Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 TEMMUZ1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
22.ULUSLARARASI ISTANBUL MUZIK FESTIVALI
Bilkentülerden Dvorak şöleniEVİNtLYASOĞLU
Bu yılki İstanbul Festivali diğer bir
adıyla 'Dvorak'ı anma festivali' oldu.
Çok ender çalınan yapıtlanndan, çok
unlü yapıtlanna dek hemen her top-
luluktan Dvorak'ı dinledik. Son gece-
nin Slav danslan ile besteriye sunulan
en görkemli şölendi. Şef Gürer Aykal
yönetimindeki Bilkent Uluslararası
Akademik Senfoni Orkestrası ile
Dvorak yılını uğurladık.
Bir bis (encore) demetı olan Şlav
danslannda Aykal yönetimindeki or-
kestra sanki her bir dansı yeni bir alkış
furyasına karşı çalarcasına coşkuluy-
du.
Aykal'ın lirik hayal gücü; nıba-
tolarda Dvorak'ın doğallığına uyan
abartısız, yapaybktan uzak yorumu,
bu dans mozaiğine rengarenk bir ya-
şam getirdi. Akademik Senfoni Or-
kestrasınm bir özelliği de büyük fortis-
simolarda doruk sesler netliğinden
hiçbir şey yitirmiyordu.
Üfleme çalgılann, topluluğun önce-
ki konserlerine göre ton netliği ve yo-
rum nıteliğı kazandığını gözlemledik.
özellıkle Sibelius'un 'Finlandıyası'ru
aynı topluluktan üçüncü kez dinlemek
henüz bir yaşına basmayan toplulu-
ğun kısa süredeki gelişmesinin
kanıtıydı.
tlk kez yönetiyormuşçasına
Evet, az ve öz programlanyla 22.
İstanbul Festivali'nden kulağımızda
son kalan notalar Dvorak ve bis ola-
rak çalınan Sibeiius'un müziğı idi. Bil-
kent Uluslararası Akademik Senfoni
Orkestrası, programına Saygunun
Senfonik Çeşitlemeleri ile başladı. Öğ-
retmeni Saygun'un 1986'da yazdığı ve
en son cahşmalanndan biri olan, op.
Şef Gürer Aykal (solda) yönetimindeki Bıikent
Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası (üstte) ile
Dvorak yılını uğurladık. Suna Kan (sağda), Brahms'ın
ikili konçertosunu olgunluk hüneriyle, bilge bir sanatçı
olarak seslendirdi.
72 bu yapıünın 1987'de ilk seslendirişi-
ni yapmış olan Gürer Aykal, yıne ilk
kez yönetiyormuşçasına araştırmacı
ve yarancrydı.
Saygun'un Çeşıtlemeler'inde polifo-
nin Doğu gizemi içinde işlenışı. doruk-
lardaki yayh çalgılann tutkulu magne-
tizmi, akp bir yerlere götürüyor dinle-
yeni. Saygun gibi bestecilenmizle
Türk müziğinin de çağdaş dünya mü-
ziğinde yer aldığını görmek, kıvanç ve-
rici.
Bu yılki festivalde dinledığımiz tek
senfonik Türk yapıtı Çeşitlemeler'di.
Hem de Brahms, Dvorak ya da Sibelı-
us'tan hiçbir farkı yoktu coşkusunun!
Suna Kan'ı özenle saklamak
Suna Kan içın 10 Mayıs 1961 tarihli
tlhan Mimaroğlu'nun Tanin gazete-
sınde yazdığı bir eleştiriyi buldum:
"Suna Kan'ın çalışı üstüne bunca
yıldan sonra söy lenecek bir şey kalmadı
gibi. Ba>an Kan'ı hep çağunızuı en bü-
yük kemancıları arasında saydım. Bu
konser, görüşümü, inancımı bir kere
daha doğruladı." Mımaroğlu, bu satı-
rlan yazalı tam 33 yıl geçmiş! Aynca
dünyaca ünlü bir müzik adamının
aynı yıllarda Suna Kan için "Böyle bir
yeteneği yurt sınırları içinde korumayı
nasıi başarmışsınız?1
' dedığını anlatı-
rlar. Gerçekten de günümüzde satış
tekniğinin giderek ilerlediği müzik
dünyasında Suna Kan gibi kimi sa-
natçılanmızı özenle kendimize sakla-
mayı nasıl da başarmışız! Suna Kan,
Brahms'ın ikili konçertosunu Mima-
roğlu'nun yazısından bu yana eklenen
olgunluk hüneriyle. bilge bir sanatçı
olarak seslendirdi. Aya Irini akustiği-
nin azizlikleri nedeniyle Suna Kan ve
Eldar İskenderov'un solistliğindeki
Brahms'ın İkili Konçertosu'nda çello-
nun sesi yer yer gölgeli duyuldu. Derin
duyarlılığı, calgısına hakimiyeti ile
topluluğun üyeleri arasından İskende-
rov gibi solistler çıkabilmesi de ayn bir
kazanç.
Aya trini'ye muhtaç olmak
Akustik sorunu yalnız bu konserin
değil, tüm büyük orkestralann Aya
İrini'de harcanmasını gündeme getiri-
yor. Ne garip değil mi, yüzyıllar önce
bu topraklarda yaşayanlar böylesi
mekanlar yapmışlar diye şükredeceği-
miz yerde bir de akustik koşullanna
söz ediyoruz. Aya İrinı (Hagia Eıre-
ne). Bizanslılardan, 4. yüzyıldan bize
armağan. Bırakın müze olarak değen-
ni bir yana, bugün Aya İrini olmasa
İstanbul'da boylesi bir festivali
banndıracak mekan yok. (Atatürk
Kültür Merkezi'nin onanm tartışması
hala sürüyor. Cemal Reşit Salonu da
küçük geliyor). Acaba Bizanslılann
akıllanna gelir miydi onca yüzyıldan
sonra hala onlara muhtaç olacağımtz?
Festivale katılan diğer büyük senfo-
ni orkestralanna bakınca her birinin
70 yıllık, 120 yıllık geleneği olduğu
gözlenıyor. Bilkent orkestrasının nıte-
ükleri ise onca yıllık geleneğe sahip
olanlardan pek farkıl değil; dünyanın
her yerinde sesini yükseltebılır. Bir
bakıma üyelerinin çoğunun aynı ekol-
den gelmesi; bir bakıma Gürer Aykal'-
ın disiplini bu topluluğa bir kimlık,
kendine özgü bir gelenek kazandırmış.
Bu orkestrayı bu kez kaçırdınızsa
önümüzdeki mevsim İstanbul konser-
lerini lütfen izleyin. Dileğimiz aynı
coşkunun, aynı disiplinli elektriğin
sürmesi.
Üç usta yenilikçiyi bir araya getiren4
Telli Sazlar Ayini', geniş repertuvannı bir CD'de toplayacak
Müzikal bir deneyim için birliktelerERDENSİDAL
İstanbul'un ilk caz festivali, müzik dünyasının
üç büyük yıldızını bir araya getirdi: Al Di Meola,
Stanley Clarke ve Jean-Luc Ponty. Cazseverler,
uzun kuyruklarda saatlerce bekleyıp ayakta,
merdivenlerde izledi bu muhteşem konseri.
Her biri kendi dallannda usta ve yenilikçi olan
bu üç sanatçı, müziklerini 'Teüi Sazlar Ayini"
olarak tanımlıyor. Çok geniş bir repertuvara sa-
hip olan üçlü, konserler sırasında ve yakında pi-
yasaya çıkacak CD'lerinde yer alacak parçalan
birlikte hazırladıklannı belirtiyor. Tam bir
uyum ve işbirliği içinde çahşan bu muhteşem üç-
lüden, ilk önce Türkiye'de dördüncü konserinı
veren Al Di Meola ile daha sonra da ülkemize ilk
kez gelen Jean-Luc Ponty ile Açıkhava'da ver-
dikleri konser sonrasında görüştük.
Yeni CD'nin adı 'Orange and Blue'
- Çauşmalannız nasıl gidiyor?
Al Di Meola - Önümüzde yeni bir yorum var,
çünkü vurmalı çalgılara ağırlık vermeyeceğiz.
Daha çok yayh çalgılar üzerinde duruyoruz. Bu
bir tür meydan okuma gibi. Bu yüzden de çok
fazla zamanımızı alıyor. Henüz potansiyel bir
sevıyedeyiz. Ama sanınm fıkrin ortaya çıkması
yorumun kendisinden daha önemliydi. KJasik
gitarla bezenmiş değişik bir çalışma olacak ve ses
veren bir deneme olacak.
- Bu beraber çaldığmız ilk büyük konser mi?
Hayır, daha önce Avrupa'da üç hafta kadar
çalışük. Geriye üç 'show'umuz daha kaldı.
- Uzun süre John Mc Lauglin ve Paco de Lucia
ile beraber çahştınız. Dün ik bugünü karşdaştınr
nusınız?
Şu anda üç farklı grubum var. Binncısı uzun
süredir çauştığım akustik grubum WorM Sinfo-
nia. ikincisi farklı bir tarzı ve yorumu denediğim
elektronik grubum, üçüncüsü ise şu anda bera-
ber caldığım yepyeni üçlü. Görüyorsunuz ki,
hali hazarda üç değişik proje üzerinde çalışmak-
tayım. Belki 14 yıl sonra tekrar Paco ve John'la
bir araya gelebilirim. Ancak şu anda ekim ayı-
nda çıkacak olan yeni plağımla ilgilendiğim için
oldukça meşgulüm.
Yepyeni bir üçlü olarak yaylı
çalgılara ağırhk
vermelerini bir tür
meydan okuma olarak
değerlendiren Al Di Meola
hazırlıklannı yaptığı
yeni çalışmasının
günümüzün en iyi albümü
olacağına inanıyor.
- Hep yeni bir şeyler deniyorsunuz.
Evet bu çok doğru. Yeni plağım da çok yeni.
Ancak akustik ile elektronik arasında olduğunu
söyleyebilirim. Çok melodik ve oldukça uyum-
lu. Bence günümüzün en iyi albümü. İsmi ise
büyük bir olasıhkla "Orange and Bhıe" (Porta-
kal ve Mavi) olacak. Piyasaya çıktıktan sonra
yeni bir tura başlayacağız.
- Portakal renk mi yoksa meyve mi?
Hayır renk. ama aynı zamanda da duygu.
Portakal rengi parlaklığı çağnştınyor. Mavi ise
'blues'u.
'Geçici enstriimantal caz' yapıyorum
- Peki kendinizi nasıl bir yere oturtuyorsunuz?
özellikle müzik tarzı olarak.
Bu 'geçici caz.' Evet caza bir meyılim olduğu-
nu söyleyebilirim, ancak sadece caz geleneği ile
kendimi sınırlandırmak da istemem. Ben müziği
daha geniş bir anlamda düşünüyonım yalruzca
caz olarak değil. Bu dünya müziği. Latin müziği.
İçinde klasik süsler var. Müziğimin içinde Orta-
doğu'ya ait süsler olmasını da seviyorum. Böyle
Al Di Meola'nın (üstte), Stanley Clarke ve
Jean-Luc Ponty (solda) ile birlikteliğinin
ürünü olan CD ekim ayında
piyasaya çıkacak.
(Fotoğraflar: ERDEN SÎDAL)
bir birleşim de sağlayabilirim. Bu yüzden, tam
anlamıyla caz yapıyorum sayılmaz. Ama mutla-
ka bir isim vermek istiyorsaruz geçici enstrii-
mantal caz diyebilirsiniz.
Başlangıçta çok tartıştık
Telli Sazlar Ayini'nin Fransız kemancısı Jean-
Luc Ponty'le yaptığımız söyleşide ise sanatçının
Al Di Meola ve Stanley Clarke ile olan çahşma-
lan hakkında bılgi sahibı olmaya çahştık.
Klasik müzik eğitimi gördünüz. Caz müziğine
geçişiniz nasıl oldu?
Paris'te bir ünıversitedeki swing orkestrası
klarnetçi anyordu. Ben keman dışında piyano
da çahyorum. Caz hakkında bir şey bilmiyor-
dum ama orkestra içinde calışmak ve özellikle
kızlarla taruşmak istiyordum. Dalga geçmiyo-
rum, konservatuvarda çok az kız vardı ve çok
sıkı bir eğitim görüyorduk. Bu şekilde caza gir-
dim ve öğrendim. Birkaç yıl sonra caza iyice
ısındım ve kemana geçtim. Çünkü keman tekni-
ğim çok daha iyiydi.
- Fransa'da bir, ABD'de 16 albüm çıkardımz,
hepsinde ayrı bir stfl kullandmız ve yeni şeyler de-
nediniz.
Bu aynı müzik yönünde bir ilerlemedir.
- Şinidi Al Di Meola ve Stanley Clarke ile bera-
ber çauşıyorsunuz. Her birinizin ayrı bir stili var.
Bu size sorun yaratıyor mu?
Hayır. kesınlıkle böyle bir sorun yok. Al Di
Meola'nın bir fikri vardı. Dört yıl önce beni ve
Stanley Clarke'ı aradı. Ama o zamanlar keman.
gıtar ve basla çok güzel bir şeyler yapılacağına
aklım yatmıyordu. O sıralar Paris'te yaşayan bir
grupla taruştım ve Afrika müziğini keşfettim.
Ben Amerika'da 20 yıldır yaşıyorum ve burada
Afrika müziği tanınmıyordu. Bu müzik beni çok
etkiledı. büyüsüne kapıldım.
Al Di Meola geçen yıl beni tekrar aradı ve ona
evet dedim. Çünkü Los Angeles'ta bunu de-
nedim ve kemanla birçok şey yapabileceğime
inandım. Müzikal bir deneyim yapmak için bir
araya geliyoruz. Aynca uzun yıllardır arkadaşız.
Bu bir 'All-Stars', 'Süper Grup' orkestrası. Baş-
langıçta emin değildik, çünkü çok tartışma çıktı.
Birbirimize kızdık. Ama ıki üç haftalık birturne-
den sonra birbirimizi daha iyi anlamaya başla-
dık. Şimdi birlikte müzik yapmaktan büyük
zevk duyuyoruz. Bir plak çıİcarmayı ve gelecek
yıl ikı turneye çıkmayı düşünüyoruz.
- Konser repertuvarmı kim hazırlıyor, yani mü-
ziği kim yapıyor?
Stanley, Al ve ben ayn ayn parçalar yazdık ve
eski parçalan da aldık. Eğer benim parçam üze-
rinde çalışıyorsak şef benim. Al Di Meola'nın
parçası olduğunda, şef o. "Ben bunu tstiyorum,
şöyle yapümalı" dediği zaman onu dinliyoruz.
Repertuvann hazırlanması da aynı şekilde
yapılıyor. Konserlerdeki sololar da doğaçlama-
larda da.
- Her birinizin ayrı gnıpları ve a\n çalışmalan
var. Sadece konserler için mi bir araya geliyorsu-
nuz?
Turneler sonrasında herkes kendi grubuna
dönüyor ve çalışmalanna devam ediyor. Gele-
cek yıl Amerika'da buluşacağız.
1. ULUSLARARASI İSTANBUL CAZ FESTİVALİ'NDEN İZLENİMLER
Şaşuiıa Joe Henderson dörttiisü
Kültür Servisi- İstanbul'u bir
hafta süreyle etkisi altına alan
caz esintisi, yerini temmuz sıca-
ğına bıraktı. 1. Uluslararası îs-
tanbul Caz Festivali, müzikse-
verlere Betty Carter. Al EH Meo-
la, Stanley Clark. Jean-Luc
Ponty, Bobby McFerrin, Dave
HoOand, John Abercrombie,
Micbel Petrucciani, Toots Thie-
lemans, Noa. Marla Glen, Gfl
Dor, Milton Nascimento gibi
kendi alanlannda başanlannı
kanıtlanuş müzisyenleri dinleme
fırsatı sundu İstanbullu müzık-
severlere. Caz Festivali, görkem-
li programmın ardından dün ak-
şam "Kuzey Rüzgarlan GecesT
Ue sona erdi. İstanbullu cazse-
verler bu konserde, uzun yıUar
Türkiye'de konser vermeyen ve
İsveç'te müzik yaşamını sürdü-
ren Muvaffak Falaj'ı, Okay Te-
miz & Magnetic Band'i dinleme
şansıru elde ettiler. Önceki gün
ise Açıkhava Tiyatrosu'nda adına yaraşan ağı-
rbaşlı bir "Caz Geleneği Gecesj" yaşandı. Caz
geleneğini çok iyi bılen RusseU Malone Dörtlûsö.
kusursuz bir program sundu. Gitarda RusseU
Malone, pıyanoda Gary Modey. basta Paul Kd-
ler ve davulda Peter Siers uyumlanyla da dikkati
cektiler. RusseU Malone, bu uyumun sırnnı şu
sözlerle açıklıyor-
"Neredeyse bir yddan beri birlikte çahşıyoruz
ve bir grup için çok önemli olan i\i bir uyıuna sahi-
biz. Gruptaki herkes. müzik tarihi ve yenilikçi sa-
natçılar hakkında bilgi edinerek görevlerini yaptı.
Henderson (Fotoğraflar:DEVRtM BARAN)
Fakat bizler ileriye bakmaya ve kendi adınuza yeni
bir şeyler üreterek müziğe katkıda bulunmaya çaltşı-
yoruz."
Konsere Türkçe sözlerle başladı
Sahneye takım elbiselerle çıkan müzisyenler
tavırlan ve ustalıklanyla Açıkhava Tiyatrosu'nda
bir caz klübü atmosferi yaratmayı başardılar. Bir
pikabın yanında oturup, müziğe ayak uydurup ça-
larak cazı öğrendiğini söyleyen RusseU Malone da
geleneksel caz mirasıyla beslendiğini kanıtlarken,
Esma Sultan Jazz Club'de, seyirci
sayısının az olması nedeniyle seyir-
ciyle kurma fırsatı bulamadığı ileti-
şimi Açıkhava Tiyatrosu'nda bin-
lerce müzikseverle kurmayı ba-
şardı.
Yaşayan en büyük saksofon us-
talanndan sayılan 57 yaşındaki
Joe Henderson'ı sabırsızhkla bek-
leyen seyirciler, tahmin ettikleri-
gibi başanlı bir konser dinlediler.
Dokuz yaşında tenor saksofon ça-
larak müzik yaşamına başlayan
Joe Henderson, ustalığmın doru-
ğunda olduğunu konserde kanı-
tladı.
Konsere Türkçe sözlerle başla-
yan Henderson, grubunu takdim
ederken telaffuzunun düzgünlü-
ğüyle de alkış toplamayı başardı.
Zıplayarak piyano çalan Bneki
Mseleku, yerinde duramayan ve
olağanüstü sololanyla tüm dikkat-
leri üzerinde toplayan Al Foster.
kendi halinde görünmesine karşın
bastaki ustalığıyla dinleyenleri büyüleyen George
Mraz dört dörtlük bir konser sundular.Joe Hen-
derson'ın, zaman zaman sahne gerisınde, grubunu
dinlerken kendini müziğin ritmine kaptırarak tem-
po tuünaktan da geri kalmadığı gözlemlendi.
Saksofonun ustası Joe Henderson ilerleyen yaşı-
na karşın genç müzisyenlere taş çıkaracak bir per-
formans sergilerken bazı seyirciler sessiz sedasız
Açıkhava Tiyatrosu'nu terk ediyorlardı. Bis par-
çasında ısrarh seyircilerin dakikalar süren alkışı
üzerine tekrar sahneye çıkan Joe Henderson Dört-
lüsü gerçek cazseverlere tam bir "caz keyfi" yaşattı.
ÜÜDÜŞÜNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Yazından Uzaklaşma
Pen ile Nazım Hikmet Vakfı'run ortaklaşa çıkardıkları
Edebiyat Yıllığı'nda geçen yılın değerlendirmesini ya-
pan Oner Yağcı, "Adam Sanat"\n yazından gittikçe
uzaklaştığını belirtiyor.
Aslında "Adam Sanat"\a beni karıştırdığı kanısında-
yım...
Baştan sona şiirlerle örülü bir dergi... Fethi Nac4,
Mehmet H. Doğan, Tahsin Yücel, Semih Gümüş gibi
eleştirmenlersürekli yazın konularını işliyorlar... Araya
ilhan Berk, özdemir ince gibi şairlerin şiir üzerine açık-
lamaları, incelemeleri giriyor...
Böyle bir dergiye nasıl yazından uzaklaşıyor denebi-
lir! O eleştirmenlerin her biri de dergiyi yazına sımsıkı
bağlamaya yeter...
Ağırlığı herhangi bir sanata verseler de, yaşamın bü-
tün yönlerine duyarlı bir yazı anlayışları olan Orhan Bar-
las, Timur Selçuk, Gürrian Tümer gibi deneme yazar-
ları ile baştan beri faşızme karşı uyarıcılığı üstlenmiş
olan Uğur Kökden herhalde yazından uzaklaştıkları ge-
rekçesıyle eleştirilemezler...
Üstelik, Uğur Kökden'in son yazılarında, tam tersine,
yazına bir yaklaşma var...
"Adam Sanat", yazın ağırlıklı da olsa, adı üstünde bir
sanat dergisi... Onun için de kimi yazarlarının başka sa-
natlara dönük olmaları çok doğal...
Ne var kı denemeci niteliklerı gene de hepsını yazına
baâlıyor. Bu yönleriyle yazından kopmaları olanaksız...
Oner Yağcı'nın yanılgısı, yukarda da söylediğim gibi,
"Adam Sanat"\a beni karıştırmasından doğuyor.
Yazından gittikçe uzaklaşan, dergi değil, yöneticisi...
Geçenlerde başka bir yazar, "Cumhuriyet"\n kültür say-
falarının başındaki arkadaşımıza:
"Memet Fuat da yazından başka her şeyden soz edi-
yor" demiş.
Doğru...
Ama bunun bilinçli bir seçim olduğunu söyleyemem
Yazılarımı kendime görev vererek yazmıyorum. Dediği
dedik bir havaya girmediğim için de, şu konudan anla-
rım, şu konudan anlamam diye bir kaygım yok: Ilgimi
çeken her konuda yazıyorum.
içimden geldiğı gibi...
Anlaşılan son yıllarda yazın dünyası ilgimi çekmiyor...
Ya da şöyle diyelim İçimden yazınla ilgili bir şeyler
yazmak gelmiyor.
Nedenini düşünmedim...
"Üstünde durmaya değecek hiçbir şey yok!" gibi sal-
dırgan, aynca doğru olmayan bir özüre sığınmak iste-
mem. Üstünde durmaya değecek, beğenerek izlediğim
birçok şey var.
Dahası, bugün yazılanlar kötüyse, eskiden yazılanlar-
dan söz edersin olur biter... Sayısız yazar geldi geçti
Türk yazınından, yıllar yılı yazsa tuketemez ınsan .
Sorun benden kaynaklanıyor .
Sanınm dünyada, memleketimizde olan değişiklikler,
özellikle insanoğlundan gördüğüm yetersizlikler ilgileri-
mi başka yönlere çekti...
Bu arada, çok önem verdiğim birtakım konulara ya-
zarların umursamazlıkla bakmaları karşısında yazına
olan güvenimi yitirdim de diyebilirim...
Sanat adamı, oyununu oynamak için bir köşeye çeki-
lip etliye sütlüye karışmamaya başladı mı, belkı sanatın-
dan değil ama, insanlığmdan çok şey yitıriyor.
Çirkinleşiyor da...
Şu açık gerçeği bilmeyen yok: Anamalcılık birçok gü-
zel duyguyu, düşünceyi yıktı...
Gene de insan yıllar yılı direndi, hep bir umut yeşertti
bir yerlerde...
En kötüsü insanın yıkılışı olur...
Bu da bana ancak sanatla, özellikle de yazınla önlene-
bilirmiş gibi geliyor...
Sanat adamının, bütün güzellikleri geleceğe taşıması
beklenen kişinin, sorumsuzluğu seçmesini çok yadırgı-
yorum...
Dışarlarda dolaşmam bundan olsa gerek...
Bilgi Yayınevi'nden yeni kitaplar
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Bilgı Yayınevı, beş yeni
daha kıtabı okurlann beğenisıne sundu. Yayınlar içinde 2 tane
de çocuk kitabı var.
Bilgi Yayınevi geçtiğimiz üç a> içinde, 5 yeni kıtabı yayın
yaşamına kazandırdı. Kitaplardan ilki, Türkiye Cumhuriyeti'-
nin ilkelerine bağlılığı simgeleyen şair Ceyhun Atuf Kansu'ya
aıt. Kansu'nun Bütün Eserleri dizisinin 3. kitabını oluşturan
"Halk Albümü". Kansu'nun sağlığında kitaplanna girmeyen
şiırleri ıçeriyor. İkinci kitap, Ali Yüce'nin Bütün Eserleri dizisi-
nin 3. kitabı Havalı Meryem. Kitap, dört bölümde 48 şiıri top-
luyor. 3. kitap ise, yazar ve şair Atilla tlhan'a ait. Gençliğinin
bunalımlannaveöfkesini dılegetiren İlhan'ın romanınadı. So-
kaktaki Adam.
Bılgi Yayınevi, aynca 2 tane de çocuk kitabı yayınladı. Alı
Yüce'ye ait Uzaya Giden Uçurtma ve Mark Twain'in "Küçük
Prens ve Sokak Çocuğu" adlı kıtaplan küçüklen bekliyor.
İstanbul Devlet Opera ve
Balesi'nden Kıbns'ta temsiller
Kültür Servisi - İstanbul Devlet Opera ve Balesı Aspendos'-
tan sonra bu kez de Kıbns'ta temsiller verecek. İDOB 20 Tem-
muz Banş ve Özgürlük Şenlikleri kapsamında "Bir Tenor
Anuuyor" adlı müzikal komediyi sahneleyecek. İlk kez geçtiği-
miz sezon sahneye konan ve İstabul seyircisinden büyük ilgi
gören oyun 33. Bursa Festivali programında da >er almıştı.
Yönetmenliğini İngiliz Adrian Brine'ın üstlendiği "Bir Tenor
Aranıyor" Kıbns'ta üç ayn mekanda Gime Kalesi'nde, Mago-
sa Şalamis ve Soli Harabeleri'nde sergüenecek".
Öte yandan daha önce de gazetemizde yer aldığı gibi İstanbul
Devlet Opera ve Balesi "Turandot" operasını sahnelemek üzere
ekim ayında Danimarka'ya gidiyor. Danimarka'nın üç ayn
kenünde, Kopenhag, Aalborg ve Aarhus'da temsiller sunmak
üzere davet alan İDOB hem yurtdışındaki ilk temsilmi gerçek-
leştirecek hem de "Turandot" operası Danimarka'da ilk kez
sahnelenmış olacak.
Türk operasımn Balkanlar dışında dünya sahnelennde ilk
kez bir opera sergileyecek olması, Türkiye'nin hem kültürel
hem de turistik tanıtımı açısından önem taşıyor.