27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17OCAK1993PAZAR 8 PAZARYAZILARI Berlin'de saat kaç? • Kiev'de frekansın düşmesi Berlin'de akreple yelkovanın da yavaşlamasına neden oluyor. Şaka değil: Saatler yaklaşık 40 dakika yanılmalarla işliyor. BERLIN DtLEK ZAPTÇIOĞLU Kızd Meydan'da İıalkla ilişkiler' Hayır. şaka değil: Berlın'e acilen bir "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" lazım! Berlin'de saatler aralık ayından beri ya ileri gidiyor ya geri. Trenler zamanında peronu terk edemiyor; uçaklar rötarlı ini- yor; mikro dalga fınna konan hazır ye- mek pişmeden çıkıyor; insanlar iş yerine gcç kalıyor: kısacası Almanya'da. dün- yanın bu en dakik ülkesinde kaos yaşanı- yor. Neden? Elbette Almanlar'ın elinde ol- mayan nedenlerden ötürü. Yoksa kaos yaşynabilir miydi hiç? Batı Berlin'in elektrik şebekesi aralık ayından bu \ana cski Doğu Bloğu'nun elekırik ağına bağ- landı. Soğuk Savaş'ın bıtimine kadar Baü Berlin kendi elektriğini üretiyordu. Al- nıanya birleşıp duvarlar kalktıktan sonra Batı Berlin yine elektnk üretmeyı sürdü- rüyor. ama her ihtımale karşı Doğu'ya da bir ana kablo çekıyor. İşte Batı Berlin'i Doğu Berlin'e bağlayan bu yeıü kablo ta Beyaz Rusya'ya ve Ukrayna\a kadar uzanıyor. Yani Kiev'deki elekırik santralında frekans yükseltılince Batı Berlin'de elekt- rikle çalışan saatler birden hızlanıyor: Ki- ev'de frekansın düşmesi Berlin'de akreple yelkovanın da >avaşlamasına neden olu- yor. Şaka değil: Saatler yaklaşık 40 daki- kaya varan yanılmalarla işliyor Batı Berlinliler tabii buna ateş püskü- rüyorlar. Herkes doğru işleyen kol saatıni sokaktaki. işyerindeki. bankadaki saatle karşılaştınp durmaktan bıkkın. Berlin'in doğusunda yaşayanlar omuz sılkmekle yclinıyor; "Bizim saatler zaten hıçbir za- man doğru gitmezdi ki" diyorlar Hem gerçek hem mecazi anlamı ile "geri kalan saatler" yüzünden çökmedi mi Doğu Bloğu. diyor kımileri. Duvarlar yıkıldıktan sonra ekmeklerin değil. ama Almanya'dakı "reel kapitaliz- min" baş payandası olan saatlerin bozul- ması olacak şey değil! Batı Berlinliler za- ten Doğuyla birleştikten sonra "Doğu- lulaşma" korkusu içinde yaşıyordu. Do- ğu Almanya'nın bozuk ekonomisınden. bozuk yollanndan ve bozuk estetiğinden sonra şimdi de saatlerin bozulması bar- dağı taşıran son damla oldu. Öysa Batı, Doğu'yu zamana uydur- mak gibi ulvi bir hedef uğruna mılyarlar- ca mark harcanıyor mu? Buna karşın Doğu ne yapıyor? Kendi yavaşlığını ihraç etmeye çalışıyor her yere. Yoksa Batıdan kendince intikam mı alıyor? Saatlerin yanlış gitmesi, Moskova'daki birtakım if- lah olmaz mihraklann komplosu olma- sın? Batı Berlinli kendini bildı bileli bir tür "cephe karakolu" olarak hissediyor. Sa- vaştan sonra Batı Almanya nın ilk Baş- bakanı olan Konrad Adenauer'e göre Berlin'den sonrası Sibirya'ydı. Batı Ber- Hnliler kırk yılı aşkın bir süredir "Mos- kova'nın kenti ele geçireceği"' korkusuyla yaşıyordu. Stalin'ın savaştan sonra Batı Berlin'm dış dünyayla bağlantılannı nasıl kcstiğı hala hafızalardan silinmiş değıl. Yaşlı Berlinliler o gün bugündür kilerde ayiarca yetecek kadar erzak bulundur- mayı iş edinmiş. Hatta duvar yıkıldıktan sonra bugün biîe bu alışkanhğını sürdü- renler var. Saatlerin bıle güvenirlığıni kaybetmesi, bu korkulanndan vazgeçe- meyen yaşlı Berlilenlerde "Hakbyım" duygusunu pekiştirdi. Ne olur ne olmaz. Bugün saatleri bozan Rus'un yann ne ya- pacağını kim biiebilir? Arkadaşımla Kızıl Meydanı dolaşıyo- ruz. Çoktandır geç saatte gelmemiştik bu- ralara. Hava oldukça sakin. Ve ortalık ka- labahk. Kalabalıkta ikili halinde dolaşan kızlar göze çarpıyor hemen. Bu arada biz de biri- lerinin gözüne çarpmış olacağız ki bir çift güzel kız yanımıza yaklaşıyor. Yüzlerinde "böyle durumlarda" kullandıklan malum gülücük. Rusça aksanıyla "r"leri epeyce kulak tır- malayan bir İngilizceyle bize yakınlık gös- teriyorlar: - How are you? Hemen Rusça cevap verip de kızlann ha- vasını bozmanın ne alemi var! Biz de. Türk- çe aksanh bir İngilizceyle iyi olduğumuzu söylüyoruz. Söyleşi başlıyor. Söz işten-güçten açılın- ca. kızlardan bin beklemediğııniz bir espri patlatarak bizi güldürüyor: "Public relations" diyor. Yani yaptıklan işı "halkla ilişkiler" olarak tanımhyor. Ama yine de söz fazla uzamayacağa ben- ayor. Belli ki onlann Ingılizcesi bizimki- sinden de beter. Hemen sadede geliyorlar. Biri geceyi nasıl geçinneyi düşündüğümü- zü soruyor. Öteki sanki bizim yerimize ce- vap verecekmiş gibi araya girip birlikte ola- bileceğimizi söylüyor ve ekliyor: - Not expens:ve! Only fıfty dollars. Belli ki fahişeler arası rekabet azdı ve fi- yat 50 dolarlara kadar düştü. Birkaç ay önce bu saatlerde buraya geldiğimızde 100-150 dolar talep etmişlerdi. Yoksa o za- man kılığımız kıyafetimiz daha mı düzgün- dü? Ekmek parası kazanmaya çahşan insan- lann zamanını boşuna almak doğru değil belki. Ama hem merakımızdan hem de ne yaian söyleyeyim, böyle güzel kızlarla-bizi azsonra onlardan beîkı sonsuza kadar a\ı- MOSKOVA HAKAN AKSAY racak son sözümüzü söyleyene kadar bile olsa-söyleşmenin keyfinden dolayı kısa kesmeyi düşünmüyoruz. Hangi otelde kaldığımızı soruyor kızlar- dan biri. Şanki ille de bir otelde kalmamız şartmış gibi. Ona Moskova'da evlerimiz olduğunu söylüyoruz. Kızlardan daha çok konuşanının yüzün- deki gülücük donuveriyor. Biz, acaba bir acemilik mi yapüğımıza düşünürken, o ma- vi gözlerinin üzerindeki hilal kaşlannı cata- rak soruvor - Siz ashnda Rusça biliyorsunuz; değil mi? Sesindeki bu vurguyu hiç bozmadan "al- dattın beni zalim" şarkısıru rahatlıkla söy- leyebilirdi diye düşünüyorum. Galiba oyunun sonuna gebyoruz. Ko- nuşma Rusça'ya dönünce, kızlar riddileşi- yorlar. Halbuki kendi ana dillerinden ko- nuşurken. şu bir türlü öğrenemedikleri İngilizce'nin ağır yükünden kurtulmanın rahatlığını hissedebilirler. Sonra anlatıyorlar. Buralarda en iyi "yo- lunacak" tiplerin, büyük otellerde kalan yabancılar olduğunu, ötekilerin yeterince karh ve güvenli sayılmayacağını bebrtiyor- lar. Hele müşteri Rus ise veya-buradaki hala yaygın deyişle Sovyetse, can güvenliği kaygılannın da artüğını açıklıyorlar. Birinin yaşırun 25, ötekinin 18 olduğunu öğreniyoruz. Büyüğü eskiden mühendis- miş. Şimdi "verimii" bir gecenin o dönem- ki bir yılhk ücreti kazandırdığını söylüyor. Küçüğü ise, okuldan sonra hemen "mesle- ğe" başladığını kaydederken sanki kaçınıl- maz olan bu karan, arkadaşından daha ca- buk aldığını vurgulayarak üstünlüğünü hissettiriyor. Büyüğünün bir çocuğu, kü- çüğün ise bir sevgilisi varmış. Ne çocuğun, ne de sevgilisinin "meslek"ten haberi yok- muş. Böyle güzel güzel söyleşerek mey- danın sonuna geliyoruz. Kızlardan biri korkarak beklediğimiz ve olabildiğince ı cikmesini istediğimiz soruyu soruyor - Söyleşiye devam etmemiz, sizin 50'şer dolarlara bağlı... Kızlara veda ederken, bu kez bizim yü- zümüzdeki gülümsemenin sahte olduğunu düşünüyorum. Neşemiz kaçmış durumda uzaklışıyoruz meydandan. Kızlar ise tam tersine meydanın merkezine. Lenin'in yattığı yere doğru adımlanru sıklaşünyor- lar. Çizgifilmde artık güzel saııat Çizgi film izlerken kaçımız saniyede 24 ayn resim gördüğü- müzün farkına vanyonız? Gö- riintüler art arda ve çok hızh geçtiği için izleyenler çizgi film kahramanlanru hareket ediyor sanıyor. Belçika'nın Gent şehrinde açılan "Animation Art" isimli özgün sergı geçen cuma günü sona erdi. Sergide çizgifilmüre- timinde kullanılan onjinal çiz- gi, resim ve hücreler (kareler) il- gililerin beğenisine sunuldu. Çizgi film hücreleri, 22 an x 32 an boyutlanndaki bir asetat üzerine çizilmiş ve boyanmış re- simlerden oluşuyor. Hücreler teker teker elle bo- yanıp, özel arka plana yerleşti- riliyor. Bu nedenle her hücre özgün bir sanat yapıtı sayılıyor. Sanatseverlerin çizgi film hüoesi koleksiyonculuğu Walt Disney'in "Robin Hood" fil- minden sonra, 1970'lerde ABD'de başladı. Zamanla, hücrelerin sanat değeri her yıl biraz daha arttı ve güzel sanat- lar kategonsine girdi. 1991'in aralık ayında New York'ta ya- pılan açıkarttırmada Disney fil- mi "Küçük Deniz Kızı"nda kullanılan hücreler 1.5 milyon dolara aha buldu. "Animation Art" ya da "çizgi fılmcilik" ar- tık hiç tartışmasız özgün ve renkli sanat sayıldığı gibi, sanat eseri spekülatörleri için de il- ginç bir yaüran aracı olma yo- lunda. Çizgi film denince şüphesiz ERDtNÇ UTKU birçok Türk çocuğunun aklına hemen "Şirinler" geliyor. İşte bu çocuklann sevgilisi miruk ınavi çizgi karakterlerini yara- tarak ölümsüzleştiren Belçikalı çizer Peyo, 1993 yıbnı göreme- den 64 yaşında dünyaya ve se- vimli Şirinlerine veda etti. Çize- rin son yıllarda kalbiyle başı dertteydi. 1928'de Briiksel'de İngiliz baba ve Belçikalı anne- den doğan Pierre Culliford (Pe- yo) Brüksel Güzel Sanatlar Akademisini bitirdi. Herge'yı izleyen bant çizerlerinden biri olarak başanya ulaşü. Bu çizerlerin birçoğu, Peyo- nun cenaze törenindeydi. Yakışıkh kovboy Lucky Luke'- un yaraüası Morris, Michel Vaillant maceralannın çizeri Jean Graton ve Asterbt'in çizeri Uderzo ilk akla gelenler. Peyo çizerliğe, 1947 yılında Ortaçağ genci Johan'ı çizerek adim atü. Johan'ın maceralan 1947'de La Derniere Heure'de ve 1951-52 yıllartnda da Le Soir'ın gençlik sayfasında yayımlandı. Johan daha sonra Pirlöuit adlı bir ar- kadaşa kavuştu. Şirinler ilk kez bir Johan ve Pirlöuit öyküsünde yer alarak 6 Keşke FraıısızlarAntep'ten gitmeseydi' Amsterdam Üniversitesı Tiyatro Okulu'nda oyun seyTetmeye gittik. Genç bir Türk yönetmen Şaban Ol, yönetiyor oyunu. Erendüz Atasü'- nün "Bir Yuz Bir Ters" adlı öyküsü- nü oyunlaşürmış. Öyküyü biliyor, ti- yatro için oldukça ağır bir konu diye düşünüyordum. Üstelik izleyiciler, çoğunlukia Tiyatro Okulu'nun öğ- rencilen. Hepsi yabancı. Oyun Türk- çe oynanıyor. Herhalde yönetmen, öğrena arkadaşlanna önceden bilgi vermışti. dolavısıyla bıraz anlarlar diye tesselli ediyorum kendimi. Ama öyle olmamış. Şaban, düşünmüş bunu, ama ışıkçısı "Yahu ben seyret- tim ve anladım" deyince vazgeçmiş. Değışık bir tarz denenmiş oyunda. Şaban, bakmış ki oyunda, tipİeri psi- kolojik derinlıkleri ile vermek zor olacak. Oyuneulara şu yönergeyi vermiş: Yaşlı kocaya. "Sen, kendini goril olarak düşün ve öyle oyna"', yaşlı kadına da "sen de keçiyı oyna" demiş. Sonuç oldukça başanh. Oyundan sonra. kanünde sohbet ediyoruz. Bir ara yönetmen. "bir de kendi vatandaşlanmın tepkisini alalım'" diye yanımıza geldi. Geçen yıl Türkiyeye gitmiş. Bütün tiyat- rolan izlemiş. Oyunculardan biri aüldı hemen "Bu arada 24 saatlik bir gözalü olayı var." Nasıl oldu, diye soruyoruz'1 Efendim arkadaşımız. Beyoğlu'- nda gezerken polis kimlik sormuş. Kimliğıni göstermesine firsal verme- den de "hadi gel" demişler. "Zaten" diyor. pasaport yanımda yoktu. Doğrusu öğrenci kimliğimi de gös- termek istemedım. Ne olur ne olmaz. öğrenci olmama alerji duyabilirler." Emniyet Müdürlüğü'nde, daracık nezarette, o akşam oldukça kalabah- AMSTERDAM ÖMERFARUK CtRAVOGLU klamnış. "Bir kadın saüası. iki üç degişik suçlu, gensi hep hanım gibi" diyor. Sıkış tepış, ayakta zor durulu- yor. Bir ara kapı açılmış ve "çalışmak isteyen var mı" diye sormuşlar. Tabii herkesin canına minnet. Fırlamışlar dışan. "Meğer" diyor Şaban keyifle gülerek "eşya taşıtacaklarmış, onun için toplamışlar milleti." Son günlerde "illegal" olarak tanı- mlanan "kacak işçiler" konusunda konuşmak. tartışmak, buralarda ol- dukça moda. Kimisi "hemen yaka- layıp gönderelim" diyor. Kimisi on- larla "dayanışma komiteleri" kuru- yor. Amsterdam'ın tepesine İsrail uçağı düşünce kaza olan bölgede bir miktar "illegal" yaşadığını düşünen Amsterdam Belediyesi mağdur ka- çaklara "oturma hakkı" verecegini ilan ettı. 2000 civannda kaçak işçi "biz, bu bölgede oturuyorduk" diye müracaat edince, herkes küçük dilini yuttu Zarar gören ev sayısı 50-60 ci- vanndaydı. Taş çatlasa ve hepsi ille- gal olsa, 300 kişi ederdi. Ancak uçağın düştüp bölge, ge- nellikle siyahlann yaşadığı, bu bölge- de oturubnası bıle kriminalb'kle eş tu- tulduğu bir bölge idi. Bu sıralar, Slowomir Mrozek'in "Göçmenler"ini sahneleme haarhğı- nda olan Şaban Ol. ilkgallerle ilgili oyun yazınca "'Nereden icap etü, sende mi modaya uydun" diye so- ruyorum. Cevabı oldukça şaşırlıa. Bizim Hüseyin var. tanıyorsun. An- tepüdir. Yıllardır Amsterdam'da ille- gal olarak yaşıyor. Bir gün durup du- rurken "keşke şu Fransızlar Antep'- ten gjtmeseydi" deyiverdi. Şaşırdım. "Niye Hüseyin" diye sordum. "O za- man büyük bir ihtimalle Fransızca konuşuyor olacaktım. Belki de Fransız pasaportum bile olurdu" de- mesin mi. Hayretten dona kaldım. Yıllarca "kaçak" olarak yaşamak, horlanmak, dışJanmak, bizim Hüse- yin'i Fransız işgalini tercih edecek bir ruh halıne itmişti." İşte bu cevap, kafama dank ettirdi ve o gece oturdum yazdım "İllegal- ler"le ilgili oyunu. Adını da "Tah- takurulan" koydum. Başka ne ko- vabilirdim ki?*' yaraüldılar. Aralık 1991'denbu yana Fransızca ve Hollandaca konuşulan ülkelerde 17 milyon Şirinler macerası saüldı. Ma\i Cüceler ormanın derin- liklerinde bulunan mantar ev köyünde yaşıyorlar. Şirinlerin, anahtar sözcükleri Schtro- umpfla değiştirerek oluştur- duklan özel konuşma biçimi Belçikalı çocuklann eğlencesi oldu ve birçoğu bu konuşma şeklini taklit etmeye başladı. (Bir zamanlar bizim gençlerin Muhlis Bey konuşmalanna musallat olmalan gibi.) 1959'- larda. Şirinler Peyo'nun en önemli karakteri haline geldi. Fransızca Schtroumpfs, anır sanamayan sözcüklerin yerihw kullanılan şey, zımbırtı vb. an- lamına geliyor. Hollandacada Şirinler. Smurfen adıyla çocuklara ulaşıyor. Çizgi karakterlerin se- vimliliklerineen uygun ısmi "Şi- rinler" diyerek biz Türkler bul- muşuz. Peyonun şırinleri top- lam 25 dile çevrildi. Şirinler o kadar ünlü oldu ki 9 adet 13 mm'lik filmden sonra 1975 yılında normal boyutlardaki "La Flüte asix Schtroumfs"da rol aldılar. Peyo bu film nedeniyle Şirin- ler ailesine iyi kalplı yaşlı Şirin'- le Şirinler maceralanndaki tek bayan olan, çekici olduğunu sa- nan Şirine'yi ckledi. Çizer arka- daşı Morris "Peyo ününü üstün öykü anlaüm yeteneğine ve çızgüerindeki aşın temizliğe borçlu" diyerek cenaze törenin- de Peyo'nun başansını saygıyla andı. Peyo'nun 16. ve son albümü "Le Schtroumpf Financier" Editions Lombard tarafından bir ay önce yayımlanmıştı. Ha- len peynir ekmek gibi kapışıh- yor. Peyo'nun çizgi filmlerinde kullanılan Şirinler hücrelerine olan ilgı de çizerin ölümüyle daha da artmışa benziyor. Şi- rinleri aklınıza gelebilecek her yerde görebilirsiniz; oyuncuk- larda, T-shirtlerde, Amerikan TV'sindeki pazar sabahı çizgi filmlerinde... Peyo dünya çocuklanna Şi- rinleri armağan ederken, hakh olarak çizgi filmin ve çizginin dev ustalan arasına ismini yazdınyordu. "Sanatçı olarak geleceğinin hiç de parlak ol- madığı" öğretmeni tarafından kendisine söylenen biri için kötü bir sonuç olmasa gerek!.. KONUKYAZAR Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Somali'de ne yapılmalı? S omab'de bsa ve uzun süreb, .hem ekonomik hem siyasal düzeyde acıl önlemlere gereksinim var Ama önce bu ülkenın yapısal özelbklerini kavramak gerek. Son bunakma iliş- kin yayınlarda sorunun kökenine hemen hemen hiç inilmiyor. Oysa. dış dünyayı hayrete düşüren bugünkü anarşinin kökeninde kabile düzeni ve sömürge geçmişinin bazı özel- likleri yatıyor. Bir Avrupab için evinin adresi neyse. Soma- lili için de kabilesi odur. Gerçi. güneydeki iki nehirçevresınde- ki Bantu topluluklan sayı- lmazsa, ırk (Kuşjtik) ve dın (İslam) bırbği vardır ama, ülke irib ufakb klanlara bölünmüş- tür. Kişinin bağbbğı kendi gru- bunadır, geri kalanı sanki ya- banadır. Ebne bir şey gecire- nin onu herkese ya da gereksi- nime göre böbnesi usulden de- ğildir. Somab kültüründe tüm ülkeye karşı sorumluluk diye bir kavram yok. Aynca, sömürgecilik yı- llannda (1890-1960) İngibzler. Fransızlar ve İtalyanlar ülkeyi bölüşmüşler, komşu Etiyopya da Ogaden bölgesini kopanp " " ~ " * ~ ~ ^ ~ almıştı. Gene komşu Kenya ve Jıbuti'de de So- mab azınlıklan bulunmaktadır. İşte. bu birkaç türlü bölünmüşlük bu toplumun yakasmı bı- rakmamış, bugünkü bunalımlan hazırlamışlır. Somali'ye askerlerini yollayan devletlerden bazılannın gözlen muhtemel petrolde ve uran- yumda ya da komşu Sudan'a baskı yapmada olabibr. Ama Somab'ye yardımın acılliğı tartı- şma götürmez. Bu yardımın herhangi bir So- malıli gruba emanet edilemeyeceğı anlaşılıyor. Bir ülkcnin yalnız dış yardımla yaşayamaya- cağı da açık. Gıda başta olmak üzere, üretım için uzun süreb bir tasan gcreklı. Ondan da önce. özellikle kuzey topraklanna yerleştirilmiş olan 1.5 milyondan fazla mayının bulunup çı- kartılması sorunlu. Ancak sonra, tanm. su ve hayvanabğa ilişkin modern teknikleri sokma denenebibr. Kısa ya da uzun süreü ne yapılacaksa, buna Amerikab değıl, uluslararası toplum karar ver- melidir. Herhangi bir tasan Somab göçmenle- rinı de hesaba katmak zorundadır. Yüzbinler- cesi hon ülke içinde hem komşu ülkelere savru- lup gitmiştir. — — — — Siyasal yönden. Somabbler 'yeniden birleşmek' zorunda- dır. Pobs ve jandarma dışında, kabile militanlan herhalde si- lahdan anndıntaıab. Zaten, Somab için herhangi bir silah- lanma pahab, üretime katkısız vejstikrar bozucu. İkinci olarak, yeni bir siyasal yapı oluşturulmalı. Bu yapı kuşkusuz bölgesel çıkarlan dikkate alan bir federalizm ola- cak. Bunun yanıbaşında, yöne- tim yürütme. yasama ve yargı- lama erkleri arasında birbirini denetleyen bir denge kurul- malı. Bu yeni yapı için de ilk adım güvenibr bir sayım ol- " ^ ^ ^ ~ " " ^ ~ malı Kaç kabile nerede ve hangı yoğunlukta yaşıyor? Somali'ye uygun olan, biri milletvekillerin- den, öteki de kabile yaşblanndan oluşan iki meclisli bir parlamentodur. İküdar eli silahb maceraalardan seçilmiş kişilere ve kabilelerle doğrudan bağlantısı olan ihüyar heyeüne geç- meîidir. Bugünkü "poliükacılar' sömürge yıllannın ortaya çıkardığı eski işbirbkçilerdir. Kısa süredc geleneksel önderlere, yani kabile yaşlılanna dayanılmalı. ama uzun sürcde So- maü halkı eğitim görmclidir. Bu ülke yalnız teknolojiden değil. her türlü düşünccden de uzak kalmış, yalnızlığa gömülmüşıür. Somali'ye askerlerini yollayan devletlerden bazılannın gözleri muhtemel petrolde olabilir. ARNAVUTLUK Komünist bütçe sekse feda • Arnavutluk'un eski lideri Enver Hoca ve ailesinin devletin pa- rasıyla yurtdışından bol miktarda iktidarsızlığı tedavi edici ilaç- lar ve prezervatifler satın aldıklan öne sürüldü. Hoca'nın oğiu savı doğruladı. Necmiye Hoca "Her zaman lüks içinde yaşayan- lar ve arta kalanlan yiyenler olacaktır" dedi. Necmiye Hoca - Halkın parasıyla Kiks içinde yaşamakla suçlanıyor. Dış Haberler Servisi - Enver Hoca komünist Arnavutluk'un bderi, eşi Necmiye ise komünist liderlerin kişisel gereksinimilerini karşılamakla sorum- lu bir yetkilidir. Küçük bir sorun vardır aralannda. Enver, "koskoca" ülkeyi yönetmek- ten yor'gun düşmüş olsa gerek, Necmi- ye'yi mutlu edememektedir. Necmiye başlar kara kara düşünmeye. Ne yap- malı, ne etmeb? Sonunda ampul yanar. Kocasına uyana verecektir. Gelgele- lim ülkede o sanayi de diğerieri gibi ge- üşmemiştir. Ne gam. aradıklanndan Avrupa'da istedikleri kadar vardır. Peki para? O da sorun değildir, devlet fonlan var ya... Allem kallem, Avnıpa'dan hem de en son çıkan ilaçlardan bol bol getirilir. Sonunda Enver ile Necmiye murat- lanna ererler... Yukandaki senaryo, halen yolsuz- luktan yargılanan Necmiye Hoca'nın davasında iddia makamınca ortaya atı- lan bir sava dayanıyor. Sava duruşmada, Enver Hoca ve ai- lesinin devletin parasıyla yurtdışından bol miktarda iktidarsızbğı tedavi edici ilaçlar ve prezervatifler satın aldıklannı öne sürdü. Enver Hoca'nın oğlu Sokol Hoca savı doğruladı, ancak ne tür ilaçlar geti- nldiğini ve nasıl getirildiğini açıkla- madı. Sokol Hoca "O konuda hiçbir şey bilmiyorum. Bu tür ışlerle ilgilenen yetkililer vardı" dedi. Necmiye Hoca ise savı yalanladı ve halkın parasıyla lüks bir yaşam sürdüklerini kabul et- medi. Nedendir bibnmez ama Necmiye Hoca "Her zaman lüks içinde yaşayan- lar ve arta kalanlan yiyenler olacaktır" deme gereği duydu. Bu sözler Amavut- lar'dan büyük tepki çekti. 76 bin 400 dolar Arnavutluk'un komünist bderlerinin kişisel gereksinımlerini karşılamaktan sorumlu Necmiye Hoca (72) ve Kino Bukseli (39) yetkilerini kötüye kullan- mak suçuyla yargılanıyorlar. Savahk, Bukseü'nin 1986 ile 1990 yıllan arasında Hoca ailesi için 76 bin 400 dolar harcadığıru öne sürüyor bu para Arnavutluk'ta ortalama bir u, cinin 300 yılda kazandığı paraya karşılık geliyor. Öte yandan Enver ile Necmiye'nin kızlan Pranvera Hoca'nın da mahke- me önüne çıkabileceği bildiriliyor. AA'nın haberine göre Pranvera Hoca, üç yıl önceki ABD ziyareti sırasında bir güzellik enstitüsünde çok miktarda para harcamakla suçlanacak. Arnavut yetkililer, Hoca ailesinin diğer bireyle- rinin de yolsuzluklar nedeniyle yargı- lanması yolunun araştınldığını belir- tiyorlar. Enver Hoca'nın komünist iküdar döneminde yüksek görevlerde üç çcu- ğu halen devletten aldıklan işşizlik ma- aşı ile yaşamlannı sürdürüyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle