03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 1994 ÇARŞAMBA DEIYAZI POLTltKAVEOTESI MEHMED KEMAL Polonyalı bayan yontu sanatçısı Magdalena Abakonowicz sanata bakışmı Cumhuriyet 'e yazdı însan, düşlerinin dünyası ilevardırSevgili okuyucular, Size sanatın, insanlığın en zararsız etkinliği ol- duğunu söylemeyı istedim. Ama birden, bütüncül sistemlerde sanatın sık sık propaganda amacıyla kullanıldığını anımsadım. Size sanatçınm olağanüstü duyarlılığından da söz etmek istedim, ancak Hitler'in birressamol- duğu ve Stalin'in soneler yazdığı aklıma geldi. Sanat; akıllılıkla deliliğin, düşüncemizdeki düş- le gerçeğin mücadelesinden doğan, insanlığın en şaşırtıcı etkinliği olarak kalacaktır. Her bilimsel buluş, bize, ardında kapalı yeni kapılarbulacağtmız kapılan açar. Sanat, sorunla- n çözmez. ancak sonınlann varlığını bize algıla- tır. Görmek ıçın gözlerimizi, düşlemek ıçın de beynimizi açar. Düş kurma gücüne sahip ve bu- nun ayınmında olmak; bir iç zenginlik, sürekli ve sonsuz düş akışından yararlanmaktır. Dünyayı bü- tünlüğü ile görmektır, çünkü imgeler, kavramiaş- tınlmamış olanlan gösterir. Portre ÖPİŞ Nesneleri kullanmayı öğrendiğimde çakı aynl- maz bir parçam olmuştu. Çalı ve dallar benim için çok gizemliydi, daha sonralan da çamur. Çamur- dan, anlamını yalnız kendimin bildiği biçimier yapardım. Bunlar yalnızca kendım için yarattı- ğım gösteri ve dinsel törenlerde işlev gördüler. Kırsal kesimde doğmuşum, çocukluğum da ora- da geçtı. Hiç akranım yoktu. Uzun ve boş gÜHİe- ri tek başıma, çevredeİci her şeyi dikkatle incele- yerek doldurmak zorundaydım. Zaman çoktu, ge- nişti; yapraklar yavaş yavaş büyür, biçim ve renk- leriniyavaşyavaşdeğiştirirlerdi. Herşey çok.ama çok önemliydi. Hepsi benimle birbütündü. Kırlar tuhaf güçlerle doluydu. Hayaletlenn \e açıklanamayan güçlerin kendi yasalan ve yerleri vardı. "Poludnice" ile "Zvtnie Baby"i anımsatı- nm. Onlan hıç gördüm mü söyleyemem; köyde kadınlaraniatırdı.Evde bu hurafeler ciddiye alın- mazdı. Yine de çevremde önemli bir yere sahip- tiler. Düşüncem anlaşılması zor. kuşkulu her şe- yi, sözcüklere dökülen gizemlen topladı. Dene- timsiz, hedefsız. düzensiz toplanan bu gerçekler belki de sezgi yoluyla günün birinde çok yararlı olacaktı. Gece O günlerde kırsal kesimde elektrik yoktu, gaz lambalan her gün temizlenirdı. Fitiller kesilerek düzeltilip ayarlanır. süslü brorçz haznelen doldu- rulurdu. Uzun gecelerde bunlara dikkat etmek ge- rekirdi. Başıboş bir alev, ince kurum haline gelir. yağı her yere sinebilirdi. Sıcacık halkalara dağı- lan tşık sanmtıraktı. Karanlıkta kocaman görün- tüleroluşuyordu.Gölgeler, belirsizşekillerebürü- nürdü. Hepsi de sessizdi. Uzaklıklar, genişlikler artık karanlığa gömülen duvarlarca hapsedilemez- lerdi. lşte her akşam orada. insanlara yalnız gece- leri yaklaşan varlıklan beklerdim. Biliyordum ki bunlar huzurumuzu konıyan iyi tinlerdi. Karşriaşma Göller ve çam ağaçlan arasında ekilmemiş bir tarla vardı. Kuru, sert ot yığınlan ile kaplı, kum- lu ve kır renkteydi. Tuhaf görünürdü. Her ot yığı- nının ucu bir çeşit çadır oluştururcasına birbirine eğikti. Geniş alanın tûmü sanki küçük diken te- pecikleri ile kaplıymış gibi görünürdü. Kimse ora- daki bir şeyi değiştirmezdi. lnsanlar oranın ken- di kendinebırakılması gerektiğini bilirdi. "Onlar" çayırda yaşar denirdi. Yalnız bir kez gördüm... Elimle bir ot yığınını kanştınrken koşarâk kaçtı. Küçücük bir adam, belki de meşe palamudundan biraz daha büyük. Eve gitme zamanıydı. Öğle yemegi için zil çalı- yordu. Srtar O yer: duvarda zırhlı şövalye ile dört at resmi- nin olduğu karanlık girişin köşesiydi. Sessizlik ve sükunet güven havası verince otlar ve çalılar- dan özenle seçtiğim nesnelerini çıkaracaktım. Benden bunu istediler. Yavaş yavaş canlandılar. Birbirleriyle ve benimle konuşmaya başladılar. Serbestçe hareket ediyorlar, birbirlerine yaklaşı- yorlardı; bana da yaklaşıyor, geri çekiliyorlardı, tekrar tekrar. Bu, zaman aldı. Yavaş yavaş başla- yıp hızlanarak bir dansa dönüştü. Hareket ve de- ğişen imgeden etkilenmiş, ben de içindeydim. Rit- me uyarak onlarla birleştim. Yolun kenannda büyük bir ağaç uzunlamasına ortasından aynlmış, içi kapkara yanmıştı. Belki de sebebi yıldınmdı. (çı öyle tuhaf bir karaydı ki ora- da her şey ortaya çıkabılirdi. Yanında durmaktan korkuyordum. Nefes almanm olanaksız olduğu o korkunç sıcak havada saydam. kocaman bir Po- ludnıca güneşte titriyordu. O düşünülebilir, düş- lenebilirdı, ama ona bakılmamalıydı. Tam öğle zamanında açık havada onunla olmanın tehlikesi duyulurdu. Bizim katılamayacağımız, kanşama- yacağımız dünyada birşeyler olacaktı. Akşamleyin kadınlar yolda kapının yakınında- ki bir kavakta asılı Meryem'in önünde diz çöktü- ler. Dualar okudular. Bayram öncesinde meşe yap- raklan ve ladin dallanndan uzun çelenkler ördü- ler. Meryem'in resmine çiçekler, renkli kağıt ku- şaklar yapıştırdılar. Dallann, taşlann, kınk çömlek parçalannın, ça- lılann yöresinde olmalan. onlara dokunma ve top- lama dürtümü kamçılıyordu. Onlar yaşamak iste- diğim masallan gerçekleştiriyorlardı. Sonralan bıçakla yüzler kazıdım. Istiyordum ki insanlara benzesinler. Benzemiyorlardı. Çıplak ayakla bas- tığımda parmaklanm arasında yükselen kaygan, yumuşak çamurun düzelmesini izledim. Çamuru sıktım, kararsızlığıma karşın çamur çok dirençliy- di. Göl kenannda, kestaneli yolun yakınındaki sa- n çukurda bu çamurdan çok vardı.Üstümü kirlet- meme izin yoktu, ama yine de çamuru avuçlan- ma almalıydım. Babam bir keresinde kentten ba- na özel bir kil getirdi. Ondan yüzler yapıp yar ya- na sıraladım. Hepsi de profildi. Ama onlan kim- se beğenmedi, profiller böyle olmazdı. Bazen çocuk odası temizlenirken her şeyin dı- şan atılmasına karşın çamuru biçimlendirip oyma- yı sürdürürdüm. Atılan çöp yığınından yine yarar- lanabileceklerimı arar, yeniden başlardım. Savaş Dokuzundaydım. Sonbahardı. Park kenannda bir yol, değirmenden kızıl ağaçlıkh yola çıkardı. Resimden, anıtsal yontulara 1930 yılında Falenty, Polonya'da doğan Magdalena Abakanowicz, 1950-I954yı11an arasında Varşova Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Akademisi'nde eğitim gördü. Sanat yaşamınm ilk yıllannda büyük boyutlarda guaş boya resimler yapan sanatçı 6O'lı yıllarda kendine özgü bir teknikle üç boyutlu biçimier üzerinde çalıştı. 80'li yıllarda bronz, taş, agaç ve demir kullanarak oluşturduğu anıtsal yontular Italya, Almanya. Japonya, Amerika. Kore ve israiFde pek çok alanı süsledi. Amerika, AvustraJya, Avrupa ve Japonya'da 80'den fazla kişısel sergi açtı. Aralannda Paris Modern Sanat Müzesi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, Tokyo Mevsim Müzesi, Canberra'daki Avustralya Ulusal Galerisi'nin olduğu 60'tan fazla müze, sanatçınm yapıtlannı sergilemektedir. 1965-1990 yıilan arasında Poznan Üniversitesi'nde profesör oldu. Magdalena Abakanovvicz şu anda Varşova'da sanat yasamını sürdürmektedir. Magdealena Abakanovvicz Magdelena Abakonovvicz, Nazilerie ilgili anılarını şöyle dile getiriyor: u TopIu nefret ve dalkavulduğun değişik biçimlerininyaşandığıolağandışı günleri \aşamak\azgırndı. Küçük bir kız iken; önderlerine tapan, onun ülkülerine sıkı sıkı inanan komşu ülkenin kahverengi gömlekli çocuklanna imrenirdim. Bizi öldürmek için üstümüze yürüdüklerinde ise bu duygularımın tümü nefrete döndii; bu, katiller bozguna uğratılıp ölene dek sürdü." Alman tanklan geliyor- du. Bayırda durmuş şaş- kınlıkla ızliyorduk. San- ki bırgeçit törenindeymiş gibi durarak bize bakı- yorlardı. Onlan ilk kez görüyordum: yüzlerini, üniformalannı.. nefret et- meyi bılmezdim, ınan- mazdım. Bayırda duran dördümüzden niçin nef- ret etmeliydiler. anlaya- mıyordum. Bilerek olsa gerek.. he- def alıp birduvara ateşet- tiler. Ana \e babamın güçsüzlüğü ile haksızlık karşısında çaresizdim, vahşetlen birden onlan gözümden düşürdü. kor- kusuz duruyordum. Bir- kaç yıl sonra babam ba- na ateş etmesini öğretti Geceleyin partizanlar gelirdi. Lehler, Ruslar: çoğunlukla aynı bildik dost insanlar. Sonralan yalnız haydutlargelir oldu. Gündüzleri de Alman- İar. E\. bannak olmaktan çıkmış bizi açıkta bıra- kıyordu. Orman da yabancılaşmıştı. Artık eskisi gibi oraya gitmedim. ÖkJürme Moshe'nin köyde küçük bir dükkanı vardı. Ka- nsı san bir peruk takardı. Evimize bakkaliye ge- tınr ve bızden bazı nesneler satın alırdı. Çevreye ürkek ürkek bakar. birçok kez başını sallar. kas- ketini acemice ıki eliyle tutardı. Sonbaharda mey- va bahçemizin bir bölümünü kiraladı. Oğlu ile birlikte eğreri bir bannakta kalıyordu. Oğlanın si- yah kıvırcık saçlan ve basık bir burnu vardı. Ne onunla ne de bit taşıma olasılığı olan pis, terbiye- siz başka çocuklarla oynamama izin vardı. Arka- daşlık özlemı duyuyor. ancak düşlerimde kavuşu- yordum. Kendimi heyecanla ve açıkça; uçsuz bu- caksız bir alanda bıriyle yürürken düşlüyordum, anlayışla, güvenerek. Birkaç yıl sonra, Almanlann Yahudilen sınırdı- şına atacaklan gün olarak bilinen gündü. babam- la birlikteydim. Afallamıştım, Moshe'nin babama söylediklerini dinlemiyordum. Yüzü gülüyorgi- eAv-lanatçı bu toplumun öğretmeni mi yoksa eğlendiricisi mi olmalı? Çevresinde olan her şeyi gözleyecek ve bunlan kendi bildiğince tanımlayacak mı, yoksa tüm insan dehşetine sırtını dönüp yanıtlan yalnız başına mı arayacak? Tek bir insanın doğasının değişmediğine inanınm. Düşünme ve düşüncelilik eğilimiyle insan gerçekte düşlerinin dünyası ile vardır. biydi, oysa derisinin rit- reyip oynadığını gör- düm. Bıçkıhanemize var- mak için ormanda bir saatten fazla yürüdük. Tahtadan evlerde aile- leri ile birlikte orman- cılaryaşıyorlardı, savaş çıktığından beri başka- lan da onlara katılmış- tı. Sözde bıçkıhanede çalışıyor, babama diğer işlerde yardım ediyor- lardı; onlann gerçekte kim olduklannı yalnız babam bilirdi. Bir gün köydeki o söyleşiden sonra Moshe'nin oğlu- nu, ormanda evler ara- sında kereste taşırken gördüm. Babam orada güvenlikte olacagını düşünmüştü. Bu yaklaşık bir a\ sürdü. Sonra Bo- lek adında köyden bir adam tarafından öldürüldü. Bolek için, Almanlaradına casusluk yaptığı söy- lendi. Fazla uzun ömürlü olmadı. Kısa bir süre sonra, Yahudi oğlanı arkadan vurduğunu gören adamımız tarafından öldürüldü. Orada düz, küçük bir kemik parçası buldum. Ek bınalanmızın ya- nındaki çalılığa yayılmış aynı kemiklerden çok vardı. Çiftlik hayvanlannın öldürüldüklerini gördüm. Bunu ölüm olarak düşünmedim ve insanlar için duygum ayruydı. Bir kezinde kurbağa iskeletine sahip olmak istedim. Bunun yolu ölü bir kurba- ğayı kannca yuvasına yerleştirmekti. Ve bir kur- bağaya uzunca bir süre taş attım, yine de ölmedi. Bundan çok acı çektim. Oradan kaçtım. Aımenı 1943'te gece geldiler, sarhoşrular. Kapıyı şid- detle vurdular. Annem açmak için koştu. Herke- se kapıyı o açardı. Bu kez açamadı: ateşe başla- dılar. Birdumdum kurşunu sağ dirseğini parçala- dı, omzundan kolunu kopardı, sol elini yaraladı. Yetenekli, becerikli el aniden bir et parçasına dö- nüştü. Hayretle bakakaldım. Ölü vücutlar gör- müştüm, ancak onlar başkalannındı. Doktorun bulunduğu küçük kasabaya taşıtla gitmek için sabaha kadar beklemelıydik. Korkunç kan kaybı ve acıya karşın dayandı. Hastaneden döndüğünde sakattı. Yitirdiği elinin yerini almaya çalıştım. O zaman hemşire olmam düşünüldü, ancak duyduğum kederle yalnız onun için hemşirelik yapmak istiyordum. Annemin il- gisini çekmek, belki de beğenisini almak için ba- na gereksınim duymasını, sevmesini istiyordum. 1944 Her şey çok daha korkunçtu. Cephe yaklaşı- yordu. Kargaşa. Bir gün babam atların koşulma- smıemretti. Varşova'yayolaçıktık. Evımiz vekır- lar gende kaldıkça ıçımde bir boşluk duydum. Sanki içim çekiliyor ve vücudum büzülüyordu. Ayaklanma Başlangıcı, her yönden açılan ateşi, annemle ikimizin sokakta yattığımızı anımsıyorum. Daha sonra herkes koşuyordu, biz de. Ani olarak kala- balık insan topluluğu içinde tek başıma kaldırn. Yabancı yüzler. "Anne, Terenia!" diye bağırdım, geri dönmek olanaksızdı, yalnız ileri gidebiliyor- dum. Birden Terenia'yı gördüm. Beni tuttu: "An- nem nerede?" . Sonra babamla birlikte Mılanowek'teydik ve annem Varşova'da bir yerlerde bizden aynlmıştı. Kent kapatılmıştı. Geceleri gökyüzüateşlerlepar- lıyor, gündüz duman yayılıyordu. Duman içinde sıcak hava ile kocaman bir şeyin yanık parçalan yükseliyordu. Kocaman yapraklar, kağıtlar yere düşüyor; yollara, küçük bahçelere dağılıyordu. Uzun bekleyiş süresince olanlan anımsamıyo- rum. Annemi düşledim. Sakat değil. Yine elleri- nin olmasını diledim. Böylece olanlar bozulmuş olacaktı. Iki ay sonra annem geldi. Zayıf büzül- müş vücuduna sanldığımda sakatlığını rümüyle duydum. Boş bir kol. DetikanJı Varşova'dan yaralılan getiriyorlardı. Hastane: Okuldu, öteki binalardı. kışlaydı. Oraya yardıma gittim. Yaşıtlanmdan uzundum, kimse on dört ya- şında olduğumu söyleyemezdi. Su ve sedye taşı- dım. Bir gün yüzü tamamen yanmış birini getir- diklerini anımsanm. Sedyede açık ağzından çıkan çığlıklardaha sonra yere yatınldığından ölene ka- dar sürmüştü. Durmadan yeni insanlar geliyordu. Tümü korkunç yaralıydı. Neağn kesici ne de de- zenfektan vardı. Bitlerçoğalıyordu. Taraklaöldü- rüyordum. Yatak yoktu. Zarara uğramış bir sürü insan. Yığıntı. Kimse ile konuştuğumu sanmıyo- rum. Nasıl olacagını da bilmiyordum. Biri soru so- racak diye korkuyordum ve yanıt veremezdim. Yalnız bir kez değişik olmuştu. Onu hala öyle net anımsanm ki şimdi bile delikanlının yüzünü ve ellerini tanımlayabilırim. Onu içeri getirdikle- rinde hemen benimle konuşmaya başladı. Ateşi vardı, yüzü kıpkıımızıydı. Yatağına orurdum. Ses- sizce dinlemeliydim. Jurek Godlewski.. takma bir addı. On sekizinde biraskerdi. Gelecekte yapmak istediklerini. küçüklüğünü ve anne babasıy la ge- çirdiği günleri anlattı. Çatlak ellerimi önlüğümün altına saklayarak dinledim. Beni tanıyormuş gibi konuşuyor, bakıyor, onun yakınıymışım gibi gü- lüyordu. Sonralan her gün gidip yatağına orur- dum. Sözler ve düşlerle dolu sayısız uzun günle- rin nasıl geçtiğini anımsamıyorum. Öldüğünde çok küçük görünüyordu; her iki bacağını da şa- rapnel koparmıştı. Okd Sınıfımda yalnız kızlar vardı. Elbise giyerler, saçlanna kurdele takarlardı. Bedenimden üstüme uymayan hantal giysilenmden utanırdım. Onlann evlerine dokunulmamıştı. Her şey yakınlanndan geçmişti. Erkek ayakkabısı içindeki ayaklanma baktım. Bu ayakkabılar bir zamanlar iyi biçimde olmalıydılar, şimdi çarpılmış. ayaklanmı bozu- yorlardı. Benden önce kimbilir kim giymiştı Pazarda antik gümüş başlıklarla eski giyecek- ler, yanmış kent kalıntılanyla her şey bir arada sa- tılırdı. Eski evden tek bir yazlık elbise kalmıştı. Kış çok uzun, soğuk ve yağışlıydı. En kötüsü de sınıflar arası kopukluklardı. Ha- reketli, bakışan, şakalaşan, gürültülü bir topluluk. Nasıl başlanır, sözcükler nasıl bulunur, tümüyle yabancı birşenliğin içine nasıl girilir? Girilemez. çünkü başından ben yabancıydım. Tek başıma kaldım. Son-söz Toplu nefret ve dalkavukJuğun değişik biçim- lerinin yaşandığı olağandışı günleri yaşamak yaz- gımdı. Küçük bir kız iken; önderlerine tapan, onun ülkülerine sıkı sıkı inanan komşu ülkenin kahve- rengi gömlekli çocuklanna imrenirdim. Bizi öl- dürmek için üstümüze yürüdüklerinde ise bu duy- gulanmın tümü nefrete döndü; bu, katiller bozgu- na uğratılıp ölene dek sürdü. Sonra coşkulu yü- rüyüşçüler sonsuza dek sürecek yeni ülküler ve yüce bir öndere taptılar. Sevgili önder bir kitle cellatına dönüşünce yerine geçecek daha etkisiz yeni halefler ortaya çıktı. Geçit herkese mutluluk getirecek görüşleri bulmak üzere sürdü. Gençlik heyecanıyla bu parlak olgun ülküyü uygulamaya çabaladım. Kısa sürede anladım ki üzerimize model uygulayan ülke bizi kimliğimiz- den yoksun bırakmıştı. Birbirimizden nefret ede- rek kardeşlik taklidi yapıyorduk. Ardından gelen gerçek, gerçek değildi. Düşün- celerve sözler birbirinden sapmıştı. Emirlerle in- sanlardan nefret ediliyor, emirlerle insanlar sevi- liyordu. Sonuçta toplu nefret ve gerçeğe olan öz- lem egemen oluyordu. Eski önderleryerlerini ye- ni önderlere vermeye zorlanıyordu. Bütüncül bas- kı, özgürlüğe yol açtı. Bununla birlikte yeni aç- gözlü rutkular kuluçkadaydı. Yumruk yumruğa savaş başlamış, herkes, her şeyi kendi özel yuva- sına götürmeye çalışıyordu. Bir sanatçı olarak soyum için kaygılıydım. Sa- natçı bu toplumun yol göstericisi mi yoksa deko- ratörü mü; öğjetmeni mi yoksa eğlendiricisi mi ol- malı? Çevresinde olan her şeyi gözleyecek ve bun- lan kendi bildiğince tanımlayacak mı, yoksa tüm insan dehşetine sırtını dönüp yanıtlan yalnız ba- şına mı arayacak? Tek bir insanın doğasının değişmediğine inanı- nm. Düşünme ve düşüncelilik eğilimiyle insan gerçekte düşlerinin dünyası ile vardır. Yarın: Almanya Endüstri Federasyonu Başkan Yardımcısı Dr. Arend Oetker Yangın Korkuları... Orman yangını, mera yangını derken, şimdi de köy yan- gınları başladı. ilk haberlere göre 12 köyü yakmışlar. "Kim yakmış?" PKK'ye göre 'devlet' yakmış, devlete göre PKK yakmış. Kime yakıştırsan tutar, birbirine öylesine karıştı... Güneydoğu'da her gün karşılıklı beş on ölü var. Nasıl üstesinden gelinecek, siyasal çözüm mü, askersel çözüm mü? Askeri çözüm diyen Güreş Paşa emekli oldu, pa- şalann dinlencesi Marmaris'e çekildi. Ya, hâlâ çözüm arayanlar? Haymana'nın Dereköyü'nde, ana tarafından akrabala- rımız vardı; gidergelirdik. Karmabirköydü.Türklerdeya- şardı, Kürtlerde... Iki dağın eteğindeydi. Yunan, Polatlı ön- lerine geldiğinde Türkler de, Kürtler de birlikte karşı çık- mışlardı. Çal Dağı'nın çevresinde kazılmış siperlerin ele- ri vardı, çocukluğumdan bilirim. Yunan Haymana'yı yanp da Ankara'ya doğru yürüse Kepekli Boğazı'nda önü ke- silirdi. Ovadan dağa bir tek geçit Kepekli Boğazı'ydı. Ca- navar gibi yol makineleri Gölbaşı'ndan bu yana vadiyi yarmışlar, Dikmen sırtlanna ulaşmışlardı. Hele Prof. Ke- mal Kurdaş'ın diktiği çamlar buraları birer çam ormanı- na çevirmişti. Yangınlar döneminde, orada da ağaç tu- tuşması olduğu haber verildiğinde içim 'cız' diye yanmış- tı. Orman buraların 'ziyneti'ytii. Gölbaşı ne de olsa sulak bir yer... Aka Gündüz ve ar- kadaşları fırsat düştüğünde buralara ördek avlamaya ge- lirlerdi. Göl, o yıllarda çimento batağına sığışmış bir be- ton yığını değildi. Ördek de, kaz da, çulluk da barınırdı. Artık soluklanacak yer kalmamış!.. Aka Gündüz'ün buraların geleceğini düşleyen 'Üveana' diye bir romanı vardır. Kıyılara villalar kondurur, ortasında tekneleryüzdürür... Eski Ankara'yı seven iki şehirci vardır; Atatürk ve Fa- lih Rrfkı Atay!.. Öyküyü Atay anlatıyor. Bir kent planı yapılması düşünüldüğü zaman, akla ilk gelen Prof. Yansen olur. Çağırırlar, Köşk'e gelir. İlk soru- su: "Bir şehir planını uygulayabilecek güçlü biryönetimi- niz varmı?" olur. Tercümanla konuşuyorlar. Çevirdikleri zaman Atatürk birden kızar, "Bu memleketi saldırganların elinden kurtarmışız, bir ortaçağ saltanatını yıkmışız, bunca devnmleri yapmışız, bir kent planını mı uygulayamayacağız?" Bu sert konuşma karşısında Prusyalı Yansen sözü aşa- ğıdan alır: "Hakkınız var Paşam, biz Almanya 'da bu gibi güçlük- lehe karşılaşıyoruz da..." "Sen başla..." Yansen olsun, öteki mimarlar olsun, kentin planını ya- parlar; gerçekten birçok güçlüklerle karşılaşırlar. llkin is- tasyonun yapım yeri yüzünden Ali Bey'le (Kel AN,) mimar çatışırlar. Anlaşmazlık alttan tepeye kadar çıkar. Daha sonra gecekondu savaşı başlar. iş aramak üzere Ankara'ya doluşanlar için ilk gecekondu bölgesi olarak Altındağ aynlır. Vali Tandoğan geleni adeta birsürgün ye- ri gibi Altındağ'a doldurur. Şehir planı yapılırken kentin nüfusunun 300-400 binde donup kalacağı hesaplanır. Yol için Yenişehir Bulvarı, su için Çubuk Barajı yeter sanılır. Bugün kaç baraj gerektiği görülüyor, kaç çevre yolu düzenleneceğı anlaşılıyor. Doğu-Batı anlaşmazlığı kalkıyor derken araya nasıl an- lamşmazlıklar çıkıyor. Ankara'nınnüfusugünümüzdebeş milyonu buluyor. Bu kafayla mı çıkacak zorluklar yenilecek, bilenler ben gelsın? Ya bilmeyenler! BULMACA SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 _6 1/ Her yeri aynı özelliği 1 gösteren, homojen. 2/ Ses... Yasama meclisleri- 2 nin birleşimlerinden her ~ biri.3/Sertbiriçki...Ka- J pı, pencere ya da kapak 4 kenarlanna açılan dik g açıh girinti. 4/ Birim... Evrensel aha olan kan 6 grubu. 5/ Su... Bir malın cinsini ve fıyatıru göste- ren küçük kağıt. 6/ Pa- çavra hastahğı... Utanç duyma. 7/ Aza... Edep- siz, şirret kadın. 8/ Kişilerarasında gözetilen saygı sırası... Soyundan gelinen kimse. 9/ Tarih öncesine dayanan efsane... Etkisiz. işeyara- maz. YUKARIDAN AŞAĞlYA: 1/ Ham ipekten dokunmuş ince bez. 2/ Ekvator bölgelerinde yetişen bir meyve ağacı... Uğur, iyi talih. 3/ Bir soru eki... Araba üzerine geri- lerek içine saman ya da tahıl dol- durulan büyük kıl çuval. 4/ Bir nota.. Derid'en sızan sıvı... Satrançla bir taş. 5/ Bir spor dah. 6/ Işın... Uluslararası Basın Enstitüsü'nün simgesi. 7/ Büyük akarsu... Islamlıktan önce Kabe'de duran üç puttan biri (Diğer- leri Uzza ve Menat). 8/ Topkapı Sarayı'nda, sadrazam ve hü- kümet üyelerinin devlet işlerini görüşme için toplandıklan yer. 9/ Antik dönemde Karadeniz ve Kapadokya yörelerinde "ana tannça"ya verilen ad... Bir tür motosiklet yanşı. NEFES / YfiSINDfi KARACAAHMET CEMEVİ'NE SALDIRI, ALEVİLİĞE SALDIRIDIR!.. BÜTÜN BfiYİLERDE İLAN T.C. ŞtŞLt 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1994/139 Davaa Halk Sigorta TAŞ vekili tarafından davaklar İnsan Haş- lama vs. aleyhine açılan tazminat davasının yapılan duruşmasında: Beşyuzevler Mah. 2 No'lu Cad. No: 85 Karabük Zonguldak adre- sinde bulunan davalı thsan Haşlama adına çıkartılan davetiye tebliğ edilemediğinden ve zabıta tahkıkatı ile adresinin tespiti mümkün ol- madığından dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine ka- rar verilmiş olup, duruşmanın bırakıldığı 8.11.1994 günü saat 09.30'- da hakimliğimizde haar bulunması veya kendisini bir vekille temsıl ettirmesi hususu davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olu- nur. 4.10.1994 Basın: 11275 Y A Y I N H A K K I C u m h u r i y e t ' E A İ T T İ R . \ Z \ N S İ Z Y A Y I M L A N A M A Z l.Ü. Hukuk Fakültesi öğrenci kimliğimi ve karname yitirdim. Hükümsüzdür. ALİTAS Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. FERATYILMAZ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle