- landınp, anlamlı olanı ortaya çı- karmak. derleyip toparlamaktan, onarmaktan caydılar. Bu arada tarih de son zamanlarda, önceki dönemlerde eşi benzerine rast- lanmamış ölçüde. kendi olayla- nnı yorumlarken aynı onlann tı- kanıklığını sergiler oldu. En ge- reksiz savaşlar iktidarda artık. Bu biraz da fotografçıdaki ger- çeklik payının, artistin düşünsel eylemine güvenini sarsmasmdan kaynaklanmakta. Özetle günü- müzde fotoğrafçılık sanatı, baş- ka dönemlerdeki mimari öneri- nin tersine bir çalışma içerisinde. Fotoğrafçılık sanatı, mimari nes- neyi, malzemeyi anlamın hizme- tine sunardı; bunu yaparken bo- yutlar ve sayılarda iğretilemeyi kullanırdı ve böylelikle duvar re- simlerinde olsun; heykelde, mü- zikte, dansta olsun boyutu, in- sancıl ve toplumsal bağlamda hizmete sunardı. IGöpüntiinün düşsel Doyutu Böyle bakıldığında fotoğraf- çılık, görüntünün içinde sıkışmış olduğu çağcıl bunalımın neden- lerinden biridir. Boşluk öğretisi- nin, bunalımın nedenlerinden bi- ridir. Kanımca 2. Binyıl'ın so- nunda yuvarlandığımız bunalım üzerinde ciddi biçimde düşün- memiz gereklidir. Sanat, eninde sonunda görüntünün düşünsel boyutudur; onun yaratıldığı alan- dır ve toplumun geleceğini ör- jŞJ \y- yüzyıla kadar hiçbir uygarlık, her şeyin görüntülenebileceğini kabul etmemişti. Örneğin Mısır'da, Yunanistan'da, Roma'da ya da ortaçağ Avrupası'nda şiddete, gaddarlığa tanıklık edildi; çağımızdakine benzer başıbozukluklar var oldu. Ama bu toplumlar gene de şiddeti görüntüye yansıtmamayı başardılar. Genelde resmedilen her şey saglıklı, dingin ve ağırdı; ciddiydi. sansür izine rastlanamaz. Yalancılık söz konusu değıldir; tamamen tersine, sanatçının bağımsız karan onlan yumuşatmıştır. Sanatçı, deneyimlerinin ışığında böylesi bir yo- lu benimsemiştir. Bu davranış da topluluğun ah- lakını oluşturmuş, insanlararası ilişkileri derin- leştirmiştir. Görüntü, kutsal olarak yaşananı yeniden yaşa- ma geçirmiş, topluluğun ortak çıkannı gözardı etmemiştir. Dolayısıyla sanatçılar, hiçbir talimat almaksızın, uygar insana; kanunun, kurallann dı- şına çıkmama, gerçekdışıhk ile düş dünyasımn girdabına kapılmama konusunda yardımcı olmuş- lardır. Işte görüntüdeki bu özdenetim, 18. yüzyıldan beri azalmaya başladı (Sade-Goya) ve özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana giderek tümden yok oldu. Demek ki bu evrimi çağcıl bunalımımızın önemli nedenleri arasında görmek, onu tanımla- mak gerek. Geçen yüzyılın ortasından beri geçer- li bir hastalık bu. Hala geçerliliğini koruyor, ama yok edilmesi olanaksız değil. Işte fotoğrafçılığa değinmememin nedeni de bu. Hassas plaka sayesinde, bilincin süzgecinden geçmeksizin göze sunulan her şeyin görüntüye dönüşebilirliği saptandı. Ressam gördüğünü yo- rumlar ve sergileyeceğini seçer. Fotoğrafçı ise yal- nızca binlerce aynntıyı saptayabilir. Onun seçimi bakış açısı ile kısıtlıdır. Olsa olsa resmini çekece- gi nesnenin ya da durumun kimi belirtilerini giz- leyebilir. I bdrcikn I göstergeter İlk fotoğrafçılar, görüntünün madde tarafindan istila edilişine karşı mücadele etmeyi denediler. Dış gerçeği fotoğrafîarken ondan bir öykü çıkar- mayı denediler; önemli bir kanıtı sergileme tutku- suna kapıldılar. Ikircikli göstergelerle tıpkı aka- demik ressamlann ya da tiyatro oyunculannın yaptıklannı denediler. Fotoğrafa bir anekdot ha- vası ekleme çabasını sürdürdüler; fotoğrafin sınır- lannı zorladılar. Onlar, birkaç saniyelik poz ver- me sürecinde, modelin kişiliğini yakalamaktan hoşlanırlar. Ahlaksal kurallarla modelin uyumu ya da ters düşüşü söz konusudur bu aşamada. Bu arada sigiller, yüz hatlan ve kırışıklıklar, Miche- let ya da Baudelaire'in fotoğrafı çekilmiş suratla- gütleme, değiştirme gücüne sahiptir. Buna So- lon'un Yunanistanı'nda tanık olduk. Uyum içeri- sindeki mimari düşüncenin sağladığı aydınlıktı bu. Roma döneminin eşiğinde de, ricari sitelerde de, ltalyan Rönesansı 'nda da, aynı tanıklığı yapa- bildik. Akıl, nasıl kendi yanlışlannı eleştirebilir- se, tasanmlannda reform gerçekleştirebilirse sa- nat da kendini sorgulayabilir. Kuşun kendinden geçerek yılanı seyrettiği gibi maddeye artık körü körüne bakmak durumunda kalamaz fotoğrafçı- lık. Sinema, fotoğrafin direncini kırabilecek bir sa- nat dalı. Artık görüntüden kaba olanı gizlemek, her şeyi olduğu gibi göstermemek olanaklı değil. Yaşantımızda da anlam dışı, duyu dışı kalan her şeyle savaşmak zorundayız; eyleme geçerek, dü- şünerek yani süreç içerisinde. Sinema, anlamsız çok sayıda aynntıyı saptayan bir fotoğraftır önce- likle. Maddenin ayırdına vanr ve fotoğrafta düş- sel sanılan, donmuş durumda sergilenenlere bir zaman boyutu ekler; gelip geçmesini, akış içeri- sinde yaşamasını sağiar. Sinema, fotoğrafin gerçeğini aynmsar ve ona sözel olan, anlatılanla karşı çıkar. Dilin güçlüğü- nü, ortak dil kullananiamanın doğurduğu güçlü- ğü, anında yok edebilir. Kültürel geleneklerin et- kin ve zararlı yanılsamalannı. saplantılannı yok eder. Üstelik ülkeler arasında, başka hiçbir şey bir film kadar hızla dolaşamaz. Çünkü davranış- larla mimiklerin, ifadelerin aracılığıyla metnin çevirisindeki eksikler tamamlanır. Belki de sine- ma sanatı, çağımızın dramının en etkili biçimde tasarlanacağı, çözümleneceği daldır. Hükümet- lerin bu sanata sürekli ve yoğun katkıda bulun- malannı, bağımsızlığını hiçbir biçimde engel- lememelerini sağlamak gerekmektedir. Yarin: Eski IPI Başkanı Peter Galliner ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇt Y A Y I N H A K K I C u m h U r İ y e t ' E A İ T T İ R . İ Z İ N S İ Z Y A Y I N L A N A M A Z HJçKefir İçtinîzmi?(1) "Kefir"\, bana ilk kez, eski CHP Çorum Milletvekili, SHP'nin ilk Genel Sekreteri Cahit Angın anlattı. Kefir san- ki herderdin ilacıydı. Bir gün, sağınlar, Cahit Angın'ın ayak başparmağının tırnağını çekip almayı kararlaştırmışlar, yok- sa paımak kesilecekmiş. Cahit Angın, kara kara düşünür- ken, beslenmeci bir arkadaşı "kefir"der\ söz etmiş: - Kefir iç! Hatta, kefiri o tımağı çekilecek parmağına sûr, ameliyata gerek yok! demiş. Sonunda Cahit Angın, parmağını, belki canını kurtarmış... - Ben herhalde, bu kefiri içemem! diye düşünüyordum. Nasıl şey kim bilir? Hiç de öyle değilmiş. Sabahlan denize giderken, evleri- nin önünden geçtiğim eski Bolu Milletvekili Abdi Ozkök: - Mustabey, buyurun çay içelim diyeceğim, ama biz bu sabah çay yerine kefir içelim dedik hanımla... - Teşekkür ederim Abdi Bey! Siz kefiri biliyor muydunuz? - Elbette, kefir bilinmez mi? Peki, sizyazı yazdınız mı ke- fir üstüne? - Çoook... - Ben sizin Cumhuriyet'te kefir üstüne bir yazınızı oku- madım! - Belki Cumhuriyet'te değil, ama dergilerde yazdım. Abdi özkök, CHP milletvekiliyken, Cumhuriyet'te tanm reformu üstüne yazdıklarını okurdum. O, tarımcıydı... Bir an önce "kefir"i tanımak istiyordum. Cahit Angın: - Birlitre sütü kaynat, kaymağını al; oda sıcaklığına yani 20-23 dereceye değin soğusun. Sonra getir, ben sana ke- fırin mayasını vereceğim! dedi. Sütü kaynatıp, kaymağını aldım; bir cam kavanoza dol- durdum. Doooğru Cahit Angın'a. Baktı: - Ooo, bu daha çok sıcak! dedi, biraz daha bekleyelim. Oda sıcaklığına insin! (Benim yedi aylık olduğumu ne bil- sin!) Az sonra, eşi Solmaz Hanım, içinde kefir mayası olan bir cam kavanozla geldi. Büyükçe bir cam kabın üstüne tel süz- geci yerleştirdi. Kavanozdaki yoğurda benzer, koyu kefirli sütü, tel süzgece döküp, tahta kaşıkla (kesinlikle tahta ka- şık olacak) karıştırmaya, tel süzgeçten süzmeye başladı. Alttaki cam kaba süzülüp geçen şey, artık içilecek olan ke- firdi. Ayranın azıcık koyusu. Süzmenin sonuna doğru, tel süzgeçte kalan ise, kefir mayasıydı. O, yeni bir süt için kul- lanılacaktı. Solmaz Hanım, tahta kaşığın ucuyla, benim getirdiğim cam kavanozdaki oda sıcaklığındaki süte, bu mayayı ka- nştırdı. Cahit Angın: - Işte, bu kavanozu ağzı kapalı olarak, oda sıcaklığında 24 saat bekleteceksin. 24 saat sonra, sen de bu mayalan- mış sütü, artık o süt değil, süzgeçten geçirip, kefir yapa- caksın. Eğer başlangıçta kefiri içmekte güçlük çekersen, örneğin şeftali suyuyla da içebilirsin. Çok güzel oluyor! 24 saati iple çektim. Tam 24 saat sonra, kavanozu aç- tım. Gümüldür'ün Ürkmez Köyü'nden satın aldığım tel süz- geçten geçirdim. Tahta kaşıkla karıştırarak yaptım bunu. Kalan yarım kaşık ölçeğindekı maya, artık oda sıcaklığın- daki süte karıştırılabilirdi. Onu da yaptım. Kefirimi de içe- bilirdim. Aldığım şeftali suyundan azıcık döktüm. Tamam, ancak Cahit Angın, içilecek kefirin buzdolabının alt gözün- de saklanması gerektiğini de söylemişti. Saklamak dediy- sem, rahat içilmesi için... "Kefir"\e ilgili yazı yazacağımı Cahit Angın'a söylediğim zaman: - Yav, ortalık dandini, biryandan ara seçime gidiliyor, bir yandan sol bir türlü birleşemiyor. Kim okur, kim dinler 'ke- fir';? - Okurtar, okurlar! Hem, kimi politikacılar, şekersiz dem- li çay içip boşuna düş kuracakianna, kefir ıçerlerse, enin- de sonunda sol da birleşir! (Gülüşmeler). Demokrasimiz daha saglıklı olur... Cahit Angın, "kefir" konusunda konuşmam için, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi profesörlerinden Nesrin Kap- tan'ı salık vermişti. Nesrin Hanım'la telefonla görüşebil- dim. Nesrin Kaptan emekli olmuş, Antalya'ya yerleşmişti. Ankara'ya arada bir gelmekteydi. Giderek, başka kefirciler bulacaktım... "Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme" kitabının yazan Müheyya Izer, "kefir"\e ilgili olarak geniş bilgi veriyor, özet- le şöyle diyordu: "Kefir, Avrupa'ya Kafkasya'dan gelmiştir. Kafkasyalılar'a göre en iyi kefir devenin sırtında çalkalana çalkalana elde edilen kefirdir. İyi yapılmış bir kefir, sütlü şampanya tadını andınr. Bu kesilmiş süt lezzetli ve saglıklı bir besindir. 2 gün fermante olan (mayalanan) kefirin bileşimi aşağı yukan şöy- ledir: Laktoz 20 g/1, kazein ve albümin: 30g/1, yağlı mad- de: 20g/1, su ve madensel tuzlar: 905 g/1, alkol: 6 g/1. Kafkasyalılar kefirin olumlu etkisini uzun zamandan beri bilirler. Kefiri su yerine içer, gençlik iksiri olarak kullanırlar. Kafkasyalılar'ın 110-130 yıla varan bir ömür ortalamasına ulaştıkları bilinir. Kafkasya'da tüberküloz, kanser ve sindi- rim bozukluklanndan eser yoktur. Ömrünün büyük bir bölümünü kefirle ilgili araştırmalarla geçiren Prof. Dr. Mechnikof (1845-1916) çok değerii so- nuçlar elde etmiştir. Aşağıda belirtilen hastalıklar kefir sa- yesinde basanyla tedavi edilmekte, pek çoğu tam iyileş- mektedir: Mide iltihapları, depresyon, karaciğer ve safra hastalık- lan/mikrobiksanlık, iç ve dış urlar, uzun süren kronik bağır- sak iltihapları, kansızlık, solunum yollannın üşütülmesinden kaynaklanan hastalıklar, her türlü egzama, dışa vuran aler- ji ve benzeri rahatsızlıklar, kalp atardamarları ile ilgili hasta- lıklar, yüksek tansiyon, ishal/kabızlık. Önemli bir nokta daha: Kefir, bağırsaklarda kalmış çürük maddeleri dışarı atar." (Kefirle ilgili anlatacaklanm çok. Pazara izlemeyi sür- dürün.) BULMACA SOLDANSAĞA: 1/ Yahudileri oluşturan iki koldan biri (diğeri Se- farad). 2/ Shakespeare'in bahtsız bir kralı... Pislik iğrençlik. 3/ Bir kümes hayvanı... Odun ,ya da ağaç kınnüsı. 4/"Işte üç çifte kayık iskelede -- / GideUm serv-i revânım 6 yürü Sadâbâd'e" (Ne- -, dim)... Asalak bir böcek. 5/ Kaba dikiş. 6/ Bilgi- 8 siz, kültürsüz kimse... Ni- g jerya'nın para birimi. 7/ Irak'ta kutsal kent. 8/ Bir mimar- lık ya da şehircilik planını oluştu- ran ızgara... Kültür. 9/ Tannnın insan ruhlannı yarattığı zaman... Bir nota. YUKARTOAN AŞAĞIYA: 1/ Bitkilerden çıkanlan azotlu ve baz türü organüc bileşiklerin genel adı. 2/ "Bir devr-i -- yine çiğnendi yeminler / Çiğnendi yazık milletin ümmîd-i bülendi" (Tevfik Fik- ret)... Bir nota. 3/ Kansına söz ge- çirebilen erkek... Bir alaşımdaki madenlerin ergime derecesi farkından yararlanarak bunlan birbirinden ayrrma işlemi. 4/ Yiğit... En büyük ustası Montaigne olan yazı türü. 5/"—gezme dolan yâr gel içeri" (Türkü). 6/ Kanşık renkli... Osmanhlar dö- neminde kullanılınış bir tür yünlü kumaş. 7/ Hayvan sırtında taşınabilen küçük top. 8/ Ağaç oymaya yarar balta... Hastalık- lı, sakat. 9/ Hindistan'da ölen kocasının cesediyle birbkte ateşe atıhp yanan ve ermiş sayılan kadınlara verilen ad... Valide.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle