25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 1993 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER Bilişimve işçi Arük herkesin bilmesi gerekir Japon imalat sana>ünin başansı, daha iyi bilgisayar ya da teknolojiden değil. insan gücünden kaynaJdanıyor. OSMAN COŞKUNOĞLU Illinois Üniversüesi Öğretim Üyesi B ilişim, çağdaş teknolo- jinin belki en tılsımb tenmi. TDK Bilişim Terimleri Sözlüğü çok yerinde bir tanım veri- yor: "İnsanoğlunun teknik, ekonomik ve toplumsal alan- lardaki iletişiminde kullandığı ve bili- min dayanağı olan bılgınin. özellikle elektronik makineler aracılığıyla dü- zenli ve ussal biçimde işlenmesi bili- mi." Bu iddialı terimin içerdiği teknolojiler- le fabrikada çabşan işçinin ilişkisi ne olabilir? Işte bunu Baü sanayicilerinin çoğu Uzak Doğu sanayicilerinden ha- la tam öğrenemedi. ABD'deki ışçi sen- dikalan da olaya yabancı kaldı. Oysa. sanayide küresel başannın da, işçilerin yaşam standartlannın yükselmesinin de "olmazsa olmaz" koşullanndan bi- ri, bu ilişkiyi anlamak ve doğru uygu- lamakür. BUgtsayariar üretkenliği etkilemedi: Bilgi (veya bilişim) çağında olduğu- muzu sık sık duyuyor, okuyoruz. 1978 yüında ekonomi dabnda Nobel ödülü alan ve bugünkü bildiğimiz şekliyle yapay zeka (insan gıbi ışler yapan bıl- gisayarlar) bilim dalının kuruculann- dan Herbert Simon şöyle diyor: "Bilgi çağı; bilginin, insanın kafasında olanla sınırlanmadığı. insanın enşebıleceğı bilgi ıle sınırlandığı birçağdır." Bilgisayar. insanın erişebileceği bilgıyi olağanüstü ölçülerde arttırdı. Artık, ofısinde toplantı yapan bir yönetici bi- le bilgisayan sayesınde denizler aşın bir fabrikadan bilgiyi anında elde ede- bıhr. Bilgisayar şebekesine bağlı bir bilım adamı ya da bir mühendis, bın- lerce kilometre ötede hiç tarumadığı bırisinden bile baa teknik sorulanna yanıt alabilir. Bu gelişmeleri zevkli bir heyecanla okuruz. Sansasyonel olmadığı için ol- sa gerek. bıhnmeyen şudur: Bilgisaya- nn şirketlerde >e fabrikalarda ûretken- liği arttırmaya pek bir etkisi olmamıştır (tasanm yapan mühendısler dışında). Orneğin. iş dünyasırun gazetesi Wall Street Journal, 12 Nisan 1993 gûnü yi- ne birinci sayfasında belirtiyor: "Bilgi- sayarlann üretkenlik üzerine olumlu bir etki yapmamış olması, esran çözü- lemeyen bir olay olarak duruyor." Bilişimi işçiden soyutlamak yanlış Sorunun kaynağı bilgisayarda değil, yanbş kullanılmasında. Massachus- sets Institute of Technology'nin Işlet- me Fakültesi (MIT Sloan School of Management) Dekanı Lester Thu- row. geçen yıl çıkan bir kitabında, bil- gisayann ABD'de ûretkenliği arttır- madığmı, tersine azaltüğını gösteren baa sayılar veriyor. Thurow"a göre bilgisayann ürettiğı bılgiden fabrika- daki işçi yararlanabilse verimlilik iki nedenle artar: Birincisi, işçi işini daha iyi yapar: ikincisi, orta düzey (beyaz yakalı) yöneticiye gerek kalmaz. Harvard Ürüversitesi'nden Shosho- na Zuboff. benzer sonuçlara vanyor. Zuboff, bilgisayar ve otomasyonun. imalat sanayiinde çalışanlara etkileri üzerine yaptığı doktora tezi sırasında çok sayıda fabrikada gözlemler yapar. Otomasyan için kullanılan maİcinele- rin anında ölçüm yaparak veri topla- ma olanaklan sağladığını izler. Bilgi- sayarlar da hızla bu verileri kullanıla- bilir bilgiye dönüştürür. Fakat bu bilgi işçilere sunulmaz. Zuboff, iki şasırtıcı sonuca vanyor: İşçiye fabrikada top- lanan veri ve bilgjlere ulaşma ızni veri- lince, işçi bu bilgileri başındaki yöneti- ciden bile daha üretken olarak kulla- nabiliyor; fakat işçinin bu tür bir yetkiyle çahşmasını fabrika ve şirket yöneticileri bir tehdit olarak görüyor- İar. Sonuç, Thurovv'un kalemiyle: "Bü- gisayar, patronlann daha çok patron- luk, mıihasiplerin daha çok muhasip- lik yapmasına yaramakla sınırh kaldı; çünkü işçi, fabrikada olan bitenden bilgi sahibi olursa karar yetkisi ve gü- cü artar, yöneticiye bir tehdit durumu- na gelir." İşin ilginç yanı, olaya başka yönden ler, işçinin işi ve ücreti için bir tehdittir. Dolayısıyla sendikalar da işçilerin bili- şim teknolojisinden soyutlanması ko- nusunda fabrika yönetıcilepyle far- kında olmadıklan bir işbirliği içerisin- deler. İşçi karşcsında tuhaf bir ittifak: ABD'de sendikalann binnci amacı, ücretleri yükseltmektir. Ûretkenliği arttırmak, işçiyi eğitmek gjbi konular- da fazla ilgilenmiyorlar. Sanayiciler de işçiyi, yetenekleri geliştirilmesi gere- ken önemli bir kaynak olarak değil, kısjlması gereken bir maliyet ve bir ezi- yet kaynağı olarak görür. Eğitilmiş işçi ve üretkenlik karşısında tuhaf bir iş- birliği! Durum böyle olunca. işçi-bilişim- yönetici ilişkisinı sanayicınin de. sendi- kanın da yanlış değerlendırmesi doğal. Oysa artık herkesin bilmesi gerekir: Japon imalat sanayünın başansı. daha iyi bilgisayar ya da teknolojiden değil, insan gücünden kaynaklanıyor. İşçı- teknoloji-yönetici ibşkisıni doğru an- layıp, bu ilişkiyi kabte ve üretkenlik yönünde yoğurup geliştiriyorlar. Ja- pon sanayicisine göre teknoloji, işçi- den kurtulmak için bir fırsaı değil. tersine işçinin üretkenliğini arttırmak için bir araç, işçi>ı daha iyi eğitmek ge- reği için birneden. Sonuç oıtada: ABD hem bilimde. doğal kaynaklarda ve yaratıcılıkta Ja- ponya'dan çok daha üstün. hem de bilişim teknolojisinde daha ileride ol- duğu halde imalat sanayiinde Japon kalıte ve ûretkenliği karşısında hala yaklaşan "mavi yakalı" işçi sendikala- zorlanıyor. nnın da "beyaz yakalı" yöneticilerle İşçi-teknoloji-vönetici ibşkileri ko- benzer bir kaygıyı paylaşıyor olması: nusunda Türkiye'deki durum ABD - Bilgisayar, otomasyon gibi teknolojı- <jen çok farkh görünmüyor. Oysa gündem, ucuz veya pahaü ışçi üzerine değil. katma değeri yüksek ve üretken işçi üzenne kurulsa, buna ne sanayici- nin ne de sendikacının bir ıtirazı olabi- lir. Kamuoyu da bunu alkışlar. Karşı- lıklı uzlaşma zemini haardır. Yeter ki işçi-bilişim-yönetici ilişkileri doğru an- laşılsın. doğru değerlendirilsin. İlk adım sendikanın Sendikacı, işçiyi öncelikle bir ücret sının içinde değerlendirdikçe, sanayici de işçiyi bir maliyet olarak görecektir. Sendikacılanmızın ABD'nin başansız işletmecilik ve yöneticilik yöntemle- rinden daha az etkilenmiş olmalan beklenir. Dolayısıyla işçimızin egitibp gebştirilmesi gereken değerli bir insan gücü kaynağı olduğunu ve yeni tekno- lojilerin eğitibniş işçilerimizin rakibi değil, desteği olduğunu sendikacılan- mızın daha çabuk anlaması beklenir. Konuyu özetleyen bir örnek: BMW şu sıralar ABD'de bir fabrika kuru- yor. Fabrikanın otomasyon düzeyi çok düşük. Çünkü katma değeri yük- sek, sık değişen modeller üretmek için esnek bir üretim yöntemi gerekiyor. Eğitilmiş işçiden daha esnek ve üstün makine de yoktur. Bunu BMW Ja- ponlardan öğrenmiş, fabrikanın kuru- lacağı South Carolina'da eyalet hükü- meti ile ortak bir eğitim programında işçileri yetiştiriyor. ABD'nin güçlü sendıkası United Auto Workers ise devre dışı kalıyor. UAW hem kendini yine ücret konusu ile sınırhyor hem de esnek üretim yöntemine karşı çıkıyor. tşçiler de bu anlayışı reddederek sendi- kayı istemiyorlar. ARADABIR PAKİZE TÜBKOĞLU Eğitimci Yerel Yönetimlep ve KöyEnstitüleriİlk bakışta, "Ne ilgisi var?" denebilir; öyle ya, ülkemiz- de kırsal kesimin kalkınma ve eğitimi için 53 yıl önce kurulup, sonra da siyasal nedenlerle kapatılmış olan Köy Enstitüleri'yle niçin ilgilensin bugünkü kentlerin ve kasabaların yerel yönetimleri? Ayrıca, "Artık köylüler kente geldi, geçmişteki o ensti- tülerden alacak bir şeyimiz yok" denmiyor muydu? "Çağ atlayan Türkiye"nin karmaşık kentsel sorunları için kentsel çözümler, olanaklar aramak gerekmez miy- di? Ama öyle olmadı. Gerçeği gören çoğu aydın, öteden beri ilgi duydu bu kurumlara. Şimdi de köylü yığınları düzensiz biçimde kentlere akın ettikçe, gerek kültür ve eğitim sorunları, gerekse başfcaca düzensizlikler sıkış- ürdıkça, enstitülerin yarattığı değerlere cankurtaran simidi gibi el atılıyor. Çeşitli toplantı ve yayınlarla bu öz- lem sık sık dile getiriliyor. Özellikle kimi yerel yönetimleı- rin özlemden de öte eyleme gecriği; halka ulaşmada, kültür ve eğitim çalışmalarında enstitü yöntemi ve alış- kanlıklarını alternatif bir yaklaşım olarak kullanmaya yöneldikleri; sistemin geride kalan izlerini günışığınaçı- karmaya çaba gösterdikleri görülüyor. Dikili Belediyesi'nce her yıl düzenlenen, yankılarını duyduğumuz Kültür ve Sanat Şenliği, bu yıl eğitim ağır- lıklı olarak yapılıyor. Programa göre 12-13 haziran gün- lerinde gerçekleştirilecek olan Dikili Eğitim Şenliği'nde Köy Enstitüleri'nin çeşitli yönlerden ele alıp incelenece- ği, uzantısı olan etkinlikler yapılacağı anlaşılıyor. Ayrıca "enstitü çıkışlılardan, bilim, kültür ve sanat alanında et- kinliklerde bulunmuş" kişilerle, "Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar ve bu kurum kapatılınca başka okullara dağıtı- lanlar" şenliğe konuk ediliyor. Konulardan da anlaşılacağı gibi bir yeme-içme, eğ- lence toplantısı değil Dikili Eğitim Şenliği. Ayakları hava- da konferanslar dizisi de değil kuşkusuz. Ülkenin ger- çeklerine ve gereksinmelerine uygun olarak bu toprak- lar üstünde yaratılan yerli bir sistemin bilımsel. kültürel ve sanatsal birikimleri ile bunların alışkanlıklarını, dü- şünlerini taşıyan bir kuşağı beldesine getirerek, mater- yallerini toplayarak, hemşehrilerine bir çeşit kültür ve eğitim imecesi yaşatıyor Dikili Belediyesi. Enstitülerin açıldığı yıllardaTürkiye bir köyler ülkesiy- di. O uygulama sürseydi, kente göçler yine olacaktı kuş- kusuz. Ama daha düzenli ve sağlıklı olabilirdi. En azın- dan kentleşme olgusu bazı büyük köylere de girecek; halkkendinedaha iyi bir yaşam düzeyi, sağlık, eğitim, iş ve meslek güvencesi vermeyen yerlere akın etmeye- cekti. Ya da çoğunluk yalnızca kendi illerine ve ilçesine göçer, daha dengeli bir kentleşme yaşanırdı. O uygula- ma sürseydi, kısa sürede herkes bilinçlendirici bir temel eğitimden geçmiş olacağından nüfusumuz bu kadarart- mayacak, 3-5 kadınlı, 12 çocuklu aileler böylesine kent sokaklarına dökülmeyecekti. Bugün, doğru dürüst bir kentleşme ya da köy politika- sı, nüfus ve eğitim politikası olmayan ülkemizde, yalnız- ca oy deposu olarak görülen yığınlar, tüm sorunlarıyla birlikte ölümüne yuvarlanıp geliyorlar kentlere. "Anka- ra" ise çağdaş eğitim olarak yabancı okulları ve yabancı dille eğitim yapan seçkinci okulları; halk eğitimi olarak Kuran kursları politikasını öne çıkarıyor. Böyle olunca, halk çoğunluğunun yığınla sorunu yerel yönetimlerin başına kalıyor. Yerel yöneticilerin enstitü yöntemini bir yerlerinden yakalayıp yararlanmaya çalışmalarının bir nedeni bu gerçeklerdir. Çünkü enstitüler, geçmişte köye yönelik olsa da özünde seçkinci ve gerici eğitime alter- natif ilkeler geliştirmiş, fırsat ve olanak eşitliği yaratarak köylülüğü dönüştürmeyi, uygarlığı ve kalkınmayı amaç- lamış çağdaş bir sistemdir. Kimi aydınların ve yerel yöneticilerin bunun ayrımına varması, yığılan sorunla- nn zorladığı ortak bir akıl yoludur. Tonguç'un ölüm yıl- dönümüne yakın günlerde, gelişmiş Ege'nin Dikili Eği- tim Şenliği'nde Köy Enstitüleri'nin gündeme getirilmesi- nin anlamı da budur sanıyorum. TARTIŞMA Sayın Ecevit'e açık mektup B en24yaşmda>ım. Sizibırpobtikacı olarak değerlendirecek yeterli bilgi ye gözleme sahip değibm. Yakın siyasal tanhimizi ve Türkiye'ni düzenini değerb' araştırmaalann kitaplanndan öğrenmeye çabşıyorum. 7 haziran tanhb Cumhuriyet'te. Sayın fnönü'nün son karan ile ayenın şaşırdım karandır. Bir başka partinin kendi içinin sorunudur" diyorsunuz. Ama acaba bütün DSPmilletvekilive delegelerinin düşüncesı midir bu sizce? Sayın fnönü'nün karan bütün sol partileri ilgilendinnelidir. Üc partinin de tabanında solda birlik isteği var ve bana kabrsa ne DSP, ne SHP,nedeCHPayn partilerdir. Zeka Güven Antakya PENCERE Ah, Şu Cumhuriyet Olmasa... Cumhuriyet'e sağdan soldan sürekli saldırılar durdu- rak bilmez. Bunu doğal sayarız. Geçenlerde Milliyet'ln çıkardığı EP (Ekonomi-Politika) dergisinin kapağında kocaman harflerle dizilmiş bir yazı görmüştüm: "Demokrasi mücadelesi Cumhuriyet gazetesindeki bürokratik zihniyeti aşamadıkça çok olumlu adımlar atı- lamaz." Dergiyi bir köşeye koydum, bu konuyu ele alacaktım, dün Ahmet Taner Kışlalı'nın yazısını okudum. Kışlalı, suçlamaya gerekli yanıtı vermişti. Ben de bugün şu "bürokratik zihniyet" ya da "bürok- rasi" üzerinde durmak istiyorum. 1977'de yurtdışına kaçan eski Dev-Yol lideri Taner Ak- çam, 16 yıl sonra geri döndü, EP dergisi dönen liderle konuşmuş; Akçam'ın yaklaşımı ilginç: "- Çok açık söylüyorum, Cumhuriyet gazetesi llhan Selçuk'larıyla, bugün bile Uğur Mumcu'lanyla, Türkiye'- de demokrasi mücadelesinin sözcüleri olarak görülür- ler. Demokrasi mücadelesi, Türkiye'de Cumhuriyet gazetesindeki bürokratik zihniyeti aşamadıkça, onu (Cumhuriyet gazetesini) temsilci olarak gördüğü sürece çok olumlu adımlar atamaz." Taner Akçam, Cumhuriyet yazarı dostum Dursun Ak- çam'ın oğludur, 16 yıl yurtdışında yaşadıktan sonra an- lamış ki Türkiye'de demokrasi olacak; ama, ah şu Cumhuriyet gazetesi, ilhan Selçuk, Uğur Mumcu olma- sa, şu engeller bir ortadan kalksa, olumlu adımlar atıla- cak... Uğur Mumcu'yu öldürdüler, Uğur Mumcu yaşıyor; ya- şamasa, Akçam böyle konuşur mu? • 12 Eylül darbesiyle Türkiye da askeri faşizm kuruldu. Faşizm sermaye sınıfının diktasıdır. Dış ve iç sermaye- nin ortak desteğini almasaydı, 12 Eylül başarıya ulaşabi- lir miydi? özal, 12 Eylül askeri hükümetinde iç ve dış sermaye- nin güvenilirtemsilcisiydi... Evren, askeri kesimin lideriydi... Faşizm, emekçinin canına okudu, işçi örgütlerinin üs- tünden buldozerle geçti. sosyalist geçinen kimi aydının iradesini de pestile çevirdi. Iradesi pestile dönüşen sözde aydın entel oldu, koda- man patronun himayesine sığındı, sermaye sınıfını gör- mezlikten gelerek "bürokratik zihniyet"] sanık sandal- yesine oturttu, toplumda her kötülüğün sorumlusu yaptı. Günümüzde dönek sosyalist, Marksist geçiniyor; ama, sermaye sınıfı hizmetine giriyor. Oysa faşizmin gerçek gücü sermaye sınıfıdır, 12 Eylül generalleri kuk- ladır, asker ve sivıl bürokrasi, büyük sermaye hesabına çalışır, tekelci kapitalizmin buyruğu geçerlidir. PKKLi tıri Abdullah Öcalan evini ve öz efa Panorama'ya açt biR c tcmdâ A DdSbakanlığa talibim"Apo'nun çok ilginç fotoğraflarla özel yaşamı ilk defa ayrıntılarıyla Panorama'da. • Ensest sorgulanıyor. Aile içindeki "Alacakaranlık" Türkiye'de ilk kez tez konusu oldu. • Bir böbrek naklinin hikayesi... • Kırmızı noktalı nostaljî...70liyıllar- da ortaya çıkan seks filmleri furyası özel televizyonlarla birlikte yine gündemde. • Türki Cumhuriyetleri, birer küçümen dev.. • Süleyman Seba: Beşiktaş için yaptık- larını ve yapacaklannı anlatırken "Taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışıyoruz" diyor. • Odacı saltanatı: Mektebi yok, güvencesi çok... • Film Afişi: Empire of the Sun ÖZEL EKİ: Vahşi Batı Hikayeleri Sosyalizm nasıl gerçek- leşecekti? Emekçi iktidarın üretim araçlarına el koyması ge- rekiyordu. Bu eylemle elin- den ekonomik gücü alınan sermaye sınıfı tasfiye edili- yordu. Ancak Sovyet dene- mesıyle görüldü ki bu kez devleti ele geçiren parti yozlaşıyor, halktan kopu- yor; devlette ve partide olu- şan yeni bürokraside imti- yazlı kesim patronlaşıyor, emekçiler sözde sosyalist devlete yabancılaşıyor. Dağılan sosyalist blokta vaktiyle egemenleşen bü- rokrasiyi eleştirmek başka biriş... Çünkü orada sermaye sı- nıfı yoktu. Bugünkü Türkiye'de bü- rokrasi, dışa bağımlı tekel- ci sermayenin buyruğun- dadır, "bürokratik zihni- yet" de bu yönelimde oluşmuştur. Bağımsız ve antiemperyalist Cumhuri- yet, bu "zihniyef'in tam karşısındadır. • Tatlısu enteli, holding gü- vencesinde tatlı yaşanynı sürdürmek için tekelci ser- mayeyi bir yana bırakıp bürokrasiye yüklenme tak- tiğini benimser... Cumhuriyet, işte bu ger- çekleri sergilediği için sal- dırıların hedefini oluştu- rur... Vız gelir, tırıs gider... HER HAFTA. .HER Ç A R Ş A M B A (VIU G E R Ç E K H A B E R C İ L İ K V E İ Y İ D E R L İ K L E T A N I S I N tLAN T.C. CEYHAN2.ASIİYE HUKUK MAHKEMESİ 1992,144 Davaa Şıhmus Musullu- oğlu tarafından davalı Nûfus Müdürlüğü vs. aleyhıne açılan kayıt tashıhi davasmda; Mahkememız dosyasında davalılar Fariz ve Zeliha oğlu, Davut eşi Cemile Musulluoğlu, Davut çocuklan Meral Musul- luoğlu, Erol Atılla Musulluoğ- lu, Asuman Musulluoğlu (Kar- yiou). Enıse MusuDuoğlu, Sultan Musulluoğlu, Süleyman Musulluoğlu, Hayriye Musul- luoğlu, Murat Musulluoğlu ve Recep eşi Şekemaz Sönmez, Recep çocuklan Nurettin Sön- mez, Davut Sönmez. Zeliha Sönmez, Halil fbrahim Sön- mez'in yapılan tüm araştırmala- ra rağmen tebligata yarar açık adresleri tespit edilemediğmden adlanna duruşma gûnûnün ila- nen tebliğine karar verilmiştir. Adı geçenlerin duruşmanın bırakıldığı 13.7.1993 gûnü, saat 9.00'da mahkememızde hazır bulunmalan veya bir vekille temsil olunmalan 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddele- n gereğince ılanen tebliğ olunur. 18.5.1993 Basın: 49201
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle