Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29KASIM 1994SALI CUMHURİYET SAVFA
KULTUR 15
DERGILERDE GEZINTI KONURERTOP
Bilcümle vebal bizdedir-Dünya-Kitap"ın "Yılın Kitabı" ödülü, TÜ-
YAP Kitap Fuan"nda Prof. Dr. Bozkurt Gü-
venç'in "Türk Kimliği" kitabına verildi. 1000
dolariık ödül, biçım ve içerik bakımından nite-
liklı kitap yayımını özendirmek amaciyla ve ki-
tabın yayıncısına verilmek üzere konulmuştu.
Böyle bir ödülü devletin almasını özel yayınev-
leri hoş karşılamadılar. Ödülle asıl özendirilme-
si gerekenin kendileri olduğunu ileri sürdüler.
Oysa ödül kazanan yapıt baskısı. kâğtdı, ciltlen-
mesi. fiyatıyla bakanlık yayınlan arasında oldu-
ğu kadar ülkemiz yayıncilığında da dikkat çeke-
cek bir ürün. Harf seçimi, sayfa düzeni gibi bı-
çim özellikleri metnin sergilenmesine iyi bir
yardimcı olmuş.
Köklerimizi buhnak
Içeriğe gelince' Yazann ulusal kjmlik sorunu-
na yaklaşımı önyargıdan uzak, akla ve bilime
uygun. kapsayıcı, ufuk açıcı. hoşgörülü, birleş-
tırici... Ulusal kımlığımizi belırlerken "Turanb-
sı, Müslümanı, Anadolulusu, RumelilisL SünnisL
AIoisi, Doğulusu, BatılısL Atatürkçüsü ve şeri-
atçısıvla hepsi biriz." dıyen Gü\enç. Türk insa-
nını hoşgörüye çağırıyor. "Köklerimizi arayıp
buldukça kendimizi tanıyacağız; kendimizi tanı-
dıkça umuyorum ki, karşıt gördüğümuz öteküe-
ri hağışlamayı öğrenece^z." Türklüğün ve Tür-
kiye'nin kültür tarihini araştıran yapıtın gele-
cekle ilgıli öngörüsü de şöyle: "Türk varlığının
geleceği birbirini kabul etmeyen insanlann zoria
veya okulla birbirine benzetilmesivle değil; bir-
birine benzemeven insanlann birbirini hoşgö-
riivle, gönülden kabul etmesiyle sağlanabilecek-
tir.~
Ozgtir ve demokratik
Türkiye Yazarlar Sendikası'nın dergisi "TYS
Edebiyafın ana konusu da Güvenç'in üzerinde
durduğu güncel sorundan yola çıkmakta. "Ulu-
sal Kimlik ve Edebiyat" konusunun işlendiği
dergıdekı söyleşide Güvenç. bugünkü kimlik
arayışının ya-
rattığı "fslam-
k ü•Aydın, halktan ç
uzaklaşmayacak,
l ü k
"
8 l b l ku
"
kopmayacak,
halkın
arasından
gelerek onun
bir parçası
toplaşmaları
değerlendirir-
ken şöyle di-
yor: "Çatışma
aslında ve te-
melde kullukla
özgürlüğün,
esaretle ba-
ğımsızlığın,
geçmişle gele-
sürdürecektir. f™*™* ikti-
^ ^ ^ ^ ^ ^ dar savaşımı-
^ ^ ^ * " dır." Güvenç
"özgür ve demokratik çağdaşlaşma (kalkınma)
modeli başarılı olmadığı takdirde huzuru ve
mutluluğu öteki dünyaya erteleyen dinsel kök-
tenciüğin yayılıp gelişeeeğine" dikkatımizı çeki-
yor. Kitabının teknık düzeviyle "uluslararası pi-
yasanın katitesine uygun" olduğunu vurguluyor,
getirdiği yargılann ise tartışmaya açık olduğunu
hatırlatıyor: "Yapıtı eleştirecek kişilerden bir
şeyler ya/malannı beklerdik. Bana Türkiye'de,
nkuyan pek yazmıyor, yazan pek okumuyor gibi
geliyor."
Güvenç'in aldığı ödülle ilgili olarak "Dünya-
Kitap"ta yer verilen bir değerlendirme şöyle:
"Yazarlanmız, yay ıncılanmızj(_) dünyayı kalem-
criylc değil adeta dişleri ve tırnaklanyla da de-
iştirmek istiyorlart...) Ötp yandan da düşünce-
\iin suç sayıldığı bir ülkede vaşamanın getirdiği
sıkıntılar var. Bilimadamlanmız, vazarianmız ve
yavıncılarımız düşünce suçu gibi olmayacak bir
kavramın ardından tutuklanıyor ve mahkûm
ediliyoriar. Bu ortaçağ karanlığını vırtmak, aş-
mak zorundavTZ." Bunlan söyleven Kültür Ba-
^ a n ı fiııTuTi^urSavâytnrBîrdOzeydebiryetk
nın böyle konuşabılmesme karşılık devletımizin
_komısiLPrtaçag karanlığını sûrdürmesi ise
Türk Romanında Aydın Kimliği" başlıklı ince-
lemesinde ele aldığı sonuncu aydın örneğinin
çürüyen toplumla birlikte eriyip biten biri oldu-
ğunu gösteriyor. O. Atay'ın "Tutunamayan-
tar"ındaki aydın, kendisiyle hesaplaşmada ye-
nik düşmüştür. Bu yapıtta "Ben ne yapmak isti-
yorum?" sorusuyla vakit öldüren aydınlar ya-
bancılaşmış, uyumsuz kimselerdir. Nitekim Se-
lim, insanlarla ve yaşamla bağlannı koparmış-
tır.
lncelemede üç romanın kahramanlannm bu-
lundukları mekanlarda birer yabancı olduklan,
hep başansızlığa ve hayal kmklığına uğradıkla-
n hatırlatılıyor. Aydın, halktan uzaklaşmayacak,
kopmayacak, halkın arasından gelerek onun bir
parçası olmayı sürdürecekti. O zaman yazgısı
bambaşka olacaktı. lşte Sabahattin Ali'den Ke-
mal Tahir'e, Orhan Kemal'den Fakir Baykurt'a
gelişen ve sonra yançizilen gerçekçi romanı-
mızda gördüğümüz ise "halka ta'n eytemeyen"
bu farklı aydın tipidir.
Hepimiz suçluyuz
Herkes yaşadığımız toplumsal bozukluklar-
dan, yolsuzluklardan, rüşvet olaylanndan, siya-
setçilerden, mafyadan, medyanın yanlış yönlen-
diriciliğinden
y akı n ı y o r.
Mehmet Ali
Kılıçbay'ın
"Yeni Gün-
dem"in "Yol-
suzluklar, Eko-
nomik Sistem
ve Hukuk" ko-
nusuna ağırlık
veren sayısın-
daki yazısının . . .
ıçın toplum
giderek
kirlenmektedir.
• Herkes
ayncalık
peşinde
koşmakta, haklar
asla gündeme
getirilmediği
ALINTDLAR
TAHSİN YÜCEL
Yazın ve Yarar
Ulusal Kimlil
ve
Edebiyat
bağışlanmavacak bir çelışkidır.
Bilcümle vebal bizdedir
Konur hrtop. Boıkort
r, ErtbU
Umm*ftrr K4
Mut-attrr Rayrukr<><
Ar«h«l, Bchsat Ay
•"Turanlısı,
Müslümanı,
Anadolulusu,
Rumelilisi,
Sünnisi, Alevisi,
Doğulusu,
Batılısı,
Atatürkçüsü ve
şeriatçısıyla hepsi
biziz."
•"Düşüncenin
suç sayıldığı bir
ülkede yaşamanın
getirdiği sıkıntılar
var... Bu ortaçağ
başlığı şu: "El
kirliyse yıka-
nır, ya toplum
kirliyse?" Kı-
lıçbay, "Hepi-
miz suçluyuz"
diyor. "Herkes ayncalık peşinde koşmakta. hak-
lar asla gündeme getirilmediği için, toplum gide-
rek kirlenmektedir." Yazıda devieti ve toplumu
demokratikleştirmek ıçin öneriler getirilmekte-
dir. Ünsal Oskay başka bir dergide, "Kültürel
bir sorun olarak siyasal yozlaşma" konusuna
eğilen "Varhk"ta aynı konuyu ele alıyor. "Med-
>a, yolsuziuklar ve stradan insan" başlıklı yazı-
sında halkın dışlandıgı siyasal yaşamın sakınca-
larını gösteriyor. Kurulu düzene destek olan
medyanın oluşturduğu tehlikeye dikkat çekiyor.
Medyanın sorumsuz ve yanlış yönlendirmesiyle
"yalnızca kendisi, aüesi ve hanesine karşı inançlı
ve sadık; topluma, insanlara ve dünyaya karşı
hiçbir sorumluluk yüklenmek istemeyen, hod-
bin, bencil, ürkek ve sinik biri" haline getirilen
sıradan insan sonunda yiyıcıler. yolsuzluk ya-
panlar arasındaki yerini alarak baskıcı, tutucu
siyasal hareketlere taban oluşturabilecektir...
Oykuter
Edebiyat dergileri yukarda ele alınan konulan
tartışıyor ama, edebiyat yapıtlan bu sorunlann
çok uzağında. "Yoksul kesim insanlannın gün-
lük yaşamlanna" eğilen MuzafTer Buyrukçu,
"TYS Edebiyafta yaşamı ve kendi yapıtları
üzerinde açıklamalar yaparken sözü bayan öy-
kücülerin çoğaldığına getiriyor. Buyruİcçu'nun
yargısı şu: "Aile baskılan. bunalımlar, kocala-
nndan memnun olmayanlar, aklatanlar, evlerini
terk edenler, yeni aşklar, y^ni mutluluklar. eleşti-
rikr ve yığın yığın duygularia örülen iskeletler.
Ama hepsi aşağı yukan aynı kaynaklardan bes-
lendikkri için tekdüze bir öyküye gkliş başladu
Çeşitlffik, değişiklik yok."
Bayan öykücülerin çoğaldığı çok doğru. Ha-
san O^Türk. "IVrg^
h
'"
tı
'
h
" H j SS
daki 55 öyküden 32"sinı bayanlann kaleme aldı-
gını anlaiıynt. Bıı öykülerin içerigi ise Buyruk-
ırtmak, aşmak
zorundayız."
Düşüncenin suç sayılmaktan çıkarılmasını
bekleyen. bunu elde etmek için didinen aydın-
lar, olanaklannı halkın yaranna kullanabıliyor-
lar rru? Halkından kopmuş, içine kapanmış ay-
dın kendini umarsız, yenilmiş buluyorsa bu ba-
taktan onu kim kurtaracaktır? Erkin Canpo-
lat'ın "Variık"'taki yazısı üç roman kahramamn-
dan yola çıkarak "ayduı IdmligTnin özellikleri-
nı, değişimini araştınyor. Ilk ömek Y.K. Kara-
osmanoğlu'nun "Yaban"ındaki Ahmet Celal.
Daha önceki yol gösterici aydın kimliğine kar-
şılık "Yaban"ın aydını kendini sorgulamaya gi-
rişmiştir. Uğrunda savaşım verdiği halkla ara-
sındaki uçurumu farketmiştir. Başka bir aydın
tipı. Yusuf Anlgan'ın "Aylak Adam"ı olacaktır.
Inceleme yazarı onun öncekilerden farklı olarak
egemen ideolojiye karşı eleştirel bir söylem ge-
liştirdiğine dikkatimizi çekiyor. Öte yandan -
Oğuz Atay'la ilgili bir yapıtın sahibi olan
T.Seypperin kullandığı terimle- Aylak Adam'ı.
"palyaçolaşmış aydın"ın habercisi sayıyor. (Ti-
pin gelişmış örneği ise Atay'ın "Tutunamayan-
lar"mda karşımıza çıkacaktır!) Toplumdaki de-
ğerlerin yapmacık ve gülünç olduğunu gören
Aylak Adam. "kiüenin bir parçası olmak duru-
munu" reddetmiştir. Içinde bulunduğu duruma
yabancıdır, yalnızhk ve içsıkıntısı çekmektedir.
Düşünce üretmesi beklenirken yönelebildiği
alan yalnızca aylaklıktır... E. Canpolat, "Ya-
ban'dan Avlak Adam'a ve Tutunamavanlar'a
çu'nun sıraladıklarına bütünüyle yabancı:
H.Öztürk'ün yazısından bir bayan yazann ta-
savvofr trir dönyaya yöndtp tc temizHgine trfaş-
masını anlattığını, bir öyküde "eşyanın ruhu
var mı?" diye sorgulandığını öğreniyoruz.
Bir öykü hafız olmak amacıyla bekâr hocası-
nın evine giden bir genç kızın, karşılaştığı ilgi-
sizlik yüzünden hafızlığı bırakıp hayata küsme-
sini anlatıyormuş. Öğretim görevlisi bir bayan
yazar "Osmanhyu yaşayan ve hisseden insanla-
nn tarihi olarak" değerlendiriyormuş! "Türk
hikâyesiyle ilgilenenler Dergâh'a bakmak
zorundadırlar" diyen H.Öztürk'ün çağnsını
ben de "Türk hikâyesiyle ilgilenenler"e duyu-
ruyorum!..
Cabell Calloway mizah gücü ve kendine özgü ifade biçimiyle Amerikan müziğini zenginleştirdi
4
Swing'in altın çağının son dinozoru'
Paul Valery, Eupalinos'la, insanı insan yaptıkları söy-
lenen ayırıcı nitelikleri pek de ayırıcı bulmuyormuş gibi
bir izlenim uyandırır. Öldükten sonra tinler evreninde kar-
şılaşan iki eski dostun: Sokrates'le Phaidros'un unutul-
maz söyleşiminde, Phaidros, "Ama bızı birer insan ya-
pan da bu küçük fazlalıktır!" deyince, Sokrates'e "Kö-
pekler yıldızları görmez mi santrsın? Yıldızlar köpekleri
hiç ilgilendirmez. Gözlerinin yalnızca yersel nesneleri
görmesi yeterdi; ama salt yararlığa göre yaratılmamış-
lardır, göksel nesneleri ve gecenin görkemli düzenini de
görürler" dedirtir, Phaidros'a da "Gözlehnı aya dikerek
bıkıp usanmadan havlar dururlar!" diye onaylattırır bu
gözlemi. Böylece, Rousseau'ya yaraşır bir yüce gönül-
lülükle, nerdeyse tüm yaratıklan insanda bedenden,
nesnede özdekten ötesini görme yetisiyle donatır. Ne
denir? Sokrates'in köpekleri gibi Baudelaire'in köpekle-
ri de doğrular böyle bir görüşü. Ama tüm yaratıkların in-
sanda bedenden, nesnede özdekten ötesini de gördük-
lerini kesinleyebilir miyiz? Daha da önemlisi, her insanda
bulabilir miyiz bu yetiyi?
Söylemek bile fazla, Sokrates'in köpeklerinin özelliği
en çok insana yakıştırılır, yüzyıllar, binyıllar ötesinden ge-
len söylenler, masallar, türküler de bunu sürekli doğrular.
Gene de, insanlar arasında, bakışları köpeklenn bakışla-
rından çok daha beride kalanlara oldukça sık rastlıyoruz.
Örneğin biz bir balede danseden kadında kadını değil,
bir başka dünyanın göstergelerini, bir başka dünyanın
varlığını sezdiren bağıntı ve uyumları görürken, baleyi
"göbekten aşağı "nın alanı sayanlar var; danseden kadını
da nesneleştiriyor, nesneleştirmekle de kalmayarak "alt
yan "sına, yüzünü bile yitirmiş bir cınsel nesneye indirgi-
yorlar onu. Çevrelerinde özdekten ötesinin tüm belirtile-
rini sildik de ondan mı? Hayır, öyle bir yönelim bulunsa
bile, o noktaya gelmedik daha. Ama, birtakım türdeşleri-
miz, "Salt yarahılığa göre" koşullandırıldıklarından ola-
cak, özdeğin ötesinin ayncalıklı alanı olan kutsalın öğele-
rini bile soruya, kuşkuya, serüvene karşı birer korunma
duvarına dönüştürüyor, ölülerimizle ilişkilerimizi bile yarar
açısından değerlendiriyor, "Saygı durjşu yararsızdır, fa-
tiha yarariı" diyorlar.
Doğanın hiçbir yaratıktan esirgemediği düşünülen bu
görme yetisinden şu ya da bu biçimde yoksun kalmış in-
san türü yeni bir tür değil, tarihte de, yazında da sık sık
rastlarız örneklerine, en ilginç örneklerinden birini de
Suç ve Ceza'öz Dostoyevski sunar: Yoksul ve namuslu
bir genç kızla evlenerek hiçbir zaman güvenceye alın-
ması düşünülemeyecek değerleri: bağlılığı, minneti ve
sevgiyi güvenceye bağlamak isteyen avukat Piyotr Pet-
roviç Lujin. Raskolnikov, yalnızca bu tutumu nedeniyle,
daha yüzünü bile görmeden, ilkel, çıkarcı, çürümüş bir
insan olarak değerlendirir onu, bir daha da düşüncesini
değiştirmez; tam tersine, her şeyinde bir kusur arar,
mektubunun biçemi nedeniyle bile yargılar onu, "Adam
avukat, müşterıleri var, konuşması da daha çok özentili,
gere de okumamışlar gibi yazıyor", der örneğin. Ama,
biraz yakından bakılacak olursa, uygunsuz bir zamanda,
gizlenemeyen bir hıncın ürünü gibi görünen bu sözlerin
bize kimi türdeşlerimizi tüm yaratıklann gerisine düşüren
körlüğün açıklamasını getirdiği düşünülebilir: "okuma-
mışlar gibi yazıyor." Avukat, danışman, işadamı olduğu-
na göre, Lujin'in öğrenimsiz bir adam olmadığı kuşku
götürmez, ama, öyle anlaşılır ki, eşi hizmetçiye ve cinsel
nesneye indirgediği gibi, okumalannı da doğrudan ya-
rarlı olanla sınırlamıştır; daha kestirme bir deyişle. Lujin
yazın ürünlerine yabanct bir adamdır.
Dostoyevski açık açık söylemez bunu bize, ama, ne
olursa olsun, Piyotr Petroviç Lujin'in kabalığı yazına ya-
bancı olanların kabalığı, körlüğü yazına yabancı olanlann
körlüğüdür. Öyle ya, yazın, doğası gereği, hep "öfeWni,
"ötedeki"n\ çıkarır karşımıza, "ötek/"ni en azından eşiti-
miz olarak anlamaya yöneltir. Kimi insanlann yazına düş-
man olmalannın temel nedeni de budur belki: Doğanın
sesini susturup yararcılığın dört duvarı arasına kapan-
dıktan sonra, "öteki"r\\n sözünü bile duymak istemez;
çünkü "öteki", "ötedeki" kesinlikle bilinmeyeni, dolayı-
sıyla çelişkiyi, dolayısıyla soruyu, dolayısıyla kuşkuyu ve
korkuyu da kendisiyle birlikte getirir her zaman; bizi
onunla karşı karşıya getiren yazın da iki de bir sorar ya
da sordurur: Kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidıyo-
ru?? Uğraşından inari'''"a uannrgya rİBk hpr şeyini ya.-
rarcılığa dayandırmış kişi, aya doğru havlayan köpeğin
ni-hile rjnym?k İRtpmRdiğindftn, sesine kulaklan-
nı tıkar.
Oysa çelişkiyi, kuşkuyu ve korkuyu bize en keskin bi-
çlrride yazın yaşattığl ğibî, ontantpetc çözrnernekte birttk^
te) en çok yumuşatan, en çok evcilleştiren de yazındır.
CRR Konser Salonu'nun
özerkliği için imza
kampanyası (4)
Kültür Servisi - Onunla bir-
likte. 'swing'ın altın çağının son
dinozoru da yok oldu. Harlem
Cotton Club'ın 30'lu yıllardaki
yüdızı. 'zazou' hareketınin esin
kaynağı, "Blues Brothers"ın ko-
nuk sanatçısı Cabell (Cab) Callo-
wa>. Hockessın'de 86 yaşında öl-
dü."
Tarıh, 10 mayıs 1988. Cab
Calloway. arkadaşlanyla birlikte
Nevv York Carnegie Hall'de gös-
teri dünyasındaki altmışıncı yılı-
nı kutluvordu. Sahneye çıkma-
dan bırkaç dakıka önce şu telg-
rafı aldr. "Hiçbir seref, bu kadar
hak edilmiş olamaz. Yaşamınız
bov'unca, mizah gücünüz ve ken-
dinizc özgü ifade bîçiminizle
Amerikan müziğini zenginleştir-
diniz. Genç-yaşb herkesi büyüle-
yerek kalbimize hiç çıkmamak
üzere yerleştiniz. Nanc> ve ben,
sİTİ selamlamaktan gurur duyu-
yomz. Tann sizi kutsasın.""
Ronald Reagan'ın bu mesajını
Cab Callovvay hiç unutmadı.
\merıka Birleşık Devletlen baş-
kanının. vazdığı bu bırkaç satır,
onun için hep gurur kaynağı ol-
du.
Nevv York Rochester'da 1907
yılının Noel gününde doğan Cal-
lovvay, gençlık yıllannı önce Bal-
tımore, sonra da Chıcago'da ge-
çirdi. Chicago'da bir yandan ba-
teri çalmavı öğrenirken, bir yan-
dan da Crane College'ta hukuka
hazırlık dersleri görüyordu. Ama
kısa zamanda müziğe daha çok
yeteneğı olduğunu anlayarak za-
manını daha sonra Louis Armst-
rong ve Andv Kirk'ün orkestra-
larında şarkı söyleyecek olan kız
kardeşi Blanche ile birlikte gece
kulüplerinde geçirmeye başladı.
Kendisı de IVÎarion Hardv'nın
nyla sahneye çıkıp lirik parçalan
kendine özgü bir biçimde sunu-
yordu, Saint Louis Blues, Saint
James Infarmary, Some of These
Days. o dönemin sükse yapan
parçalanydı.
Emprezaryosu Irving Mills,
ona New York Cotton Club'da
bir işi ayarladı. "Missouri-
ans"burada Fulton Theatre'da
Maurice Chevaüer'ye eşlik eden
Duke Ellington Orkestrasf nın
•Calloway, başrolünü Lionel Ritchie'nin
oynayacağı, kendi yaşamını konu alan bir
film çevireceğini açıklamıştı.
Ne yazık ki bu proje asla
gerçekleşemeyecek.
"Alabamians"ına katılmadan
önce bir süre Armstrong'la ça-
lıştı. Yeni grubunun yönetımini
elıne alan, tüm kısıtlamalardan
kurtulmuş yeni bir Callovvay'di.
Grup ISÎ. ilk notadan son notaya
kadar hareket halinde, müziğin
ritmıyle durmaksızın danseden
bir lıder tanımanın şaşkınlığı
ıçindeydi. Öyle hareketliydi ki,
bir gün sahneden düşüp bileğini
kırdı...
Izleyıciler de buna bayılıyor-
lardı. Her zaman dağmık saçla-
yerine çalacaktı. Ama bu zıyaret.
oldukça kısa süreli oldu. Bir pa-
zar akşamı, salon seçkin konuk-
larla doluyken anons etti: "Mös-
yö ve Madam Irving Berün!" Sa-
londakıler şaşkına döndü, çünkü
daha önce Madam Berlin diye
birını görmemişlerdi. Sağdan
soldan hata yaptığına dair kopya
alan Çallovvay, tekrar söze başla-
dı: "Özür dilerim, büyük bir ha-
ta yaptım. M. Beriin'in yanında
bulunan bavan. kansı değil!'1
1931 yılında. Çallovvay, kendi-
siyle birlikte anılacak bir parça
yaptı. Sokakta yaşayan alkolik
bir kadın olan "Minnie The Mo-
ocher"ın öyküsüydü bu. Bu par-
ça, müthış ılgi gördü: "Bir ak-
sam MılkleCottonClubdaotu-
ruyorduk, Minnie belirdi. He-
men bize verdiği ilhamla melodi-
yi ve sözleri yazdık. şarkıvı iki
gün sonra sevireiye sunduk."
Büyük bir zaferdı bu. Defalar-
ca istek alan bu parça, Callo-
vvay'in repertuvarından hiç çık-
madr. "Bir gün. şarkının ortasın-,
da aniden hafıza kaybına uğra-
dım. Sözleri anımsamadığım için
'hi-de-ho' sesleriyle bitirdim.
Böyiece "Hı-de-ho Man' dofdu."
Cotton Club'da Duke Elling-
ton ve Mılls Blue Rhythm Band
ıle dönüşümlü olarak sahneye çı-
kan Çallovvay. 1934 yılında bir
Avrupa turnesıne çıktı. Burada
eleştırmenlerin saldınsına uğra-
dıysa da seyircılerden çok olum-
lu tepkıler aldı. Hatta Fransız
'zazou' hareketınin de hazırlayı-
cısı oldu.
4O'lı yıllann sonlarına kadar.
'Cotton Club Orkestra'ya dönü-
şen grup, pek çok ünlü solıste
eşlik etti: Harry VVhite, Ben
Webster, Chu Berrv, Jonah Jo-
nes, Eddie Barefıeld. Milt Hin-
ton. hatta Dizzy Gillespie...
Ayşe Erkmen. Bülent Erk-
men. Sarkis, Emrehan Zeybe-
koğlu, Meltem Uza>r
, Nilgün
Halefoğlu. Serpil Özuzun. Fi-
gen Uygur. Gova Razon, Y.
Kemoğlu. Rüştü Tevs. Kemal
Saygan. Banu Burkut. Cülçin
Birsen. Lale lnal, Cihan Seç-
kin, Oktay Şentürk, Nilüfer
Topuksal. Berna Çamhdere,
E. Susün Saner. Özlem Atik,
Serpil Bilbaşar, Neslihan
Bayraktar. Merve Aslan. Meh-
met Torin, Ayla Terzi, Derya
Akyüz. Meral Tuncer. Ahmet
Ekşi, Kenan Ekşi, Pınar Kü-
çüktepe. Kerim Topsakal.
Tarkan Yalçın. Funda Topuz.
Eray Noraşın. Hakan Doğan.
Sibel Başkana. Güneş Kartal.
Fırat Garip, Bülent Yalçın.
Bülent Ateş. Kezban Bayrak-
tar. Hümeyra Özayan. Ahu
Özkarahan. Sema Ûçar, Ser-
tinaz Ekşi. Süleyman Er, Fa-
tih tcan. Çetin Ece, Gonca
Çalışkan, Ercan Dogrukul,
Onder Gülcan. Serhan Yalçın,
Erdal Özmer. Özlem Köse,
Macide Aytav, lnci Dıker,
Kadrive Içli. Uğur Uygar, Ay-
şegül .\kbaş. Şükran Ababay,
Gökçe Ateş, Faik Çelik, Me-
lek Çelik. Metin Aydemir.
Erol B. Scott, Figen Gürses,
Alp Tümer. Namık Nalban-
toğlu, Yusuf Pinhas. Hürrem
Sönmez, Asiye Bodur. Feyhan
Güver. Gülav Sevük. Recai
Yılmaz. Banu Ayseli, Nusret
Açıkgöz, Metin Temel. Coş-
kun Engin. Nesrin Tanbaşı.
Dr. Şefik Görkey, Ülker Ça-
ğatay. Tolga Ömer. Çicdem
Tuncer. Meltem Abdık, I. Er-
dil Sever, Dilek Kalkancı.
Çiğdem Akgüner. Yasemin
Şerbetçi.
SÜRECEK
"Tersine Dünya" Kahire
Film Festivali'nde
ANK.\R.\ (AA) - Ersin Per-
tan'ın yönettiğı "Tersine Dün-
>a", 11 aralıkta sona erecek Ka-
hıre Film Festivalı'nde Türki-
>e'yı temsıl edecek. Ünlü yazar
Orhan Kemal'ın 30 yıl önce
tefrika olarak yayımlanan aynı
adlı romanından beyazperdeye
uyarlanan film. yönetmenın
ıkincı film denemesı nitelığıni
taşıyor. Gösterildığı süre ıçen-
sınde sinemalarda hasılat rekor-
ları kıran fılmde. Lale Mansur,
Demet Akbağ. Rasım Öztekın
ve Tomris lncer rol alıyor 1993
yapımı "Tersine Dün\a", kadın-
la erkek arasındaki ılışkinın ter-
sine döndüğü bir dûııvanın ta-
nımlamasını yapıvor Fılmdeki
en çarpıcı kışilıklerın başında
gelen "Sarı Leman" tipleme-
siyle Lale Mansur, çıkardığı
oyunla büyük bir basarı '.crgılı-
yor. Öte yandan. F.r«in Per-
tan'mdiğer filmı "K.ırt Kanu-
nu" da ocak ayırı .. Kazablanka
Film Festivalı'nde Türkiye adına
yanşacak.