Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17OCAK1993PAZAR
8 PAZARYAZILARI
Berlin'de
saat kaç?
• Kiev'de frekansın düşmesi
Berlin'de akreple yelkovanın da
yavaşlamasına neden oluyor.
Şaka değil: Saatler yaklaşık 40
dakika yanılmalarla işliyor.
BERLIN
DtLEK
ZAPTÇIOĞLU
Kızd Meydan'da İıalkla ilişkiler'
Hayır. şaka değil: Berlın'e acilen bir
"Saatleri Ayarlama Enstitüsü" lazım!
Berlin'de saatler aralık ayından beri ya
ileri gidiyor ya geri. Trenler zamanında
peronu terk edemiyor; uçaklar rötarlı ini-
yor; mikro dalga fınna konan hazır ye-
mek pişmeden çıkıyor; insanlar iş yerine
gcç kalıyor: kısacası Almanya'da. dün-
yanın bu en dakik ülkesinde kaos yaşanı-
yor.
Neden? Elbette Almanlar'ın elinde ol-
mayan nedenlerden ötürü. Yoksa kaos
yaşynabilir miydi hiç? Batı Berlin'in
elektrik şebekesi aralık ayından bu \ana
cski Doğu Bloğu'nun elekırik ağına bağ-
landı. Soğuk Savaş'ın bıtimine kadar Baü
Berlin kendi elektriğini üretiyordu. Al-
nıanya birleşıp duvarlar kalktıktan sonra
Batı Berlin yine elektnk üretmeyı sürdü-
rüyor. ama her ihtımale karşı Doğu'ya da
bir ana kablo çekıyor. İşte Batı Berlin'i
Doğu Berlin'e bağlayan bu yeıü kablo ta
Beyaz Rusya'ya ve Ukrayna\a kadar
uzanıyor.
Yani Kiev'deki elekırik santralında
frekans yükseltılince Batı Berlin'de elekt-
rikle çalışan saatler birden hızlanıyor: Ki-
ev'de frekansın düşmesi Berlin'de akreple
yelkovanın da >avaşlamasına neden olu-
yor. Şaka değil: Saatler yaklaşık 40 daki-
kaya varan yanılmalarla işliyor
Batı Berlinliler tabii buna ateş püskü-
rüyorlar. Herkes doğru işleyen kol saatıni
sokaktaki. işyerindeki. bankadaki saatle
karşılaştınp durmaktan bıkkın. Berlin'in
doğusunda yaşayanlar omuz sılkmekle
yclinıyor; "Bizim saatler zaten hıçbir za-
man doğru gitmezdi ki" diyorlar Hem
gerçek hem mecazi anlamı ile "geri kalan
saatler" yüzünden çökmedi mi Doğu
Bloğu. diyor kımileri.
Duvarlar yıkıldıktan sonra ekmeklerin
değil. ama Almanya'dakı "reel kapitaliz-
min" baş payandası olan saatlerin bozul-
ması olacak şey değil! Batı Berlinliler za-
ten Doğuyla birleştikten sonra "Doğu-
lulaşma" korkusu içinde yaşıyordu. Do-
ğu Almanya'nın bozuk ekonomisınden.
bozuk yollanndan ve bozuk estetiğinden
sonra şimdi de saatlerin bozulması bar-
dağı taşıran son damla oldu.
Öysa Batı, Doğu'yu zamana uydur-
mak gibi ulvi bir hedef uğruna mılyarlar-
ca mark harcanıyor mu? Buna karşın
Doğu ne yapıyor? Kendi yavaşlığını ihraç
etmeye çalışıyor her yere. Yoksa Batıdan
kendince intikam mı alıyor? Saatlerin
yanlış gitmesi, Moskova'daki birtakım if-
lah olmaz mihraklann komplosu olma-
sın?
Batı Berlinli kendini bildı bileli bir tür
"cephe karakolu" olarak hissediyor. Sa-
vaştan sonra Batı Almanya nın ilk Baş-
bakanı olan Konrad Adenauer'e göre
Berlin'den sonrası Sibirya'ydı. Batı Ber-
Hnliler kırk yılı aşkın bir süredir "Mos-
kova'nın kenti ele geçireceği"' korkusuyla
yaşıyordu. Stalin'ın savaştan sonra Batı
Berlin'm dış dünyayla bağlantılannı nasıl
kcstiğı hala hafızalardan silinmiş değıl.
Yaşlı Berlinliler o gün bugündür kilerde
ayiarca yetecek kadar erzak bulundur-
mayı iş edinmiş. Hatta duvar yıkıldıktan
sonra bugün biîe bu alışkanhğını sürdü-
renler var. Saatlerin bıle güvenirlığıni
kaybetmesi, bu korkulanndan vazgeçe-
meyen yaşlı Berlilenlerde "Hakbyım"
duygusunu pekiştirdi. Ne olur ne olmaz.
Bugün saatleri bozan Rus'un yann ne ya-
pacağını kim biiebilir?
Arkadaşımla Kızıl Meydanı dolaşıyo-
ruz. Çoktandır geç saatte gelmemiştik bu-
ralara. Hava oldukça sakin. Ve ortalık ka-
labahk.
Kalabalıkta ikili halinde dolaşan kızlar
göze çarpıyor hemen. Bu arada biz de biri-
lerinin gözüne çarpmış olacağız ki bir çift
güzel kız yanımıza yaklaşıyor. Yüzlerinde
"böyle durumlarda" kullandıklan malum
gülücük.
Rusça aksanıyla "r"leri epeyce kulak tır-
malayan bir İngilizceyle bize yakınlık gös-
teriyorlar:
- How are you?
Hemen Rusça cevap verip de kızlann ha-
vasını bozmanın ne alemi var! Biz de. Türk-
çe aksanh bir İngilizceyle iyi olduğumuzu
söylüyoruz.
Söyleşi başlıyor. Söz işten-güçten açılın-
ca. kızlardan bin beklemediğııniz bir espri
patlatarak bizi güldürüyor:
"Public relations" diyor. Yani yaptıklan
işı "halkla ilişkiler" olarak tanımhyor.
Ama yine de söz fazla uzamayacağa ben-
ayor. Belli ki onlann Ingılizcesi bizimki-
sinden de beter. Hemen sadede geliyorlar.
Biri geceyi nasıl geçinneyi düşündüğümü-
zü soruyor. Öteki sanki bizim yerimize ce-
vap verecekmiş gibi araya girip birlikte ola-
bileceğimizi söylüyor ve ekliyor:
- Not expens:ve! Only fıfty dollars.
Belli ki fahişeler arası rekabet azdı ve fi-
yat 50 dolarlara kadar düştü. Birkaç ay
önce bu saatlerde buraya geldiğimızde
100-150 dolar talep etmişlerdi. Yoksa o za-
man kılığımız kıyafetimiz daha mı düzgün-
dü?
Ekmek parası kazanmaya çahşan insan-
lann zamanını boşuna almak doğru değil
belki. Ama hem merakımızdan hem de ne
yaian söyleyeyim, böyle güzel kızlarla-bizi
azsonra onlardan beîkı sonsuza kadar a\ı-
MOSKOVA
HAKAN
AKSAY
racak son sözümüzü söyleyene kadar bile
olsa-söyleşmenin keyfinden dolayı kısa
kesmeyi düşünmüyoruz.
Hangi otelde kaldığımızı soruyor kızlar-
dan biri. Şanki ille de bir otelde kalmamız
şartmış gibi. Ona Moskova'da evlerimiz
olduğunu söylüyoruz.
Kızlardan daha çok konuşanının yüzün-
deki gülücük donuveriyor. Biz, acaba bir
acemilik mi yapüğımıza düşünürken, o ma-
vi gözlerinin üzerindeki hilal kaşlannı cata-
rak soruvor
- Siz ashnda Rusça biliyorsunuz; değil
mi?
Sesindeki bu vurguyu hiç bozmadan "al-
dattın beni zalim" şarkısıru rahatlıkla söy-
leyebilirdi diye düşünüyorum.
Galiba oyunun sonuna gebyoruz. Ko-
nuşma Rusça'ya dönünce, kızlar riddileşi-
yorlar. Halbuki kendi ana dillerinden ko-
nuşurken. şu bir türlü öğrenemedikleri
İngilizce'nin ağır yükünden kurtulmanın
rahatlığını hissedebilirler.
Sonra anlatıyorlar. Buralarda en iyi "yo-
lunacak" tiplerin, büyük otellerde kalan
yabancılar olduğunu, ötekilerin yeterince
karh ve güvenli sayılmayacağını bebrtiyor-
lar. Hele müşteri Rus ise veya-buradaki
hala yaygın deyişle Sovyetse, can güvenliği
kaygılannın da artüğını açıklıyorlar.
Birinin yaşırun 25, ötekinin 18 olduğunu
öğreniyoruz. Büyüğü eskiden mühendis-
miş. Şimdi "verimii" bir gecenin o dönem-
ki bir yılhk ücreti kazandırdığını söylüyor.
Küçüğü ise, okuldan sonra hemen "mesle-
ğe" başladığını kaydederken sanki kaçınıl-
maz olan bu karan, arkadaşından daha ca-
buk aldığını vurgulayarak üstünlüğünü
hissettiriyor. Büyüğünün bir çocuğu, kü-
çüğün ise bir sevgilisi varmış. Ne çocuğun,
ne de sevgilisinin "meslek"ten haberi yok-
muş. Böyle güzel güzel söyleşerek mey-
danın sonuna geliyoruz. Kızlardan biri
korkarak beklediğimiz ve olabildiğince ı
cikmesini istediğimiz soruyu soruyor
- Söyleşiye devam etmemiz, sizin 50'şer
dolarlara bağlı...
Kızlara veda ederken, bu kez bizim yü-
zümüzdeki gülümsemenin sahte olduğunu
düşünüyorum. Neşemiz kaçmış durumda
uzaklışıyoruz meydandan. Kızlar ise tam
tersine meydanın merkezine. Lenin'in
yattığı yere doğru adımlanru sıklaşünyor-
lar.
Çizgifilmde artık güzel saııat
Çizgi film izlerken kaçımız
saniyede 24 ayn resim gördüğü-
müzün farkına vanyonız? Gö-
riintüler art arda ve çok hızh
geçtiği için izleyenler çizgi film
kahramanlanru hareket ediyor
sanıyor.
Belçika'nın Gent şehrinde
açılan "Animation Art" isimli
özgün sergı geçen cuma günü
sona erdi. Sergide çizgifilmüre-
timinde kullanılan onjinal çiz-
gi, resim ve hücreler (kareler) il-
gililerin beğenisine sunuldu.
Çizgi film hücreleri, 22 an x 32
an boyutlanndaki bir asetat
üzerine çizilmiş ve boyanmış re-
simlerden oluşuyor.
Hücreler teker teker elle bo-
yanıp, özel arka plana yerleşti-
riliyor. Bu nedenle her hücre
özgün bir sanat yapıtı sayılıyor.
Sanatseverlerin çizgi film
hüoesi koleksiyonculuğu Walt
Disney'in "Robin Hood" fil-
minden sonra, 1970'lerde
ABD'de başladı. Zamanla,
hücrelerin sanat değeri her yıl
biraz daha arttı ve güzel sanat-
lar kategonsine girdi. 1991'in
aralık ayında New York'ta ya-
pılan açıkarttırmada Disney fil-
mi "Küçük Deniz Kızı"nda
kullanılan hücreler 1.5 milyon
dolara aha buldu. "Animation
Art" ya da "çizgi fılmcilik" ar-
tık hiç tartışmasız özgün ve
renkli sanat sayıldığı gibi, sanat
eseri spekülatörleri için de il-
ginç bir yaüran aracı olma yo-
lunda.
Çizgi film denince şüphesiz
ERDtNÇ
UTKU
birçok Türk çocuğunun aklına
hemen "Şirinler" geliyor. İşte
bu çocuklann sevgilisi miruk
ınavi çizgi karakterlerini yara-
tarak ölümsüzleştiren Belçikalı
çizer Peyo, 1993 yıbnı göreme-
den 64 yaşında dünyaya ve se-
vimli Şirinlerine veda etti. Çize-
rin son yıllarda kalbiyle başı
dertteydi. 1928'de Briiksel'de
İngiliz baba ve Belçikalı anne-
den doğan Pierre Culliford (Pe-
yo) Brüksel Güzel Sanatlar
Akademisini bitirdi. Herge'yı
izleyen bant çizerlerinden biri
olarak başanya ulaşü.
Bu çizerlerin birçoğu, Peyo-
nun cenaze törenindeydi.
Yakışıkh kovboy Lucky Luke'-
un yaraüası Morris, Michel
Vaillant maceralannın çizeri
Jean Graton ve Asterbt'in çizeri
Uderzo ilk akla gelenler. Peyo
çizerliğe, 1947 yılında Ortaçağ
genci Johan'ı çizerek adim atü.
Johan'ın maceralan 1947'de La
Derniere Heure'de ve 1951-52
yıllartnda da Le Soir'ın gençlik
sayfasında yayımlandı. Johan
daha sonra Pirlöuit adlı bir ar-
kadaşa kavuştu.
Şirinler ilk kez bir Johan ve
Pirlöuit öyküsünde yer alarak
6
Keşke FraıısızlarAntep'ten gitmeseydi'
Amsterdam Üniversitesı Tiyatro
Okulu'nda oyun seyTetmeye gittik.
Genç bir Türk yönetmen Şaban Ol,
yönetiyor oyunu. Erendüz Atasü'-
nün "Bir Yuz Bir Ters" adlı öyküsü-
nü oyunlaşürmış. Öyküyü biliyor, ti-
yatro için oldukça ağır bir konu diye
düşünüyordum. Üstelik izleyiciler,
çoğunlukia Tiyatro Okulu'nun öğ-
rencilen. Hepsi yabancı. Oyun Türk-
çe oynanıyor. Herhalde yönetmen,
öğrena arkadaşlanna önceden bilgi
vermışti. dolavısıyla bıraz anlarlar
diye tesselli ediyorum kendimi. Ama
öyle olmamış. Şaban, düşünmüş
bunu, ama ışıkçısı "Yahu ben seyret-
tim ve anladım" deyince vazgeçmiş.
Değışık bir tarz denenmiş oyunda.
Şaban, bakmış ki oyunda, tipİeri psi-
kolojik derinlıkleri ile vermek zor
olacak. Oyuneulara şu yönergeyi
vermiş: Yaşlı kocaya. "Sen, kendini
goril olarak düşün ve öyle oyna"',
yaşlı kadına da "sen de keçiyı oyna"
demiş. Sonuç oldukça başanh.
Oyundan sonra. kanünde sohbet
ediyoruz. Bir ara yönetmen. "bir de
kendi vatandaşlanmın tepkisini
alalım'" diye yanımıza geldi. Geçen
yıl Türkiyeye gitmiş. Bütün tiyat-
rolan izlemiş. Oyunculardan biri
aüldı hemen "Bu arada 24 saatlik bir
gözalü olayı var." Nasıl oldu, diye
soruyoruz'1
Efendim arkadaşımız. Beyoğlu'-
nda gezerken polis kimlik sormuş.
Kimliğıni göstermesine firsal verme-
den de "hadi gel" demişler. "Zaten"
diyor. pasaport yanımda yoktu.
Doğrusu öğrenci kimliğimi de gös-
termek istemedım. Ne olur ne olmaz.
öğrenci olmama alerji duyabilirler."
Emniyet Müdürlüğü'nde, daracık
nezarette, o akşam oldukça kalabah-
AMSTERDAM
ÖMERFARUK
CtRAVOGLU
klamnış. "Bir kadın saüası. iki üç
degişik suçlu, gensi hep hanım gibi"
diyor. Sıkış tepış, ayakta zor durulu-
yor. Bir ara kapı açılmış ve "çalışmak
isteyen var mı" diye sormuşlar. Tabii
herkesin canına minnet. Fırlamışlar
dışan. "Meğer" diyor Şaban keyifle
gülerek "eşya taşıtacaklarmış, onun
için toplamışlar milleti."
Son günlerde "illegal" olarak tanı-
mlanan "kacak işçiler" konusunda
konuşmak. tartışmak, buralarda ol-
dukça moda. Kimisi "hemen yaka-
layıp gönderelim" diyor. Kimisi on-
larla "dayanışma komiteleri" kuru-
yor. Amsterdam'ın tepesine İsrail
uçağı düşünce kaza olan bölgede bir
miktar "illegal" yaşadığını düşünen
Amsterdam Belediyesi mağdur ka-
çaklara "oturma hakkı" verecegini
ilan ettı. 2000 civannda kaçak işçi
"biz, bu bölgede oturuyorduk" diye
müracaat edince, herkes küçük dilini
yuttu Zarar gören ev sayısı 50-60 ci-
vanndaydı. Taş çatlasa ve hepsi ille-
gal olsa, 300 kişi ederdi.
Ancak uçağın düştüp bölge, ge-
nellikle siyahlann yaşadığı, bu bölge-
de oturubnası bıle kriminalb'kle eş tu-
tulduğu bir bölge idi.
Bu sıralar, Slowomir Mrozek'in
"Göçmenler"ini sahneleme haarhğı-
nda olan Şaban Ol. ilkgallerle ilgili
oyun yazınca "'Nereden icap etü,
sende mi modaya uydun" diye so-
ruyorum. Cevabı oldukça şaşırlıa.
Bizim Hüseyin var. tanıyorsun. An-
tepüdir. Yıllardır Amsterdam'da ille-
gal olarak yaşıyor. Bir gün durup du-
rurken "keşke şu Fransızlar Antep'-
ten gjtmeseydi" deyiverdi. Şaşırdım.
"Niye Hüseyin" diye sordum. "O za-
man büyük bir ihtimalle Fransızca
konuşuyor olacaktım. Belki de
Fransız pasaportum bile olurdu" de-
mesin mi. Hayretten dona kaldım.
Yıllarca "kaçak" olarak yaşamak,
horlanmak, dışJanmak, bizim Hüse-
yin'i Fransız işgalini tercih edecek bir
ruh halıne itmişti."
İşte bu cevap, kafama dank ettirdi
ve o gece oturdum yazdım "İllegal-
ler"le ilgili oyunu. Adını da "Tah-
takurulan" koydum. Başka ne ko-
vabilirdim ki?*'
yaraüldılar. Aralık 1991'denbu
yana Fransızca ve Hollandaca
konuşulan ülkelerde 17 milyon
Şirinler macerası saüldı.
Ma\i Cüceler ormanın derin-
liklerinde bulunan mantar ev
köyünde yaşıyorlar. Şirinlerin,
anahtar sözcükleri Schtro-
umpfla değiştirerek oluştur-
duklan özel konuşma biçimi
Belçikalı çocuklann eğlencesi
oldu ve birçoğu bu konuşma
şeklini taklit etmeye başladı.
(Bir zamanlar bizim gençlerin
Muhlis Bey konuşmalanna
musallat olmalan gibi.) 1959'-
larda. Şirinler Peyo'nun en
önemli karakteri haline geldi.
Fransızca Schtroumpfs, anır
sanamayan sözcüklerin yerihw
kullanılan şey, zımbırtı vb. an-
lamına geliyor.
Hollandacada Şirinler.
Smurfen adıyla çocuklara
ulaşıyor. Çizgi karakterlerin se-
vimliliklerineen uygun ısmi "Şi-
rinler" diyerek biz Türkler bul-
muşuz. Peyonun şırinleri top-
lam 25 dile çevrildi. Şirinler o
kadar ünlü oldu ki 9 adet 13
mm'lik filmden sonra 1975
yılında normal boyutlardaki
"La Flüte asix Schtroumfs"da
rol aldılar.
Peyo bu film nedeniyle Şirin-
ler ailesine iyi kalplı yaşlı Şirin'-
le Şirinler maceralanndaki tek
bayan olan, çekici olduğunu sa-
nan Şirine'yi ckledi. Çizer arka-
daşı Morris "Peyo ününü üstün
öykü anlaüm yeteneğine ve
çızgüerindeki aşın temizliğe
borçlu" diyerek cenaze törenin-
de Peyo'nun başansını saygıyla
andı.
Peyo'nun 16. ve son albümü
"Le Schtroumpf Financier"
Editions Lombard tarafından
bir ay önce yayımlanmıştı. Ha-
len peynir ekmek gibi kapışıh-
yor.
Peyo'nun çizgi filmlerinde
kullanılan Şirinler hücrelerine
olan ilgı de çizerin ölümüyle
daha da artmışa benziyor. Şi-
rinleri aklınıza gelebilecek her
yerde görebilirsiniz; oyuncuk-
larda, T-shirtlerde, Amerikan
TV'sindeki pazar sabahı çizgi
filmlerinde...
Peyo dünya çocuklanna Şi-
rinleri armağan ederken, hakh
olarak çizgi filmin ve çizginin
dev ustalan arasına ismini
yazdınyordu. "Sanatçı olarak
geleceğinin hiç de parlak ol-
madığı" öğretmeni tarafından
kendisine söylenen biri için
kötü bir sonuç olmasa gerek!..
KONUKYAZAR Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV
Somali'de ne yapılmalı?
S
omab'de bsa ve uzun süreb, .hem
ekonomik hem siyasal düzeyde acıl
önlemlere gereksinim var Ama
önce bu ülkenın yapısal özelbklerini
kavramak gerek. Son bunakma iliş-
kin yayınlarda sorunun kökenine
hemen hemen hiç inilmiyor. Oysa. dış dünyayı
hayrete düşüren bugünkü anarşinin kökeninde
kabile düzeni ve sömürge geçmişinin bazı özel-
likleri yatıyor.
Bir Avrupab için evinin adresi neyse. Soma-
lili için de kabilesi odur. Gerçi.
güneydeki iki nehirçevresınde-
ki Bantu topluluklan sayı-
lmazsa, ırk (Kuşjtik) ve dın
(İslam) bırbği vardır ama, ülke
irib ufakb klanlara bölünmüş-
tür. Kişinin bağbbğı kendi gru-
bunadır, geri kalanı sanki ya-
banadır. Ebne bir şey gecire-
nin onu herkese ya da gereksi-
nime göre böbnesi usulden de-
ğildir. Somab kültüründe tüm
ülkeye karşı sorumluluk diye
bir kavram yok.
Aynca, sömürgecilik yı-
llannda (1890-1960) İngibzler.
Fransızlar ve İtalyanlar ülkeyi
bölüşmüşler, komşu Etiyopya
da Ogaden bölgesini kopanp " " ~ " * ~ ~ ^ ~
almıştı. Gene komşu Kenya ve Jıbuti'de de So-
mab azınlıklan bulunmaktadır. İşte. bu birkaç
türlü bölünmüşlük bu toplumun yakasmı bı-
rakmamış, bugünkü bunalımlan hazırlamışlır.
Somali'ye askerlerini yollayan devletlerden
bazılannın gözlen muhtemel petrolde ve uran-
yumda ya da komşu Sudan'a baskı yapmada
olabibr. Ama Somab'ye yardımın acılliğı tartı-
şma götürmez. Bu yardımın herhangi bir So-
malıli gruba emanet edilemeyeceğı anlaşılıyor.
Bir ülkcnin yalnız dış yardımla yaşayamaya-
cağı da açık. Gıda başta olmak üzere, üretım
için uzun süreb bir tasan gcreklı. Ondan da
önce. özellikle kuzey topraklanna yerleştirilmiş
olan 1.5 milyondan fazla mayının bulunup çı-
kartılması sorunlu. Ancak sonra, tanm. su ve
hayvanabğa ilişkin modern teknikleri sokma
denenebibr.
Kısa ya da uzun süreü ne yapılacaksa, buna
Amerikab değıl, uluslararası toplum karar ver-
melidir. Herhangi bir tasan Somab göçmenle-
rinı de hesaba katmak zorundadır. Yüzbinler-
cesi hon ülke içinde hem komşu ülkelere savru-
lup gitmiştir.
— — — — Siyasal yönden. Somabbler
'yeniden birleşmek' zorunda-
dır. Pobs ve jandarma dışında,
kabile militanlan herhalde si-
lahdan anndıntaıab. Zaten,
Somab için herhangi bir silah-
lanma pahab, üretime katkısız
vejstikrar bozucu.
İkinci olarak, yeni bir siyasal
yapı oluşturulmalı. Bu yapı
kuşkusuz bölgesel çıkarlan
dikkate alan bir federalizm ola-
cak. Bunun yanıbaşında, yöne-
tim yürütme. yasama ve yargı-
lama erkleri arasında birbirini
denetleyen bir denge kurul-
malı. Bu yeni yapı için de ilk
adım güvenibr bir sayım ol-
" ^ ^ ^ ~ " " ^ ~ malı Kaç kabile nerede ve
hangı yoğunlukta yaşıyor?
Somali'ye uygun olan, biri milletvekillerin-
den, öteki de kabile yaşblanndan oluşan iki
meclisli bir parlamentodur. İküdar eli silahb
maceraalardan seçilmiş kişilere ve kabilelerle
doğrudan bağlantısı olan ihüyar heyeüne geç-
meîidir. Bugünkü "poliükacılar' sömürge
yıllannın ortaya çıkardığı eski işbirbkçilerdir.
Kısa süredc geleneksel önderlere, yani kabile
yaşlılanna dayanılmalı. ama uzun sürcde So-
maü halkı eğitim görmclidir. Bu ülke yalnız
teknolojiden değil. her türlü düşünccden de
uzak kalmış, yalnızlığa gömülmüşıür.
Somali'ye
askerlerini
yollayan
devletlerden
bazılannın
gözleri
muhtemel
petrolde olabilir.
ARNAVUTLUK
Komünist bütçe sekse feda
• Arnavutluk'un eski lideri Enver Hoca ve ailesinin devletin pa-
rasıyla yurtdışından bol miktarda iktidarsızlığı tedavi edici ilaç-
lar ve prezervatifler satın aldıklan öne sürüldü. Hoca'nın oğiu
savı doğruladı. Necmiye Hoca "Her zaman lüks içinde yaşayan-
lar ve arta kalanlan yiyenler olacaktır" dedi.
Necmiye Hoca - Halkın parasıyla Kiks içinde yaşamakla suçlanıyor.
Dış Haberler Servisi - Enver Hoca
komünist Arnavutluk'un bderi, eşi
Necmiye ise komünist liderlerin kişisel
gereksinimilerini karşılamakla sorum-
lu bir yetkilidir. Küçük bir sorun vardır
aralannda.
Enver, "koskoca" ülkeyi yönetmek-
ten yor'gun düşmüş olsa gerek, Necmi-
ye'yi mutlu edememektedir. Necmiye
başlar kara kara düşünmeye. Ne yap-
malı, ne etmeb? Sonunda ampul yanar.
Kocasına uyana verecektir. Gelgele-
lim ülkede o sanayi de diğerieri gibi ge-
üşmemiştir. Ne gam. aradıklanndan
Avrupa'da istedikleri kadar vardır.
Peki para? O da sorun değildir, devlet
fonlan var ya...
Allem kallem, Avnıpa'dan hem de
en son çıkan ilaçlardan bol bol getirilir.
Sonunda Enver ile Necmiye murat-
lanna ererler...
Yukandaki senaryo, halen yolsuz-
luktan yargılanan Necmiye Hoca'nın
davasında iddia makamınca ortaya atı-
lan bir sava dayanıyor.
Sava duruşmada, Enver Hoca ve ai-
lesinin devletin parasıyla yurtdışından
bol miktarda iktidarsızbğı tedavi edici
ilaçlar ve prezervatifler satın aldıklannı
öne sürdü.
Enver Hoca'nın oğlu Sokol Hoca
savı doğruladı, ancak ne tür ilaçlar geti-
nldiğini ve nasıl getirildiğini açıkla-
madı. Sokol Hoca "O konuda hiçbir
şey bilmiyorum. Bu tür ışlerle ilgilenen
yetkililer vardı" dedi. Necmiye Hoca
ise savı yalanladı ve halkın parasıyla
lüks bir yaşam sürdüklerini kabul et-
medi. Nedendir bibnmez ama Necmiye
Hoca "Her zaman lüks içinde yaşayan-
lar ve arta kalanlan yiyenler olacaktır"
deme gereği duydu. Bu sözler Amavut-
lar'dan büyük tepki çekti.
76 bin 400 dolar
Arnavutluk'un komünist bderlerinin
kişisel gereksinımlerini karşılamaktan
sorumlu Necmiye Hoca (72) ve Kino
Bukseli (39) yetkilerini kötüye kullan-
mak suçuyla yargılanıyorlar.
Savahk, Bukseü'nin 1986 ile 1990
yıllan arasında Hoca ailesi için 76 bin
400 dolar harcadığıru öne sürüyor
bu para Arnavutluk'ta ortalama bir u,
cinin 300 yılda kazandığı paraya
karşılık geliyor.
Öte yandan Enver ile Necmiye'nin
kızlan Pranvera Hoca'nın da mahke-
me önüne çıkabileceği bildiriliyor.
AA'nın haberine göre Pranvera Hoca,
üç yıl önceki ABD ziyareti sırasında bir
güzellik enstitüsünde çok miktarda
para harcamakla suçlanacak. Arnavut
yetkililer, Hoca ailesinin diğer bireyle-
rinin de yolsuzluklar nedeniyle yargı-
lanması yolunun araştınldığını belir-
tiyorlar.
Enver Hoca'nın komünist iküdar
döneminde yüksek görevlerde üç çcu-
ğu halen devletten aldıklan işşizlik ma-
aşı ile yaşamlannı sürdürüyorlar.