25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 HAZİRAN1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Cherkassky, Yepes, Zimmermann, Galvvay ve James Judd ile İngiliz Oda Orkestrası Festivaldeünlülergeçiti...EVİNİLYASOĞLU Shura Cberkassky, Narciso Yepes, Fraük Peter Zimmermann. James Gal- vvay ve James Judd yönetımindeki İngi- liz Oda Orkestrası... Avrupa'nın her- hangi bir sanat merkezine gitmiş olsanız ve o hafta karşınıza şöyle bır isimler geçi- ti çıksa 'Acaba hangisini seçsem.. her bi- rine gidebilmek için kaç param var' diye sorular geçer kafanızdan. İşte geçen haf- ta fstanbul'da bu sanatçılann tümünü de aynı hafta içınde peşpeşe dinleme ola- nağı bulduk. Cherkassky'nin piyanizmi, çalgısıyla ve bestecisiyle özleşmesi, ses dinamiğini kontrolü dinleyiciyi hayran bıraktı. Gi- derek mekanikleşen sanat dünyasında artık soyu tükenmeye başlayan bır deyis Cherkassky. Seksen ûç yaşındaki bu ulu çınar, onca yıldır çala çala yoğurduğu yapıtlan neredeyse kendi bedeninin bir parçası gibi yorumluyor. Badı'ın 'Kro- matik Fanteri'sini çalmış olsanız da.. yûzlerce kez dinlemiş olsanız da Cher- kassky'den bır başka renkte, bir başka felsefı düsünce ardından duvuvorsunuz. Chopin'ın 'Nokrümler'ı, 'Mazurkalar'ı, '3. Balad'ı alışageldığımızın dışında. 'De- mek bu motif değişik bir dinamik aniayışı ile öne çıkarılmtş, ya da böyie de okunabi- linniş' diye yeni bir bakış açısma yönelti- yor dinleyeni. Çocukluğumuzdan ben çalıp dinlediğimiz mazurkalarda doruk olarak Urmandırdığımız oıta bölüm, Cehrkassky'nin duyuşunda açıktan açı- ğa fırtına yaratmıyor, ta ruhun derinlik- lennde yatan, içe dönük bir fırtınayı yansıtıyor. Cherkassky resitalinin unu- tatruyacağımız yapıtı, klasik akımın bü- yük bestecisi Haydn'ın mi minör sonatı oldu. On sekizınci yûzyıl klasik akımının bir sonrakj, 19. yüzyıJ romantik akımını haarladığmı kanıtlayan üslupta bir su- luboya tablo gibiydi. Ardından gelen Hindemith'in neo-klasik sonatı ise yir- mına yüzyılın arbedesine, dünya savaş- lannın yorgunJuğuna karşın Haydn- Mozart zarafetini koruyabilmiş bir yapıttı. Cherkassky'nin program seçimine hayran olmamak elde değildi. İlk yan, mıiak bıçimlerinin yapısını oluşturan, güçlendiren armoni-kontrpuan sa|- lamlığı ile mükemmele ulaştıran besteci- lere aynlmıştı. tkinci yanda Chopin, Uszt, bis olarak çaldığı Sciabm ve bir caz uyarlamasında, piyanonun olanaklannı kullanabilmiş bestecilerden bir demet oluşturdu. Piyaniste, piyanonun çalgı olarak renklerini, tuşlanndaki derinliği- ni gösterebilecek; virtüözite parlaklığını sergileyebilme fırsatını veren bestecilere kapılan açmışU. Müzik tarihinin ilk bü- yük mimanndan, Bach'tan başlayıp gü- nümüzde caz öğeleriyle tuşlan zenginleş- tiren bir yapıta kadar geniş bır yelpaze çizerken adeta piyano tarihine ait bir konferans verdı. Cherkassky'yi 2011 yılında, yüz yaşında da aynı dinamizm içinde dinleyeceğimizden kuşkunuz ol- masm! Gahvay'ı ilk kez Vivakü'nın 'Mevstaı- ler' başlıldı konçertolannı keman solo yerine flütüyle yorumlarken tanımıştım. Sonra Beetnoven'in vıyola-çello ve flüt için *Op. 25 Serenat'ırun giriş bölümü, yülarca TRT-3'te yayımlanan 'Mürikte Etkileşün' başhkh programlanmın sin- •James Judd yönetimindeki İngiliz Oda Orkestrası'nın en özenli yapıtı Haydn'ın 94.senfonisiydi. • Bestecinin mutlu Londra yıllannda yazdığı senfoni tüm güleç çizgileri ile parhyordu. yal mûziği olmuştu. Ve flütü James Gal- vvay ûflüyordu! Galvvay'ın açıklamak te- levizyon programlanndan derlediği 'Za- man İçinde Müzik' adlı kitabı ise nice çalışmarna esm kaynağı oldu. Müzik dergilerinden öğrendiğime göre 14 ayar altın flütünün *« diyez' düğmesi ûstünde bir de pırlanta vardı! Sanatçının dün- yanın her köşesinde dinleyiciye sıcak yaklaşımı, fotoğrafçılara, gazetecilere iyi davranışı ûlkemizde de kanıtlandı. Aca- ba hangi yorumcu, resitalin başından so- nuna dek bumunun dibindekı televiz- yon kamerasının bağımsızca dolaşması- na izın verebilırdi? Debussy'nin 20. yüzyıla yön veren 'Bir Kır Perisinin Öğ- leden Soarasma Pretöd' adlı ızienımcı yapıtını dınlerken Galvvay gibı bir sa- natçıyı İstanbul Festivali'nde dinleme- nin gerçekten büyük bir olay olduğunu düşündük. Program dûzenlemesının ne denli önemlı bır konu olduğu. ünlü flüt- çû James Galvvay'm resitalinde bir baş- ka yönden gündeme geldi. Seçtiğı prog- ramda o altın flütüyle bizı alıp mitolojik çağlann büyüsüne götürmedı. Czernv'- nın konsertant ikilisi ya da Widor'un su- iti gibi hiç tanınmamış, ağırbaşlı yapıtlar ya da Doppler'in "Eflak Havalân' ve peş- peşe çaldığı bır dolu bıs gibı çok popüler yapıtlar sundu. Son derece yetenekli pi- yanisti Phflipp MoIPun bır şancıya eşlik edercesine titizliğine karşın. birlikte bit- meyen cümleler, piyanonun ekosunda yıten flüt sesı ve programın ıçeriğı, Gal- way'ın sihirli değneğini bu kez yanında getirmedıği izlenimini yarattı. Onu yine Istanburda, iyi donanımlı bır konser sa- lonunda duymak ve daha alımlı bir Joan MitcheU'in anısına sergüer Kültür Servisi - İki yıl önce ölen Amerikah ressam Joan MitcheU'in resimleri iki ayn sergide toplandı. Sanatçının anısına acüan sergüer birbirle- rini tamarnlayıcı nitelikte. Ölümüne dek Fransa'da ya- şayan Mitchell, Amerikan ve Fransız ekspresiyonizmini bir- birine kaynaştınp resimlerine yansıtraıştı. Sanatçının en önemli özelliği resim teknikleri- nı ve metodlannı hiçe say- masıydı. Her ressamın kendine aıt bir tarz geliştırmesı gerekti- ğine inanan sanatçı, bu tûr sis- temli çalışmalardan her zaman "tikandiğini" belirtmişti. Aynı zamanda biri Nantes Güzel Sanatlar Müzesi'nde, di- ğeri Paris'te Jeu De Paume'da açılan iki sergi birbinni ta- mamlıyor. Nantes'taki sergi, sanatçının ilk çakşmalanndan 1970'Ü yıllann sonralanna ka- dar olan eserlerini kapsıyor. Paris'teki ise daha az resim kapsamasına karşın sanatçının son on yıhnda verdiği ve özenle seçilmiş eserlerinden oluşuyor. Joan MitcheU'in en önemli özelliği belirgjn bir ilkesi olma- masıydı. Ne tarz. ne de kompo- zisyon dersi almaktan hoş- lanırdı. Aynca bu konularda ders de vermezdi. Ona göre her sanatçı çağdaşlanyla veya on- larsız kendi yolunu çizmeliydi. 1950'lerde resimlerinde biraz kırmızı ve griye çalan maviyle canlandınlmış toprak renkleri hakimdi. Sonuç: Güzel ama insana sıkıntı verebilen tablolar, 'raa- ni'ye dönüşebilecek bir tarzdı. Mitchell bunun çabuk farkma vardı ve bir orta yol bulmaya hevesli olmadığı için bütün sis- temi yıktı. Düzgün bir biçimde sıraladığı formlan dağmı, sol- gun tonlar yerine canh renkler kullanmaya başladı... Böyle hızlı bir devrim nasıl gerçekleş- ti, anlamak güç.. Ama, 1950'li yıllann ikinci yansında sa- natçının ilk büyük tablolan or- tayaçıktı. Frank Peter Zimmermann James Galway Shura Cherkassky •James Galway seçtiği programla o altın flütüyle bizi mitolojik çağlann büyüsüne götürmedı. Hiç tanınmamış, ağırbaşlı yapıtlar ya da bir dolu bis gibi çok popüler yapıtlar sundu. Seksen üç yaşındaki ulu çınar, Cherkassky ise onca yıldır çala çala yoğurduğu yapıtlan neredeyse kendinin bir parçası gibi yorumluyor. programla dınlemek isteriz. fngiliz Oda Orkestrasfnı, İngjltere Krallık Filarmonı Orkestrasrnı yönet- mek üzere ülkemize gelen şef James Judd'ı ve kemana Frank Peter Zimmer- mann'ı da daha öncekı festivaUenmiz- den tanıyoruz. Her biri iyi ızlçnim bırakmış sanatçılardı. İstanbul'a geldi- ğinden bu yana yıldızı giderek parlayan ve dünyanın sayılı kemancılan arasına giren Zimmermann'ın yay tekniği, ke- man gibi, çalanın yerçekimi ile sava- şımınıgerektırenbırçalgıya sahipçıkma kolaylığı ve güzel tonu mutlaka övgüye değer. Ancak, Mozart'ın 'Tûrk Konçerto- su'nda Zimmermann, tempoyu hızlı alı- nca orkestra ile karşılıklı söyleşı ortamı yok oldu; orkestra, solistı kacınnamak kaygısına düştü. James Judd, son bö- lümde çellolarda Mozart'ın yarattığı mehter seslerini yansıtmaya ayn bir özen göstermıştı. İngiliz besteci Paul Patterson'un (1947) 'Europhoay' başhkh yapıtı, günümüz bestecısının her zaman gündeminde olan bir sorununu yine dü- şündürdü. 20. yüzyılda bestecinin şansı, kendinden öncekı yüzyıllan bir başvuru kaynağı olarak kullanabilmesi. Şanssız- lığı ise, bugüne dek pek çok yöntemın denenmış, mükemmele vanlmış olması ve yeni bestelerin kendi koşullan içinde yargılanmaktan çok, hep öncekı anıtsal yapıtlarla kıyaslanmasıdır. Patterson'un yapıtı, Srravinksi, Bartok, Goerecki, Britten, Vaughan VVilliams gibi kendin- den öncekı kuşaklann referanslanyla süsfü, yaylı çalgılann zengın orkestrala- ması ile birleştirümiş ve müziğin yeniden melodiye döndüğünü ilen süren birçalı- şma. James Judd yönetımindeki İngiliz Oda Orkestrasf nın en özenli yapıtı ise Haydn'ın *94. Senfoni'siydi. Bestecinin mutlu Londra yıllannda yazdığı senfoni. tüm güleç çizgileri ile parlıyordu. Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk opera yapıtı 'Özsoy' 60 yıl önce Ankara'da temsil edilmişti 'Özsoy'uninanılmazöyküsü" Ve nihayet üçüncü gün Atatürk bizzat çıkagelir. Herkesteki heyecan ve endişe, bende yerini sabır ve tevekküle bırakmıştır. Ama, kısa provanın sonunda locasında ayağa kalkan Ata- türk'ün salonda çmlayan sesi yüreklere su serper: Bravo! Bravo! Devamedin..." na döndüm: Bir aydan belki biraz fazla bir zaman içinde bir opera? Eser yazılacak, orkestraya düzenlenecek, solistleri, korosu, orkestrasj, öğrenecekler ve temsil oiunacak! Kiminle, hangi so- Bstierie, hangi koro üe? Sonra, bu ^i yapacak olan, bir kenara atıunış olan ben..." Saygun; ''Elimizde soiist olarak bir merhum Nurullah Taşkıran vardı bir de, şayet gelirse, İstanbul Şebjr Konservaruvan'nın değerli hocası soprano Nimet Vahit Hanım" diye yazıyor. Arkası- ndan, şunlan ekbyor: "Sonra, belki bir küçük rol için kabul eder- se, Halil Badii Yönetken merhum fle, gene belki küçük bir rol için İstanbul Şehir Tiyatrosu'ndan Se- miha Berksoy Hanım..." Bır süre düşündükten sonra, karannı ve- rir genç besteci; İstanbul'dan Nı- met ve Semıha hanımlar gelecek Ankara'dan Nurullah ve Halıl Bedi beyier sağlanacak. bu arada bazı gençler smanacaktır. Aktörleri, Halkevi'nin temsil bölümü kadrosundan bulmak zor olmaz. Koro. Ankara Kız Lisesi'nin ve Gazi Terbiye Enstıtüsü'nün yetenekli öğrencileri arasından seçilir. Cumhurbaşkanlığı Bandosu'ndan beş müzikçiyle, İstanbul'da Cemal Reşıt Rey'in kurduğu yayü çalgılar orkestrasından oluşan karma bir orkestra görevlendirilir seslendir- me için. Sonra da, günlerce, haftalarca süren. geceli gündüzlü, benzen az bulunur bir çahşmayla, bir yan- dan operanın solo ve koro parça- lan, orkestra partilen bestelenir, notaya ahnır, bir yandan prova- laryürürgider Gene Saygun'un deyişiyle "... Derken, bir gün Halkevi'nin tocalarmdan birinde yabancı si- malar belirir. ertesi gün daha baş- kalan. Ve nihajet üçüncü gün Atatürk bizzat çıkagelir. Herkes- teki heyecan te endişe, bende ) eri- ni sabu- ve tevekküle bırakmıştır. Ama, kısa provanın sonunda locasmda ayağa kalkan Atatürk'- ÜNERBtRKAN Geçen hafta. cumhuriyet son- rası Türk müzik tarihinin en önemli olaylanndan birinin yıl- dönümüydü; Ahmed Adnan Say- gun'un (1907-1991) "özsoy" adh operası, bundan tam 60 yıl önce (19 Haziran 1934) Ankara'da temsil edilmişti. Nedir 'Özsoy'un önemi? Cum- huriyet Türkiyesi'nin ilk opera yapıü olma özelüğini taşımanın yam sıra, bu yapıtın asıl değeri, simgesel anlamıdır. 60 yıl önce- nin buram buram Atatürk sevgısi kokan, devrimci Ankarası'nda, 'Büyük önder'in isteğt üzerine, bir avuç Türk genci yaratmıştır 'Özsoy'u. Şimdi, o günlere dö- nelim, bucoşku verici. inanılması güç yaratma öyküsünü hep bir- likte, ibretle analım: Bir ay içinde bir opera İran Şehinşahı Rıza PehJevi, Atatürk'ün konuğu olarak ülke- mize gelecektir. Atatürk, komşu ülke ile dostluk iüşkilerimizin ge- lişmesine çok önem vermekte, bu yüzden, konuk hükümdann en anlamlı biçimde ağırlanmasını öngörmektedir. Bu yüzden, ağı- rlama programına bir de, Türk- İran dostluğunu tarihsel köke- niyle ele alıp işleyen bir "opera"- nın ahnmasını ister. Ziyarete bir buçuk ay kadar kısa bir zaman kalmışur. Adnan Saygun'un konu ile ilgiü bir yazısında be- lirttiği gibi bir "mudze"dir bu; "Öyle bir mucize ki, benim hayab- ma yeni bir yön vermesi bir yana, sonoçian bakınundan Türk sanat hayatma yeni ufuklar açan bir mu- Operanm metninı yazrna gö- revini üstlenen Mûnir Hayri (Egeü), müziğin kendisi tara- fından yazdmasmın uygun ola- cağım, o sıralar Ankara'da yöne- tim çevreleriyle arası pek de hoş olmaya Saygun'a büdirir. Bu öneri karşısmdaki duygulannı şöyle anlatıyor o zamanlann ~ ~~ genç, idealıst bestecisi: "... Şaşkı- Ahmet Adnan Saygun, Atatürk'ün isteği üzerine kısa sürede bir mucize yaradn'Ozsoy'. ün salonda çmlayan sesi vüreklere su serper Bravo! Bravo! Devam edin..." 'Özsoy' temsili ile ılgih olarak, 19 Haziran 1934 günü Cumhunyet'te şu haber yer alır "Nimet Vahit, Setniha hanımlarla Nurullah Şevket Be>, baş rolleri teganni edeceklerdir. Kız Lisesi ve Terbiye Enstirüsû korolarının işti- rak edecekltri bu eser, milli ope- ramızın ilk adımı sayılacaknr. Eserin ilk temsili bugün saat 16'- dan iribaren Ankara ve İstanbul radyolan tarafından neşredilecek- tir. Bu temsil, Ankara milli ti> atro havatımızda bir dönüm ve bir hamle sav ılaeaknr." En güç koşullarda... Temsilden sonra, 20 Haziran 1934 günlü Hakimıyet-i Milliye gazetesinde şu haberi okuyoruz: 'Dün saat I6"da Halkevi'nde İran Şehinşahı Rıza Pehlevi hazrerleri- nin şereflerine, sembolik 'Özsoy' pi>esi temsil olunmustur. İran Şehinşahı Hazretleri'yle Gazi Hazretleri, güzide bir haİk- la tamamen dolu bir halde bulu- nan temsil salomınun hususi loca- smı teşrif buyurmuşlar ve İran milli marşı ve İstiklal Marşı ile karşılanmıslardır..." Gene Saygun'un deyişiyle, "Cumhuriyet devrinde ve Ata- türk'ün teUdnleriyle Türk operası- na doğnı ilk adıtn işte böyle atılmıştır. Benim yazmış olduğum eser, güzel sanatlar konusunda dü- şüncelerini esasen vıllarca önce dile getirmiş olan Atatürk'te belki fîkirierin biilurlaşmasına imkan hazırlamıştır. En güç koşullar altı- nda, ama büyük bir heyecanla ger- çekleşririlmiş olan bu ilk sahne tecrübemin, bu itibarla, gönlfimde ajxı bir yeri vardır." Şimdi, bu anma yazımı biti- rirken, size bır soru: 'Özsoy'dan tam 60 yıl sonra, bır komşu dev- let başkanının ziyareti dolayısıv- la. Çankaya'da 'Ibrahûn Tatuses Konseri' verilmesini, bugün lerimiz bakımından, ilginç ve dü- şündürücü bulmuyor musunuz? ÜŞÜDÜŞÜNCEYE SAYGI MEMET FUAT KamtAramak Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Geces/'nde, doğabilimcilerle Tanrıbilimciler arasındaki tartışmalar- dan, sürtüşmelerden söz ediyor. (ss. 200-208) Academie Française üyesi ünlü Tanrıbilimci François Fenelon 1713 yılında bir yazı yazmış. Başlığı niteliğini açıklıyor: "Tanrınm Varlığının Doğaya llişkin Bilgilerden Türe- tilmiş Kanıtı". Hoimar Von Ditfurth, evrenin düzenini belli bir amaca yönelik olarak değerlendiren, doğa olaylarını tansıklar olarak ele alan aniayışı, üstünden nerdeyse üç yüzyıla yakın bir süre geçtikten sonra bile, günümüzde, şaşıla- cak kadar çok sayıda insanın benimsediğini söylüyor. Oysa bilimierdeki hızlı gelişmeler, doğa olaylarına getirilen kanıtlı açıklamalar karşısında, inananların güç durumda kalmalarına yol açan bir yaklaşım bu: Ya tan- sıklarla pekiştirilen inançlar sarsılıyor, ya da bilginlere, bilimsel düşünceye ters bakılmaya başlanıyor. Gerçi dinbilimciler evrenin, doğanın hiçbir zaman bü- tünüyleaçıklanamayacağını, insanın kavramagücünün, yetenekierinin, zekasının belli bir sınırın ötesine geçe- meyeceğini ileri sürerek bilimsel açıklamalarda her za- man doğaüstü bir gücün doldurulması gereken bir boş- luk bulunacağını vurguluyorlar, ama Hoimar Von Dit- furth bunun da Tanrıyı bilmediklerimizle sınırlamak an- lamına geldiğini söylüyor: "Bir dindarın ağztndan çıkabUecefc böyle bir ifade Tannsal güç kavramının tuhaf bir biçimde sınıriandırıl- ması ya da Tanrının yetki alanının daraltılmasıymış gibi geliyor bana. Eğer Tanrı varsa, aklımızın ve kavra- ma gücümüzün yettiği alan niçin Tanrının yaratıcılığı- nın eseri olmasın ki?" (s. 207) Sürekli gelişen, yenilenen, yanıldığını görünce ku- ramlarından, açıklamalarından vazgeçebilen bilimlerle, değışmeye, yadsımaya olanak tanımayan inanç dizge- lerini birlikte ele almamak gerekir. Laplace gezegenlerin oluşumunu açıklamaya çalışan ünlü kıtabında Tanrıya niçin yer vermediğini soran Na- poleon'a, bir bilim adamının gururuyla, "Bu varsayıma gerek duymadım, efendım," yanıtını vermiş. Bilim adamları elbette doğaüstü açıklamaların kolay- lığına sığınmadan çalışmak durumundalar. Ama Hoi- mar Von Ditfurth'a göre, şöyle bir denklem kurmaktan kaçınmak gerekiyor: "Evren tümüyle açıklanamazsa Tanrı vardır - evren tümüyle açıklanabilirse Tanrı yok- tur." Nobel ödülü almış İngiliz bilim adamı Peter Medavvar, Tanrıya inanıp inanmadığı sorulduğunda, "Elbette ha- yır, ben bir bilim adamıyım," diye yanıtlamış. Hoimar Von Ditfurth bu gerekçeyi yüzeysel buluyor. "Evrenin deneysel dünyanın ötesinde kalan bir ne- deninin bulunup bulunmadığına inanmak kişinin ken- disine kalmış bir karardır, gene bu nedensel ilkeye hangi adı vereceği ve bu kavramdan ne gibi sonuçlar çıkartmak istediği de kendi bileceği iştir. (...) Dine ina- nan bir kimsenin Tanrının yarattığmı varsaydığı bir ev- ren içinde yer alan dünyada bir yandan bilimsel iler- lemenin yolunu devam ettiğini düşünürken öte yandan dinsel inanç taşıması yüzünden herhangi bir güçlüğe düşmemesi gerekir. Bilim bu dünyada değilse başka nerede iz sürecektir? Oinlerin ileri sürdükleri gibi evrenin bir yarabcısı var- sa, bu yaratıcının varlığıyla, sözgelimi moleküller biyo- lojisinin yeryüzünde belirli bir aşamada ulaşmtş oldu- ğu gelişmişlik durumu arasında en ufak bir ilinti olabilir mi? öte yandan herhangi bir bilim adamı Tanrrtammaz bir tavır benimsiyorsa bu da onun bileceği iştir ve onun tartışılmaz haklarından biridir. Çünkü kimsenin elinde onu bilimsel yönden çürütecek bir kanıt bulunmamak- tadır. Gel gelelim aynı bilim adamı dfn ile olan bu ilişki- sini bilimsel görüşlerle desteklemeye ve evrende bir Tanrının bulunmadığını kanrtlamaya çalıştığı anda, onu da ne Nobel ödülü, ne de herhangi bir başka paye, yukarda attını çizdiğimiz hatalı düşünce geleneğinin kurbam olmaktan kurtaramayacakbr." (ss 207-208) Sanırım bütün bunları şöyle özetleyebıliriz: Hoimar Von Ditfurth dinsel inançların bireysel sezgiye bırakılması, akıl yolundan, bilimsel araştırmalardan uzak tutulması gerektiğine inanıyor. Devlet Demiryollan'nda tiyatro ANKARA (L'BA) - "Kanmla Evleniyorum" adlı oyun Devlet Demıryollan Behiçbey Eğıtım Müdürlüğü Tiyatro Salonu'nda 6 temmuzda sahnelenmeye başlanacak. Oyunu. Demıryolunu Sevenler Derneği Tiyatro Grubu sahneye İcoyacak. Ephraim Kishon'un yazdığı ve Hale Küntay'ın Türkçeye çevirdiği oyunu Yusuf Aksonguryönetiyor. Oyunda Zafer Gökçek. NurayCin, Nursen Cin. Orhan Akçay, Nurseli Tirişkan ve Yusuf Aksongur rol alıyor. Oyunun dekoru Raşıt Yıldırım'a. ışık tasanmı Tamer Terzi'ye ait. Doğu Avpupa sanatı sergileniyor BONN (UBA) - Bundan kısa bir süre öncesıne dek "demir perde' ileaynlan Doğu Avrupa ülkelerinin 20. yüzyıla aıt sanat ve kültürü ilk kez bir sergide derlendi. Kuzey Ren VestfaK a Eyaleti Sanat ve Kültür Vakfı ile Bonn'daki Alman Sanat ve SergiMüzesfningerçekleştirdiğisergi löekim tanhinekadar açık kalacak. Avrupa kültürünün çok yönlülüğünü, bütünlüğünü ve aynı zamanda Avrupa'da karşıt siyasi kutuplar oluşturan ülkelerin birbirleriyle anlaşma istemini dile getiren sergi konusunda yapılan bir değerlendirmede bu konuda şunlar söyleniyor: '"Avrupa'mn doğu ve batı şeklinde trajik a> nmı yaklaşık yanm asır sürdü. Bu durum Elbe Nehn'nin doğusundaki ülkelerin kültürünü daha önemsiz görme alışkanhğına yol açtı. 'Avrupa Kültürü' ile yalnızca Batı Avrupa kültürü kastediliyor. Buyanhş değerlendirmeye son vermek için böyle bir sergi projesi gerçekleştiriliyor". 'İnsancıl'ın yeni sayısı KültürServisi - Aylık kültür ve sanat dergisi "İnsanaJ'"ın yeni sayısı çıkü. Derginin bu sayısında Cengiz Gündoğdu'nun "Güzel BirAşk lçin",Temel Demırer'in "Soru(n)lar Karşısında", Kaan Arslanoğlu'nun "Yarulmanın Gerçeklığı-3", Ozan Yılmaz'ın "Anlamak", Bernn Taş'ın "Şiirime Verdiğim Görev", Mustafa Bayram Mısır'm "Yeni İnsan Üst Eleştirisi", Bülent Habora'nın "Sevgj Yolu Palmiyealtı Sohbetleri". Bozan Yalan'ın "Ben Bir Küçük Yazanm Canım İsterse Yazanm", Yusuf Çotuksöken'in "GramerTerimleri Sözlüğü Üzerine", Mehmet Aydın'ın " Yaşanmış Oiayiardan Kesitler", Ayhan Aydın'ın "Bir Anadolu Bilgesi... İsmet Zeki Eyüboğlu" başhkh yazılan, Zihni T.AnadoI'un "Uyanış Isüğı" adlı öyküsü, Cengiz Gündoğdu'nun "YıldızGüncesi" ile Ah' Ersin Günçe, Gunter Grass, GüngörGençay, Serpil Durak Tunçer, Türkan İldeniz, Özer Burgaz, Fihz Öztürk, Nihat Ateş ve Ayhan Ergün'ün şiirleri yer alıyor. Igdır'a kültür merkezi IĞDIR (A.A) - Iğdır'a kültür merkezi kurulması için belediye tarafından 5 bin metrekarearsa tahsisedildi. Iğdır Belediye Başkanı Ali Asker Aşınm, ilde kültürmerkezi bulunmamasının büyük bireksiklik olduğunu belirterek, merkezin yapımı için arsa tahsisettiklerini bildirdi. İl Kültür Müdürü Oktay Bölüm de, kültür merkezi yapımı için proje çalışmalannın tamamlandığını ifade ederek, "Arsa bulamadığımız için projeyi gerçekleştiremiyorduk. İnşaata en kısa zamanda başlayacağız" diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle