15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
YFA CUMhu /ET 1EYLÜL1992SALI OLAYLAR VE GORUŞLER Zorlaıtm Tasanlaır* • • Hangi kapsamda yapılırsa yapılsın yeni üniversite yasasında yetkiler ve denetleme, kurullarda toplanmalıdır. Çünkü Milli Eğitim Bakanı Sayıri Toptan'ın da çok doğru saptadığı ve vurguladığı gibi YÖK yasasındaki temel yanlış, yetkilerin tek kişiye (rektöre) bırakılmış olmasıdır. Son 10 yıldaki olumsuzluklann kaynağı işte bu monarşik yönetim olmuştur. Prof. Dr. UĞUR DERMAN Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Üniversitelerimizin ve son J0 yılda onlar- dan sorumlu en üst kurulu YÖK'ün durumu ve yasası, son rektör seçimlerinin getirdiği tartışmalarla gündemin ön sıralanna yüksel- miştir. 18 ağustos akşamı TRT-2'deki açıko- turum da (panel) kamunun bu konudaki ilgi- sini biraz olsun canlandırmıştır. Milli Eğitim Bakanı'nın yeni bir üniversite yasasınm önü- müzdeki yasama döneminde öncelikle ele alı- nacağını vaat ettiği bu açıkoturumda üniver- sitelerimizde en uygun yönetimin nasıl kuru- lacağı konusunda hâlâ çelişkili iddiaların sü- regeldiği görülmektedir. Tek bir açıkoturum- da birçok sorunu olan yükseköğretimin açıklığa kavuşması beklenemezdi; ancak ko- nuşulanlann yanında konuşulmayan önemli noktalann varlığını ortaya koyması açısından da bu açıkoturum güzel bir başlangıç oldu. Açıkoturumda, gençliğin yükseköğretim sorununun yeni üniversiteler açmak ya da gece eğitimi yaparak, lise mezunlannı bir yer- lere yerleştirerek bitmeyeceğine şöyle bir neb- zedeğinildi. Meslek odalan yetkililerinin, son dönem üniversite mezunlannın mesleklerinde çok eksik yetiştikleri sözlerini, YÖK Başkanı ciddi bulmadığını belirtti. Belki "Yeni hukuk fakültesi mezunlan bir yerden bir yere evrak bile götüremez" sözleri abartılıdır. "O kadar da değü" denilebilir; ama hemen arkasından "Peki ne kadar" sorusu akla gelmiyor mu? Gerçekte lise mezunlanmıza yükseköğretim olanağı sağlamak kadar, mesleklerinde iyi ye- tişmeleri ve mezuniyetten sonra mesleklerine uygun iş bulabilmeleri de sırasıyla toplumun, hükümetin, DPT'nin, üniversitelerin görevi- dir. Belki de yükseköğretim sorununun en önemli bir parçasıdır. Ancak bu konu sözünü ettiğimiz açıkoturumun işlemediği bir nokta olduğundan önemini belirttikten sonra aynntısına girmeden bırakıyoruz. Dileğimiz, yükseköğretimin bu sorunlannın da TRTnin düzenleyeceği bir dizi açıkoturumda kamu- nun aydınlatılmasıdır. Konunun içinde olmayanlar tartışmadan sonra "Birbirine ters iddialar ileri sürüldü, ama sanki o da haklıydı, öbürü de" demekten kendilerini alamadılar. Bunun başlıca nedeni, iddialardaki farkhlığı doğuran teme} olayın belirtilmemesidir. Öbür neden de YÖK Baş- kanı'nın yürürlükteki yasayı koruma çabası içindeki yanıltıcı benzetmeleridir. ABD'yi kopya etmeli miyiz? Edebilir miyiz? Eğer açıkoturumda iddia edilenler bir ABD üniversitesinin rektöriine tercüme edilseydi adam "kimliğinden" kuşkuya düşerdi. ABD üniversitelerinde rektör bizim tartışüğımız anlamda ne atanır ne de seçilir. Çünkü ABD'- de eyalet üniversitelerinin dışındakiler, bilim ve eğitim yapan, temelde birer ticari kuruluş- tur. Öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu benzer ya da farklı iş sözleşmeleriyle çalışır. Aynı şekilde rektör, üniversitenin yetkili ku- rulunun iş sözleşmesi yaptığı kişidir. Bu yetki- li kurul, rektör aday listesindeki ilk seçeneğiy- le ücret-süre-yetki konusunda anlaşamayabi- lir. Sonuçta listenin 3., 5. sırasındaki bir ad rektör olabilir. Üniversitelerin yetkili kuaıl- lan farklı yapıda olduğu gibi, sonuçta rektör ve dekanlann da görey, yetki, ücret, görev sü- resi, üniversiteden üniversiteye büyük farklı- lıklar taşır. özetle, ABD üniversitesi rektörleri- nin bizdeki "devlet memuru" türündeki rek- törlerle yakından uzaktan bir benzerliği yok- tur. Üniversitelerimizde bütçe kaynaklan, idari yapılar açısından çok farklı olduklanna göre ABD üniversitelerine benzeme hevesi de bugünkü durumda anlamsızdır. Zorlama tasanlar Aynı bağlamda 1982 ve daha önceki üni- versite yasalanndan örnekler vererek, o ya da bu yasaya benzer bir yasa yapaüm isteği de yanlışür, zorlamadır. Nedeni, o yasalann uy- gulandığı dönemlerle bugünkü üniversitelerin yapılan ye sayılan arasındaki büyük farklılaş- madır. Üç büyük ilimizde birer üniversite var iken, her birine uyacak ortak bir yasa hazırla- mak kolaydı. Şimdi ise 3 dev, 10 + orta boy, 10 + yeni kurulmuş, 30 + kurulması karar- laşünlrnış yükseköğretim kurumuna uyacak, eski yasalann benzeri aynntıh, tek bir yasa yapmak olanağı var mıdır? Doğru mudur? Akılcı mıdır? Tüm üniversitelerin yönetimini aynntılı tek yasa altında toplamaya kalktığımızda bu yasa yine baa üniversitelere bol, bazılanna dar gelecektir. Nitekim YÖK tartışmalannda karşıt gö- rüşlerde bile haklıhk payı bulunması, bu denli farklı kurumlar arasında herkesin iddiasını doğrulayacak bir uç örneğin bulunabilmesi- dir. Bugün toplam 20'den az öğretim üyeli üniversiteler yanında 1800 öğretim üyeli üni- versiteler; 4-5 öğretim üyeli fakülteler yanın- da, 450 öğretim üyeli fakülteler vardır. Tek bir binada yerleşik 3-4 fakülteli üniversiteler yanında, beş-altı kampusa yayılmış 15-16 fa- külteli üniversitelerimiz vardır. Bugüne ka- darki üniversite yasalanna benzer aynntıh bir yasanın bu kadar farklı sayısal kuruluşlann hepsine uygun olması ve uygulanabilmesi ola- naksızdır. Orneğin yasada bir fakülte yöneti- mi için 1 dekan, 2 dekan yardımcısı, 6 yönetim kurulu üyesi istense, bu yönetim kadrosunu bile dolduramayacak fakültelerimiz olacak- tır. Ancak, hangi kapsamda yapılırsa yapılsın yeni üniversite yasasında yetkiler ve denetle- me, kurullarda toplanmahdır. Çünkü Milli Eğitim Bakanı Sayın Toptan'ında çok doğru saptadığı ve vurguladığı gibi YÖK yasasında- ki temel yanlış, yetkilerin tek kişiye (rektöre) bırakılmış olmasıdır. Son 10 yıldaki olumsuz- luklann kaynağı işte bu monarşik yönetim ol- muştur. Öneri Bu durumda iki çözüm yolu düşünülebilir. Birincisi, sayısal farklanna göre üniversite ve fakülteler için üç-dört şıklı yönetsel aynntılar- la dolu bir yasa hazırlamak; ya da üniversite- lerin temel ilkelerini çizen bir çerçeve yasa ile yetinerek, kurullann sayısı, kurul üyelerinin sayısı gibi özellikleri her üniversite ya da üni- versiteler gruplan için yönetmeliklerle çözüm- lemektir. Ilk bakışta daha güç görünmesine karşın, ikinci seçenek, zaman içinde bir uyum değişikliği gerektiğinde yasa değiştirme gibi zor bir engelle karşılaşmayı önleyeceği için uy- gulamada daha kolay ve verimli olacaktır. ARADABtR Prof. Dr. MUSTAFA ALTEVTAŞ G.Ü. İktişadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Katılımcı-Demokratik Bir Yapıya... DYP-SHP Ortak Hükümet Protokolü ile Hükümet Progra- mında en geniş yer ve kamuoyunca da destek bulan temel hedef; "özgürlükçü, katılımcı ve her anlamda tam demok- ratik (bir) rejimi gerçekleştirmek" olarak ortaya konulmuş- tur. Bu hedefin tutturulması konusunda şimdiye kadar yapılanların pek de doyurucu olmadığı genel kabul gören bir doğrudur. Hükümeti oluşturan DYP ve SHP, bu gerçe- ğin ayirdında olduğundan, geçen yasama yılındaCumhur- başkanı'nca vetolanan yasa tasarısını görüşmek amacı için TBMM'yi olağanüstü toplantıya çağırdı. Bizim amacımız, genel bir katılımcı demokrasinin ge- rekleri ve niteliklerini irdelemek olmayıp, somut bir konu- da, Toplu Konut Idaresi'nin kurumsal yapısı konusunda bir kısım irdelemelerde bulunmaktır. Çünkü konut sorununun çözümünde büyük umutlar beslenen TKİ giderek sorunun özünü oluşturur olmaya aday bulunmaktadır. Başbakanlığa bağlı ve kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulan TKİB, Toplu Konut Fonu yanı sıra Geliştirme ve Destekleme Fonu ile Konut Edindirme Yardımı Hesabı, Olağanüstü Hal Tazminatı Hesabı ve Ek Tazminat Hesabı'- nı yönetmektedir. Ortak kararname ile atanan TKİB Başkanı, hem karar ve hemdeyürütmeorganıgöreviniüstlenmiş bulunmaktadır. TKİB'nin öteki personelini atamadan, fondan harcama ve kredilendirmeleri yapmaya, bu konuda kurallar koyup, uy- gulamalarda bulunmada tek yetkili olan Toplu Konut ida- resi Başkanfnın bu konumu, bırakınız katılımcılığa uygun- luğunu, konut üretimi ile doğrudan ilgili kesimler ile ida- renin uyumsuzluğunun başlıca nedenidir. Konut isteminin kimin tarafından organize edileceği, kredinin toplam konut maliyeti içindeki payı, kredinin kul- landırılmasının biçim ve vadesi, kredi faizi ve geri ödeme süresi konularında, konut üretimi ile ilgili olanlar arasında görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bu görüş farklılıklarını giderici ortak platformların olmaması, sorunun çözümü ile görevli olan kişi ve kurumları karşı karşıya getirmekte, üretici uğraştan alıkoymaktadır. Konut üretiminde taraf olan kesimler; başta konut ge- reksinimi içinde olan kimse olmak üzere, bu gereksinim sahiplerini örgütleyen kooperatifler, kamu-yerel yönetim ile konut yapımını üstlenen meslek sahipleri olarak mü- hendis ve mimarlardır. Bir yaşam çevresi yaratılması ola- rak algılanması gereken konut sorununun çözümüne bu kuruluşlann, oy ve söz hakkı ile katılmaları, birlikte üretimi ve dayanışmayı gerçekleştirecek, "deneme-yanılma yön- teminin" doğurduğu zaman, emek, umut ve parasal kayip- ların önüne geçecektir. Bütün bu nedenlerle, Toplu Konut idaresi'nin örgütsel yapısı yeniden oluşturulmalıdır. Tek adama bağlı olarak oluşturulan bir yapının, katılımcılığın, saydamlığın (şeffaf- lığın) çok sözünün edildiği bir dönemde korunmak isten- mesi ve var olan kuralların bu kez "iyi niyetle" kullanılaca- ğınınbelirtilmesi, pekciddiyealınacakgörüşlerolmaözel- liğini taşımamaktadır. Konut üretimi ile ilgilenen kesimlerin günümüzde mer- kezi örgütleri bulunmaktadır. Bunlar; "Türkiye Kent Koo- peratifleri Merkez Birliği", "Türk Belediyecilik Derneği", "Türkiye Mimar ve Mühendisler Odası Birliği" ve benzer- leridir. Bu örgütler, temsilcileri aracılığı ile Toplu Konut Idaresi'nin karar organı içinde yer almalıdırlar. Toplu Ko- nut İdaresi, karar ve yürütme organı olarak yeni bir örgüt- sel yapıya kavuşturulmalıdır. Katılımcılığın "iyi niyete" bırakılmayıp, kurumsallaştırıl- ması, daha sağlıklı ve taraflarca desteklenir çözümlerin üretilmesine katkıda bulunurken, yürütme ve karar organı görevinin Toplu Konut idaresi Başkanlığı'ndatoplanması- nın uygulamada doğurabileceği aksamaların ve iç dene- tim yokluğunun neden olabileceği sakıncaların önünü de alabileceğini anımsamakta yarar bulunmaktadır. Konut üretiminde, toplam maliyetler içindeki konut kre- disi payının giderek önemsizleşmesinin başlıca nedeni, fon kaynaklarının bir kısmınm ortadan kaldırılması ile azaltılması ve bu fonun amaç dışı alanlarda kullanılması- dır. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, en sonunda bir kamu görevlisi olarak, fonun etkinliğini azaltıcı bu türden karı- şımlara fazla ses çıkartamamakta ve sonuçta kendi elinde kalanı kullanmakla yetinmektedir. Oysa ki, Toplu Konut idaresi organı içine alınacak sivil toplum örgütleri (koope- ratifler, yerel yönetim ve mühendis-mimar odalan) bu ko- nudaki karışımlara, fonun etkisizleştirilmesine, kaynak- larının amaç dışı kullanılmasına karşı entik bir karşı çıkışı seslendirebilecekleri gibi, bu alanda kamuoyu yaratarak merkezi yetkiyi sınırlayabilecektir. Birlikte üreterek bölüşme konusundaki niyetler ciddi ise katılımcılığı kurumlaştırmaktan, kalıcı kılmaktan başka bir yol görünmemektedir, 2985 Sayılı Toplu Konut Yasası'nın bu yolda tez elden düzeltilmesinde sayılamayacak kadar yarar bulunmaktadır. TARTIŞMA TüPk Cumhuriyetleri mi, Türki Cumhuriyetler mi, Türksel Cumhuriyetler mi? Kısa olduğu, kavramı kuşatıcı bir biçimde dile getirdiği için Türk cumhuriyetleri sözünün tercih edilmesinden yanayım. Gazete ve dergilerde, radyo ve televiz- yon yayınlannda Türk cumhuriyetle- rine ilişkin haberler verilirken değişik nite- lemeler kullanılmaktadır: Türk cumhuri- yetleri, Türki cumhuriyetler, Türk asıllı cumhuriyetler, Türk kökenli cumhuriyet- ler gibi. 1992 Milliyet Ödülleri ilanında da Türksel cumhuriyetler sözü yer aüyor (Milliyet 21 Ağustos 1992). Cumhuriyet gazetesi ve TRT 2, Türk cumhuriyetler sö- zünü kullanmayı sanki ilke edinmiş... Daha önce bir yazımda kısaca değinmiş, bunlar arasında bana göre en doğru deyi- şin Türk cumhuriyetleri olduğunu belirt- miştim, kısalığı ve kavramı dolaysız karşı- ladıgı için. Ünlü sözlükçümüz Şemsetün Sami, Ka- mus-ı Türki'de "Türki" (türki: son ses uzundur) sözünü şöyle açıklıyor: "Türk ümmetine veya lisanına mensup ve müteal- lik: Lisan-ı Türki, sarf-ı Türki, kavaid-i Türkiye." (s.400) Türki sözcüğü bugün Türkiye Türkçesi ölçünlü dilinde kullanıl- mamaktadır. Bunun için Osmanlıca-Türk- çe sözlükler ile Osmanlıca sözcükleri de be- lirli ilkeler çerçevesinde içeren genel sözlük- lerde yer almamaktadır. Türk sözcüğü var- ken, Türkiye Türkçesi için ölü olan (kuru- luşu da yadırgatıcı) Türki'yi diriltip kullan- mak geçici bir moda olsa gerek. Türk asılb/ kökenli cumhuriyetler sözü de gereksiz bir uzatmadan başka bir anlam taşımıyor. Bir de şöyle düşünüyorum: Türk asıllı kökenli Azerbaycan Cumhuriyeü... mi diyeceğiz? Bence saçma. Türksel sözcüğü ise Türki'- nin Türkçeleştirilmesi kaygısından kay- naklanıyor. Yersiz ve gereksiz bir türetme. Ancak şunu da unutmuyorum: Ben, her ne kadar Türk cumhuriyetleri sözünü yeğli- yorsam da yukanda verdiğim sözlerden hangisinin daha yaygın bir kullanım kaza- nacağını zaman gösterecek. Ben, uzmanlık alanı Türk diü ve edebiyatı olan bir okur olarak tercihimi belirtiyorum. Başta da be- lirttiğim gibi kısa olduğu, kavramı kuşatıcı bir biçimde dile getirdiği için Türk cumhu- riyetleri sözünün tercih edilmesinden yana- yım. Aynca bugün çokluk bunun tercih edilip kullanıldıjjn da bir gercek. Özellikle farklı söyleyişleri tercih edenlerin bu konu- da söyleyecekleri vardır sanıyorum. Onla- nn açıklamalannı da merak ediyorum doğrusu. Bu arada Osmanlı (ve Osmanlı- ca) hayranı insanlarımızdan biri de çıkıp, ni- cin '"cemahir-i Türkiye" demiyoruz, diye sorabilir. Bildirişimin tam olarak sağlan- ması, bu tercihi doğru yapmamıza bağlıdır diyonım. YUSUF ÇOTUKSÖKEN İstantnd Sağlık: Hem Ailece Hem de Parasız TTB Merkez Konseyi'nin acilen kendi görüşlerini detayb bir biçimde sunmasını ve hekim camiasına önayak olmasını sağlamalıyız. 1983'teki ANAP ruhuyla ülkenin yaşam biçimini değiştirmeye başlayan politika- lann DYP-SHP koalisyon hükümetindeki devamlılığı, bu hükümetin sadece alterna- tif üretememesini değil, aynı zamanda ter- cihlerini de göstermektedir. Bir sürü kavram kargaşası üzerine inşa edilen yeni sağ ideoloji sağlık alanında da serbest pazarcı bir ekonomik tercihe uyan ve inşaanın en temel hakkını elinden alacak bir sağhk yasası çalışmasının içinde. Oysa bu tasan, yani aile hekimliği kunımu üze- rindeki süs perdesi kaldınldığında bir yığın sorunla karşımıza çıkıyor. Sosyalizasyon yasasının ruhuyla yetiş- tirilen, ancak transformasyon - çark etme dönemine uygun dönüşümleri yaşayan akademisyenlerle görüntü ustası "yuppie" itüfakı, Sağlık Bakanlığı'nda "2000'U yülann" ulusal sağlık politikalannı üreti- Aile hekimliği yasa tasansı özellikle pra- tisyen hekimler başta olmak üzere tüm he- kim camiasında, kurtancı bir can simidi gibi; halkta da, artık istediği zaman kulla- nabileceği. satın alabileceği, istediği dokto- ru tercih edibileceği bir hizmet birimi ola- rak algılandı. Bunun böyle olması, ba- kanlık tarafından yaratılan illüzyon or- tamının bir göstergesidir. Tek tarafh pro- paganda, bakanın kitle iletişim araçlannı kullanmadaki mahareti, insanlarda böyle iyimser bir bakış açısının doğmasına neden oldu. Vatandaş parasını sigorta şirketine ya- tıracak, muayene olacak, tedavi görecek ve doktor ise parayı sigorta şirketinden ala- cak. Hasta ile doktor arasına para münase- beti girmeyecek. Oh, her şey ne kadar da mükemmel düşünülmüş! Ne yazık ki çoğu hekim arkadaşım ve yurttaşlar bundan daha fazla bir şey de bilmiyorlar. Kuru sıkı bir karşı çıkma anlayışı taşı- mıyoruz. Ülkenin realitelerini gözönüne alan, olgulara sadece sayısal değil sosyal yaklaşabilmeyi de becerebilen her projeyi heyecanla karşıhyonız. Sorunumuz, yeterli/etkili tartışma or- tamının yaratılamamasıdır. Neden şunlan tarüşmıyoruz: Aile hekimliği yasalaşırsa binlerce hekimin ya işsiz ya da haksız bir rekabet ortamına itilerek, hekimlik yerine tüccarhk tercihiyle karşı karşıya kalıp kal- mayacağını, Sağlık memunı, hemşire, ebe gibi yar- dımcı sağlık personelinin kendine iş ara- mak zorunda kalıp kalmayacağını, Halkın hangi sağlık hizmetinden, ne ka- dar, nasıl talep edebileceğinin sınırlannın çizılip çizilmediğini, Tıbbi standartlan olmayan rekabet or- tamının faturasının halk tarafından nasıl ödeneceğini, Her aile hekiminın muayenehanesinde olması gereken (yasa gereği zorunlu iste- nen) laboratuvar gereçlerinin nasıl israfa yol açacağını, bundan hangi fırmalara nasıl bir nakit aktanmı olacağını tartış- mıyoruz. Bu tasan; uluslararası üp teknolojisi te- kellerinin kendilerine yeni kâr sahaları oluşturma girişimlerinin Türkiye versi- yonudur. (Ornek: ABD'de sigara karşıü kampanyalann başanya ulaşmasının he- men akabinde Türkiye'de yabancı siga- ralann Tekel tarafından ithalinin serbest- leştirilmesi nasıl bir bağlantıyı haürlaüyor- sa bahsimiz ondan ibaretur.) Bakanlık yasada, "aile hekimlerinin mu- ayenehanelerinde özellikleri bakarJıkca saptanacak bilgjsayar bulunması zorunlu- dur" derken^sağlıkta enformasyon sistemi- ni mi, yoksa sağiıkta anafor sistemini mi planlıyor? (Anafor: TDK sözlüğünde emeksiz kazanç) Bu tasan; ayaklan yere basmayan ye- nilikçi (!) arayışlann kendini ispat etme, kendini tatmin etme çabalandır. Bu tasan, bakanlığın personel giderle- rinden kendini kurtarma cabasıdır. Koalis- yonun DYP kanadı KİT'lere hâlâ adam yığ- makla meşgul iken nasıl oluyor da Sağlık BakanlığYnın personel sayısı dikkatlerini bu kadar çekiyor. SHP ise ulusal bir şansı talihsizlik tragedyasına dönüştürmeye aday kendi kadrosu ve zaman zaman (hat- ta çoğu zaman) Baba'yı bile dinlemeyen heterojen kadrosu ile DYP'ye daha ne ka- dar eyvallah çekecek. Ne yapmahyız: Önce yasa tasansım iyi inceleyip tartış- maya açmalıyız. Ocaklanmıza, sağlık merkezlerimize sa- hip çıkmalıyız. Yerel sivil örgütlerle, belediyelerle iliş- kiye geçip yerel sağlık birimlerinin o yö- renin insanının öz malı olduğu bilincini ya- ratmalıyız. TTB Merkez Konseyi'nin acilen kendi görüşlerini detayb bir biçimde sunmasını ve hekim camiasına önayak olmasını sağ- lamalıyız. Ekâbir sosyal demokratlara, kendilerini var eden temel dayanaklar birer birer orta- dan kalkarken SHP-CHP ya da başka bir parti olmanın bir anlam ifade etmeyecegini anlatmahyız. Dünyada her şey değişiyor, ama F = ma (Kuvvet = Kütle x ivme) ya- sası hâlâ değişmedi. Bunu da Sayın fnönü anlamazsa kimse anlamaz. Birileri bir şeyler tezgâhlıyor ve bizler bu senaryolann zorunlu figüranları oluyo- ruz. Zekâlanmızı,. bilgjlerimizi, becerileri- mizi örgütleyelim. Bu tezgâhlara.geleceği- mizi, umutlanmızı kurban etmeyelim. O birileri, işlerin "tıkınnda" gitmeyebile- ceğini hiç değilse bazen düşünebilsinler ki tabansız cesaretleri kınlsın. İstanbul Tabip Odası Pratisyen Hekim Ko- misvonu İLAN ŞEREFLtKOÇHİSAR SULH HUKUK HAKİMLİĞİ'NDEN Esas No: 1986/720, Karar No: 1989/133 Davacı Enver Ayanlar vekili Av. Ferudun Ayanlar tarafından, da- valılar Müjerref Ayanlar, Atiye Ayanlar, Mukaddes Ayanlar, Melek Leman Ayanlar ve arkadaşları aleyhine açılan ortaklığjn giderilmesi davasının yapılan açık duruşması sonucunda; Mahkememizin 14.02.1989 günlü kararı ile flçenin Yeşilova mahal- lesinde kain 538 ada, 13 parsel sayılı taşınmazın taraflar arasında tak- siminin kabil olmadığından satıs sureti ile ortaklığın giderilmesine ka- rar verilmiş olup, davalılardan Şükrü Güner Esen'in ölü olup, miras- çıları olan eşi Emine Esen ile bu eşinden -olma müşterek evlatlan ll- yas Avni Esen, Erkan Esen ve Fatma Esen'in yapılan zabıta araştır- ması sonucunda Almanya'da oldukları ve sarih adreslerinin bilinme- diğinden, bu şahıslar adlanna ilanen tebligat yapılmasına karar ve- rilmiş olup, bu şahıslann ilan tarihinden itibaren sekiz gün içerisinde mahkeme kararını temyiz etmeleri, temyiz etmedikleri takdirde kara- rın kesinleşeceği, karar tebligi yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basm: 35922 İLAN T.C. SALİHLİ1. İCRA DAİRESİ DosyaNo: 91/162 Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazüı mallar saUşa çıkanlmıştır. Birinci arttırma 16.9.1992 günü saat 10.15-10.30'da Adliye Sarayı önünde yapılacak ve o günü kıymetlerinin %75'ine istekli bulunmadı- ğı takdirde 17.9.1992 günü aynı yer ve saatte 2. arttırma yapüarak satı- lacağı. Şu kadar ki arttırma bedelinin malın tahmin edilen kıymeUnın yüzde kırkını bulmasırun ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan ala- caklann toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevir- me ve paylann paylaştırma masraflannm geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satış bedeli üzerinden %... oranında KDV'nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesının icra dosyasında görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir ömeğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerih yukanda vazılı dosya numarasıyla daire- mize başvurme^an rica olunur. Muhammen Kıymeti: 600.000.000.- TL 45 RF 955 plaka sayılı Mitsubishi Maraton 1989 model MS 713 B tipi kınruzı beyaz, mavi, lacivert renk. Şasi No: TMS 7/3 DE 90282, Motor no: 8 DC 8326803 nolu otobüs 2/3 hissesi. (lc.lf.K. 114/1,114/3) Yönetmelik ömek No: 25 PENCERE Gazete!.. Cenap Şahabettin: "- Tevazugöstermeyin"demiş "sahizannederler." Bizim toplumda alçakgönüllülük yanlış yorumlanabilir; eleştirinin gelişmediği yerde, kendi kendisini eleştiren ki- şiye dudak bükülmesi tehlikesi var. Oysa özeleştiri bir erdemdir. Bertrand Russell: ''- Bir kimse " diyor' 'kendini övmeye başladı mı, gülünç olur; ama, bir ulusun övünmesi doğal sayılıyor." Ulus, şişinmeye başladı mı, ırkçılığa sapma yolu açılır; şirketlerin kendi kendilerini övmeleri ise ayıp değil, rek- lamdır. Meslekleriyle övünenlerçok görülür; spor kulüple- ri de istedikleri gibi atıp tutabilirler. Basın dünyasında gazetelerin kendi kendilerini övmeleri de medyayı türeti- yor. • Peki, basınımız ne durumda? Kendi kendimizi övmek, göklere çıkarmak, pohpohla- mak için fırsatı kaçırmıyoruz. Ama durum nedir? Genel Yayın Müdürümüz Ûzgen Acar'ın dün çıkan yazı- sı, yüzümüze bir ayna tutuyor. Aynada kendimizi görüyo- ruz: 1960larda toplam 3 milyon olan gazete okuru, 1990'- larda yine 3 milyon. Nüfus çoğalıyor; okuma-yazma oranı artıyor; gazete tirajı yerinde sayıyor. 1992 yazında toplam gazete satışı 2.4 milyonun altına düşüyor. Sorumlu kim? Biz!.. Gazeteler promosyon ya da lotarya alanında akıl durdu- rucu harcamalaryapıyorlar; milyarlar, milyarlar, milyarlar savruluyor; gazeteleri haberle, fikirle, yorumla değil, pi- yangoyla satmaya çalışıyorlar; ama, artık tiraj alamıyor- lar. Babıâli'de bir fıkra uyduruldu; satıcı kapıyı çalmış, müşteriye demiş ki: - Eğer bizim gazeteyi satın alırsanız, üstüne bir de buz- dolabı vereceğiz.. Fıkrayı tersine çevirip söyleyen de var. Kimse kızmasın!.. özeleştiri basın için şifalı bir ilaç olacak. Çok satışlı ga- zeteler kendi aralarında oturup anlaşsalar; promosyon- dan elbirliğiyle vazgeçseler; ülke basını ağır bir yükten kurtulur. Kimi gazetede promosyon müdürü yazı müdü- ründen daha önemliyse, hastalık yoğunlaşıyor demektir. Oysa bir başka açıdan bakarsanız, basın gelişiyor; sa- ray gibi basımevleri, teknolojinin son cicileri emrimizde- dir; dünyayı bilen cin gibi meslektaşların sayısı çoğalıyor; yeni kuşaklar eskiye göre daha iyi okuyup yetişiyor; ama, günümüzde gazetelerimiz yeterince gazetecilik yapamı- yorlar ya da yapmıyorlar; haber geriye itildi; kulis, fiskos, dedikodu, ayrıntı, porno, sosyete ve gelsin makas hazret- leri.. Peki, bari tiraj yarışındaelle tutulur, gözle görülür bir atı- lımolsaya.. Odayok!.. Çeyrek yüzyıl önce toplam gazete satışı 3 milyon; bu yaz 2.4 milyon!.. • Tiraj birgöstergedir.. Ama her şey değildir.. Kitap çok satmalı!.. Yeter mi? Hayır. Bir romanın sanat değeri yoksa, çok satmış, neyazar?.. Fikir, sanat, bilim ki- tapları vedergileri yalnızsürümle mi değerlenir? Batı'da yayımlanıp adı sanı dünyanın her ülkesinde bilinen nice ciddi gazete, yeterince saülmıyor, bulvar gazetelerinin ya- nında yaya kalıyorlar. ı-*-*.-.r,? Ancak bu gerçeklere bakarak Cumhuriyet'e pay çıkardı- ğım sanılmasın; en başta kendi gazetemizi özeleştirinin acımasızl ğı içinde ele almak gerekir. Okurlanmız bu eleştiriyi yeterince yapıyorlar; ben Cum- huriyet'e girdim gireii, bu gazetenin sahibinin okur oldu- ğunu herolayda duyumsadım. Son kez gazetenin satışını 35 bine düşüren de okur, bugün 70 bine çıkaran da okur; değil mü. Onümüzde çok yol var; alacaklılar kuşatmasını ve borç yükünü sırtımızdan atabilsek, bu yol çok çabuk aşılabilir. BEHİÇ AK YAYINLARI 2H()0.000+KD\ Tam pansiyon + yol + gezler -(eks ı> harcayacağmız filmler DQĞU KARADENİZ'e YEŞILYOLCULUK İnebolu'dan Hopaya Karadeniz. Sarp kapısından Kaçkarlar'a, Uzungöl'den Çamlıhemşin'e, Ayder'den Kümbet'e dağlann doruklannda yeşil ötesi yolcııluk. .\masyada tek Türk mumyası, Hattuşaş'ta Hitit Uygarhğı, Anadolu Uygarlıkları Müzesi, Ankara Kalesinde veda yemeği ve buraya sığdıramadıklanmız. PAMUKBANK'LA 12 AYA KADAR VADE BAYBASÛS TURIZM İSTANBUL ANKARA 338 86 61-338 16 51 425 90 82-417 54 67 Seyahal Acentası i$lame Belf^e no. 2149 SATILIK DAIRE Yeşilyurt Başak Sokak'ta 140 m2 daire sahibinden satılıktır. Tel: 573 64 61
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle