Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23AĞUSTOS1994SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Turgay Fişekçi son kitabı 'Dip Sevgi'de Sivas olaylanndan Paris sokaklanna 'şairce' bakıyor
Şiir, insanı bîr yerden vurmalı
ALEVnLAR
TAHSIN YUCEL
PELÎN ÖZER
"Şiir. benim yüregimi hoplatan şeydir.
Bir şiir yazarken de eğer o şiir içimi kıpı-
rdatıvorsa "Aaa, bu şıır guzel' diyonım ve
yayımiamaya karar veriyorum. Şiir, sıra-
danın dışında obnah ve insanı bir yerinden
vurmair sözleriyle yarut venyor Turgay
Fişekçi şiiri nasıİ tarumladığını sorduğu-
muzda.
Şiire yüklediği anlamla yazdığı şiirler
arasında derin bağlar bulunan Fişekçi
son kitabı "Dip Sevgi"yle yeniden
okurlanna ulaştı. Şiir okurlan onu; 1981
yıbnda yayımlanan ye 1980 Akademi
Kitabevi Şiir Başan Ödülü kazandığı ilk
kitabı "Karda Işdtılar", ardından 1983
yılında çıkardığı "KuşkuJuyum Yaşadığn
mdan" ve 1989 yılında yayımladığı "Yi-
tik Bahar" adlı kitaplanyla ve her ay
Adam Sanat dergisinde okuduklan şiir-
ieriy|e tanıyor. 1978 yılından bu yana çe-
şitli yayın organlannda görev yapan Fi-
şekçi, edebiyatla iç içe yaşıyor ve 8 yıldır
Adam Yayınlan'nda çalışıyor. Şair, son
kitabı "Dip SevgT'de de iddiasız gibi
görünen, ancak kendini çoğaltan şiirler
yazmaya devam ediyor. Fişekçi, bu ki-
tabmda Sıvas olaylanna bakışını şairce
bir duyarlıkla dile getirirken Paris so-
kaklanndaki gözlemlerini ve bir kentin
nasıl gûzelleşebileceğine ilişkin düşünce-
lerini de okurlanyla paylaşıyor.
En bûyfik ustam Nâzım
Memet Fuat'ın "Söylemek istedikleri-
ni düpedûz söyleyen bir şair... Okura bos-
luklar bırakmıyor... tsterseniz yorum-
larsınız, buna kimse engel olamaz, ama
şair sizin yorumunuza yastanmıyor. Dü-
şüncelerini, duygulannı, düşlerini düpe-
düz, açık açık söylüyor..." sözleriyle
tavnnı tanımladığı Turgay Fişekçi ile şii-
ri ve şiirin yaşamındaki önemi üzerine
konuştuk:
- En çok yüreğinizi hoplatan şürkrden
ve etkilendiğiniz şairlerden örnekler ver-
menizi istesek...
Şiire başladığım yıllarda, yetişme yıl
lanmda en büyük ustam her zaman
Nazun Hikmet oldu. Ona çok büyük
hayranlık duydum. Hayatına, davranış
biçimine, şiirine... O çok büyük biri ve o
büyüklük her şeyinde var. Kişiliğimde
en çok etkilendiğım şair olarak başta
onu sayabilirim. Tabii insan şiir dışında
tanıştığı insanlardan da çok etkileniyor.
Ben 1974 yılında Istanbul'a gelip üniver-
site hayaüma başladığımda ilk
taraştığım yazar Vedat Günyol oldu. Bu
kitabımda da kendisine yazdığım bir şiir
bulunan ve onun öğrencisi olan Höseyin
Erdem adlı arkadaşım vasıtasıyla ta-
nışmıştım onunla. Onun hayaünı, insan-
lara bakışını tanıdım. O kuşağı, o insan-
lan sonra Azra Erhat'ı tanıma fırsatı
buldum.
Vedat Günyol'un çevresindeki insan-
lar beni çok etkiledi. Kişiliğim onlann
çevresinde oluştu diyebilirim. Yine o yıl-
larda en parlak genç şairler olan tsmet
özei ve Ataol Behramoğlu vardı. On-
lann şiirde yeni bir heyecan getirdikkri-
ni gördüm. Onlann şürindeki heyecan
hoşuma gitti. Ataol Behramoğlu'nun
"Bu Aşk Burada Biter" adlı şiiri beni çok
etkilemişti. Daha sonra Türk şiirinin
başka ustalannı da çok sevdım. Oktay
Rifat ve Meiih Cevdet sonraki yıllanmın
ustalan oldular diyebilirim. Tabii pek
çok şairden etkileniyor insan. Dağlarca
da vardır, NecatigÂ, Güften Akın da
vardır. Fakat genel etkilenme çizgisi bu-
dur diyebilirim.
17-18 yıllık bir süreç
- GeneMe bugün yazıian şiirden farklı
bir şiir yazryorsunuz. Şürlerinizffi, düıgia,
yumuşâk ve insancıl bir sesi var. Semih
Gümüş sizin şüriniz için "Aykın şiir öy-
lesine yaygınlaştı ki hani bu ortamda in-
sana neredeyse Turgay'ın şiirleri aykın
geliyor" demiş. Bu konudaki görüşknnizi
öğrenebitir miyiz?
Son yıllarda çoğunluğun içinde oldu-
ğu genel bir eğilimden söz edebiliriz. Şiir
farklı biçimlerde yaalabilir. Benim
yazdığım biçimde de Oğuzhan Akay'ın
yazdığı biçimde de yaalır. Bunlann ikisi
de sonunda şiirdir. Fakat şiiri bir oyun-
dan çıkarmak, sanki bir oyun oynuyor-
muşcasına sözcüklerle oynayarak bun-
dan şiir elde etme yoluna gitmek gibi bir
eğilim var. Bu bir yöntem gerçekten. Ba-
şanh örneklerine de rastlıyoruz. Ama
benim düşüncem, şiir yazarken ön plan-
da tuttuğum şey şiirin insanlara bir şey
söylemesi. O söyleyeceği şey de herkesin
söylediği bir şey olmasın. Çünkü bunlar
gazetelerde de yaayor. Şairin burada
yaklaşımı gazetecilerden farklı olmalı.
Şair, anlatüğı şeye şair gözüyle bakmalı
ve şiir yazdığı zaman o şiirde, o olaylar,
artık insanlara farklı bir şey söylemeli.
Şiir, insanlara farklı bir şey söylemeli.
Işte ben bunu yapmaya çalışıyorum. Bu
açıdan bakıldığında belki benim şiirle-
rim de şaşırtıcı gelebilir. Başkalannın
düşünmediği şeyleri de ben şiir haline ge-
tiriyorum. Benim şiirim de bu yönüyle
farİclılaşmış olabilir.
- tlk dönem şürierinizle bugfinkü şüri-
niz arasındald gelişimi nasıl değertendiri-
yorsunuz?
Yirmi yaşımdan bu yana yazdıklanmı
yayımlıyorum. 17-18 yıllık süreçten söz
ediyoruz. Bu yıllar arasında ülkenin ge-
çirdiği sürece baktığımız zaman sanki
bir Türkiye kayboldu, yerine başka bir
Türkiye geldi. 80*lerin başıyla 90'lann
başı arasında çok büyük fark var. Benim
şiirimdeki insancıl çizgj, insana yakın ol-
mak, insana bir şeyler söyleme, insanın
sorunlannı işleme ve bunu doğrudan
söyleme kaygısı hiç değışmedı. Fakat
yıllar içinde insanın görgüsü, bilgisi artı-
yor, kaynaklan çeşitleniyor. 20 yaşında-
ki heyecanlanyla 30 yaşındaki heyecan-
lan renk değiştiriyor.
Şarkı sözü yazmak çok zor
- Dip Sevgi'deki "Kent Yazıtlan" bö-
lürnunde okuduğumuz şiirler bir kentin
nasıl güzelleştirilebileceği. duyarlı insan-
lann kente neter katabileceğini de kanrtu-
yor...
Üç ayhk bir Paris gezim oldu. Orada
notlar falan aldım ama şiirleri burada
yazdım. "Kent Yazıtlan", gördüğüm çe-
şitli kentlerde beni etkileyen izlenimler
aslında. Bunlann çoğu tarihle ilgili ama
yollarda, sokaklarda gördüğüm şeyler
de var. Ama sonuç olarak izlenim diye-
biliriz. Bunlann şiir olduklannı düşün-
düm. Geçerken yollarda gördüğüm şey,
baktım sanki yollarda şiir dolaşıyor. Bir
şiir var o bölümde, ben tek bir kelime ek-
lemedim. Yalnızca yerini yazdım. O söz-
lerin yaalı olduğu bir tabela aynen
vardı. Yalnızca yazış biçimini değiştir-
dim. Bunlar kenti güzelleştiren şeyler.
- İlk kitaplannızdaki bazı şiirler Yeni
Türkü tarafından bestelendi ve bir anda
sizin o şürlerinizi pek çok kişi ezberiedi.
Bu besteler şiirinize karşüık geldi mi siz
sonuçlardan memmun kaldınız mı?
Başta ilk dört şiiri Setim Atakan beste-
ledi. O Ankara'da yaşıyordu, görüşemi-
yorduk, ama kitabım çıktığında ona da
göndermiştim. Selim, o kitabın başında-
kı "Sorma Bana" adlı şiiri besteledi. Bu
şarkı onlann "Akdeniz Akdeniz" plak-
lannda yer aldı. Daha sonra ikinci ki-
tabım "Kuşkuluyum Yaşadığımdan"
çıktı. Bunu da yine Selim'e göndermiş-
tim. Bu kitaptan da "tşte Yine Gidiyo-
rum"u besteledi. Bu da "Dünvanın Kapn
lan"nda yer aldı. "Asmaların Dansı"-
*Şür, berûm yüreğimi hoplatan şeydir. Şiir sıradanın dışında olmalı.
1
(Fotoğraf: DEVRİM BARAN)
Şiir yazarken, şiirin insanlara bir şey söylemesini ön planda tutuyorum.
O söyleyeceği şey de herkesin söylediği bir şey olmasın. Çünkü bunlar
gazetelerde de yazıyor. Şairin burada yaklaşımı gazetecilerden farklı olmalı.
Anlattığı şeye şair gözüyle bakmalı ve o şiirde, o olaylar, artık insanlara farklı
bir şey söylemeli. B u açıdan bakıldığında belki benim şiirlerim de şaşırtıcı
gelebilir. Başkalannın düşünmediği şeyleri de ben şiir haline getiriyorum.
Benim şiirim de bu yönüyle farklılaşmış olabilir.
ndan "Yagmurhı gfinlerde seviş benim-
le..." diye başlayan şiiri besteledi. Bu şiir
"Günebakan" adlı albümlerinde çıktı.
"Yitik Bahar"ı da Londra'da besteledi.
O sıralarda henüz kitabım çıkmamıştı.
Bu besteleri gerçekten çok beğeniyorum.
Sonra "Vira Vira" kasetlerinde Derya
Köroğta'nun yaptığı beste ve "öyle Sev-
dik" adlı beste üzerine söz yazdım. "Vira
Vira" 1990 yılında TRT tarafından pop
müzik dalında yılın en iyi şarkı sözü se-
çildi. Şiir yazan biri için şarkı sözü yaz-
mak çok zor. Şiirlerimin bestelenmesi
hoşuma gidiyor, ancak o da bestecilere
zor geliyor.
Doğa benim şiirlerimde imaj
- Siz doğaya çok yakın duran bir şairsi-
niz. Doğanın bir parçası olduğumı derin-
den hisseden bir ses var şiirinizde...
Dört yaşımdan 18 yaşıma kadar Balı-
kesir'de şehire oldukça uzak bir bağ
evinde ve çevresindeki bağda yaşadım.
Evimiz, şehirden epey uzaktı, belediye
otobüsü bile yoktu. Çevremizde de tek
bir ev yoktu. Çok zengin bir bağdı. Bü-
tün meyve ağaçlan vardı ve benim hiç
arkadaşım yoktu, sürekli o bağda, ağaç-
lann arasında yaşıyordum. Her gün tüm
ağaçlan tek tek dolaşıyordum. Doğanın
benim hayatımın bir parçası olması o
günlere dayanıyor. Ama tabii o bir
şanstı. Daha sonra şehir hayatı içinde in-
sanlann böyle bir hayatı olması müm-
kün değil. Doğa; benim şiirlerime imaj
olarak benzetme olarak giriyor. Ama
günümüzde insanlann doğayla çok cıd-
di bir çelişkisi var. Bugün doğayla in-
sanlık birçelişkiyi yaşıyor. Ben şiirlerim-
de doğayı ön plana çıkanrken amacım
biraz da insanlara o duyguyu vermek.
Hem doğanın güzelliklerini, hem
yıkımını anlatmaya çalışıyorum hem de
insanlarla doğa arasında bir arabulucu
olmaya çalışıyorum.
Şiir yaşamı farklı yere taşır
- Son olarak şiirin Türk insanının ya-
şamındaki yeri ve önemi üzerine neler
söylersiniz?
Günümüzde ne yazık ki yine eğitim-
den kaynaklanan bir şeyle gençlerimizin
şiirle, edebiyatla pek yaİcınlık kuramadı-
klannı görüyorum. Ancak kendi kendi-
lerine el yordamıyla rastlantılar sonucu
keşfederlerse şiir okumaya başlıyorlar.
Ülkemizde son derece zengin bir şiir, bu-
gün de yazılıyor. Geçmişten gelen müt-
hiş bir şiir birikimi var. Ama bu şiir biri-
kimini okuyan insan çok az. Oysa ya-
almış olan şiirler insanlara çok yardımcı
olabilir. Dünyalannı genişletmekte,
farklı düşünmekte, onlan dünyaya aç-
makta. hayatlan üzerine yeniden düşün-
melerinde her konuda onlara yol göste-
rebilir. Onlann elinden tutabilir, düşün-
meyi öğretebilir. Ülkelerini, çevrelerinı
içinde yaşadıklan toplumu daha yakı-
ndan tanımalannı sağlayabilir. Çağdaş
Türk şiiri bugün Türkiye'de yaşayan in-
sanlar için ellennin altındaki bir nimet-
tir. Bunu kullanmalannı, şiire yaklaşma-
lannı, şiiri sevmelerini. insanlann bu gü-
zellikleri görmelerini diliyorum. Çünkü
günlük" hayat sıkıcı birşey. Ama şiir ve
edebıyat bu hayatı çok farklı bir yere
taşıyabilir.
8'incisi gerçekleşecek olan festivale, 3'ü TRTden olmak üzere 11 yapım başvurdu
Altın Koza Festivali'ne başvııru süresi üzatıldı
Kültür Senisi - Bu yıl 26 Eylül-5 Ekim
tarihleri arasında 8'incisi
gerçekleştirilecek Adana Altın Koza
Festivali kapsamında yer alan Ulusal
Film Yanşması'na katılmak üzere,
şımdiye kadar 3'ü TRT kaynaklı 11
yapım için başvuruda bulunuldu.
Koza Kültür ve Turizm Hizmetleri A.Ş
Sinema Sanatı Sorumlusu Kadir
Beycioğlu'nun verdiği bilgiye göre,
yanşmaya katılmak için. adına
başvuruda bulunulan yapımlar ile
yönetmenleri şunlar: 'Yaz Yağmuru' -
Tomris Giritlioğlu (TRT yapımı).
'Hoşçakal l mut' - Canan Evcimen tçöz
(TRT yapımı), 'Yalaocı' - Osman Smav
(TRT yapımı). 'Bir Düğün Masah' -
Ragıp Taranç, Faik Kartal (9 Eylfil
Üniversitesi yapımı), 'Ktzılırmak
Karakoyun' - Şahin Gök, 'Buluşma' -
Artım Yeres, 'Bir Sonbahar HikayesT -
Yavuz Özkan, 'Tersine Dünya' - Ersin
Pertan. 'Kızkulesi Aşıklan' - trfan
Tözüm, 'Çözülmeler' - Yusuf Kurçenli ve
'Yolcu' - Basar Sabuncu.
Bu arada, festival kapsamında yer alan
vebaşvuru süresi 1 Ağustos 1994'te
tamamlanan Oğrenci Filmleri
Yanşması için ise, 35 yapımın kopyalan
ile dokümanlan, Koza Kültür Sanat ve
Turizm Hizmetleri A.Ş merkezine
ulaştınldı.
Kadir Beycioğlu, TRTnin festival
kapsamındaki ulusal yanşmaya 3 fîlmle
katılacak olmasının son derece olumlu
olduğunu, bu tür kamusal destek
anlayışının sinema sanatının gelişmesi
açısından önemi bulunduğunu söyledi.
8'inci Altın Koza Kültür ve Sanat
Festivali Ulusal Film Yanşması'na
başvuru süresinin, gelen talepler üzerine
20 ağustostan 25 ağustosa kadar
uzatıldığını bildiren Beycioğlu, resmi
başvuruda bulunan fılmlerin kopyalan
ile diğer dokümanlannın, 5 eylül
pazartesi gününe kadar. Koza Kültür
Sanat ve Turizm Hizmetleri A.Ş
merkezine ulaştınlması gerektiğini
belirtti. Kadir Beycioğlu, bu yıl
festivale başvuran yapım sayısındaki
azlığın, Adana Altın Koza ile Antalya
Altın Portakal Festivalleri tarihlerinin
çakışmasıyla doğrudan ilgisinin
bulunmadığını. sorunun sektörel
güçlükler nedeniyle az sayıda film
üretilmesinden kaynaklandığını
söyledi.
Beycioğlu. Türkiye'nin iki önemli fıhn
festivalinin tarihlenninçakışmasının.
katıhmdan çok, 'etkinliklerin sinema
kamuoyunun dikkatini, sektörün
sorunlanna çekebilme hedefıni
olumsuz etkileyeceğini' sözlerine
ekledi.
^Başaruıın tadı, fare zelıiıiııe benzer
9
Kültür Senisi "Ölüm gelip en gizli, en özd an-
lannuzın ortasına yerleşir. ona yenik düşmemevi
nasıl başarabiliriz "ki?". Yaşamı boyunca ölüme
'söven' Elias Canetti de sonunda ona yenik düş-
tü. Kendini 'öKknün düşmanı' ilan etmişti. "ÖKbn
den nefret etmek gerekir. Bir gün her şeyle banş
yapmalı, ama ölümle asla".
25 temmuz 19O5'te Bulgaristan'ın Rouchtc-
houk kentinde İspanyol bir anne babadan dün-
yaya gelen Canetti'nin aileşi 1911'de Manches-
ter'a taşındı. Ana- dili olan tspanyolcadan sonra
öğrendiği ikinci dil İngilizce oldu, bunu evde
kul^nılan Fransızca izledi.
Sanatçıdaki ölüm nefreti, 1913 yılında 30 yaşı-
ndaki babasının kalp krizinden ölmesiyle baş-
ladı. Kendisindeki edebiyat sevgisinin ilk to-
humlannı atan babasının bu zamansız ölümü,
uzun süre genç Elias'ın yakasını bırakmadı. Ta
ki, annesi veremden ölmeden az önce ona bir
açıklama yapana kadar: Annesi kocasını al-
datmışü ve ona bunu anlatmıştı. Elias Canetti'-
nin otobiyografisinin ilk cildi, babasının yasıyla
başlar ve annesinin bundan on beş yıl sonraki
cenazesiyle sona erer: "Yaşamda tutmayı başa-
ramadıklanmız, bizi. onları kurtarmak için hiçbir
şey yapmamakla suçlayabilirler. Bu suçlama,
bize yükledikleri bir meydan okumayı da icerir,
ölümü yenebileceğimize dair çılgınca ve şeytanca
bir yanusamayı da!"
Kocasının ölümünden iki yıl sonra Canetti'-
nin annesi, oğlunu abp Viyana'ya taşındı ve ona
Almanca öğretti. Elias'ta çocukluktan başlayan
okuma sevgisi burada bir tutkuya dönüştü.
Gündüzleri Shakespeare ve Strindberg hayranı
olan annesiyle edebiyattan konuşuyor, geceleri
ise gizlice okuyordu. Birbiri ardına okuduğu ki-
taplarda kalite aynmı yapmıyordu. 1935'te ilk
ve tek romanı "Aotodafe"yi yazdığında, ro-
Elias Canetti,
yanmyüzyıla
yakın
kalabalıklann
sesine kulak verdi.
İnsanoğlunu,
dalgalanmalar,
iniş çıkışlan içinde
incelemeyi
yeğeledi. Yaşamı
bir arkadaşlıklar
coğrafyasıydı ve
yaşamını anlattığı
kitabının da
bütün bunlan
içeren bir harita
olmasını istemişti.
manın kahramanı Peter Kien'de bu doymayan
okuma açbğı göze carpıyordu. "Vatan sözcü-
ğünün en iyi tanımı kütüphanedir" diyordu Kien.
Yaşamı boyunca çeşitli acılar çeken bu kahra-
manın bir de saptaması vardır; kadınlar, kitar>
lara zararlıdır. Ve kadın cinsinin ortadan
kaldınlmasını öngörür: "Kadınlar ne yapmtş-
lardır ki tarih boyunca? Çocuklar ve entrikalar-
dan başka...". Canetti'nin annesi buna bayıldı
çünkü bu, ona tutkun olduğu Strindberg'i anı-
msatıyordu. Ancak, Peter Kien'in sonu da pek
parlak dcğildir. "Kitap mitap yok, her şey boş"
diyen bir ses duymaya başlar ve tüm kütüphane-
sini ateşe verir.
Kin dolu kitleler. onlann gücü, yıkıcı öfkesi...
Canetti, yanm yüzyıla yakın kalabalıklann sesi-
ne kulak verdi. Malraux nun dediği gibi, "Şey-
tan, topluluklan sever". Canetti de insanoğlunu.
dalgalanmalan, iniş çıkışlan içinde incelemeyi
tercih etti. Bunun sonunda da 1960'ta ortaya en
ünlü yapıtı "Kitleler ve Güç" çıktı.
Yaşamı bir arkadaşlıklar coğrafyasıydı ve ya-
şamını anlattığı kitabının da bütün bunlan içe-
ren bir harita olmasını istemişti. Büyük bir içten-
likle Bulgaristan ve Manchaster'da geçen ço^
cukluğunu, Zürih'teki lise yıllannı. kimya öğre-
nimini, edebiyatta uğradığı ilk başansızlıklan,
annesine duyduğu kinle kanşık hayranlığı, ünlü
bestecinin kızı Anna Mahler'e olan bağlılığını
dile getirmişti.
Çok küçük yaşlardan itibaren dünyanın pek
çok ülkesini gezen sanatçı. I968'de bir Paris ge-
zısinde şunlan söylemişti: "İnsanlar arasında
ciddi bir mesafe var, kimse kimseye gerçekten
ulaşamıyor. Sözcüklerin durumu, karşılıklı yu-
varlanıp birbirine çarpan bilardo toplarına benze-
tilebilir. Hemen hemen hiçbir zaman gercek an-
lamları anlaşılamıyor".
Canetti, gazetecilerle söyleşi yapmayı redde-
diyordu. Bunu. Willam Faulkner'in sözleriyle
açıklıyordu: "Gazetecilere asla doğnıyu söyle-
medim". Ardından da eklemişti: "En kötü şey,
ölmeden moda olmak". Elias Canetti. ne ölme-
den ne de öldükten sonra çok moda olacak bir
yazar değildi.
1981 yılında. 'geniş perspektife, zengin fikirlere
ve sanatşal güce sahip eserleri' için Canettiye
Nobel Ödülü verildi. Ama bu onun için pek
önemli değildi, gülmekle yetindi: "Başannın
tadı, fare zehirine benzer. Bazen kendi kendime
soruyorum, acaba sıkıntısız, rahat akademik ka-
riyerlerini; sefalet ve umutsuzluk içinde yaşamış
bir şairin üzerine kuranlar arasında utananlar > ar
mıdırr
RkipArJamı
Eskiden arada bir çıkar. ortalığı şöyle bir bulandırıp
geri çekilirlerdi; şimdi hem yüzeyde kalıyorlar, hem de
bayağı çoğalıp çeşitlendiler: Düşüncesini karnının doy-
duğu kapılara göre ayarlayan ucuz yazar, iki cam kırıp
üç saat gözaltında kalmış sağcı, dinci ya da soicu deli-
kanlı, okul bitirme ya da düğün armağanı olarak babası-
nın hazır giyim mağazaları zincirinin başına oturtulan
zengin çocuğu, hemen kurtarıcı kesiliyor, bu ülkenin bü-
yük kurtarıcısına yukarıdan bakmaya başlayarak
"Atatürkbirfikiradamı değildi", diye kestirip atıyor, san-
ki bu ülkeye daha dün gökten inmişler gibi, 1923'ün ken-
dilerini ilgilendirmediğini ya da, Atatürk'ün temel ilkeleri
daha 1950de rafa kaldırılmamış da denemeye bol bol
zaman bulmuşlar gibi, altı okun kısa geldiğini söylüyor-
lar.
Ama Atatürk'ün kişiliği, yetişimi ve eylemiyle bağdaş-
tıramadıkları bu çoktan eskimiş deyimin anlamı üzerin-
de hiç durmuşlar mı acaba? Kimdir fikir adamı? Bir yanıt
aramışlar mı? Onlann yapmadıklarını biz yapmaya çalı-
şalım. Işte, Türkçe Sözlük, "Herhangi bir düşün alanın-
daki görüşlerine değer verilen kişi" diye, yani başkaları
açısından tanımlıyor fikir adamını, Büyük Larousse'sa,
daha doğru bir tutumla, kendi kendinde tanımlayarak
"Düşünsel sorunlar üzerinde özgün fikirler üreten kim-
se" olduğunu söylüyor. Bu tanımlarla yetinmemiz duru-
munda, her ikisi de fikir adamınınetkinliğini "düşünsel"-
le, hatta belirli bir "düşün alanı"yla sınırlı tutup uygulayı-
mı dışarıda bıraktığına göre, genç kurtarıcılarımıza inat,
devlet kurmak ve gereğince yönetmek için, fikir adamı
olmak değil, olmamak gerekir gibi görünüyor.
Ama, bana sorarsanız, iki tanım da yetersiz. Bu deyi-
mi genellikle "düşünür" (ya da, 1923'e ilgi duymayanlar
için söyleyelim, "mütefekkir") sözcüğünün eşanlamlısı
olarak, yani, Türkçe Sözlük'ün tanımıyla, "Genelsorun-
lar üzerine yeni ve kendine ö'zgü düşünceleri olan kim-
se" anlamında kullanıyoruz. Ancak, hemen belirtmek
gerekir ki, "fikir adamı"gibi "düşünür"de1azias\y\a ge-
niş kapsamlı; ne belli bir alana bağlayabilirsiniz, ne be-
lirli bir uğraşla özdeşleştirebilirsiniz. örneğin. düşünür
sayılmak için ille de felsefel bir dizge ya da bilimsel bir
kuram geliştirmiş olmak gerekmez, ama Kant da, Marx
da, Saussure de, Le'vi-Strauss da, Einstein da düşü-
nürdür; orneğın Melih Cevdet Anday ozan, Ataç eleştir-
men, Sabahatttn Eyuboğlu denemeci. Niyazl Berkes
iktisat tarihçisidir, ama dordü de ülkemizin değerli düşü-
nürleri arasında yer alır; örneğin Idris Küçükömer ikti-
satçı, Şerif Mardin toplumbilimcidir, her iksinin de dü-
şünme ve olayları yorumlama biçimi bana ters gelir,
ama düşünür niteliklerini kimse yadsımaz. öte yandan,
genellikle "yazar"\ çağrıştırmakla birlikte, düşünürün
yazar olması gerekmez De Gaulle'ün ya da ChurchhT-
in anıları, Atatürk'ün Soylev i düşünürlüğün oluşturucu
öğesi değil, sonucudur. Hepimiz, özel yaşamımızda, tek
yazı yaytmlamış düşünürler tanımışızdır.
Öyleyse Atatürk'e yüksekten bakanlar, hele her düşü-
nürün (ya da "fikir adamı"run) ille de doğru düşünmesi
gerekmediğine göre, tutarlı bir ülke yönetimi için böyle-
sine yuvarlak ve genel bir niteliği neden zorunlu görü-
yorlar? Pek çok kişiye, bu arada, bu konuda karar verme
yetkisiyle donanmış göründüklerine göre, kendi kendi-
lerine de "bahşettikleri" bir niteliği koca bir devlet kuru-
cusundan ne diye esirgiyorlar? Sonra, düşünürlüğün
koşulu gerçekten "yeni ve kendine özgü" düşünceleri
bulunmaksa, 1919 Mayısı'nda, düşünürlüğüne toz kon-
durmayacakları nice insan "manda damanda!" diye tut-
turmuşken, her şeyi yitirmiş gibi görünen bir ülkede
halkadayalı birkurtuluşsavaşı başlatmak üzere yolaçı-
kan adamı, eylemenin zararlı görülmesi durumunda bi-
le, başarısızlıkla sonuçlanması durumunda bile, yalnız-
ca bir tasarı olarak kalmış olması durumunda bile,
düşünür saymamak için iyice bön olmak gerekmez mi?
Ancak, bu "fikir adam/an "nın böyle ayrımlar üzerinde
durdukları çok kuşkulu. Hepsi de "siviltoplumcu"ya, bir
tür ödün gibi kullandıkları şu çirkin "askeri kahraman"
sözünün desezdirdiği gibi, Atatürk'ün yalnızca bir asker
olduğunu, dolayısıyla devlet işlerinden, toplumsal. eko-
nomik, ekinsel konulardan anlamasına olanak bulun-
madığını anıştırmak istiyorlar. Bu da yakın tarihimizi ve
büyük eğitim kurumlarımızı hiç bilmediklerini gösteri-
yor. Atatürk Türkiye Cumhuriyetini çizgi-roman okuya-
rak, Amerika'da beyin yıkatıp kilo düşerek kurmadı.
Yaşadı, gördü, duydu, düşündü, okudu, tartıştı, savaştı.
Ankara'ya yolları düşerse, Anıtkabir'e dek uzansınlar
da yıllar yılı okuduğu, okuyup sayfa kıyılarına ince ince
not düştüğü kitapların bir bölümünü içeren kişisel kitap-
lığına şöyle bir göz kararıyla baksınlar, sonra da ellerini
yüreklerinin üstüne koyupsöylesinler: Babaları. dedele-
ri, dayıları, amcaları arasında bu kadar kitap okuyan var
mı? Kendileri de o gördüklerinin dörtte birini okuyabile-
cekler mi?
Hiç sanmıyorum. Okuyup öğrenmeyi, ülkenin ekinsel
ve toplumsal sorunları üzerinde gerçekten düşünmeyi
bilselerdi, Atatürke "askeri kahraman" demezlerdi.
Evet, çok büyük bir askerdir Atatürk, ama Türk Dil Ku-
rumu'nu ve Türk Tarih Kurumu'nu tasarlamak bile, yazı
devrimini bubiçimiylegerçekleştirmek bile, fikir adamlı-
ğını fazlasıyla aşan bir bilgi derinliği. düşünce zenginli-
ği, imgelem gücü, her şeyden önce de büyük bir aşk
gerekirdi. Ama anlamıyorlar, anlayamıyorlar, anlamak
da istemiyorlar, "biçimcilik!" deyip çıkıyorlar işin için-
den. Yazı devrimi biçimcilik, cumhuriyet biçimcilik, laik-
lik biçimcilik! Bu da bir yorum kuşkusuz. Gene de
Atatürk devrimlerinin biçimciliğini hazır giyim biçimcili-
ğiyle karıştırmamak gerekir. Siz moda salonunuzda
etekleri isteruzatır, isterkısaltırsınız,içindekikadınaynı
kalır. Ama Atatürk devrimlerinin biçimiyle içeriği bir ka-
ğıdın iki yüzü gibidir, birbirinden ayrılmaz. "İsteyen iste-
diğini yapar, on yaşındaki kızını çarşafa sokmak, kendi
bileceği iştir!"ded'miz mi insanı yaralarsınız, eşitliği, öz-
gürlüğü, insanın insan niteliklerini geliştirme hakkını
yaralarsınız.
İstenirse, "askerikahramanın" Kurtuluş Savaşı da bir
biçimcilik olarak nitlenebilir, "Birim dolar, kuralserbest
pazar olduktan sonra, İzmir'e pasaportla gitsek kıyamet
mi kopardı?" denilebilir. Yakındır, ağızdan dolma dahi-
lerimiz oraya da gelirler.
2.5 Milyarlık gitar
• Kültür Servisi - Jimi Hendrix"in giysi ve gitarlanndan oluşan
bir koleksiyon Londra'da yapılan açık artırmayla iki yüz yirmi
beş bin üç yüz yetmiş üç sterline satıldı. 1971' de ölen
sanatçının vişne kırmızısı renkli Gibson marka gitan da elli bin
altı yüz sterline (yaklaşık iki buçuk milyar lira) alıcı buldu.
Aynı açık artırmada John Lennon'un saçı 715 sterline. Paul
Mc Cartney'in bir klibi de 200 sterline satıldı.
Halk Eğitim Seminerleri
• Kültür Senisi - Çağdaş İstanbul Platformu ve Beşiktaş
Belediyesı'nin ortaklaşa düzenlediği ücretsiz "Halk Eğitim
Seminerleri" cuma günü sona eriyor. Bu hafta da seminerler
cuma gününe dek, Beşiktaş Evlendirme Dairesi'nde izlenebilir.
Seminerler kapsamında bugün saat 18.00'de "Söz Seyircinin"
başlıklı bir tiyatro semineri verilecek. Seminere konuşmacı
olarak Macit Koper, Başar Sabuncu ve Aliye Uzunatağan
katılacak. "Halk Eğitim Seminerleri" programında yann saat
17.30'da Eflatun Nuri Erkoç'un karikatür, saat 19.00'da
İstanbul Tabipler Odası'nın çevre ve sağlık semineri izlenebilir.