07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 AĞUSTOS1994SALI HABERLER 'İDİN DEMOK#ASİ DERSLERİ AlpayKabacal, Ortülüfaşiztnekarşısavaşım™T| e yazık ki, Tûrkiye'de çeyrek 1 \ 7 * 1 yüzyıla yakındır gelen giden ikti- l\f I darlardan hiçbiri bu basit gerçeği 2 | I kavTamamış,dahadoğrusukavra- » ^ ^ ^ ^ J mak istememiştir." Cumunyet başyazannın bu uyansında ne kadar haklı olduğu, 12 Eylül'den sonra anayasa ve yasalar, 'aşoi akımlara set çekme' mantığıyla yeniden düzenlendikten, de- mokrasi mekanizması işlemez duruma getiril- dikten sonra daha iyi anlaşılacaktır... I12Mart:Güdümlü demokpasi 12 Mart 1971 muhtırasının ardından demok- rasiye son verildi; işkencelerin, yasadışı uygula- malann birbirini iziedıği yeni bir dönem açıldı. Nadir Nadi, kuvvet komutanlanrun 'muhtıra'yı vermelennden bir hafta sonra, başyaasında, "Göstermelik demokrasi derken güdümlüye mi çevireceğiz?" diyordu. 18 Mayıs 1971 günlü yaasında ise anayasanın değiştinlmek istenme- sine karşı çıktı: "... 1924 Anayasası'nın tutucu ellerde nasd he- definden saptırıidığını bilen Kurucu Meclis, ulu- sun bir gün aynı fdaketlc karşı karşıya gelmek tehlikesini önlemek için titiz bir çaba har- canuştır. Yeni anayasamız yürütme organını kontrol edecek daha sıkı bir mekanizmaya ola- nak yaratmış, parlamentonun hukuk dışı yasalar çıkarmasını önleyecek bir yüksek mahkeme kur- muş, ama bununla da y etinmeyerek devlete toplu- mu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak bir- takım sosyal ve ekonomik göre>ler yükiemiştir. (...) Ama geride bırakttğımız on yd boyunca ne ol- muştur? 10 yddan beri gitgide artan bir şiddetle acısını çektiğimiz bunalımın nedeni bu anayasa mıdır? (...) Anayasa ilkelerinden hangisi bugüne değin içtenlikle uygulanmıştır? (...) Bizce bugün yaşadığımız bunalımın kökeninde uygulanan bir anayasanın vetersizliği değil, uy- gidanmayan anayasamızın toplum katlarında yarattığı çelişkiler yatmaktadır." Cumhunvet başyazan.çokgeçmedengazete- sinden aynİmak zorunda kaldı. Ama kalemını bırakmadı; 12 Mart'ın topluma yılgı salan o ka- ranlık günlerinde demokrasi savaşımını Yeni Ortam vb. dergilerde sürdürdü. 22 Kasım 1971 günlü Yeni Ortam dergisinde basın özgürlüğü sorunu üzerinde duruyordu: "Evet, bugün Türk basını, tarihimizin hiçbir döneminde rastlanmadık derecede çıkar çevrele- rinin baskısı altına girmiştir. Anayasamızın sağ- lam güvenliğe kavuşturduğu düşün özgürlüğü uy- gulama alanmda yazarları, çizerleri ne y azık ki bemen de ktskıvrak bağlamış gibidir. (...) Bir de sosval sınıfuı öbür sos\ al sınıflar üzerin- de tahakküme kalkışmasını şiddetle yasak- lamışız. Tahakküm dediğimiz, her zaman yum- nıkla nıı olur? Paradan daha güçlü bir tahakküm' aracı var mtdır?" IV Nadir Nadi, 12 Mart döneminde Toplum der- gisinde de yazdı. 28 Temmuz 1972 günlü Top- lum'da düşünce özgürlüğü konusunu bir kez daha ele alıyordu: "Tanzimat'tan bu yana harca- nan bütün çabalara karşın. biz ne vicdan ne de dü- şünce özgürlüğünü gereği gibi ieimize sindire- bUmişizdir. İnancı inancımıza uymayana hala düşman gözü ile bakar, punduna getiıip onu saf dışı kılmak için fırsat kolİarız. IArarejime karşı savaştık Hele kurulu düzeni demokratik yöntemlerte halk yaranna şurasından burasından düzeltmek gerektiğinden söz açmayagöresiniz. Birçok şim- şekleri üzerinize çekeceğinizden hiç kuşkunuz ol- masın. Bir zamanlar size 'gavur' derlerdi. Meş- rutiyet'ten sonra 'mason' dediler. Şimdi bizde ko- münizm yasak ya, artık "ben komünist değilim' diye meydan kahramanı kesilen her politikacı, kendi gibi düşünmeyen, daha doğrusu kendi çı- karına dokunacağından ürktüğü kimi göriirse, onu komünistlikle suçlamayı iş edinir. (...) Bu kolay suçlamay ı > ıllar v ılı dillerinden düşür- meyenler, bir de kalkmışlar, 'biz Batılıvız' diye göğüs kabartıp utanmadan böbürleniyorlar. Ama Batılılar, onların yüzüne gülüyortnuş... l murlarında mı?" • Çok geçmeden gazetesine dönen Nadir Nadi, 4 ara rejim' ya da 'örtülü faşizm' adı verilen bu dö- nemde de savaşımını sürdürdü. Örneğin, 27 Ekim 1972'de 'Bizim Cephe' başlığı altında şun- lan yazıyordu: "Biz Batı demokrasilerindçn yanayız. Avrupa Konseyi'nde üyeyiz. Avrupa İnsan Hakları Söz- leşnH-si'nin altında imzamız var. Henüz tam değiş- tirilmemiş bulunan anayasamızın özü de yurdu- muzu Batı uygariığı doğrultusunda, demokratik yöntemlerte düşün özgürlüğünü koruyarak yönet- meyi öngörmektedir. (...) Ne var ki Avrupa Konseyi Damşma Meclisi'nin son oturumlarından birinde söz alan bir ktsım Batılı konuşmacüar, yaptıklan açıklamalaria Tûrkiye'de insan haklarını ve düşün özgürlüğünü yok edici bir vaba harcandığına dair Batı demok- rasilerinde öteden beri sürdüriildüğünü gördüğü- müz kuşkuları kamçdamışlardır. (...) Bağlı bulunduğumuz demokrasi cephesinin eşit haklı bir üyesi olarak yaşamak istivorsak demok- rasinin temel kurallarına ters düşmemeyi de görev bilmeliyiz." SÜRECEK 12Mart 1971 muhtırasının ardından demokrasiye son verildi; işkencelerin, yasadışı uygulamaîann birbirini izlediği yeni bir dönem açıldı. Nadir Nadi, kuvvet komutanlannın 'muhtıra'yı vermelerinden bir hafta sonra, başyazısında, "Göstermelik demokrasi derken güdümlüye mi çevireceğiz?" diyordu. Nadir Nadi; eşi Berin Hanım ve Yaşar Kemal ile birlikte. Ortalığıayağakaldıranyazı...adir Nadi. "basınımıza hakim olan havayı yu- muşatmak, harp dışı du- rumumuzu güçlendirme- ye çalışmak" amacıyla başyaalar kaleme ahr. 30 Temmuz 1940 günlü Cumhuri- yet'te de, "kimseyi hedef tutmayan, fakat genel olarak uyarıcı bir nitelik taşıyan" bır yazı yayımlar: "... 90 milyon insanın Avrupa için bir tehlike olacağını ileri sürerek Al- man birliğini parçalamaya uğraşmak, tarihi tersine yüriitme gayretine ben- zer. Alman birliğini parçalamak için milliyet fıkrini öldürmekten başka çare kalmamtştır. Bu fikir yaşadığı müddetçe hiçbir milleti. devamlı ola- rak, parçalamak kabil olmavacaktır. Avrupa devletleri, realiteyi olduğu gibi görmeli ve vollarını ona göre tayin etmelidirier. Realite karşısında nikbin bulunmak da şarttır. Tarih. cemiyetle- rin tekamül oluşu ise, tekamül, 'daıma daha iyiye doğnı gidiş' demektir." • Yazı yüzünden "kıyametkopar". Başbakan Refık Saydam, YunusNadi'ye telefon ederek yazının "çok kötü" olduğunu bildirir:"Yazıyı ancak, basıldıktan biraz sonra Refık Saydarrf dan biraz önce gören babam, hükümet başkanına bu 'hata'yı ertesi günü kendi yazacağı bir yazı ile düzelteceğini vaat etse idi, mesele herhalde fazla dal budak salmadan çözülecekti. Fakat babam. önceden görmediği, belki de yüzde yüz paylaşmadığı oğlunun yazısını başbakana karşı savunuyordu." IBaşbakan'ııı tepkisi Nadir Nadi, sonradan gerçek ama- anı şöyle açıklayacak: "Yazı, benim gerçek eğilimlerimi şüphesiz bir hayli aşıyordu. Ben bir Atatürk milliyetçisi idim; ırkçı, gerici, sömürgen ve saldırgan millivetçiliğc daima karşı idim. Fakat nihayet yaptı- ğım da. mUletimin emperyalistler ara- sındaki o korkunç boğuşmada durup dururken güme gjtmesini önlemeye ça- hşmaktan ibaretti." (Perde .Arâlığın- dân, s. 93). Bu yazı yüzünden "kıyamet ko- par". Başbakan Refık Saydam, Yu- nus Nadi'ye telefon ederek yazının "çok kötü" olduğunu bildirir: "Vazıyı ancak, basıldıktan biraz sonra Refik Saydam'dan biraz önce gören babam, hükümet başkanına bu 'hata'yı ertesi günü kendi yazacağı bir yazı ile düzel- teceğini vaat etse idi, mesele herhalde fazla dal budak salmadan çözülecekti. Fakat babam, önceden görmediği, bel- ki de yüzde yüz paylaşmadığı oğlunun yazısını başbakana karşı savunuyor- du." (Perde Aralığından, s. 93). Hemen bütün gazeteler de, tek cep- he halinde, Cumhuriyet'e saldınya geççrler: "Almanya, Türkiye'ye saldı- nnak niyetinde imiş de ben ile "Bırakın gelsin!' demişim gibi bir dil kullamyor- lardı. Gerçek maksadımı daha iyi an- latmak ve ortalığı yatjştırmak isteğiy- le 31 temmuz günlü Cumhuriyet'te 'Tek Devlet Hegemonyası Bır Hayal- dır' başlığı altında şu yazıyı yazdım: '...Milüyet fıkri yıkılmadıkça Al- manya birüginin yıkılamayacağını, çünkü bu birlığin tarihi-içtimai bir za- ruret olduğunu dün gördük. Aynı tarihi içtimai zaruretler dünyanın tek devlet tahakkümü altına girmesine de kat'iyyen mani olacak derecede kuv- vetlidir. Hakimiyet iddiası, ortaçağın kapalı cemiyetlerinden mürekkeb de- rebeylik devrinde bile muvafîak ola- mamıştı. Nerede kaldı ki, milliyet şuuruna ermiş milletlerin meydana getirdiği bugünkü Avrupa cemiyetinde mu- vaftakiyet şansı olsun. Birbirini ko- valayan harbler, bu Avrupa'yı müte- madıyen daha milli, şuur ve istiklaUe- ri üstünde daha hassas milletlerden mürekkeb bir nizama doğru götürü- yor. Bugünkü harbden hangi taraf galip çıkarsa çıksın, Avrupa milletle- riyle, karşıhkb menfaatleri göz önün- de bulunduran bır anlaşma politikası takip etmeye mecburdur. Eğer ka- zandıklan derhal kaybetmek istenıi- yorsa!" Fakat dostlar bir kere azmışlardı; susmak bilmiyorlardı. İş yazı ile de kabnadı. Fis-kos ve dedikodu makine- leri dört duvar arasında neler uydur- muyorlardı. (...) Dedikodularm, iftiralaruı bir çığ gibi büyüyerek üstüne yuvarlandığını gören babam, Ankara'ya giderek Milli Şef e dunımu anlatmak istedi. Gerçi o sıralarda İsmet İnönu İstanbul'da bu- lunuyordu. Fakat etrafın, babamı Paşa ile temas ettirmemeleri ihtimali vardı. Babam pek az yaptığı bir şeyi yapacak, Ankara Gan'nda Milli Şefi karşılayarak bir göriişmericaedecek- ti. 6 ağustosta Haydarpaşa'dan beyaz trene bineıı Milli Şef, 7 ağustos sabâhı, Ankara Gan'nda mutat' törenle karşılandı. Sahneyi, görenlerin ağzı- ndan anlatıyorum: Herkesi selamla- yan Şef, babamı görünce: - Sen biraz dur! diyor ve yanında alıkoyuyor. Karşı- layıcılar gidip de ortalıkta yalnız ilgili- ler kalınca da babama dönerek sert bir sesle: ICumhupiyeri kapama tehdidi - Tıcan maksatlar uğruna siyasi ya- ' zılar yazılmasına müsaade edemem! diye çıkışıyor. Babam, üzüntülü: - Yok böyle bir şey! diyerek Cumhuriyet'i savunmak istiyorsa da, Şef sinirlidir. Bu sefer daha yüksek bir sesle tekrarlıyor - Kat'iyyen müsaade edemem! Ve babamın elini sıkmadan çıkış ka- pısına doğnı ilerliyor. Olayı yanm saat sonra Ankara temsilcimiz haber verdiği zaman yıldınmla vurulmuşa döndüm. Bir insan; Cumhurbaşkanı da olsa, Milli Şef de olsa, anlamadan. din- lemeden, sırf etrafın doldurması> la eski bir arkadaşına bu muameleyi nasıl reva görebilirdi? İ stelik yazı ile ba- bamın hiçbir ilinnsi de yoktu. Herhan- gi bir konuda bana 'Şöyle yaz, böyle yaz' diye ömründe bir defa olsun direk- tif vermemişti. Bir kusur işlemişsem, ilkin benim sonımhı rutulmam gerekir- di. Sorumsuz bir cumhurbaşkanı nasıl olur da tıpkı Hitler gibi, M ussolını gibi hakaret edercesine uluorta bir arkada- şını paylardı? Fena halde canını sıkıldı. Betim ben- zim atmıştı. Otunıp, 'Paşa. ıspat et' gi- bilerden sert bir yazı yazmak istedim. Biraz sonra telefon çaldı. Ankara'dan beni arıyorlardı. Karşunda Basın- Yayuı L'mum Müdürii Selım Sarper, içine doğmuş gibi: - Nadir, sabahleyin Ankara Gan'- nda geçen olayı duymuşsundur. Bak sana söylüyorum, bu konuda hiçbir gazetede, bır tek satır yazı çıkmaya- cak. Eğer beni dinlemez de bir şeyler yazarsan derhal Cumhuriyet'i ka- patınz! diyordu. Fakat ben tüm sinir kesiuniştün. Bo- şalma ihtiyacı içinde çırpmıyordum. Yoksa patlayacaktım. Elimde sopa. odada bir aşağı bir yukan dolaşırken düşündüm: Oyle bir yazı yazayım ki, dedim kendi kendime, kimse farkına v armasın, yalnız İsmet Paşa ne demek istediğimi anlasın. (... yazıda) ülkücü gençliğin temiz niyetlerini beUrtirken kendimden hiç söz açmaksızın, Milli Şefe: - Ben de onlardanım Özel çıkarlar uğruna yazı yazmam! demeye getiri- yordum. Yüz yıllık tarihimizin istisna- ları arasına İsmet İnönü'nün adını koymamakla da, bir gün önce Ankara Garı'ndaki olaydan ötürii ne kadar kı- rıldığımı göstermek istiyordum. Tah- minim doğru çıktı. Paşa'nın etrafını saran resmi ve özel 'adam çekıştıncı- lcr'den hiçbiri yazıda alınacak bir yer görmemişti. Yoksa bunlar boş dur- mazlar, ne yapar yapar telgrafla. tele- fonla yazıyı sıcağı sıcağına o gün Pa- şa'ya yetiştirirler, Bakınız, bu sefer size sataşmış' derlerdi. Ertesi günü, Ankara'da gazeteyi gö- rünce Milli Şef maksadımı anlamtş, fakat tahminimi çok aşan bir hiddete kapılmıştı. Ben. babama yaptığı mua- melenin haksızlığını kavrayarak üzü- leceğini, pişmanlık duyacağını, hatta gönül ahnak isteyeceğini sanmtştım. O ise büsbütün içerliyordu. Yazıyı gör- dükten sonra birikri ile konuştu mu bilmiyonım. Yalnız, kapama emrini vermeden önce bir gün düşündüğü an- laşılıyor. 10 ağustosta Yozgat'a gide- ceğini gazeteler haber vermişti. O sa- bah ilgilileri çağırmış: - Bu adamlar benimle uğraşmak istiyorlar. Kapatın şu gazeteyi! demiş. Basın-Yayın Müdürlüğü kapama emrini o gün yazının yayımlanmasın- dan kırk sekiz saat sonra telefonla matbaaya bildirdi. | Tehdid gepçekleşiyop Biz, bir şeyden habersiz, Milli Şerin gezisini izlemek ü/ere. Ankara tem- silcimiz Mekki Saıt'le, foto muhabiri- miz Namık'ıgörevlendirmiştik. Arka- daşlar, Yozgat Vilayet Konağı'nda, öteki gazetecilerle birlikte Paşa'nın bulunduğu salona girince, ikisini de tanıyan İsmet İnönü. bir ilgiliye işaret ederek bizimkilerin içeri alınmamasını söylemiş. Onlar da gazetenin ka- patıldığını bu şekilde oracıkta öğren- mişler." (Perde Aralığından, s. 93. 101) Bu, Cumhunyet'ın ılk kapanışıdır Gazctc üçay kapalı kaldıktan sonra 9 Kasım 194Ö"ta yeniden yayımlanır SÜRECEK 11 GUNDUZ GOZUYLE MELÎH CEVDET ANDAY Ben Dâhi Değilim" Menderes'in bakanlarından biri (liseden sınıf arkada- şımdı) istifa etmişti de gazetecilere verdiği demeçte, "Evet, istifa ettim, Allah vatanı korusun"demişti. Ben de o zaman yazdığım bir yazıda, "Senin istifa etmenle yur- du koruma işi neden Tanrı ya kalıyor?" d\ye sormuştum. ûyle ya bakanlar değişir, bunların kimi gider, kimi gelir, Tann'yı ikide bir rahatsız etmenin anlamı var mı? Alçak gönüllü olunsa daha iyi değil midir? Milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkan- lığı gibi görev yerlerinin kişilere büyüklük duygusu ver- mesi, geri kalmışlığın öğretici göstergelerinden biridir. Neden bunca şaşırır o kişi, neden kendini durup durur- ken "dâhi" sayıverir, anlayamamışımdır. "De5r»'" olma- dan da yurda yararlı işler başarılamaz mı? Şu sorular çıkıyor karşımıza: Bir işçi, bir köylü, esnaf, memur, yazar, çöpçü, şair... toplumun vazgeçilemez hizmetkârları değil midirler? llle görevlendirilmek mi gerekli? llle devletin yukan katlarında bulunmak mı ge- rekli? Ve ille "dâhi" olmak mı gerekli? Geçende Köy Enstitüleri'nin kapatılması konusundaki tartışmalı sorunlara kendi köşesinde uzun uzun yer ve- ren dostum Mustafa Ekmekçi'nın yazı dizisini okurları- mız ilgi ile izlemişlerdir sanırım. Tartışmalar, dönüp dolaşıp İsmet Paşa'nın bu kapatma oiayına nasıl razı ol- duğu ve 27 Mayıs'tan sonra yeniden başbakanlığa geli- şinde enstitüleri neden açtırmadığı konusuna bağlanı- yordu. ismet Paşa'nın bu konuda Metln Toker'e söyledikleri arasında özellikle şu söz ilgımı çekti- "Ben dâhi deği- lim." Demek devletin en önemli yerlerine yükselmek için deha gerekmıyor; bir devlet adamı ancak olanaklar el- verdiğince düşündüklerini, inandıklarını gerçekleştire- bilir. Nitekim İsmet İnönü 1946-1950 arasında kendi par- tisi içinde iktidarı yitirince Köy Enstitüleri'ni koruyamaz duruma düştü. Unutmayalım ki paşa, geçmişi utkular ve başarılarla dolu büyük bir devlet adamı idi; ama ister is- temez olanaklara ve koşullara bağlı kalacaktı. "Ben dâhi değilim" sozu, bu büyük devlet adamına hayranlı- ğımı daha da arttırdı; kendini dev aynasında görmemek, büyüklüğün niteliklerinden biridir. Bir Fransız düşünürünün, "Kimi geldiği yerden alır büyüklüğü, kimi ise geldiği yere büyüklük verir" diye bir sözü vardır. Bizde milletvekilliğine aday olanların çoğu "memle- kete hizmet etmek" istediğini söyler ya, sormamız gere- kir ona' "Sen parlamentodan başka yerde memlekete hizmet edemez misin?" Derim ki, herkes kendi işini en iyi biçimde yapmaya çabalasa ülkemiz çok çabuk ilerleyecektir. Başarıya er- mek için yüksek görev yerlerinin vereceği olanaklarda değil, hangi işte olursak olalım, kendi çabamıza güven- meliyiz. Müziğin babası büyük Bach'a, yaşlılığında bir hayra- nı, "Bu başarıya nasıl erdiniz?" diye sormuş da eşsiz yaratıcı şu yanıtı vermiş: "Benim kadar kim çalışsa ba- şarırdı." Deha başka nedir ki! 1992 sonundan bu yana kapalı Habur, hükümet karannı bekliyorANKARA (Cumhuriyet Bfirosu) - Irak-Türkiye arasındaki Habur kapısının işlemeye başlaması için hükümet karan bekleniyor. 1992 yılının sonundan bu yana, çeşitli nedenlerle ticaretin yapılamadığı Habur kapısının yeniden işlemesi için, hükümetin, Kuzey Irak'tan Türkiye'y e getirilecek olan yakıt miktannı belırlemesı gerekiyor. Habur'dan yapılan ticaretin durmasının en önemli nedeni, hükümetin, mal karşılığı getırilen mazot miktanru sınırlaması olmuştu. TPAO'nun zarar etmesi nedeniyle. Güneydoğu ve yakın çevresindeki benzin istasyonlannı kapatmasından sonra alınan karar sonucu taşımaalar. önemli bir gelir kalemini kaybetmiş oldular. Hükümetin, mıktan kısıtlama karan yanında. PKK'nın tehdıtleri veeylemlen de ticaretin durmasına yol açtı. Taşımacılann. terörörgütüne "haraç" ödemek durumunda kalmalan hükümeti de rahatsız etti. 1993'tebaşlatılan operasy onlar sonucu PKK'nın etkinliğının kınlması ve bölgede güvenliğin yeniden büyük ölçüde kurulması, aynca bölgede yüzbinlerce kışınin ekonomik apdan yoksulluğa düşmesi sonucu hükümet, Habur'da ticaretin canlandınlması için geçen nısan ayında çalışmalar başlattı. Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın'ın, Habur'dan yapılan ticaretin önümüzdeki hafta başlayacağı yolundaki sözlerinın. Habur kapısının "açılması" değil. "yeniden işlemesi" şeklinde sunulduğuna dikkat çeken kay naklar. taşmacak olan mazot miktanna ilişkin bir karar verilmesi gerektiğine dikkat çekıyorlar. Hükümetin, ucuz mazotun bölgeye girmesinden sonra TPAO'nun karşılaşacağı zararlara ilişkin de bır karar vermesı gerekiyor. 'Yonetim değişmeli' DSP'de 'ret cephesi' Ecevit'e bayrak açü • DŞP'de oluşturulan 'ret cephesi' bayrak açtıklan BüJent Ecevit'i demokratik olmamakla suçladı. 'Ret cephesi'nin dün yaptığı yazılı açıklamada, yerel seçimlerden sonra, salt Ecevit'i eleştirdikleri için çok sayıda belediye başkan adayı ile illerdeki parti yöneticisinin DSP'den ihraç edildiği öne süriildü. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - DSP de oluşturulan "ret cephesi", Genel Başkan Bülent Ecevit'e bayrak açtı. 17 eylülde Ankara'da toplanarak DSP yönetiminin değiştirilmesi ve solda birliğin sağlanması için "harekete geçeceği" bildınlen ret cephesi, Ecevu'i demokratik olmamakla suçladı. DSP 'ret cephesi'nin dün yaptığı yazıh açıklamada, yerel seçimlerden sonra, salt Ecevit'i eleştirdikleri için çok sayıda belediye başkan adayı ile illerdeki parti yöneticisinin DSP'den ihraç edildiği öne sürüldü. 1986-1994 yıllan arasında yaklaşık 200 bin kişinin DSP üyeliğjnin, yasadışı yollarla düşürüldüğü belirtilen açıklamada, "DSP örgütü içindeki gerçek demokrat solcular, DSP Genel Merkezi ve Saym Bülent Ecevit'in antidemokratik tavnna karşı mücadele bayrağı açıyoruz" denıldı. Tüm DSP örgüt başkanlanna çağn yaparak 17 eylülde Ankara'da bir toplantı düzenleneceği kaydedilen ret cephesi açıklamasında, toplantıda solda birlik için harekete geçme karan almacağı vurgulandı. Açıklamada, DSP'nip2ekimdeki kurultayında Ecevit'e karşı listeçıkanlacaği belirtilerek bu girişimin engellenmesi durumunda, ret cephesini oluşturan tüm DSP yöneticilerinin aynı gün yapacaklan toplantı ile gerekli karan alacağı dile getirildi. Ret cephesi, 3 eylülde duzenlenecek bir basın toplantısıyla kamuoyuna anlatılacak, cephe üyeleri de Ecevit'le görüşme girişiminde bulunacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle