06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6AĞUSTOS1992PERŞEMBE ,, OLAYLAR VE GORUŞLER TürkDil Devrimi'nin Birteştiriciligiııde... Tûrkiye Türkçesinin 'küJtür dili', İstanbuTda genellikle bilim ve kültür çevrelerinin konuşup yazdığı, devlet ve dil kurumlannca kurallan saptanarak ortaya konulmuş bulunan yazı dilidir. Avrupa ve Asya'daki bütün Erek, üst dûzeydir Türk toplumlan için de yaa dilinin, Atatürk'ün öncülügünde oluşturulmuş, devrimJe gerçekleştirilmiş bu kültür dilinin olması gerekır. MAHÎRÜNLÜ Yazın Tarihçisi tim, turizm, ekonomi gibi dil dışı şartlann bu ihtiyacı duyuracağı görüşü kabul edilmiştir. Bu hedefe daha kolay ve sağlıklı olarak ulaşa- bilmek için lehçeler üzerinde çahşan bilim adamlannın ve bu konudaki araştırmalann arttınlması, karşılıklı yayınlann teşvik edil- mesi görûşü benimsenmiştir." Avrasya'nın, dolayısıyla dünyamızm eko- nomik, siyasal, kûltürel yeni bir çağa adımlar attığını görüyor; gözlerimiz olabildiğince açık, şaşınhk ve urnutla dolu, her yeni gün, yeni olaylan izliyor, yeni bir şeyler bekliyoruz. Tarihsel, kültürel İcalınülarla, eskimişlikten çok zenginlik ve geçmi; özlemi (nostalji) ile gözleri kamaştıran; ne var ki denizlerin, do- ğanın, kuşlann yok oluşlanyla yaşlı mı, genç tni olduğu belirlenemeyen sevimli gezegenimi- zin, bir bakıma kendisi de olan biten karşısı- nda şaşkın... İnsanoğlunun insafına sığınmış... Bir yandan yıllardır iç içe yaşayan ayn kö- kenli toplumlann birdenbire düşmanca karşı karşıya gelmeleri izlenirken eski sınırlar bölük pörçük olmakta; öbûr yandan AT, AGÎK, BDT, Heisinki Sözleşmesi, Paris Koşulu ('şartı' değil), KEİB (Karadeniz Ekonomik Işbirliği) sorunlann çözümlenmesinde elbirli- ğini amaçlamaktadır. Bu arada bizim toplumumuzla, dilsel ve kültürel bağlanmız bulunan öteki Türk top- lumlannı ilgılendıren birleştirici bir insanlık olgusu da uç vermeye başlıyor: Avrupa ve As- ya'da Türk dilinin lehçeleriyle konuşan yazan Türk toplumlannın (Türki Cumhuriyetler' denmemesi gerekir) abece, yazım (imla) ve yazı dili bağlamlannda ortaklık ereğine yöne- lik girişim... Gazete ve dergilerden öğreniyor, seviniyor, kıvanç duyuyoruz: "Kültür BakanlığYnın düzenlediği, "Sürekli Türk Dili Kurultayı' 4-8 Mayıs 1992 günlerin- de yapıldı. Orta Asya Türk cumhuriyetlerin- den dilcilerin, uzmanlann da katıldığı kurul- tayda, bu cumhuriyetlerle 'abece, yaam (imla) ve yazı dili'nde birlik konulan ele alındı." (1) Bu amaçla yapılan "Sürekli Türk Dili Ku- rultayı'nda, birkaç bakımdan çok önernli so- nuçlar ortaya çıkmıştır. Sonuç bildirisinde aşağıdaki tavsiye kararlannda görüş birliğine vanlarak şöyle denilmiş: Dünyadaki bütün Türk cumhuriyetleri ve topluluklannın ortak bir abece ve yazı dilinde birleşmesi görüşü be- nimsenmiştir. Yazımın genel ilkelerinde birle- şilmesi gerektiği konusunda da görüş birliğine vanlmışür. Daha önce Marmara Üniversitesi Türkiyat Araşürmalan Enstitüsü'nün düzenlediği sem- pozyumda tespit edilen 34 harfli çerçeve abe- cenin kabul edilmesi benimsenmiştir. Yeni abeceler düzenlenirken bu 34 harfli çerçeve içinde kalınması ve mümkün olduğu kadar az sayıda harfle yetinilmesi düşüncesi üzerinde birleşilmiştir. Ortak bir yazım için önce Türkiye'de bir uz- laşmaya vanlması gerekmektedir. Yaamda öbür Türk cumhuriyetleri ve topluluklanyla bütünleşmenin de uzlaşmayla sağlanabileceği düşüncesi üzerinde görüş birliğine vanlmışür. Aynca yazım konusunun Türkçe öğretimiyle iç içe olduğu ve bir bütünlük içinde ele alı- nması: Anadili öğretiminin sağlıkh yapılabil- mesi için yazım kılavuzu ile birlikte söyleyiş kılavuzunun da hazırlanması gerektiği üze- rinde birleşilmiştir. Ortak bir yazı dilinin kısa zamanda ve zor- lamalarla oluşturulamayacağı; politika, eği- Biam üsründe duracağımız önemü noktay- sa, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Atatürk'ün ön- cülüğüyle, altmış yıldan bu yana eriştiği Türk dili kazanımlanndan ödün verilmemesi; öteki toplumlarda yerleşmiş gibi gösterilecek ya- bancı dil öğeleri (Arapca, Farsça, Rusça vb.) öne sürülerek orta yol arayışına çıkılmaması- dır. Yukandaki 'bildiri'de, Türkçe karşılığı bu- lunduğu halde kullanılan "tavsiye, tespit, ka- bul, mümkün, kadar,' diğer, şart, ihtiyaç, he- def, teşvik, arz" sözcüklerine yer verilmesi; bunun yanı sıra, işin içine sayın dilcilerimiz- den A.Bıcan Ercilasun, Hamza Zülfıkar gibi, bir dönemin bilimsel (2) 'sözcük yasaklayıcı- lan'nın girmesi, usa her türden olumsuzlukla- n getiriyor ne yazık ki... Ileri toplumlarda, kültür ve uygarlık bağ- lamlannda ulaşılmış bir 'üst düzey' vardır; ge- lişmekte olan kimi toplum ve kesimler de bu düzeyi erek edinmişlerdir. Bugün, Batı uygar- lığı ya da çağdaş bilim, teknolojinin ulaştığı düzey, en üst düzey olarak nitelendirilmekte- dir. Bunlardan hiçbir topluma, bireye ya da kesime; hiçbir yönde ödün verilmemektedir. Onlan yozlaştırmaya koyulanlar ya da çıkar umanlarsa, önünde sonunda 'geri kalma' ce- zasına uğramaktadırlar. Ne var ki bu, Türk dilini kullanan top- lumlann kendi öz lehçelerinden alışveriş ya- pamayacaklan anlamına gelmez. Birleşmenin ikinci amacı da budur. Türk dilinin geliştiril- mesi açısından bu alışverişin yapılması doğal ve gereklidir. Yeter ki yabancı öğeler, Os- manlıcada olduğu gibi, 'Türk-İslam sentezi' yorumuyla, ağızlara yerleşmiş olsalar da, or- taklık için söz konusu edilmesinler. Şunu açıklamakta da yarar vardır: Bir toplumun, uygarlık yolundaki her ala- nında gelişebilmesi için dil birliğine özen gös- termesi gerekir. Bir dil ya da lehçe içindeki aynlıklar büyüdükçe, yöresel ve çevresel etki- lerle birlikte, yapısal bağlar çözülür; dil birliği, dil karmaşasına dönüşerek yöreler bile an- laşamaz duruma gelirler. Işte bunun için, bütün yörelerin şive ve ağız aynmlannı arkaya iten bir kültürdıline gerek- sinim vardır. Bilimsel, akademik alanlarda, basm-yayın-iletişim (medya), öğretim alanla- nnda, tüm yazışmalarda..: Ûyulması gereken bu özel dil, yine uygulamada konuşulmakta olan kültürce etkin bir yöre dilinden kaynak- lanır. Örneğin Türkiye Türkçesinin 'kültür di- li', İstanbuTda genellikle bilim ve kültür çevrelerinin konuşup yazdığı, devlet ve dil ku- rumlannca kurallan saptanarak ortaya konul- muş bulunan yazı dilidir. Avrupa ve Asya'daki bütün Türk top- lumlan için de yazı dilinin, Atatürk'ün öncü- lüğünde oluşturulmuş, devrimle gerçekleştiril- miş bu kütür dilinin olması gerekir. Sonuç Yaalanmızda öteden beri yjneleyip duru- ruz: Türk Dil Devrimi'nin arhacı, yalnızca Türkçeyi özleştirmek değildir, Türk dili, yer- yüzünün bütün dilleri arasındaki saygın yeri- ne kavuşturulmahdır. Bütün Türk toplumlan, onu öyle bir düzeye getirelim ki, hiçbir cumhurbaşkanı ya da dev- let adamı, nerede olursa olsun, kendi dilinden başka bir dille, Türklük onuruna, benliğine, kimliğine gölge düşürmesin. Her diyeceğini güzel Türkçeyle anlatma ve söyleme olanağı- na erişsin. Doğaldır ki bu düzeye gelmek için, Türk di- line yabana öğelerin kapısını ardına değin aç- mak, onu bunlarla zenginleştirmek (!) doğru yol değildir. Evrensel Türk dilinin geleceğine yönelik atı- lan adımlar için, yapılan etkinlikleri, çabşma ve çabalan kutluyor; başanlı sonuçlar verece- ğine yürekten inanıyoruz. (1) Çağdaş Türk Dili, Haziran 1992, Sf. 42, 46. (2) Cumhuriyet gazetesi, 22 Şubat 1985. ARADABİR BURHAN ÖZBEY SEKA Başmüfettişi Bölûşûmde AdaletsizJik... 1980'ler Türk ekonomisi açısından yaşanan talihsiz yıl- lardır. Ülke 12 Eylül 1980den sonra, militarizmin devlet yönetiminin getirdiği bağlayıcı ve özgürlüklerı kısıtlayıcı yönetim tarzından sonra 1983 yılında yeniden sivil yöneti- me donüşmüşse de darbe yönetiminin yöntemleri sürdürül- - müştür. 1980li yıllarda benimsenen iktisadi model ve modelin uygulanışındaki katı görüşler, toplumsal huzur ve denge- leri önemli ölçüde bozmuştur. Sermayenin desteklenme- sine kurgulanan ekonomik model, sadece sermaye sahip- lerini gözetmiş ve onlara yeni ufuklar getirmiştir. Ancak, sermayenin getirdiği tatlı kazançlar, işadamları ve sermayedarlar tarafından üretken yatırımlara dönüştû- rülmemiş, kısa vadeli hedeflerle çok kazanç getiren, ülke yararına doğurganlığı sağlamayan ölü yatırımlara dönüş- türülmüştür. Ortaya konulan ekonomik model belli ve kararlı bir dev- let disiplininin denetim ve süzgecinden geçirilmediğinden gerekli biçimde üretken bir yörüngeye oturtulamamıştır. Boylece, ülke yararına değil, küçük bir mutlu azınlığa yük- sek kazanç sağlayan adaletsiz bir model yaratılmıştır. 1980'le.de izlenen mikro, makro toplumcu politikaların, sermaye kesimine sağladığı teşviklerin üretken yatırımla- ra dönüştürülmemiş olmasmın acısını bugün toplumumuz en ağır biçimde çekmektedir. Her evde birkaç işsiz, her fabrika önünde yüzlerce, bin- lerce işsiz kuyrugu, bu şaheser modeli yaratan yeri dol- maz (!) kafaların ürünüdür... Kazan da nasıl kazanırsan kazan felsefesinin yerleştiril- diği her türlü denetimden uzak, teftiş ve soruşturma düze- neğinin uygulama dışı bırakıldığı, müfettişlerin "tu kaka" yapılarak, neredeyse toplum içindeki kötü ve yararsız irv sanlar konumuna getirildiği, talihsiz dönemin şanslıları; yolları ve ufukları açılmış belli sermaye çevreleri oldu!.. "... Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin çok yakın bir geçmişte işadamları arasında yaptırdığı bir ankete göre 900 işadamından % 80.3'ü, Türkiye'de suiistimal ve yol- suzluk yapıldığını ve % 85.6'sı da suiistimal ve yolsuzluk yapanların gerektiği gibi cezalandırılmadığını belirtmiştir. Bunun ötesinde, 1980'ler çeşitli kesimler arasında uz- laşmayı çok güçleştirecek bir miras getirmiştir. Reel üc- retler 1980lerde çok büyük boyutlarda gerilemiştir. 1979 yılı 100 kabul edilirse, Türkiye ücretlilerinin genel ücretleri 1988'de 32,7'ye inmiş, devlet memurlarının maaşları da aynıdönemde49,6'yadüşmüştür..."(Doç. Dr G. Çapoğlu- 3. Izm. Ikt Kong. Tebliğinden) 1980'lerin kaynak birikimlerini kalıct ve üretken yatırım- lara dönüştürüp verimliliklerini arttıramayan ve teknolojik atalımlarını gerçekleştiremeyen işveren kesimi; bugün de- mokratikleşme yolunda meydanlara dökülen emeğin önünde, özgürce hesaplaşmanın gücü içersinde bulun- mamaktadır. 1980'lerin yıkıp götürdüğü insanca yaşama hakkını ara- yan yüz binlerce işçi-memur, ezilmişligin, sefaletin, dış- lanmışlığın, kısaca perişanlığın kırıp döktüğü aile yaşam- larının acısı ve harsı içerisinde de yeniden insanca yaşaya- bilmenin kararlılığı ve azmiyie yollardadır. Bugün, yollar, meydanlar, işçi-memur sloganları ile inli- yorsa, pankartlarda "Biz de insanız ve insan gibi yaşamak istiyoruz" diye yazıyorsa, bunun sorumluları geçmişteki, yanlış ve yanlı politikaların yaratıcı ve uygulayıcılarıdır. "Adalet" kelimesinin "adaletsizlik" kavramını çağrıştı- rır hale geldiği gölgeli ve karanlık yıllardan sonra, ezilmiş halk tabakaları, yitirdikleri insanca yaşama haklarını ala- bilmenin başkaldınsı içerisindedir. Ülkeye adapte edilecek ekonomik modelde, özellikle, devlet memurları ve işçiler başta olmak üzere dar ve sabit gelirli milyonlarca çalışanın insanca yaşamak isteğine da- yalı haklı ve kararlı isteğine de özenle yer vermek, ülkede doğabilecek ve hiçbir zaman arzulanmayan kaosun ön- lenmesinde en akılcı yöntemdir. TAKITŞMA Anayasa Mahkemesi Karan ve Sayıştay Seçimlepi Bütün Sayıştay üyelerinin hukukun üstünlüğüne saygının gereği olarak kendiliğinden işbaşından ayrılmalan gerekir. Anayasa Mahkemesi 23 mayıs tarihin- de yayımlanan ve yayımlandığı ta- rihten itibaren alu ay sonra yürürlüğe girmesi öngörülen karanyla, Sayıştay Kanunu'nun S. maddesi ile 6. maddesi- nin 3,4 ve 5. fıkralannı iptal etmiştir. Söz konusu karar her ne kadar 1 Kasım 1990 gün ve 3677 sayüı yasa ile getirilen hükümler için acılmışsa da bu sınırlar içinde kalmayıp, bütün Sayıştay seçimle- ri bundan da öte Sayıştay'ın hukuksal kimliği hakkında hükümler taşımakta- dır. Verilen kararla Sayıştay secim usulü- nün anayasaya uygun olup olmadığı saptanırken aynı zamanda Sayıştay'ın hukuki niteüği yani kuruluş amaç ve gö- revlerini de belırlemiştir. Buna göre Sa- yıştay bir yargüama organı değildir. özü itibanyla idari denetim yapan bir kuru- luş olup bazı kamu görevüleri hakkında sorumluluk doğuran kararlar veremez. Görüldüğü gibi karar, bütünüyle bir mahkeme hatta yüksek mahkeme olarak örgütlenen bir kuruluşun tümden değişi- mini öngörmektedir. Bu yönüyle Anaya- sa Mahkemesi karan çok büyük önem taşımaktadır. Yani bir yüksek mahkeme olarak kurulup çahşan ve insanlan yargı- layıp sorumlu tutan bir kuruluşun mah- keme olmadığı ve yargılama yapamaya- cağuu belirtmiştir. Değinilen karar, Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki ilk karan değildir. 1973 tarihinde verilen bir başka kararda da Sayıştay'ın niteüği açıkça gösterümiştir. Ne yazık ki o tarih- ten bu yana Sayıştay'ın kuruluş amaçla- nna ilişkin hiçbir köklü çalışma yapılma- maana karşın Sayıştay başkan ve üyeliği secim usullerine ilişkin pekçok değişik- likler getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararj, Sayıştay'- ın kuruluşu yanında kadrolanrun oluşu- munu da anayasaya aykın bulmuş, TBMM adına denetim yapan bir kurulu- şun, karar organlannın doğrudan Meclis Genel Kurulu'nca secilmesı gerektığıni, komisyonlarca belırlenemeyeceğını hük- me bağlamıştır. Her ne kadar verilen ka- rar 1.11.1990 tarihinden sonra yapılan secimlerle ilgili görünüyorsa da anayasa- ya aykınlık gerekçesi 1982 AnayasasT- ndan sonraki bütün secimler için gecerli- dir. Çünkü belirtilen tarihten önceki seçimlerde anayasaya aykın olarak ko- misyonlar aracıbğı ile yapılmış, fakat durumun Anayasa Mahkemesi'nin dene- timine götürülmesi olanağı bulunmamış- ör. Söz konusu Anayasa Mahkemesi kara- n 11 Temmuz 1991 tarihinde verilmiş olmasına karşın uzunca bir süre sonra 23 Mayıs 1992 tarihinde yayımlanmışür. Aynca kararda açıkça belirtildiği üze- re; doğurduğu hukuksal boşluğun doldu- rulması için yayımlandığından itibaren altı ay sonra yürürlüğe girmesi öngörül- müştür. Bu arada, iptal edilmekle beraber kısıt- b bir süre için yürürlükte kalan hükümle- re dayanarak yeni bir Sayıştay üyeliği seçimi yapılması düşünüldüğü ve başvu- ru için duyuru yapıldığı görülmektedir. Unutulmamabdır ki Anayasa Mahke- mesi'nce tanınan alu aylık süre, iptal işle- minin doğurduğu hukuksal boşluğun doldurulması amacını taşır. Yoksa ana- yasaya aykın olduğu saptanmış, fakat gecici bir süre için yürürlükte sayılmış kurallarla yeni bir secim yapılabilmesi için bir fırsat yaratmak hiç tasavvur edi- lebüecek bir konu değildir. Bu nedenlerle iptal edilmesine rağmen 23 Kasım 1992 tarihine kadar yürürlükte sayılan kurallara dayanılarak secim ya- pılması sakat olacaktır. Aynca idare mahkemelerinde yasalara ve anayasaya aykın olduğu savlanyla dava konusu yapıbp bir idari işlem olma- dığı gerekçesiyle usulden reddetme işle- minin yaşandığı olayda davacılann ne denli haklı olduğunu ardamak için Ana- yasa Mahkemesi'nin karannın çıkması gerekmiştir. PENCERE Bibndiği gibi ANAP döneminde yapı- lan ve Sayıştay karar organlannda behrli bir görüşün etkin olmasını, saülavan ilk secim, Sayıştay meslek mensuplannın çoğunluğunca iptal edilmesi için yargı or- ganlanna götürülmüştü. Ancak ilkin idare mahkemesi daha j sonra Danıştay o günün koşullannda Sa- yıştay seçimlerini yaşama işlemi sayıp idari yargı alanının dışında kaldığını ka- rara bağlamıştı. Yani konuyu esastan yargılamamışu. Şimdı Anayasa Mahke- mesi karanyla -Sayıştay'la ilgUi seçimle- rin yaşama organının bir idari işlemi olduğu açıkça belirtıldiğinden, yargı or- ganlannca yargılanabileceği saptanmış bulunmaktadır. Bundan başka, ilk dava dilekçesinde ileri sürülen anayasaya ay- kınbk iddiasının doğruluğu da secim usulünü düzenleyen kurallann iptal edil- mesiyle kanıtlanmıstır. Bu nedenle, hukuka aykınbğı açıkça anlaşılan davanın artık yargılanabibrliği de bebrlenmiştir. Diğer yandan İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 53. mad- desi uyannca taraflan ve sebebi aynı olan bir dava hakkında yasal bir dayanak yokken aynı mahkeme yahut başka bir mahkeme tarafından evvelki ilamın hük- müne aykın bir karar yerilmiş bulunması bir yargılanmanın yenılenmesı nedenidir. Yani hukuka aykınbğı ve yargılanabüir- liği Anayasa Mahkemesi karanyla sapta- nan bir işlemle ilgili davanın, yeniden açılması ve sonuçlandırüması için hiçbir engel kalmamışür. Bu durumda, yasalara ve anayasaya aykın biçimde iş başına gelen, aralannda sonradan Anayasa Mahkemesi üyesi olan Hasim Kıbç'ın da bulunduğu bütün Sayıştay üyelerinin hukukun üstünlüğü- ne saygının gereği olarak kendiliğinden işbaşından aynlmalan gerekir. Aksi hal- de Anayasa Mahkemesi karannın yürür- lüğe girdiği tarihte, hukukun gereğini yerine getirme girişimlerinin başlayaca- ğından kuşku duyuhnamabdır. ATİLLA İNAN Sayıştay Uzman Denet- çisi İLAN CEYHAN 1. KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1980/440-131 Ceyhan ilçesi Yalak köyü 133 parsel hakkında mahkememizden ve- rilen karar temyiz edilnıiş, Yarptay 16. Hukuk Dairesi'nin 6.3.1992 tarih ve 1991/8665 Esas, 992/4074 karar sayüı karan ile hükmün onan- dıgı, onama karan tebliğ edilmiş ve tashihi karar talebinde bulunul- makla daha önce mahkememiz karan bir kısun davalılara ilanen teb- liğ edildiginden davacı Hazine vekilinin 8.7.1992 tarihli tashihi karar düekçesi davalılaı Ertekin özler mirasçısı Ebru özler, Edibe Özler, Ali Onur özbilen, Fatma Selmin özbilen, Hatice Gülden özbilen (Koçlar), Kazime özler, özcan örler, Songur özler, özbek özler ve Ulcaz Karamehmeî'e 7201 sayıiı yasa uyannca ilanen tebliğ olunur. Basın: 49301 Yarım pansiyon + yol + çevre gezileri + Nac'abey KARADANIİKYA Prenses Otel'de konaklam'a, Kayaköy, Ölüdeniz, Xanthos, Letoon, Patara, Dalyan, Kaunos, İztuzu, Tlos, Saklıkent. "PARANIZ PAMUKBANKTAN, TATİLİNİZ BAYBASOS'TAN" KAMPANYAMIZ SÜRÜYOR BAYBASÛS TURIZMİSTANBUL ANKARA 338 86 61 - 338 16 51 425 90 82 - 417 54 67 Seyahat Acentası Işletme Belge no 2149 İLAN CEYHAN 1. KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1983(162-302 Ceyhan ilçesi Isırganlı Köyû 221 parsel hakkında mahkememizden verilen 7.11.1990 tarih ve 1983/162-302 esas ve karar sayılı karan ile davacı Ali Küçük'ün itirazının reddine, taynmaTin davalüar Hacı Yu- suf Ağa mirasçılan adına tapuya tescüine dair karan davahlardan Emine Yavaş (Do|an)'a 7201 sayıl) yasa uyannca ilanen tebliğ olunur. Basın. 49313 İLAN CEYHAN 1. KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1979/780-327 Ceyhan ilçesi Kösreli köyü 332, 334, 333 parsel hakkında mahke- memizden verilen 27.11.1990 tarih ve 1979/780-327 esas ve karar sa- yılı karan ile davacı Döndü Akbaş'ın itirazının reddine, taşınmazın davalılar Yusuf özmen ve arkadaslan adına tapuya tescüine dair ka- ran davalılar Ali oğlu Musa Gürlüz, Cemile Adıyaman, Abdurrah- man Adıyaman, Süleyman Adıyaman, Ayşe Mert, lsmail özmen, Ali özmen'e 7201 sayılı yasa uyannca ilanen tebliğ olunur. Basın: 49300 T.C. ADİTASFİYE VE İFLASIN AÇILMASI İLANI AKHİSAR 2. İCRAİFLAS MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN DOSYA NO: 1992/1 İFLAS Müflisin adı soyadı ve ikameti: Sadık Dinar Ragıpbay Mah. 21 Sok. No: 99 kat: 4 Akhisar. tflasın açüdığı tarih: 7.5.1992 saat 15.00 Akhisar Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nin 7.5.1992 tarih ve 1991/87-1992/223 sayüı karan ile iflasma karar verilen yukanda adı ve adresi yazılı müflis hakkında tasfiyenin şimdilik adi tasfiye şek- linde yapılması tensip kılınmış olduğundan 1- Alacakhlann ve istihkak iddiası sahiplerinin alacak ve istihkak- larını ve bunların dayanağı olan belgelerin ve örneklerinin bu ilan tarihinden itibaren 1 ay içinde müdürlügümüze kaydettirilmeleri, veya tevdi eylemeleri, 2- Müflise borçlu olanlann aynı süre içinde kendilerini ve borçla- nnı bildinneleri, aksi halin (İ.İK. 336 maddesi gereğince) cezai so- rumluluğunun bulunulacağı. 3- Müflisin mallarını her ne suretle olursa olsun, elinde bulundu- ranlar o mallar üzerinde kanuni haklan saklı olmak şartı ile bunlan aynı süre içinde, iflas müdürlüğü emrine tevdi etmeleri, makui, özre dayanmaksızın vermezlerse cezai sorumluluğa uğrayacaklan ve rüç- han haklannda mahrum kalacakları (1.1.K. 336.) 4- 17.8.1992 günü saat 9.00'da Akhisar 2. lcra Müdürlüğü'nde ilk alacaknlar toplantısı yapılacağından, alacakhlann bu toplantıya gel- meleri veya yetkili bir vekil göndermeleri, müflis ve müşterek borçlu olanlar ve kefîllerin ve borcun tefekkul eden sair kimlerin bu top- lantıda hazır bulunmaya haklan olduğu ilan olunur. (t.l.K. 219-336) Ders Kttabı Gfti._ Urla'da minibüsçüler arasında kavga çıkmış. Iki ayn fir- ma arasında rekabet, "sen taşıyacaksın, hayır ben taşıya- cağım" tartışması alevlenmiş; çatışmalarda yaralananlar olmuş; 22 kişi adliyeye gönderilmiş; olaylar nedeniyle kay- makamlığın önünde toplanan kalabalığın sözcüleri bağır- mışlar: " - Olaylan Kürtler çıkanyor, bunlar yerlerlne dönme - den sorunlar çözülemez!.." Izmir Valisi Aktaş, olaylan izlemek için kaymakamlıkta bulunuyormuş; kalabalığı yatışbrmış: "- Kimseyi zorla bir yere gönderemeziniz. Kimse klm- seyi ezemeyecek. Ben Doğu illerinde 16 yıl görev yaptım, devlete karşı son derece saygılı olduklannı gördüm. Ara- nızda provokatörler (kışkırtıcılar) olabilir. Slz onlara inan- mayın!.." Urla'ya gelen HEP ll Başkanı Hikmet Fidan yetkililerle görüştükten sonra açıklama yapmış: "- Olay üzücüdür. Çeşmealtı 'nda oturan Doğululann ev- leri basıldı. Burada dayak yiyenler olmuş. Dayak ylyenle- rin yüzde 80"ı Doğulular. Kürt-Türk ayrımı yapılmak isteni- yor. Ayrım yapılmamalıdır. Türklene Kürtlerkardeşttr." Cumhuriyet'te ayrınblı biçimde yeralan haberin başitğı: "Çıkar kavgasıyla yaratılan şovinizm". Haber değil, sanki ders kitabı!.. • Her kavganın -savaşın, terörün, çatışmanın- altındabirçı- karpaylaşımı vardır. Ister Marks söylemiş olsun, ister bir başkası; ekonomiyi gözardı ederek, ne tarihi anlamak olanağı var, ne de günü- müzü. Eğer Anadoluda Türk-Kürt kavgası yaratılmak iste- niyorsa, bunun ardında kesinlikle "ç^ar" yabyor. Hem de yalnız Türkü ya da Kürdü ilgilendiren çıkar de- ğil; sınır ötesinde, okyanuslann karşı yakasında yaşayan ve dünyayı yönetenlerin çıkarları işin içindedir; tekelci ka- pitalizmin dünyasında olayın boyutlannı bir ülkenin sınır- ları içine sığdıramazsmız. 20'nci yüzyılın başında, Ana- dolu'da yaşanan Türk-Ermeni kavgası da hem kendi için- de, hem de sınırlar ötesindeki çıkarların güdülemesiyle patlak vermişti. Denebilir ki: - Canım, bu kadarı da fazla!.. Eninde sonunda miriibus- çülerin kavgası!.. Şimdi bu olayı hem Marks'a, hem tarihe, hem sınır ötelerine yaymanın anlamı var mı? Her yerde emperyalizmi görmek zorunda mıyız? Değiliz... Ama yanıbaşımızda, gözümüzün önünde, evimizin içîn- de, komşumuzda yaşanan bir olayı, evrensel değerierin terazisinde tartamazsak, çağdaş insan aklının önündeaçı- lan ufukları daraltmış oluruz. lyice öğrenmek gerekir Oünyanın neresinde bir etnik çabşma çıkarsa, bilin ki bü- tün dünya oradadır. Bosna-Hersek'te... Lübnan'da... Azerbaycan'da... Urla'da... Urla'daki çabşma Güneydoğu'dakinin uzanbsıdır, Adana'da Çekiç Güç' ne güne duruyor? Çekiç Güç'ün bir ucu Bağdat'ta, öteki ucu Beyaz Saray'da!.. Urla'da yurttaş her gün televizyon başında; adına "medya" denen cana- varın karşısında!.. Sonra ekmek parasının ardında!.. Ek- mek aslanın ağzında.L Enflasyon on yıldır yüzde 50'nin üstünde!.. Yolcu kapamazsan, işin bitiktir. Kimdir karşın- daki hasım? Kürt mü? Türk mü? Her gün "ölü olarak ele geçirilenler ve şehit edilenler" ile doldurulmuş kulaklar- dan beyne giden titreşimler birdenbire Richter ölçeğine göre dayanılamaz bir depreme dönüştü mü; yıkılanlan tut tutabilirsen .. Anadolu'yu etnik bir çatışmanın kanlı arenasına dönüş- türmek isteyenler başarı kazanacaklar mı? Komşuyu komşuya düşman ederek kardeşi kardeşle kan davasına sürekleyen bir gidişabn içindeyiz. Urla'daki olay ibret verici!.. Sanki bir ders kitabının en çarpıcı sayfa- ları önümüzde açılıyor; ezbere bildiğimiz satırlar, bu kez gazete haberi olarak karşımıza çıkıyor; göz göre göre bir yere sürükleniyoruz. Anadolu halkı birbirini seviyor. Bu sevgiyi düşmanlığa dönüştürebilecek etnik ve mezhepsel kan davalarına "dur" diyecek bir gücü toplumda yaratmalıyız. Bu bir politika değildir... Bir insanlık davasıdır. 1 î yflPIHCIUK1 SELDA BAÛCANYENİ KASETİ ç \ * ^ KASETÇİNİZDE GENEL DAGlTIM RAKS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle