Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22 EYLÜL 1994 PERŞEMBE
DİZİYAZI
Fransız şair Prof. Yves Bonnefey fotoğrafin çağımıza etkilerini Cumhuriyet'e yazdı
Yüzyılın son filmi: Bunalım^ ^ ^ ^ " ^ 'nci yüzyılın sonu, insanlı-
p M M ğm bugüne değin tanımış
^T ^ I olduğundan daha yoğun bir
^ r • m bunalıma tanıklık edecek-
^ r v • # tir. Batı'nın mekanik tablo-
MHm V ^ ^ sunun tüm göstergeleri, kır-
mızı ışığa tırmanmıştır. Makineye işlerlik kazan-
dırmış olan Batı, artık onu denetlemekten acizdir.
Nüfusbilim, ekonomi, çevrebilim, silahlanma,
sağlık konulannda olsun; üst düzey ilerleme gös-
termiş olan teknolojinin anarşistçe çoğalmasında
olsun tehlike göstergeleri belirgindir. Tnsan kuşa-
ğı tehdit altındadır. Yönetim, kısa vadede olanak-
sız gözükmekte, nihilist ideolojiler artmakta, kar-
gaşa günbegün doruğa tırmanmaktadır. Yalnızca
uygarlıklar ölümcülleşmemiştir, uzun süre tann-
nın bağışı sanılan dil ve yazın da ölüm döşeğin-
dedır. Paul Valery bu tehlikeden Binnci Dünya Sa-
vaşı sonrasında söz etmiştı.
P o r t r e
Shakespeare çevirileri ııstası
B.u yüzyılın sonu, yoğun bir
bunalıma tanıklık edecektir.
Batı'nın mekanik tablosunun
tüm göstergeleri, kırmızı ışığa
tırmanmıştır. Makineye işlerlik
kazandırmış olan Batı, artık onu
denetlemekten acizdir.
Nüfusbilim, ekonomi,
çevrebilim, silahlanma, sağlık
konulannda olsun; teknolojinin
anarşistçe çoğalmasında olsun
tehlike göstergeleri belirgindir.
Insan kuşağı tehdit altındadır.
Kargaşa günbegün doruğa
tırmanmaktadır.
Böylesi bir ortamda. zorunlu
olarak bir soru gündeme gelıyor.
Bu duruma nasıl gelindı? lnsan-
lık, 20. yüzyılda neden hızla bu
kötü konuma düştü? tnsanın do-
ğası başından beri hemen hemen
aynı olduğuna göre. yani biyolo-
jik özellikleri aracılığıyla saldın
ve kapkaççılığa, el koymaya
programlanmış olduguna göre
ve bu konum mağara devrinden
pek de farklı boyutta ele alına-
mayacağına göre, günümüzün
güç koşullannı bu sonuçtan so-
rumlu tutma eğilimine kapılabi-
liriz. Tarihin belli bir evresinde
neden bunca vebal altında kalın-
dı? Birbaşka deyişle bilim, nes-
neleri en saf durumuna dönüş-
türmüş ve her nedense çagımız-
da insanın içtenliğini yok etmiş-
tir. Bilim, günümüzde sanayı ve
tıp dalındaki uygulamalarla çev-
reyi kirletmiş. onun dengesini
bozmuştur. Gene de tek neden
bu olamaz. Gündelik mutsuzlu-
ğun nede'ni olan başkaca sebep-
ler var ve onlan tanımak zorun-
dayız.
Yves Bonnefey, 24
Haziran 1929'da
Tours, Indre-et-
Loire'da doğdu.
Babası
demiryollannda
çalışan bir memur,
annesı ise öğretmendi.
Descartes Lisesi'nden
mezun olduktan sonra,
Sorbon'da matematik,
bilim tarihi ve felsefe
egitimi yaptı. Oç yıl
ABD'de eleştirel
metodoloji egitimi
gördü. 1953 yılında
Paris'te "Douve'un
Hareketive
Durgunluğu" adlı bir
seçki kitabı, daha
sonra "Şürter'' adı altında Gallimard'm
bastığı bir kitabı yayımladı. 1987"de "Işıksız
Otan". 1991 'de de "Kar'ın Başlangıcı ve
Sonu" kitap yapıldı. 1954'ten sonra tarihsel
ve eleştirel yazılan basıldı. Fransa'da gotik
duvar resimleri üzerine bir kitabı daha
gündeme geldi. Tüm bu yapıtlan
"Rimbaud". "Mantou'da Bir Düş". "Roma",
"Kırmızı Bulut", "Sözün GercefT. "Şiir
Üzerine Konuşmalar" adlı kitaplarında
toplandı. Değindiği konular resim tarihi,
şiirin diğer sanat dallan ile ilişkisi, şiir tarihi
ve yorumlanışı, şiirin felsefesi ve yaptınm
gücü üzerinedir. Aynı zamanda bir
Shakespeare çevirmenidir. On kadar
Shakespeare çevirisi vardır. Aynca Yesrts'in
1989'da kırk beş şiirini çevirdi. 1960 yılından
sonra yabancı üniversitelerle Fransız
nnda da belirgindir. Organik madde egemendir bu
fotoğraflarda. Insani tasanmdan yalıtılmış aynn-
tı, ön plandadır. Fotoğrafçılıkta, sanat yapıtının dı-
şında kalan duyu, görüntüye sızmış olup hak et-
tiği yeri sonuna değin korumaya kararlıdır. Don-
muş değil, yaşayan bir olgudur görüntü.
Fotoğrafçılar bundan böyle her şeyi gösterme
tutkusuna kapıldılar. Ortaklaşa değerleri koruyan
tabulan yıkıp kutsal boyutlara da baş kaldırdılar.
Insan olgusu gerçeği, bir eldiveni ters çevirirce-
sine, içiyledışıylasergilenmeyebaşlandı. Eldive-
nin astan, rastlantısal olarak gözükebilir, biyolo-
jik alın yazımız da körlükten kurtanlabilirdi. Ta-
rih öncesinin mağara ressamlan ölüm olayına öl-
çülü, ihtiyatlı yaklaşmışlardır. Aynı ressamlar, cin-
sellige de benzeri biçimde, namusluca değindiler.
Oysa güncel görüntüyü bu kalıplara hapsetmek
olanaklı değil; gözünü kırpmadan en kapsamlı
yaralan sergiler günümüz ressam ve fotoğrafçı-
lan. Dayanılmaz, katlanılmaz olan sıradanlaşmış-
tır, ama bunun bedeli, sonuçlan hesap edilebili-
nemez bir moral bozukluğudur.
üniversıtelenne egıtmen olarak davet edildı.
Vincenes'te l%9-1970,Nice
Üniversitesi'nde 1973-1976, Aix-en
Provence'da da 1979-1981 arasında profesör
olarak görev yaptı. 1981 yılında Fransız
Koleji'ne seçimle atandı. Şiirin kıyaslamalı
işlevi kürsüsünde görev aldı. Flammarion
Yayınevi'nde "Fikir ve Araşnnnalar" dizisini
yönetmekte olup "Antik Dünyanın Geleneksel
Toplumlan, Dinleri ve Mitolojileri
Sözlüğü''nün edıtörlügünü yapmıştır.
Evli ve tek çocuk babasıdır. 1978'de
Montaigne Ödülü'ne layık görülmüştür.
Ephemere adlı derginin yayın süresi boyunca
redaktörlüğünü üstlenmiştir. Amerikan
Üniversitesi, Neuchatel Universitesi, Chicago
Üniversitesi ve Dublin'deki Trinity College'de
doktor unvanına sahiptir.
Yves Bonnefey
F.
I Görüntüdeki
nttaklar
Bu nedenle alışılagelinmemiş
bir konuya dikkatleri çekmek is-
tiyorum. Son durumumuzun ne-
denlerinden biri, görüntüdeki
zıtlıklardır. Görüntü ile gerçek
ve onu sorgulayan düşünce ara-
sında yer alan resmi ya da anıyı
kastediyorum. Dünyada var olan
herhangi bir nesne ya da olay;
Bonnefey şöyle diyor: Fotoğrafçılar, ortak değerleri koruyan tabulan \ ıkıp kutsal boyutlara da baş kaldırdılar. İnsan gerçeği,
bir eldiveni ters çevirircesine, içiyle dışıyia sergilenmeye başlandı. Ama bunun bedeli, büyük bir moral bozukluğu oldu.
var olabilecek bir nesne ve bir olaydan. bunlann
yansımalanndan söz ediyorum. Görüntü pek ta-
bii görseldir, ama sözel duruma da dönüşebilir.
Hatta tiyatroda, sahne üzerinde sözel ve görsel bir-
leşmektedir. Oysa bu eylem, gerçek olmayanı ha-
rekete geçirdiğinden, dünyasal ilişkileri sarsabi-
leceğinden, onunla yanşabileceğinden, insanlı-
ğın geçmişinde sakıncalı bir ey lem, hatta din düş-
manı bir eylem, denetim altında tutulması gere-
ken bir eylem olarak değerlendirilegelindi. Bi-
zans'ta öyle dönemler yaşandı ki tannsal kimlik-
leri görüntülemek. resimlemek yasaktı. Islam di-
ni ise bu yasağı. daha geniş bir çerçeveye yaydı.
20. yüzyıla kadar hiçbir uygarlık, her şeyin görün-
tülenebileceğini kabul etmemişti denebilir. Örne-
gin Mısır'da, Yunanistan'da, Roma'da ya da orta-
çağ Avrupası'nda şiddete, gaddarlığa tanıklık
edildi; çağımızdakine benzer düzensizlikler. ba-
şıbozukluklar var oldu. Bundan kuşku duymamız
gerçekten olanaksızdır. Ama bu toplumlar gene de
şiddeti görüntüye yansıtmamayı başardılar. Ge-
nelde resmedilen her şey saglıklı, dingin ve ağır-
dı; cıddiydi. Hıristiyanlar ara sıra cehennemi ya
da kurbanlan resmederken belli yerler söz konu-
suyken ve tinsel öneriler gündemdeyken kararsız-
lıklara izin verdiler.
ITophmılann
Idyüdülügü
Neden bunca kısıtlanmıştı görüntünün bagım-
sızlığı? Düşsel ya da gerçek dışı olana belirgin bir
biçim verebilirdi bu konudaki bagımsızlık. Aca-
ba toplumlann ikiyüzlülüğünden, davranışlannı
saklama isteğinden söz edilebilir mi? Her zaman
şiddeti anımsarken frene basılmış; cinsel olan-
dan, ölümden ölçüyle söz edilmiş, bu konular kı-
sıtlı olarak görüntülenmiştir. Bu resimlere bakıl-
dığında, ünlü ustalann resimleri irdelendiginde
otoğrafçılık, görüntünün
içinde sıkışmış olduğu çağcıl
burialımın nedenlerinden
biridir. Boşluk öğretisinin,
bunalımın nedenlerinden
biridir. Akıl, nasıl kendi
yanlışlannı eleştirebilirse,
tasanmlannda reform
gerçekleştirebilirse sanat da
kendini sorgulayabilir. Kuşun
kendinden geçerek yılanı
seyrettiği gibi maddeye artık
körü körüne bakmak
durumunda kalamaz
fotoğrafçılık.
Giderek diğer sanat dallanna
da yayıldılar. Anlamsız olanı taç-
landınp, anlamlı olanı ortaya çı-
karmak. derleyip toparlamaktan,
onarmaktan caydılar. Bu arada
tarih de son zamanlarda, önceki
dönemlerde eşi benzerine rast-
lanmamış ölçüde. kendi olayla-
nnı yorumlarken aynı onlann tı-
kanıklığını sergiler oldu. En ge-
reksiz savaşlar iktidarda artık.
Bu biraz da fotografçıdaki ger-
çeklik payının, artistin düşünsel
eylemine güvenini sarsmasmdan
kaynaklanmakta. Özetle günü-
müzde fotoğrafçılık sanatı, baş-
ka dönemlerdeki mimari öneri-
nin tersine bir çalışma içerisinde.
Fotoğrafçılık sanatı, mimari nes-
neyi, malzemeyi anlamın hizme-
tine sunardı; bunu yaparken bo-
yutlar ve sayılarda iğretilemeyi
kullanırdı ve böylelikle duvar re-
simlerinde olsun; heykelde, mü-
zikte, dansta olsun boyutu, in-
sancıl ve toplumsal bağlamda
hizmete sunardı.
IGöpüntiinün
düşsel Doyutu
Böyle bakıldığında fotoğraf-
çılık, görüntünün içinde sıkışmış
olduğu çağcıl bunalımın neden-
lerinden biridir. Boşluk öğretisi-
nin, bunalımın nedenlerinden bi-
ridir. Kanımca 2. Binyıl'ın so-
nunda yuvarlandığımız bunalım
üzerinde ciddi biçimde düşün-
memiz gereklidir. Sanat, eninde
sonunda görüntünün düşünsel
boyutudur; onun yaratıldığı alan-
dır ve toplumun geleceğini ör-
jŞJ \y- yüzyıla kadar hiçbir uygarlık, her şeyin
görüntülenebileceğini kabul etmemişti. Örneğin Mısır'da,
Yunanistan'da, Roma'da ya da ortaçağ Avrupası'nda şiddete,
gaddarlığa tanıklık edildi; çağımızdakine benzer başıbozukluklar var
oldu. Ama bu toplumlar gene de şiddeti görüntüye yansıtmamayı
başardılar. Genelde resmedilen her şey saglıklı, dingin ve ağırdı;
ciddiydi.
sansür izine rastlanamaz. Yalancılık söz konusu
değıldir; tamamen tersine, sanatçının bağımsız
karan onlan yumuşatmıştır.
Sanatçı, deneyimlerinin ışığında böylesi bir yo-
lu benimsemiştir. Bu davranış da topluluğun ah-
lakını oluşturmuş, insanlararası ilişkileri derin-
leştirmiştir.
Görüntü, kutsal olarak yaşananı yeniden yaşa-
ma geçirmiş, topluluğun ortak çıkannı gözardı
etmemiştir. Dolayısıyla sanatçılar, hiçbir talimat
almaksızın, uygar insana; kanunun, kurallann dı-
şına çıkmama, gerçekdışıhk ile düş dünyasımn
girdabına kapılmama konusunda yardımcı olmuş-
lardır.
Işte görüntüdeki bu özdenetim, 18. yüzyıldan
beri azalmaya başladı (Sade-Goya) ve özellikle 2.
Dünya Savaşı'ndan bu yana giderek tümden yok
oldu. Demek ki bu evrimi çağcıl bunalımımızın
önemli nedenleri arasında görmek, onu tanımla-
mak gerek. Geçen yüzyılın ortasından beri geçer-
li bir hastalık bu. Hala geçerliliğini koruyor, ama
yok edilmesi olanaksız değil.
Işte fotoğrafçılığa değinmememin nedeni de
bu. Hassas plaka sayesinde, bilincin süzgecinden
geçmeksizin göze sunulan her şeyin görüntüye
dönüşebilirliği saptandı. Ressam gördüğünü yo-
rumlar ve sergileyeceğini seçer. Fotoğrafçı ise yal-
nızca binlerce aynntıyı saptayabilir. Onun seçimi
bakış açısı ile kısıtlıdır. Olsa olsa resmini çekece-
gi nesnenin ya da durumun kimi belirtilerini giz-
leyebilir.
I bdrcikn
I göstergeter
İlk fotoğrafçılar, görüntünün madde tarafindan
istila edilişine karşı mücadele etmeyi denediler.
Dış gerçeği fotoğrafîarken ondan bir öykü çıkar-
mayı denediler; önemli bir kanıtı sergileme tutku-
suna kapıldılar. Ikircikli göstergelerle tıpkı aka-
demik ressamlann ya da tiyatro oyunculannın
yaptıklannı denediler. Fotoğrafa bir anekdot ha-
vası ekleme çabasını sürdürdüler; fotoğrafin sınır-
lannı zorladılar. Onlar, birkaç saniyelik poz ver-
me sürecinde, modelin kişiliğini yakalamaktan
hoşlanırlar. Ahlaksal kurallarla modelin uyumu ya
da ters düşüşü söz konusudur bu aşamada. Bu
arada sigiller, yüz hatlan ve kırışıklıklar, Miche-
let ya da Baudelaire'in fotoğrafı çekilmiş suratla-
gütleme, değiştirme gücüne sahiptir. Buna So-
lon'un Yunanistanı'nda tanık olduk. Uyum içeri-
sindeki mimari düşüncenin sağladığı aydınlıktı
bu. Roma döneminin eşiğinde de, ricari sitelerde
de, ltalyan Rönesansı 'nda da, aynı tanıklığı yapa-
bildik. Akıl, nasıl kendi yanlışlannı eleştirebilir-
se, tasanmlannda reform gerçekleştirebilirse sa-
nat da kendini sorgulayabilir. Kuşun kendinden
geçerek yılanı seyrettiği gibi maddeye artık körü
körüne bakmak durumunda kalamaz fotoğrafçı-
lık.
Sinema, fotoğrafin direncini kırabilecek bir sa-
nat dalı. Artık görüntüden kaba olanı gizlemek,
her şeyi olduğu gibi göstermemek olanaklı değil.
Yaşantımızda da anlam dışı, duyu dışı kalan her
şeyle savaşmak zorundayız; eyleme geçerek, dü-
şünerek yani süreç içerisinde. Sinema, anlamsız
çok sayıda aynntıyı saptayan bir fotoğraftır önce-
likle. Maddenin ayırdına vanr ve fotoğrafta düş-
sel sanılan, donmuş durumda sergilenenlere bir
zaman boyutu ekler; gelip geçmesini, akış içeri-
sinde yaşamasını sağiar.
Sinema, fotoğrafin gerçeğini aynmsar ve ona
sözel olan, anlatılanla karşı çıkar. Dilin güçlüğü-
nü, ortak dil kullananiamanın doğurduğu güçlü-
ğü, anında yok edebilir. Kültürel geleneklerin et-
kin ve zararlı yanılsamalannı. saplantılannı yok
eder. Üstelik ülkeler arasında, başka hiçbir şey
bir film kadar hızla dolaşamaz. Çünkü davranış-
larla mimiklerin, ifadelerin aracılığıyla metnin
çevirisindeki eksikler tamamlanır. Belki de sine-
ma sanatı, çağımızın dramının en etkili biçimde
tasarlanacağı, çözümleneceği daldır. Hükümet-
lerin bu sanata sürekli ve yoğun katkıda bulun-
malannı, bağımsızlığını hiçbir biçimde engel-
lememelerini sağlamak gerekmektedir.
Yarin: Eski IPI Başkanı
Peter Galliner
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇt
Y A Y I N H A K K I C u m h U r İ y e t ' E A İ T T İ R . İ Z İ N S İ Z Y A Y I N L A N A M A Z
HJçKefir İçtinîzmi?(1)
"Kefir"\, bana ilk kez, eski CHP Çorum Milletvekili,
SHP'nin ilk Genel Sekreteri Cahit Angın anlattı. Kefir san-
ki herderdin ilacıydı. Bir gün, sağınlar, Cahit Angın'ın ayak
başparmağının tırnağını çekip almayı kararlaştırmışlar, yok-
sa paımak kesilecekmiş. Cahit Angın, kara kara düşünür-
ken, beslenmeci bir arkadaşı "kefir"der\ söz etmiş:
- Kefir iç! Hatta, kefiri o tımağı çekilecek parmağına sûr,
ameliyata gerek yok! demiş.
Sonunda Cahit Angın, parmağını, belki canını kurtarmış...
- Ben herhalde, bu kefiri içemem! diye düşünüyordum.
Nasıl şey kim bilir?
Hiç de öyle değilmiş. Sabahlan denize giderken, evleri-
nin önünden geçtiğim eski Bolu Milletvekili Abdi Ozkök:
- Mustabey, buyurun çay içelim diyeceğim, ama biz bu
sabah çay yerine kefir içelim dedik hanımla...
- Teşekkür ederim Abdi Bey! Siz kefiri biliyor muydunuz?
- Elbette, kefir bilinmez mi? Peki, sizyazı yazdınız mı ke-
fir üstüne?
- Çoook...
- Ben sizin Cumhuriyet'te kefir üstüne bir yazınızı oku-
madım!
- Belki Cumhuriyet'te değil, ama dergilerde yazdım.
Abdi özkök, CHP milletvekiliyken, Cumhuriyet'te tanm
reformu üstüne yazdıklarını okurdum. O, tarımcıydı...
Bir an önce "kefir"i tanımak istiyordum. Cahit Angın:
- Birlitre sütü kaynat, kaymağını al; oda sıcaklığına yani
20-23 dereceye değin soğusun. Sonra getir, ben sana ke-
fırin mayasını vereceğim! dedi.
Sütü kaynatıp, kaymağını aldım; bir cam kavanoza dol-
durdum. Doooğru Cahit Angın'a. Baktı:
- Ooo, bu daha çok sıcak! dedi, biraz daha bekleyelim.
Oda sıcaklığına insin! (Benim yedi aylık olduğumu ne bil-
sin!)
Az sonra, eşi Solmaz Hanım, içinde kefir mayası olan bir
cam kavanozla geldi. Büyükçe bir cam kabın üstüne tel süz-
geci yerleştirdi. Kavanozdaki yoğurda benzer, koyu kefirli
sütü, tel süzgece döküp, tahta kaşıkla (kesinlikle tahta ka-
şık olacak) karıştırmaya, tel süzgeçten süzmeye başladı.
Alttaki cam kaba süzülüp geçen şey, artık içilecek olan ke-
firdi. Ayranın azıcık koyusu. Süzmenin sonuna doğru, tel
süzgeçte kalan ise, kefir mayasıydı. O, yeni bir süt için kul-
lanılacaktı.
Solmaz Hanım, tahta kaşığın ucuyla, benim getirdiğim
cam kavanozdaki oda sıcaklığındaki süte, bu mayayı ka-
nştırdı. Cahit Angın:
- Işte, bu kavanozu ağzı kapalı olarak, oda sıcaklığında
24 saat bekleteceksin. 24 saat sonra, sen de bu mayalan-
mış sütü, artık o süt değil, süzgeçten geçirip, kefir yapa-
caksın. Eğer başlangıçta kefiri içmekte güçlük çekersen,
örneğin şeftali suyuyla da içebilirsin. Çok güzel oluyor!
24 saati iple çektim. Tam 24 saat sonra, kavanozu aç-
tım. Gümüldür'ün Ürkmez Köyü'nden satın aldığım tel süz-
geçten geçirdim. Tahta kaşıkla karıştırarak yaptım bunu.
Kalan yarım kaşık ölçeğindekı maya, artık oda sıcaklığın-
daki süte karıştırılabilirdi. Onu da yaptım. Kefirimi de içe-
bilirdim. Aldığım şeftali suyundan azıcık döktüm. Tamam,
ancak Cahit Angın, içilecek kefirin buzdolabının alt gözün-
de saklanması gerektiğini de söylemişti. Saklamak dediy-
sem, rahat içilmesi için...
"Kefir"\e ilgili yazı yazacağımı Cahit Angın'a söylediğim
zaman:
- Yav, ortalık dandini, biryandan ara seçime gidiliyor, bir
yandan sol bir türlü birleşemiyor. Kim okur, kim dinler 'ke-
fir';?
- Okurtar, okurlar! Hem, kimi politikacılar, şekersiz dem-
li çay içip boşuna düş kuracakianna, kefir ıçerlerse, enin-
de sonunda sol da birleşir! (Gülüşmeler). Demokrasimiz
daha saglıklı olur...
Cahit Angın, "kefir" konusunda konuşmam için, Ankara
Üniversitesi Ziraat Fakültesi profesörlerinden Nesrin Kap-
tan'ı salık vermişti. Nesrin Hanım'la telefonla görüşebil-
dim. Nesrin Kaptan emekli olmuş, Antalya'ya yerleşmişti.
Ankara'ya arada bir gelmekteydi. Giderek, başka kefirciler
bulacaktım...
"Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme" kitabının yazan
Müheyya Izer, "kefir"\e ilgili olarak geniş bilgi veriyor, özet-
le şöyle diyordu:
"Kefir, Avrupa'ya Kafkasya'dan gelmiştir. Kafkasyalılar'a
göre en iyi kefir devenin sırtında çalkalana çalkalana elde
edilen kefirdir. İyi yapılmış bir kefir, sütlü şampanya tadını
andınr. Bu kesilmiş süt lezzetli ve saglıklı bir besindir. 2 gün
fermante olan (mayalanan) kefirin bileşimi aşağı yukan şöy-
ledir: Laktoz 20 g/1, kazein ve albümin: 30g/1, yağlı mad-
de: 20g/1, su ve madensel tuzlar: 905 g/1, alkol: 6 g/1.
Kafkasyalılar kefirin olumlu etkisini uzun zamandan beri
bilirler. Kefiri su yerine içer, gençlik iksiri olarak kullanırlar.
Kafkasyalılar'ın 110-130 yıla varan bir ömür ortalamasına
ulaştıkları bilinir. Kafkasya'da tüberküloz, kanser ve sindi-
rim bozukluklanndan eser yoktur.
Ömrünün büyük bir bölümünü kefirle ilgili araştırmalarla
geçiren Prof. Dr. Mechnikof (1845-1916) çok değerii so-
nuçlar elde etmiştir. Aşağıda belirtilen hastalıklar kefir sa-
yesinde basanyla tedavi edilmekte, pek çoğu tam iyileş-
mektedir:
Mide iltihapları, depresyon, karaciğer ve safra hastalık-
lan/mikrobiksanlık, iç ve dış urlar, uzun süren kronik bağır-
sak iltihapları, kansızlık, solunum yollannın üşütülmesinden
kaynaklanan hastalıklar, her türlü egzama, dışa vuran aler-
ji ve benzeri rahatsızlıklar, kalp atardamarları ile ilgili hasta-
lıklar, yüksek tansiyon, ishal/kabızlık.
Önemli bir nokta daha: Kefir, bağırsaklarda kalmış çürük
maddeleri dışarı atar."
(Kefirle ilgili anlatacaklanm çok. Pazara izlemeyi sür-
dürün.)
BULMACA
SOLDANSAĞA:
1/ Yahudileri oluşturan
iki koldan biri (diğeri Se-
farad). 2/ Shakespeare'in
bahtsız bir kralı... Pislik
iğrençlik. 3/ Bir kümes
hayvanı... Odun ,ya da
ağaç kınnüsı. 4/"Işte üç
çifte kayık iskelede -- /
GideUm serv-i revânım 6
yürü Sadâbâd'e" (Ne- -,
dim)... Asalak bir böcek.
5/ Kaba dikiş. 6/ Bilgi- 8
siz, kültürsüz kimse... Ni- g
jerya'nın para birimi. 7/
Irak'ta kutsal kent. 8/ Bir mimar-
lık ya da şehircilik planını oluştu-
ran ızgara... Kültür. 9/ Tannnın
insan ruhlannı yarattığı zaman...
Bir nota.
YUKARTOAN AŞAĞIYA:
1/ Bitkilerden çıkanlan azotlu ve
baz türü organüc bileşiklerin genel
adı. 2/ "Bir devr-i -- yine çiğnendi
yeminler / Çiğnendi yazık milletin
ümmîd-i bülendi" (Tevfik Fik-
ret)... Bir nota. 3/ Kansına söz ge-
çirebilen erkek... Bir alaşımdaki madenlerin ergime derecesi
farkından yararlanarak bunlan birbirinden ayrrma işlemi. 4/
Yiğit... En büyük ustası Montaigne olan yazı türü. 5/"—gezme
dolan yâr gel içeri" (Türkü). 6/ Kanşık renkli... Osmanhlar dö-
neminde kullanılınış bir tür yünlü kumaş. 7/ Hayvan sırtında
taşınabilen küçük top. 8/ Ağaç oymaya yarar balta... Hastalık-
lı, sakat. 9/ Hindistan'da ölen kocasının cesediyle birbkte ateşe
atıhp yanan ve ermiş sayılan kadınlara verilen ad... Valide.