25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 TEMMUZ1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 22.ULUSLARARASI ISTANBUL MUZIK FESTIVALI Bilkentülerden Dvorak şöleniEVİNtLYASOĞLU Bu yılki İstanbul Festivali diğer bir adıyla 'Dvorak'ı anma festivali' oldu. Çok ender çalınan yapıtlanndan, çok unlü yapıtlanna dek hemen her top- luluktan Dvorak'ı dinledik. Son gece- nin Slav danslan ile besteriye sunulan en görkemli şölendi. Şef Gürer Aykal yönetimindeki Bilkent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası ile Dvorak yılını uğurladık. Bir bis (encore) demetı olan Şlav danslannda Aykal yönetimindeki or- kestra sanki her bir dansı yeni bir alkış furyasına karşı çalarcasına coşkuluy- du. Aykal'ın lirik hayal gücü; nıba- tolarda Dvorak'ın doğallığına uyan abartısız, yapaybktan uzak yorumu, bu dans mozaiğine rengarenk bir ya- şam getirdi. Akademik Senfoni Or- kestrasınm bir özelliği de büyük fortis- simolarda doruk sesler netliğinden hiçbir şey yitirmiyordu. Üfleme çalgılann, topluluğun önce- ki konserlerine göre ton netliği ve yo- rum nıteliğı kazandığını gözlemledik. özellıkle Sibelius'un 'Finlandıyası'ru aynı topluluktan üçüncü kez dinlemek henüz bir yaşına basmayan toplulu- ğun kısa süredeki gelişmesinin kanıtıydı. tlk kez yönetiyormuşçasına Evet, az ve öz programlanyla 22. İstanbul Festivali'nden kulağımızda son kalan notalar Dvorak ve bis ola- rak çalınan Sibeiius'un müziğı idi. Bil- kent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası, programına Saygunun Senfonik Çeşitlemeleri ile başladı. Öğ- retmeni Saygun'un 1986'da yazdığı ve en son cahşmalanndan biri olan, op. Şef Gürer Aykal (solda) yönetimindeki Bıikent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası (üstte) ile Dvorak yılını uğurladık. Suna Kan (sağda), Brahms'ın ikili konçertosunu olgunluk hüneriyle, bilge bir sanatçı olarak seslendirdi. 72 bu yapıünın 1987'de ilk seslendirişi- ni yapmış olan Gürer Aykal, yıne ilk kez yönetiyormuşçasına araştırmacı ve yarancrydı. Saygun'un Çeşıtlemeler'inde polifo- nin Doğu gizemi içinde işlenışı. doruk- lardaki yayh çalgılann tutkulu magne- tizmi, akp bir yerlere götürüyor dinle- yeni. Saygun gibi bestecilenmizle Türk müziğinin de çağdaş dünya mü- ziğinde yer aldığını görmek, kıvanç ve- rici. Bu yılki festivalde dinledığımiz tek senfonik Türk yapıtı Çeşitlemeler'di. Hem de Brahms, Dvorak ya da Sibelı- us'tan hiçbir farkı yoktu coşkusunun! Suna Kan'ı özenle saklamak Suna Kan içın 10 Mayıs 1961 tarihli tlhan Mimaroğlu'nun Tanin gazete- sınde yazdığı bir eleştiriyi buldum: "Suna Kan'ın çalışı üstüne bunca yıldan sonra söy lenecek bir şey kalmadı gibi. Ba>an Kan'ı hep çağunızuı en bü- yük kemancıları arasında saydım. Bu konser, görüşümü, inancımı bir kere daha doğruladı." Mımaroğlu, bu satı- rlan yazalı tam 33 yıl geçmiş! Aynca dünyaca ünlü bir müzik adamının aynı yıllarda Suna Kan için "Böyle bir yeteneği yurt sınırları içinde korumayı nasıi başarmışsınız?1 ' dedığını anlatı- rlar. Gerçekten de günümüzde satış tekniğinin giderek ilerlediği müzik dünyasında Suna Kan gibi kimi sa- natçılanmızı özenle kendimize sakla- mayı nasıl da başarmışız! Suna Kan, Brahms'ın ikili konçertosunu Mima- roğlu'nun yazısından bu yana eklenen olgunluk hüneriyle. bilge bir sanatçı olarak seslendirdi. Aya Irini akustiği- nin azizlikleri nedeniyle Suna Kan ve Eldar İskenderov'un solistliğindeki Brahms'ın İkili Konçertosu'nda çello- nun sesi yer yer gölgeli duyuldu. Derin duyarlılığı, calgısına hakimiyeti ile topluluğun üyeleri arasından İskende- rov gibi solistler çıkabilmesi de ayn bir kazanç. Aya trini'ye muhtaç olmak Akustik sorunu yalnız bu konserin değil, tüm büyük orkestralann Aya İrini'de harcanmasını gündeme getiri- yor. Ne garip değil mi, yüzyıllar önce bu topraklarda yaşayanlar böylesi mekanlar yapmışlar diye şükredeceği- miz yerde bir de akustik koşullanna söz ediyoruz. Aya İrinı (Hagia Eıre- ne). Bizanslılardan, 4. yüzyıldan bize armağan. Bırakın müze olarak değen- ni bir yana, bugün Aya İrini olmasa İstanbul'da boylesi bir festivali banndıracak mekan yok. (Atatürk Kültür Merkezi'nin onanm tartışması hala sürüyor. Cemal Reşit Salonu da küçük geliyor). Acaba Bizanslılann akıllanna gelir miydi onca yüzyıldan sonra hala onlara muhtaç olacağımtz? Festivale katılan diğer büyük senfo- ni orkestralanna bakınca her birinin 70 yıllık, 120 yıllık geleneği olduğu gözlenıyor. Bilkent orkestrasının nıte- ükleri ise onca yıllık geleneğe sahip olanlardan pek farkıl değil; dünyanın her yerinde sesini yükseltebılır. Bir bakıma üyelerinin çoğunun aynı ekol- den gelmesi; bir bakıma Gürer Aykal'- ın disiplini bu topluluğa bir kimlık, kendine özgü bir gelenek kazandırmış. Bu orkestrayı bu kez kaçırdınızsa önümüzdeki mevsim İstanbul konser- lerini lütfen izleyin. Dileğimiz aynı coşkunun, aynı disiplinli elektriğin sürmesi. Üç usta yenilikçiyi bir araya getiren4 Telli Sazlar Ayini', geniş repertuvannı bir CD'de toplayacak Müzikal bir deneyim için birliktelerERDENSİDAL İstanbul'un ilk caz festivali, müzik dünyasının üç büyük yıldızını bir araya getirdi: Al Di Meola, Stanley Clarke ve Jean-Luc Ponty. Cazseverler, uzun kuyruklarda saatlerce bekleyıp ayakta, merdivenlerde izledi bu muhteşem konseri. Her biri kendi dallannda usta ve yenilikçi olan bu üç sanatçı, müziklerini 'Teüi Sazlar Ayini" olarak tanımlıyor. Çok geniş bir repertuvara sa- hip olan üçlü, konserler sırasında ve yakında pi- yasaya çıkacak CD'lerinde yer alacak parçalan birlikte hazırladıklannı belirtiyor. Tam bir uyum ve işbirliği içinde çahşan bu muhteşem üç- lüden, ilk önce Türkiye'de dördüncü konserinı veren Al Di Meola ile daha sonra da ülkemize ilk kez gelen Jean-Luc Ponty ile Açıkhava'da ver- dikleri konser sonrasında görüştük. Yeni CD'nin adı 'Orange and Blue' - Çauşmalannız nasıl gidiyor? Al Di Meola - Önümüzde yeni bir yorum var, çünkü vurmalı çalgılara ağırlık vermeyeceğiz. Daha çok yayh çalgılar üzerinde duruyoruz. Bu bir tür meydan okuma gibi. Bu yüzden de çok fazla zamanımızı alıyor. Henüz potansiyel bir sevıyedeyiz. Ama sanınm fıkrin ortaya çıkması yorumun kendisinden daha önemliydi. KJasik gitarla bezenmiş değişik bir çalışma olacak ve ses veren bir deneme olacak. - Bu beraber çaldığmız ilk büyük konser mi? Hayır, daha önce Avrupa'da üç hafta kadar çalışük. Geriye üç 'show'umuz daha kaldı. - Uzun süre John Mc Lauglin ve Paco de Lucia ile beraber çahştınız. Dün ik bugünü karşdaştınr nusınız? Şu anda üç farklı grubum var. Binncısı uzun süredir çauştığım akustik grubum WorM Sinfo- nia. ikincisi farklı bir tarzı ve yorumu denediğim elektronik grubum, üçüncüsü ise şu anda bera- ber caldığım yepyeni üçlü. Görüyorsunuz ki, hali hazarda üç değişik proje üzerinde çalışmak- tayım. Belki 14 yıl sonra tekrar Paco ve John'la bir araya gelebilirim. Ancak şu anda ekim ayı- nda çıkacak olan yeni plağımla ilgilendiğim için oldukça meşgulüm. Yepyeni bir üçlü olarak yaylı çalgılara ağırhk vermelerini bir tür meydan okuma olarak değerlendiren Al Di Meola hazırlıklannı yaptığı yeni çalışmasının günümüzün en iyi albümü olacağına inanıyor. - Hep yeni bir şeyler deniyorsunuz. Evet bu çok doğru. Yeni plağım da çok yeni. Ancak akustik ile elektronik arasında olduğunu söyleyebilirim. Çok melodik ve oldukça uyum- lu. Bence günümüzün en iyi albümü. İsmi ise büyük bir olasıhkla "Orange and Bhıe" (Porta- kal ve Mavi) olacak. Piyasaya çıktıktan sonra yeni bir tura başlayacağız. - Portakal renk mi yoksa meyve mi? Hayır renk. ama aynı zamanda da duygu. Portakal rengi parlaklığı çağnştınyor. Mavi ise 'blues'u. 'Geçici enstriimantal caz' yapıyorum - Peki kendinizi nasıl bir yere oturtuyorsunuz? özellikle müzik tarzı olarak. Bu 'geçici caz.' Evet caza bir meyılim olduğu- nu söyleyebilirim, ancak sadece caz geleneği ile kendimi sınırlandırmak da istemem. Ben müziği daha geniş bir anlamda düşünüyonım yalruzca caz olarak değil. Bu dünya müziği. Latin müziği. İçinde klasik süsler var. Müziğimin içinde Orta- doğu'ya ait süsler olmasını da seviyorum. Böyle Al Di Meola'nın (üstte), Stanley Clarke ve Jean-Luc Ponty (solda) ile birlikteliğinin ürünü olan CD ekim ayında piyasaya çıkacak. (Fotoğraflar: ERDEN SÎDAL) bir birleşim de sağlayabilirim. Bu yüzden, tam anlamıyla caz yapıyorum sayılmaz. Ama mutla- ka bir isim vermek istiyorsaruz geçici enstrii- mantal caz diyebilirsiniz. Başlangıçta çok tartıştık Telli Sazlar Ayini'nin Fransız kemancısı Jean- Luc Ponty'le yaptığımız söyleşide ise sanatçının Al Di Meola ve Stanley Clarke ile olan çahşma- lan hakkında bılgi sahibı olmaya çahştık. Klasik müzik eğitimi gördünüz. Caz müziğine geçişiniz nasıl oldu? Paris'te bir ünıversitedeki swing orkestrası klarnetçi anyordu. Ben keman dışında piyano da çahyorum. Caz hakkında bir şey bilmiyor- dum ama orkestra içinde calışmak ve özellikle kızlarla taruşmak istiyordum. Dalga geçmiyo- rum, konservatuvarda çok az kız vardı ve çok sıkı bir eğitim görüyorduk. Bu şekilde caza gir- dim ve öğrendim. Birkaç yıl sonra caza iyice ısındım ve kemana geçtim. Çünkü keman tekni- ğim çok daha iyiydi. - Fransa'da bir, ABD'de 16 albüm çıkardımz, hepsinde ayrı bir stfl kullandmız ve yeni şeyler de- nediniz. Bu aynı müzik yönünde bir ilerlemedir. - Şinidi Al Di Meola ve Stanley Clarke ile bera- ber çauşıyorsunuz. Her birinizin ayrı bir stili var. Bu size sorun yaratıyor mu? Hayır. kesınlıkle böyle bir sorun yok. Al Di Meola'nın bir fikri vardı. Dört yıl önce beni ve Stanley Clarke'ı aradı. Ama o zamanlar keman. gıtar ve basla çok güzel bir şeyler yapılacağına aklım yatmıyordu. O sıralar Paris'te yaşayan bir grupla taruştım ve Afrika müziğini keşfettim. Ben Amerika'da 20 yıldır yaşıyorum ve burada Afrika müziği tanınmıyordu. Bu müzik beni çok etkiledı. büyüsüne kapıldım. Al Di Meola geçen yıl beni tekrar aradı ve ona evet dedim. Çünkü Los Angeles'ta bunu de- nedim ve kemanla birçok şey yapabileceğime inandım. Müzikal bir deneyim yapmak için bir araya geliyoruz. Aynca uzun yıllardır arkadaşız. Bu bir 'All-Stars', 'Süper Grup' orkestrası. Baş- langıçta emin değildik, çünkü çok tartışma çıktı. Birbirimize kızdık. Ama ıki üç haftalık birturne- den sonra birbirimizi daha iyi anlamaya başla- dık. Şimdi birlikte müzik yapmaktan büyük zevk duyuyoruz. Bir plak çıİcarmayı ve gelecek yıl ikı turneye çıkmayı düşünüyoruz. - Konser repertuvarmı kim hazırlıyor, yani mü- ziği kim yapıyor? Stanley, Al ve ben ayn ayn parçalar yazdık ve eski parçalan da aldık. Eğer benim parçam üze- rinde çalışıyorsak şef benim. Al Di Meola'nın parçası olduğunda, şef o. "Ben bunu tstiyorum, şöyle yapümalı" dediği zaman onu dinliyoruz. Repertuvann hazırlanması da aynı şekilde yapılıyor. Konserlerdeki sololar da doğaçlama- larda da. - Her birinizin ayrı gnıpları ve a\n çalışmalan var. Sadece konserler için mi bir araya geliyorsu- nuz? Turneler sonrasında herkes kendi grubuna dönüyor ve çalışmalanna devam ediyor. Gele- cek yıl Amerika'da buluşacağız. 1. ULUSLARARASI İSTANBUL CAZ FESTİVALİ'NDEN İZLENİMLER Şaşuiıa Joe Henderson dörttiisü Kültür Servisi- İstanbul'u bir hafta süreyle etkisi altına alan caz esintisi, yerini temmuz sıca- ğına bıraktı. 1. Uluslararası îs- tanbul Caz Festivali, müzikse- verlere Betty Carter. Al EH Meo- la, Stanley Clark. Jean-Luc Ponty, Bobby McFerrin, Dave HoOand, John Abercrombie, Micbel Petrucciani, Toots Thie- lemans, Noa. Marla Glen, Gfl Dor, Milton Nascimento gibi kendi alanlannda başanlannı kanıtlanuş müzisyenleri dinleme fırsatı sundu İstanbullu müzık- severlere. Caz Festivali, görkem- li programmın ardından dün ak- şam "Kuzey Rüzgarlan GecesT Ue sona erdi. İstanbullu cazse- verler bu konserde, uzun yıUar Türkiye'de konser vermeyen ve İsveç'te müzik yaşamını sürdü- ren Muvaffak Falaj'ı, Okay Te- miz & Magnetic Band'i dinleme şansıru elde ettiler. Önceki gün ise Açıkhava Tiyatrosu'nda adına yaraşan ağı- rbaşlı bir "Caz Geleneği Gecesj" yaşandı. Caz geleneğini çok iyi bılen RusseU Malone Dörtlûsö. kusursuz bir program sundu. Gitarda RusseU Malone, pıyanoda Gary Modey. basta Paul Kd- ler ve davulda Peter Siers uyumlanyla da dikkati cektiler. RusseU Malone, bu uyumun sırnnı şu sözlerle açıklıyor- "Neredeyse bir yddan beri birlikte çahşıyoruz ve bir grup için çok önemli olan i\i bir uyıuna sahi- biz. Gruptaki herkes. müzik tarihi ve yenilikçi sa- natçılar hakkında bilgi edinerek görevlerini yaptı. Henderson (Fotoğraflar:DEVRtM BARAN) Fakat bizler ileriye bakmaya ve kendi adınuza yeni bir şeyler üreterek müziğe katkıda bulunmaya çaltşı- yoruz." Konsere Türkçe sözlerle başladı Sahneye takım elbiselerle çıkan müzisyenler tavırlan ve ustalıklanyla Açıkhava Tiyatrosu'nda bir caz klübü atmosferi yaratmayı başardılar. Bir pikabın yanında oturup, müziğe ayak uydurup ça- larak cazı öğrendiğini söyleyen RusseU Malone da geleneksel caz mirasıyla beslendiğini kanıtlarken, Esma Sultan Jazz Club'de, seyirci sayısının az olması nedeniyle seyir- ciyle kurma fırsatı bulamadığı ileti- şimi Açıkhava Tiyatrosu'nda bin- lerce müzikseverle kurmayı ba- şardı. Yaşayan en büyük saksofon us- talanndan sayılan 57 yaşındaki Joe Henderson'ı sabırsızhkla bek- leyen seyirciler, tahmin ettikleri- gibi başanlı bir konser dinlediler. Dokuz yaşında tenor saksofon ça- larak müzik yaşamına başlayan Joe Henderson, ustalığmın doru- ğunda olduğunu konserde kanı- tladı. Konsere Türkçe sözlerle başla- yan Henderson, grubunu takdim ederken telaffuzunun düzgünlü- ğüyle de alkış toplamayı başardı. Zıplayarak piyano çalan Bneki Mseleku, yerinde duramayan ve olağanüstü sololanyla tüm dikkat- leri üzerinde toplayan Al Foster. kendi halinde görünmesine karşın bastaki ustalığıyla dinleyenleri büyüleyen George Mraz dört dörtlük bir konser sundular.Joe Hen- derson'ın, zaman zaman sahne gerisınde, grubunu dinlerken kendini müziğin ritmine kaptırarak tem- po tuünaktan da geri kalmadığı gözlemlendi. Saksofonun ustası Joe Henderson ilerleyen yaşı- na karşın genç müzisyenlere taş çıkaracak bir per- formans sergilerken bazı seyirciler sessiz sedasız Açıkhava Tiyatrosu'nu terk ediyorlardı. Bis par- çasında ısrarh seyircilerin dakikalar süren alkışı üzerine tekrar sahneye çıkan Joe Henderson Dört- lüsü gerçek cazseverlere tam bir "caz keyfi" yaşattı. ÜÜDÜŞÜNCEYE SAYGI MEMET FUAT Yazından Uzaklaşma Pen ile Nazım Hikmet Vakfı'run ortaklaşa çıkardıkları Edebiyat Yıllığı'nda geçen yılın değerlendirmesini ya- pan Oner Yağcı, "Adam Sanat"\n yazından gittikçe uzaklaştığını belirtiyor. Aslında "Adam Sanat"\a beni karıştırdığı kanısında- yım... Baştan sona şiirlerle örülü bir dergi... Fethi Nac4, Mehmet H. Doğan, Tahsin Yücel, Semih Gümüş gibi eleştirmenlersürekli yazın konularını işliyorlar... Araya ilhan Berk, özdemir ince gibi şairlerin şiir üzerine açık- lamaları, incelemeleri giriyor... Böyle bir dergiye nasıl yazından uzaklaşıyor denebi- lir! O eleştirmenlerin her biri de dergiyi yazına sımsıkı bağlamaya yeter... Ağırlığı herhangi bir sanata verseler de, yaşamın bü- tün yönlerine duyarlı bir yazı anlayışları olan Orhan Bar- las, Timur Selçuk, Gürrian Tümer gibi deneme yazar- ları ile baştan beri faşızme karşı uyarıcılığı üstlenmiş olan Uğur Kökden herhalde yazından uzaklaştıkları ge- rekçesıyle eleştirilemezler... Üstelik, Uğur Kökden'in son yazılarında, tam tersine, yazına bir yaklaşma var... "Adam Sanat", yazın ağırlıklı da olsa, adı üstünde bir sanat dergisi... Onun için de kimi yazarlarının başka sa- natlara dönük olmaları çok doğal... Ne var kı denemeci niteliklerı gene de hepsını yazına baâlıyor. Bu yönleriyle yazından kopmaları olanaksız... Oner Yağcı'nın yanılgısı, yukarda da söylediğim gibi, "Adam Sanat"\a beni karıştırmasından doğuyor. Yazından gittikçe uzaklaşan, dergi değil, yöneticisi... Geçenlerde başka bir yazar, "Cumhuriyet"\n kültür say- falarının başındaki arkadaşımıza: "Memet Fuat da yazından başka her şeyden soz edi- yor" demiş. Doğru... Ama bunun bilinçli bir seçim olduğunu söyleyemem Yazılarımı kendime görev vererek yazmıyorum. Dediği dedik bir havaya girmediğim için de, şu konudan anla- rım, şu konudan anlamam diye bir kaygım yok: Ilgimi çeken her konuda yazıyorum. içimden geldiğı gibi... Anlaşılan son yıllarda yazın dünyası ilgimi çekmiyor... Ya da şöyle diyelim İçimden yazınla ilgili bir şeyler yazmak gelmiyor. Nedenini düşünmedim... "Üstünde durmaya değecek hiçbir şey yok!" gibi sal- dırgan, aynca doğru olmayan bir özüre sığınmak iste- mem. Üstünde durmaya değecek, beğenerek izlediğim birçok şey var. Dahası, bugün yazılanlar kötüyse, eskiden yazılanlar- dan söz edersin olur biter... Sayısız yazar geldi geçti Türk yazınından, yıllar yılı yazsa tuketemez ınsan . Sorun benden kaynaklanıyor . Sanınm dünyada, memleketimizde olan değişiklikler, özellikle insanoğlundan gördüğüm yetersizlikler ilgileri- mi başka yönlere çekti... Bu arada, çok önem verdiğim birtakım konulara ya- zarların umursamazlıkla bakmaları karşısında yazına olan güvenimi yitirdim de diyebilirim... Sanat adamı, oyununu oynamak için bir köşeye çeki- lip etliye sütlüye karışmamaya başladı mı, belkı sanatın- dan değil ama, insanlığmdan çok şey yitıriyor. Çirkinleşiyor da... Şu açık gerçeği bilmeyen yok: Anamalcılık birçok gü- zel duyguyu, düşünceyi yıktı... Gene de insan yıllar yılı direndi, hep bir umut yeşertti bir yerlerde... En kötüsü insanın yıkılışı olur... Bu da bana ancak sanatla, özellikle de yazınla önlene- bilirmiş gibi geliyor... Sanat adamının, bütün güzellikleri geleceğe taşıması beklenen kişinin, sorumsuzluğu seçmesini çok yadırgı- yorum... Dışarlarda dolaşmam bundan olsa gerek... Bilgi Yayınevi'nden yeni kitaplar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Bilgı Yayınevı, beş yeni daha kıtabı okurlann beğenisıne sundu. Yayınlar içinde 2 tane de çocuk kitabı var. Bilgi Yayınevi geçtiğimiz üç a> içinde, 5 yeni kıtabı yayın yaşamına kazandırdı. Kitaplardan ilki, Türkiye Cumhuriyeti'- nin ilkelerine bağlılığı simgeleyen şair Ceyhun Atuf Kansu'ya aıt. Kansu'nun Bütün Eserleri dizisinin 3. kitabını oluşturan "Halk Albümü". Kansu'nun sağlığında kitaplanna girmeyen şiırleri ıçeriyor. İkinci kitap, Ali Yüce'nin Bütün Eserleri dizisi- nin 3. kitabı Havalı Meryem. Kitap, dört bölümde 48 şiıri top- luyor. 3. kitap ise, yazar ve şair Atilla tlhan'a ait. Gençliğinin bunalımlannaveöfkesini dılegetiren İlhan'ın romanınadı. So- kaktaki Adam. Bılgi Yayınevi, aynca 2 tane de çocuk kitabı yayınladı. Alı Yüce'ye ait Uzaya Giden Uçurtma ve Mark Twain'in "Küçük Prens ve Sokak Çocuğu" adlı kıtaplan küçüklen bekliyor. İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nden Kıbns'ta temsiller Kültür Servisi - İstanbul Devlet Opera ve Balesı Aspendos'- tan sonra bu kez de Kıbns'ta temsiller verecek. İDOB 20 Tem- muz Banş ve Özgürlük Şenlikleri kapsamında "Bir Tenor Anuuyor" adlı müzikal komediyi sahneleyecek. İlk kez geçtiği- miz sezon sahneye konan ve İstabul seyircisinden büyük ilgi gören oyun 33. Bursa Festivali programında da >er almıştı. Yönetmenliğini İngiliz Adrian Brine'ın üstlendiği "Bir Tenor Aranıyor" Kıbns'ta üç ayn mekanda Gime Kalesi'nde, Mago- sa Şalamis ve Soli Harabeleri'nde sergüenecek". Öte yandan daha önce de gazetemizde yer aldığı gibi İstanbul Devlet Opera ve Balesi "Turandot" operasını sahnelemek üzere ekim ayında Danimarka'ya gidiyor. Danimarka'nın üç ayn kenünde, Kopenhag, Aalborg ve Aarhus'da temsiller sunmak üzere davet alan İDOB hem yurtdışındaki ilk temsilmi gerçek- leştirecek hem de "Turandot" operası Danimarka'da ilk kez sahnelenmış olacak. Türk operasımn Balkanlar dışında dünya sahnelennde ilk kez bir opera sergileyecek olması, Türkiye'nin hem kültürel hem de turistik tanıtımı açısından önem taşıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle