Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 HAZİRAN1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Cherkassky, Yepes, Zimmermann, Galvvay ve James Judd ile İngiliz Oda Orkestrası
Festivaldeünlülergeçiti...EVİNİLYASOĞLU
Shura Cberkassky, Narciso Yepes,
Fraük Peter Zimmermann. James Gal-
vvay ve James Judd yönetımindeki İngi-
liz Oda Orkestrası... Avrupa'nın her-
hangi bir sanat merkezine gitmiş olsanız
ve o hafta karşınıza şöyle bır isimler geçi-
ti çıksa 'Acaba hangisini seçsem.. her bi-
rine gidebilmek için kaç param var' diye
sorular geçer kafanızdan. İşte geçen haf-
ta fstanbul'da bu sanatçılann tümünü
de aynı hafta içınde peşpeşe dinleme ola-
nağı bulduk.
Cherkassky'nin piyanizmi, çalgısıyla
ve bestecisiyle özleşmesi, ses dinamiğini
kontrolü dinleyiciyi hayran bıraktı. Gi-
derek mekanikleşen sanat dünyasında
artık soyu tükenmeye başlayan bır deyis
Cherkassky. Seksen ûç yaşındaki bu ulu
çınar, onca yıldır çala çala yoğurduğu
yapıtlan neredeyse kendi bedeninin bir
parçası gibi yorumluyor. Badı'ın 'Kro-
matik Fanteri'sini çalmış olsanız da..
yûzlerce kez dinlemiş olsanız da Cher-
kassky'den bır başka renkte, bir başka
felsefı düsünce ardından duvuvorsunuz.
Chopin'ın 'Nokrümler'ı, 'Mazurkalar'ı,
'3. Balad'ı alışageldığımızın dışında. 'De-
mek bu motif değişik bir dinamik aniayışı
ile öne çıkarılmtş, ya da böyie de okunabi-
linniş' diye yeni bir bakış açısma yönelti-
yor dinleyeni. Çocukluğumuzdan ben
çalıp dinlediğimiz mazurkalarda doruk
olarak Urmandırdığımız oıta bölüm,
Cehrkassky'nin duyuşunda açıktan açı-
ğa fırtına yaratmıyor, ta ruhun derinlik-
lennde yatan, içe dönük bir fırtınayı
yansıtıyor. Cherkassky resitalinin unu-
tatruyacağımız yapıtı, klasik akımın bü-
yük bestecisi Haydn'ın mi minör sonatı
oldu. On sekizınci yûzyıl klasik akımının
bir sonrakj, 19. yüzyıJ romantik akımını
haarladığmı kanıtlayan üslupta bir su-
luboya tablo gibiydi. Ardından gelen
Hindemith'in neo-klasik sonatı ise yir-
mına yüzyılın arbedesine, dünya savaş-
lannın yorgunJuğuna karşın Haydn-
Mozart zarafetini koruyabilmiş bir
yapıttı.
Cherkassky'nin program seçimine
hayran olmamak elde değildi. İlk yan,
mıiak bıçimlerinin yapısını oluşturan,
güçlendiren armoni-kontrpuan sa|-
lamlığı ile mükemmele ulaştıran besteci-
lere aynlmıştı. tkinci yanda Chopin,
Uszt, bis olarak çaldığı Sciabm ve bir caz
uyarlamasında, piyanonun olanaklannı
kullanabilmiş bestecilerden bir demet
oluşturdu. Piyaniste, piyanonun çalgı
olarak renklerini, tuşlanndaki derinliği-
ni gösterebilecek; virtüözite parlaklığını
sergileyebilme fırsatını veren bestecilere
kapılan açmışU. Müzik tarihinin ilk bü-
yük mimanndan, Bach'tan başlayıp gü-
nümüzde caz öğeleriyle tuşlan zenginleş-
tiren bir yapıta kadar geniş bır yelpaze
çizerken adeta piyano tarihine ait bir
konferans verdı. Cherkassky'yi 2011
yılında, yüz yaşında da aynı dinamizm
içinde dinleyeceğimizden kuşkunuz ol-
masm!
Gahvay'ı ilk kez Vivakü'nın 'Mevstaı-
ler' başlıldı konçertolannı keman solo
yerine flütüyle yorumlarken tanımıştım.
Sonra Beetnoven'in vıyola-çello ve flüt
için *Op. 25 Serenat'ırun giriş bölümü,
yülarca TRT-3'te yayımlanan 'Mürikte
Etkileşün' başhkh programlanmın sin-
•James Judd
yönetimindeki
İngiliz Oda
Orkestrası'nın
en özenli yapıtı
Haydn'ın
94.senfonisiydi.
• Bestecinin
mutlu Londra
yıllannda
yazdığı senfoni
tüm güleç
çizgileri ile
parhyordu.
yal mûziği olmuştu. Ve flütü James Gal-
vvay ûflüyordu! Galvvay'ın açıklamak te-
levizyon programlanndan derlediği 'Za-
man İçinde Müzik' adlı kitabı ise nice
çalışmarna esm kaynağı oldu. Müzik
dergilerinden öğrendiğime göre 14 ayar
altın flütünün *« diyez' düğmesi ûstünde
bir de pırlanta vardı! Sanatçının dün-
yanın her köşesinde dinleyiciye sıcak
yaklaşımı, fotoğrafçılara, gazetecilere iyi
davranışı ûlkemizde de kanıtlandı. Aca-
ba hangi yorumcu, resitalin başından so-
nuna dek bumunun dibindekı televiz-
yon kamerasının bağımsızca dolaşması-
na izın verebilırdi? Debussy'nin 20.
yüzyıla yön veren 'Bir Kır Perisinin Öğ-
leden Soarasma Pretöd' adlı ızienımcı
yapıtını dınlerken Galvvay gibı bir sa-
natçıyı İstanbul Festivali'nde dinleme-
nin gerçekten büyük bir olay olduğunu
düşündük. Program dûzenlemesının ne
denli önemlı bır konu olduğu. ünlü flüt-
çû James Galvvay'm resitalinde bir baş-
ka yönden gündeme geldi. Seçtiğı prog-
ramda o altın flütüyle bizı alıp mitolojik
çağlann büyüsüne götürmedı. Czernv'-
nın konsertant ikilisi ya da Widor'un su-
iti gibi hiç tanınmamış, ağırbaşlı yapıtlar
ya da Doppler'in "Eflak Havalân' ve peş-
peşe çaldığı bır dolu bıs gibı çok popüler
yapıtlar sundu. Son derece yetenekli pi-
yanisti Phflipp MoIPun bır şancıya eşlik
edercesine titizliğine karşın. birlikte bit-
meyen cümleler, piyanonun ekosunda
yıten flüt sesı ve programın ıçeriğı, Gal-
way'ın sihirli değneğini bu kez yanında
getirmedıği izlenimini yarattı. Onu yine
Istanburda, iyi donanımlı bır konser sa-
lonunda duymak ve daha alımlı bir
Joan
MitcheU'in
anısına
sergüer
Kültür Servisi - İki yıl önce
ölen Amerikah ressam Joan
MitcheU'in resimleri iki ayn
sergide toplandı. Sanatçının
anısına acüan sergüer birbirle-
rini tamarnlayıcı nitelikte.
Ölümüne dek Fransa'da ya-
şayan Mitchell, Amerikan ve
Fransız ekspresiyonizmini bir-
birine kaynaştınp resimlerine
yansıtraıştı. Sanatçının en
önemli özelliği resim teknikleri-
nı ve metodlannı hiçe say-
masıydı. Her ressamın kendine
aıt bir tarz geliştırmesı gerekti-
ğine inanan sanatçı, bu tûr sis-
temli çalışmalardan her zaman
"tikandiğini" belirtmişti.
Aynı zamanda biri Nantes
Güzel Sanatlar Müzesi'nde, di-
ğeri Paris'te Jeu De Paume'da
açılan iki sergi birbinni ta-
mamlıyor. Nantes'taki sergi,
sanatçının ilk çakşmalanndan
1970'Ü yıllann sonralanna ka-
dar olan eserlerini kapsıyor.
Paris'teki ise daha az resim
kapsamasına karşın sanatçının
son on yıhnda verdiği ve özenle
seçilmiş eserlerinden oluşuyor.
Joan MitcheU'in en önemli
özelliği belirgjn bir ilkesi olma-
masıydı. Ne tarz. ne de kompo-
zisyon dersi almaktan hoş-
lanırdı. Aynca bu konularda
ders de vermezdi. Ona göre her
sanatçı çağdaşlanyla veya on-
larsız kendi yolunu çizmeliydi.
1950'lerde resimlerinde biraz
kırmızı ve griye çalan maviyle
canlandınlmış toprak renkleri
hakimdi.
Sonuç: Güzel ama insana
sıkıntı verebilen tablolar, 'raa-
ni'ye dönüşebilecek bir tarzdı.
Mitchell bunun çabuk farkma
vardı ve bir orta yol bulmaya
hevesli olmadığı için bütün sis-
temi yıktı. Düzgün bir biçimde
sıraladığı formlan dağmı, sol-
gun tonlar yerine canh renkler
kullanmaya başladı... Böyle
hızlı bir devrim nasıl gerçekleş-
ti, anlamak güç.. Ama, 1950'li
yıllann ikinci yansında sa-
natçının ilk büyük tablolan or-
tayaçıktı.
Frank Peter Zimmermann James Galway Shura Cherkassky
•James Galway seçtiği programla o altın flütüyle bizi mitolojik
çağlann büyüsüne götürmedı. Hiç tanınmamış, ağırbaşlı yapıtlar ya
da bir dolu bis gibi çok popüler yapıtlar sundu. Seksen üç yaşındaki
ulu çınar, Cherkassky ise onca yıldır çala çala yoğurduğu yapıtlan
neredeyse kendinin bir parçası gibi yorumluyor.
programla dınlemek isteriz.
fngiliz Oda Orkestrasfnı, İngjltere
Krallık Filarmonı Orkestrasrnı yönet-
mek üzere ülkemize gelen şef James
Judd'ı ve kemana Frank Peter Zimmer-
mann'ı da daha öncekı festivaUenmiz-
den tanıyoruz. Her biri iyi ızlçnim
bırakmış sanatçılardı. İstanbul'a geldi-
ğinden bu yana yıldızı giderek parlayan
ve dünyanın sayılı kemancılan arasına
giren Zimmermann'ın yay tekniği, ke-
man gibi, çalanın yerçekimi ile sava-
şımınıgerektırenbırçalgıya sahipçıkma
kolaylığı ve güzel tonu mutlaka övgüye
değer.
Ancak, Mozart'ın 'Tûrk Konçerto-
su'nda Zimmermann, tempoyu hızlı alı-
nca orkestra ile karşılıklı söyleşı ortamı
yok oldu; orkestra, solistı kacınnamak
kaygısına düştü. James Judd, son bö-
lümde çellolarda Mozart'ın yarattığı
mehter seslerini yansıtmaya ayn bir
özen göstermıştı. İngiliz besteci Paul
Patterson'un (1947) 'Europhoay' başhkh
yapıtı, günümüz bestecısının her zaman
gündeminde olan bir sorununu yine dü-
şündürdü. 20. yüzyılda bestecinin şansı,
kendinden öncekı yüzyıllan bir başvuru
kaynağı olarak kullanabilmesi. Şanssız-
lığı ise, bugüne dek pek çok yöntemın
denenmış, mükemmele vanlmış olması
ve yeni bestelerin kendi koşullan içinde
yargılanmaktan çok, hep öncekı anıtsal
yapıtlarla kıyaslanmasıdır. Patterson'un
yapıtı, Srravinksi, Bartok, Goerecki,
Britten, Vaughan VVilliams gibi kendin-
den öncekı kuşaklann referanslanyla
süsfü, yaylı çalgılann zengın orkestrala-
ması ile birleştirümiş ve müziğin yeniden
melodiye döndüğünü ilen süren birçalı-
şma. James Judd yönetımindeki İngiliz
Oda Orkestrasf nın en özenli yapıtı ise
Haydn'ın *94. Senfoni'siydi. Bestecinin
mutlu Londra yıllannda yazdığı senfoni.
tüm güleç çizgileri ile parlıyordu.
Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk opera yapıtı 'Özsoy' 60 yıl önce Ankara'da temsil edilmişti
'Özsoy'uninanılmazöyküsü" Ve nihayet üçüncü gün Atatürk bizzat çıkagelir. Herkesteki
heyecan ve endişe, bende yerini sabır ve tevekküle bırakmıştır.
Ama, kısa provanın sonunda locasında ayağa kalkan Ata-
türk'ün salonda çmlayan sesi yüreklere su serper: Bravo!
Bravo! Devamedin..."
na döndüm: Bir aydan belki biraz
fazla bir zaman içinde bir opera?
Eser yazılacak, orkestraya
düzenlenecek, solistleri, korosu,
orkestrasj, öğrenecekler ve temsil
oiunacak! Kiminle, hangi so-
Bstierie, hangi koro üe? Sonra, bu
^i yapacak olan, bir kenara
atıunış olan ben..."
Saygun; ''Elimizde soiist olarak
bir merhum Nurullah Taşkıran
vardı bir de, şayet gelirse, İstanbul
Şebjr Konservaruvan'nın değerli
hocası soprano Nimet Vahit
Hanım" diye yazıyor. Arkası-
ndan, şunlan ekbyor: "Sonra,
belki bir küçük rol için kabul eder-
se, Halil Badii Yönetken merhum
fle, gene belki küçük bir rol için
İstanbul Şehir Tiyatrosu'ndan Se-
miha Berksoy Hanım..." Bır süre
düşündükten sonra, karannı ve-
rir genç besteci; İstanbul'dan Nı-
met ve Semıha hanımlar gelecek
Ankara'dan Nurullah ve Halıl
Bedi beyier sağlanacak. bu arada
bazı gençler smanacaktır.
Aktörleri, Halkevi'nin temsil
bölümü kadrosundan bulmak
zor olmaz.
Koro. Ankara Kız Lisesi'nin
ve Gazi Terbiye Enstıtüsü'nün
yetenekli öğrencileri arasından
seçilir. Cumhurbaşkanlığı
Bandosu'ndan beş müzikçiyle,
İstanbul'da Cemal Reşıt Rey'in
kurduğu yayü çalgılar
orkestrasından oluşan karma bir
orkestra görevlendirilir seslendir-
me için.
Sonra da, günlerce, haftalarca
süren. geceli gündüzlü, benzen az
bulunur bir çahşmayla, bir yan-
dan operanın solo ve koro parça-
lan, orkestra partilen bestelenir,
notaya ahnır, bir yandan prova-
laryürürgider
Gene Saygun'un deyişiyle "...
Derken, bir gün Halkevi'nin
tocalarmdan birinde yabancı si-
malar belirir. ertesi gün daha baş-
kalan. Ve nihajet üçüncü gün
Atatürk bizzat çıkagelir. Herkes-
teki heyecan te endişe, bende ) eri-
ni sabu- ve tevekküle bırakmıştır.
Ama, kısa provanın sonunda
locasmda ayağa kalkan Atatürk'-
ÜNERBtRKAN
Geçen hafta. cumhuriyet son-
rası Türk müzik tarihinin en
önemli olaylanndan birinin yıl-
dönümüydü; Ahmed Adnan Say-
gun'un (1907-1991) "özsoy" adh
operası, bundan tam 60 yıl önce
(19 Haziran 1934) Ankara'da
temsil edilmişti.
Nedir 'Özsoy'un önemi? Cum-
huriyet Türkiyesi'nin ilk opera
yapıü olma özelüğini taşımanın
yam sıra, bu yapıtın asıl değeri,
simgesel anlamıdır. 60 yıl önce-
nin buram buram Atatürk sevgısi
kokan, devrimci Ankarası'nda,
'Büyük önder'in isteğt üzerine,
bir avuç Türk genci yaratmıştır
'Özsoy'u. Şimdi, o günlere dö-
nelim, bucoşku verici. inanılması
güç yaratma öyküsünü hep bir-
likte, ibretle analım:
Bir ay içinde bir opera
İran Şehinşahı Rıza PehJevi,
Atatürk'ün konuğu olarak ülke-
mize gelecektir. Atatürk, komşu
ülke ile dostluk iüşkilerimizin ge-
lişmesine çok önem vermekte, bu
yüzden, konuk hükümdann en
anlamlı biçimde ağırlanmasını
öngörmektedir. Bu yüzden, ağı-
rlama programına bir de, Türk-
İran dostluğunu tarihsel köke-
niyle ele alıp işleyen bir "opera"-
nın ahnmasını ister. Ziyarete bir
buçuk ay kadar kısa bir zaman
kalmışur. Adnan Saygun'un
konu ile ilgiü bir yazısında be-
lirttiği gibi bir "mudze"dir bu;
"Öyle bir mucize ki, benim hayab-
ma yeni bir yön vermesi bir yana,
sonoçian bakınundan Türk sanat
hayatma yeni ufuklar açan bir mu-
Operanm metninı yazrna gö-
revini üstlenen Mûnir Hayri
(Egeü), müziğin kendisi tara-
fından yazdmasmın uygun ola-
cağım, o sıralar Ankara'da yöne-
tim çevreleriyle arası pek de hoş
olmaya Saygun'a büdirir. Bu
öneri karşısmdaki duygulannı
şöyle anlatıyor o zamanlann ~ ~~
genç, idealıst bestecisi: "... Şaşkı- Ahmet Adnan Saygun, Atatürk'ün isteği üzerine kısa sürede bir mucize yaradn'Ozsoy'.
ün salonda çmlayan sesi vüreklere
su serper Bravo! Bravo! Devam
edin..."
'Özsoy' temsili ile ılgih olarak,
19 Haziran 1934 günü
Cumhunyet'te şu haber yer alır
"Nimet Vahit, Setniha hanımlarla
Nurullah Şevket Be>, baş rolleri
teganni edeceklerdir. Kız Lisesi ve
Terbiye Enstirüsû korolarının işti-
rak edecekltri bu eser, milli ope-
ramızın ilk adımı sayılacaknr.
Eserin ilk temsili bugün saat 16'-
dan iribaren Ankara ve İstanbul
radyolan tarafından neşredilecek-
tir. Bu temsil, Ankara milli ti> atro
havatımızda bir dönüm ve bir
hamle sav ılaeaknr."
En güç koşullarda...
Temsilden sonra, 20 Haziran
1934 günlü Hakimıyet-i Milliye
gazetesinde şu haberi okuyoruz:
'Dün saat I6"da Halkevi'nde İran
Şehinşahı Rıza Pehlevi hazrerleri-
nin şereflerine, sembolik 'Özsoy'
pi>esi temsil olunmustur.
İran Şehinşahı Hazretleri'yle
Gazi Hazretleri, güzide bir haİk-
la tamamen dolu bir halde bulu-
nan temsil salomınun hususi loca-
smı teşrif buyurmuşlar ve İran
milli marşı ve İstiklal Marşı ile
karşılanmıslardır..."
Gene Saygun'un deyişiyle,
"Cumhuriyet devrinde ve Ata-
türk'ün teUdnleriyle Türk operası-
na doğnı ilk adıtn işte böyle
atılmıştır. Benim yazmış olduğum
eser, güzel sanatlar konusunda dü-
şüncelerini esasen vıllarca önce
dile getirmiş olan Atatürk'te belki
fîkirierin biilurlaşmasına imkan
hazırlamıştır. En güç koşullar altı-
nda, ama büyük bir heyecanla ger-
çekleşririlmiş olan bu ilk sahne
tecrübemin, bu itibarla, gönlfimde
ajxı bir yeri vardır."
Şimdi, bu anma yazımı biti-
rirken, size bır soru: 'Özsoy'dan
tam 60 yıl sonra, bır komşu dev-
let başkanının ziyareti dolayısıv-
la. Çankaya'da 'Ibrahûn Tatuses
Konseri' verilmesini, bugün
lerimiz bakımından, ilginç ve dü-
şündürücü bulmuyor musunuz?
ÜŞÜDÜŞÜNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
KamtAramak
Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Geces/'nde,
doğabilimcilerle Tanrıbilimciler arasındaki tartışmalar-
dan, sürtüşmelerden söz ediyor. (ss. 200-208)
Academie Française üyesi ünlü Tanrıbilimci François
Fenelon 1713 yılında bir yazı yazmış. Başlığı niteliğini
açıklıyor:
"Tanrınm Varlığının Doğaya llişkin Bilgilerden Türe-
tilmiş Kanıtı".
Hoimar Von Ditfurth, evrenin düzenini belli bir amaca
yönelik olarak değerlendiren, doğa olaylarını tansıklar
olarak ele alan aniayışı, üstünden nerdeyse üç yüzyıla
yakın bir süre geçtikten sonra bile, günümüzde, şaşıla-
cak kadar çok sayıda insanın benimsediğini söylüyor.
Oysa bilimierdeki hızlı gelişmeler, doğa olaylarına
getirilen kanıtlı açıklamalar karşısında, inananların güç
durumda kalmalarına yol açan bir yaklaşım bu: Ya tan-
sıklarla pekiştirilen inançlar sarsılıyor, ya da bilginlere,
bilimsel düşünceye ters bakılmaya başlanıyor.
Gerçi dinbilimciler evrenin, doğanın hiçbir zaman bü-
tünüyleaçıklanamayacağını, insanın kavramagücünün,
yetenekierinin, zekasının belli bir sınırın ötesine geçe-
meyeceğini ileri sürerek bilimsel açıklamalarda her za-
man doğaüstü bir gücün doldurulması gereken bir boş-
luk bulunacağını vurguluyorlar, ama Hoimar Von Dit-
furth bunun da Tanrıyı bilmediklerimizle sınırlamak an-
lamına geldiğini söylüyor:
"Bir dindarın ağztndan çıkabUecefc böyle bir ifade
Tannsal güç kavramının tuhaf bir biçimde sınıriandırıl-
ması ya da Tanrının yetki alanının daraltılmasıymış
gibi geliyor bana. Eğer Tanrı varsa, aklımızın ve kavra-
ma gücümüzün yettiği alan niçin Tanrının yaratıcılığı-
nın eseri olmasın ki?" (s. 207)
Sürekli gelişen, yenilenen, yanıldığını görünce ku-
ramlarından, açıklamalarından vazgeçebilen bilimlerle,
değışmeye, yadsımaya olanak tanımayan inanç dizge-
lerini birlikte ele almamak gerekir.
Laplace gezegenlerin oluşumunu açıklamaya çalışan
ünlü kıtabında Tanrıya niçin yer vermediğini soran Na-
poleon'a, bir bilim adamının gururuyla, "Bu varsayıma
gerek duymadım, efendım," yanıtını vermiş.
Bilim adamları elbette doğaüstü açıklamaların kolay-
lığına sığınmadan çalışmak durumundalar. Ama Hoi-
mar Von Ditfurth'a göre, şöyle bir denklem kurmaktan
kaçınmak gerekiyor: "Evren tümüyle açıklanamazsa
Tanrı vardır - evren tümüyle açıklanabilirse Tanrı yok-
tur."
Nobel ödülü almış İngiliz bilim adamı Peter Medavvar,
Tanrıya inanıp inanmadığı sorulduğunda, "Elbette ha-
yır, ben bir bilim adamıyım," diye yanıtlamış.
Hoimar Von Ditfurth bu gerekçeyi yüzeysel buluyor.
"Evrenin deneysel dünyanın ötesinde kalan bir ne-
deninin bulunup bulunmadığına inanmak kişinin ken-
disine kalmış bir karardır, gene bu nedensel ilkeye
hangi adı vereceği ve bu kavramdan ne gibi sonuçlar
çıkartmak istediği de kendi bileceği iştir. (...) Dine ina-
nan bir kimsenin Tanrının yarattığmı varsaydığı bir ev-
ren içinde yer alan dünyada bir yandan bilimsel iler-
lemenin yolunu devam ettiğini düşünürken öte yandan
dinsel inanç taşıması yüzünden herhangi bir güçlüğe
düşmemesi gerekir. Bilim bu dünyada değilse başka
nerede iz sürecektir?
Oinlerin ileri sürdükleri gibi evrenin bir yarabcısı var-
sa, bu yaratıcının varlığıyla, sözgelimi moleküller biyo-
lojisinin yeryüzünde belirli bir aşamada ulaşmtş oldu-
ğu gelişmişlik durumu arasında en ufak bir ilinti olabilir
mi? öte yandan herhangi bir bilim adamı Tanrrtammaz
bir tavır benimsiyorsa bu da onun bileceği iştir ve onun
tartışılmaz haklarından biridir. Çünkü kimsenin elinde
onu bilimsel yönden çürütecek bir kanıt bulunmamak-
tadır. Gel gelelim aynı bilim adamı dfn ile olan bu ilişki-
sini bilimsel görüşlerle desteklemeye ve evrende bir
Tanrının bulunmadığını kanrtlamaya çalıştığı anda,
onu da ne Nobel ödülü, ne de herhangi bir başka paye,
yukarda attını çizdiğimiz hatalı düşünce geleneğinin
kurbam olmaktan kurtaramayacakbr." (ss 207-208)
Sanırım bütün bunları şöyle özetleyebıliriz:
Hoimar Von Ditfurth dinsel inançların bireysel sezgiye
bırakılması, akıl yolundan, bilimsel araştırmalardan
uzak tutulması gerektiğine inanıyor.
Devlet Demiryollan'nda tiyatro
ANKARA (L'BA) - "Kanmla Evleniyorum" adlı oyun Devlet
Demıryollan Behiçbey Eğıtım Müdürlüğü Tiyatro Salonu'nda
6 temmuzda sahnelenmeye başlanacak. Oyunu. Demıryolunu
Sevenler Derneği Tiyatro Grubu sahneye İcoyacak. Ephraim
Kishon'un yazdığı ve Hale Küntay'ın Türkçeye çevirdiği
oyunu Yusuf Aksonguryönetiyor. Oyunda Zafer Gökçek.
NurayCin, Nursen Cin. Orhan Akçay, Nurseli Tirişkan ve
Yusuf Aksongur rol alıyor. Oyunun dekoru Raşıt Yıldırım'a.
ışık tasanmı Tamer Terzi'ye ait.
Doğu Avpupa sanatı sergileniyor
BONN (UBA) - Bundan kısa bir süre öncesıne dek "demir
perde' ileaynlan Doğu Avrupa ülkelerinin 20. yüzyıla aıt sanat
ve kültürü ilk kez bir sergide derlendi. Kuzey Ren VestfaK a
Eyaleti Sanat ve Kültür Vakfı ile Bonn'daki Alman Sanat ve
SergiMüzesfningerçekleştirdiğisergi löekim tanhinekadar
açık kalacak. Avrupa kültürünün çok yönlülüğünü,
bütünlüğünü ve aynı zamanda Avrupa'da karşıt siyasi
kutuplar oluşturan ülkelerin birbirleriyle anlaşma istemini dile
getiren sergi konusunda yapılan bir değerlendirmede bu
konuda şunlar söyleniyor: '"Avrupa'mn doğu ve batı şeklinde
trajik a> nmı yaklaşık yanm asır sürdü. Bu durum Elbe
Nehn'nin doğusundaki ülkelerin kültürünü daha önemsiz
görme alışkanhğına yol açtı. 'Avrupa Kültürü' ile yalnızca Batı
Avrupa kültürü kastediliyor. Buyanhş değerlendirmeye son
vermek için böyle bir sergi projesi gerçekleştiriliyor".
'İnsancıl'ın yeni sayısı
KültürServisi - Aylık kültür ve sanat dergisi "İnsanaJ'"ın yeni
sayısı çıkü. Derginin bu sayısında Cengiz Gündoğdu'nun
"Güzel BirAşk lçin",Temel Demırer'in "Soru(n)lar
Karşısında", Kaan Arslanoğlu'nun "Yarulmanın
Gerçeklığı-3", Ozan Yılmaz'ın "Anlamak", Bernn Taş'ın
"Şiirime Verdiğim Görev", Mustafa Bayram Mısır'm "Yeni
İnsan Üst Eleştirisi", Bülent Habora'nın "Sevgj Yolu
Palmiyealtı Sohbetleri". Bozan Yalan'ın "Ben Bir Küçük
Yazanm Canım İsterse Yazanm", Yusuf Çotuksöken'in
"GramerTerimleri Sözlüğü Üzerine", Mehmet Aydın'ın
" Yaşanmış Oiayiardan Kesitler", Ayhan Aydın'ın "Bir
Anadolu Bilgesi... İsmet Zeki Eyüboğlu" başhkh yazılan,
Zihni T.AnadoI'un "Uyanış Isüğı" adlı öyküsü, Cengiz
Gündoğdu'nun "YıldızGüncesi" ile Ah' Ersin Günçe, Gunter
Grass, GüngörGençay, Serpil Durak Tunçer, Türkan İldeniz,
Özer Burgaz, Fihz Öztürk, Nihat Ateş ve Ayhan Ergün'ün
şiirleri yer alıyor.
Igdır'a kültür merkezi
IĞDIR (A.A) - Iğdır'a kültür merkezi kurulması için belediye
tarafından 5 bin metrekarearsa tahsisedildi. Iğdır Belediye
Başkanı Ali Asker Aşınm, ilde kültürmerkezi
bulunmamasının büyük bireksiklik olduğunu belirterek,
merkezin yapımı için arsa tahsisettiklerini bildirdi. İl Kültür
Müdürü Oktay Bölüm de, kültür merkezi yapımı için proje
çalışmalannın tamamlandığını ifade ederek, "Arsa
bulamadığımız için projeyi gerçekleştiremiyorduk. İnşaata en
kısa zamanda başlayacağız" diye konuştu.