23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MAYIS1992 CUMARTESİ 12 DIZI YAZI Birzamanlar Toroslar'da değişik giyim ve görünümdezengin göçerlerin yaşadığirivayetedilir 0 beyaz atlılar nereye gitti? Rivayete göre, bu göçerler ölülerini toprağa degil, akarsulara, göllere verirler, ardından da büyük ve görkemîi ağıtlar yakarlardı. Ölüyü suya gömme Orta Asya şamanbğından kalmaydı. Bu inanca göre su, topraktan büyük ve temizdi. Yeryüzü yaratılmadan önce her yer su ve denizlerle kaplıydı... Toroslar (2) Pınar gözlerine mor salkımlı oğlak menekşelerinin gölgeleri düşer. Çiçe- ğe duran sığır kuyruğu otlan bir tür sanlar ormanına dönerler. Sayısız orman, dal, yaprak, değişik bulutla- nn solungaçlan olanlar da ormanla- nn ince pürle kapb eleğinde süzüle- rek akarlar. Bazen de iyice sallanıp hareketlenmek için kendi yellerini yine kendileri yaratarak kendi rüz- gârlannın görünmez büyülü köpü- ğüylc oynaşırlar. Derken Yörüğe, sürüye kesmeye başlar dağlar. yayla- lar. Kıl çadırlı oba içleri gece gündûz teke siyegi, süt, yağ, peynir, çökelek ve ayran kokar. Bir masal gibi 1968 kışında Bolkarlar'a günlerce yağmur yağdı, seller aktı. O sel yılında Toroslar'ın yeraltı gölleri ve ırmaklan taştı, sular fışkırdı yeryüzüne. Fışkırmakla kalmadı, simsiyah, yosunlaşmış insan iskeletleri kustu dışan. Bu alamet, yan efsane Yörük öyküsünün doğrulanması mıydı? Kimse bilmiyor. T O R O S L A R K A L E L E R Y Ö R Ü K L E R O S M A N Ş A I I l \ İnsanlar doğanın güzelliğıni kimi yerde yalnızca izlemekle yetinirler- ken baştan başa ota, çiçeğe, anya, kelebeğe, yeşile kesen Toroslar'da bunun asıl gerçeğini göriir yaşarlar. elleriyle dokunur, kokusunu içlerine çekerler. Çekmekle de kalmazlar, iç- lerinden geçırdikleri düşleri ateşle- yen bir masal gerçeğini yaşarlar bazen. Güneşsiz sulann, nehirlenn aktığı Toros dıplennde dağlar kadar eski, yaşlı ormanJar, ağaçlar yer alır. Co- cak Deresi'ndeki Orman İdaresi'nin koruma altına aldığı dev ardıç ağacı- nın beden çapı yedi metre alımış san- timi bulur. Katran ağaanın bedenı- nin çevresi ise dokuz metreye yakın- dır. Boylan da kırk metreyi aşarak kara bir kayış gibi gökyüzüne doğnı yükselirler. Sigara ucu kadar budak İekesi göremezsin gövdelerinde. Her iki ağacın yaşlan, Osmanlı İmpara- torluğu da dahil bircok devletin ya- şından fazladır. Bu iki ağacın değıl gövdelerini, bir tek dalıru bile dev kamyonlarla laşıyıp götürmek ola- naksız. Toroslar'ın acunasız kuralları Cocak Deresi'ne bakan uçurumlar öylesine dik, öylesine yüksektırler ki o kuturdaki ağaçlar kesilip aşağılara aüldığmda. ufacık odunlara dönü- şünceye kadar parçalanıp dağılabi- lirler. Bu yûzden kurallan katı ve serttir Toroslar'ın. Oralarda yaşayan canlı- lan, ağaçlan, bitkileri kendi acıma- sız iklimine uydurur. Uymayanlar da canlanyla öderler bunu bazen. ör- neğin havada bulutun cekirdeği bile yokken, birdenbire ceviz büyüklü- ğünde, çakmaktaşı keskinliğinde bir dolu sağanağı yağmaya başlar ki ka- çacak delik bulamazsın. Dolu zığlı- mı her şeyi çırpar, deler, dalı, yapra- ğı, çiçeği. tohumu silkeler, indirir, döker yere. Az sonra da açan güneş ortalığı kızışürmaya başlar. Boz renkli. kırmızı, pembe kanatlı. par- mak iriliğinde çekirgeler çıkarlar or- taya. Sırt sırta verip binerek çiftleşir. uçuşurlar. Derken onlan, renklerini kayahklann renklerine uydurmuş sessizce pusuda bekleyen kaya ker- tenkelelerinden biri kapıp yutar. Adı efsanetere kanşmış ünlü Cocak Deresi. Derenin yatağına bakan uçurumlar öylesine dik, öylesine yüksek ki... Kertenkeleyi de bir süre sonra atma- calardan biri kapar. Yılanlar azgın toprağın yüzüne vuran fare deliklerinden içeri girip akarak onlan yakalayıp iştahla yu- tarlar. Kış gelir. Yılanlar loprağın derinliklerinde ağır kış uykulanna yatınca. fareler de gelir onlan yer bi- tirirler. Böylece biri öbürünün yemi. gıdası olur orada. Huysuz rüzgârlar Rüzgârlan da akarsulan gibi bir- denbire indiriveren yağmuru ve kan gibi huysuz ve sinirlidir Toros'un. Yalnızca kuze>den güneye doğru de- ğil güneyden kuzeye. doğudan batı- ya, aşağıdan yukanya doğru da deli- cesine eserler. Binlerce yıldan beri gece gündüz vura vura. toz toz yiyip bitirmişlerdir kayalıkiann yûzlerini. Timsah sırtı gıbı tırtıklı. dikenli, zım- paralaşmıştır kayalıklar bu yüzden. Sert iklim, insanlannı da derinden etkilemiştir Toros'un. Yörüklenn se- vinçleri, öfkeleri. ödüjlendirme ve cezalandırma yöntemleri yine o dağ- lardan alır huyunu. "Dünyada var olan en korkunç güç. alçakgönüllü- lüktür" diyen ünlü Rus yazan Dosto- yevskıye hak verdirecek denli alçak- gönüllü, dost ve sıcak olan, tatlı tatlı konuşan, gülen sıradan bir Yörük in- sanının yüzü, gökyüzünün anidcn bulutlanması gibi birdenbire kararı- verir. Öfkeden, sinırden tanınmaz olur. Soluklu aygırlar örneği canlı. parlak bir öfkede açılan gözleri, öl- dürücü, korkunç bir kimligc bürü- nüverir. Karacaoğlan türküleri gibi sevgi, doğa ve tutku kokarken bir- denbire Dadaloğlulaşır, padişah fer- manına mcydan okuyan dövüşçü biri oluverir. Kuş uçmaz kervan geçmez. kul renkli, ıssız kayalıkiann. tepelerin başlannda, üst üste yığılmış taşlâra rastlanır. Ne için yığıldıklannı, tepe başlanna ne zaman konulduklannı, ne işe yaradıklannı kimse bilemez. Öylesine eskidirler ki zaman onlann üstünden akmış gıtmiş, donmuş kal- mış gibidir. Eriyen. güneşin önünde geri çekilen buzul artığı. duygusuz taş yığınlanna da benzemezler hiç. Ölmüş gitmiş Yörük ululannın anısı- na yığılmış "makam taşlan' veya gömüt eskileri de değildirler. Sığına- ğa, av için pusu kurulacak yerlere de benzemezler hiç. En ufak kazma. kü- rek. çekiç izlerine de rastlayamazsın yüzlerinde. Bir başka evrenden gel- miş canlılarca dikilmiş yığılmışlardır sanki. Oysa iyice yakından bakıldık- lannda, yıllar önce oraya, insan eliy- le taşınıp yığıldıklannı görüp anla- maya başlar insan. Her yığın, çıplak kaya ve tepe başlannda bir tür insan habercısiymiş gibi görünür. dururlar öylece. Zafer taşlan Göçer obaları arasında çıkan amansız kavgalarda. yenen oba. ye- nilen obaya inat olsun diyerek gider- ler onlann görebilecekleri yüksekçe bir tepenin başına bütün gün çalışa- rak taş yığar giderler. Aradan zaman geçer. Yenilen göcer obası, öbür oba- dan bir şekilde öcünü alınca, bu kez de onlar inadına giderler, öçlerini al- dıklan göçer obasının görebileceği yüksekçe bir yere. kendi yengilerini sımgeleyen utku taşlannı yığar gi- derler. "Size olan öcümüzü aldık. Yengimiz bu taşlar kadar sağlam, kahcı olsun" dercesine. Hiçbir göçer obası, o yengi anısı taş yığınlanna dokunmazlar, yık- mazlar hiç. Yıkarlarsa, mertliğın de yiğitlenmenin de yıkılışı, ölümü olur buçünkü. Uıku simgeleri o yığınlar, yıllar- dan beri o ıssız, çıplak kayalıkiann. tepelenn başlannda birbirîerine ba- kar dururlar hâlâ. Zamanın dışına düşmüş, gensınde kalmış eskı mert- lik duygulannın kendilerine sindiği- ni duyumsatırcasına. Göçerlerle ilgili anlatılan efsane- öykülerden biri de şöyle: Bir zamanlar. oralann bilinmez karanlıklannda değişik giyimde ve görünümde zengin göçerler yaşarlar- dı. Tümü de atlıydılar ve atlannın renkleri beyazdı. Zengin oluşlannm tek kanıtı da önlerindeki sürülerinin büyüklüğüydü. Kuyruksuz, koyur lannın boylan yüksek, belleri uzun. yünleri bol ve zengindi. Ölüyü suya gömme İştc bu göçerler, ölülerini eskiden toprağa değil, akarsulara göllere ve- rirler. Ardından da büyük, görkemîi ağıtlar yakarlardı. ölüyü suya 'göm- me' âdeti, Orta Asya şamanlığından kalmaydı. Bu inanca göre su, toprak- tan büyük ve temizdi. Yeryüzü yara- tılmadan önce her yan su ve denizler- le kaplıydı çünkü. Eski İranlılann "Efrasiyap' ya da "Avrasyap' dedikleri, Türklerin ünlü destan kahramanı Alp Er Tunga . İranlılarla yapılan uzun savaşlardan sonra öldürülünce. yasa girer Türk- ler. Alp Er Tunga öldü mü? Issız Acıın kaldı mı? Ödlek öcün aldı rru? diye ağıtlar yakarak Alp Er Tunga'- nın ölüsünü L'rmiye Gölü'ne attıkla- nnı kimi tarihçiler yazar. 1968 kışmda günlerce kar ve yağ- mur yağdı Bolkarlar'a Kar sulanyla bırlikte seller aldı Çukurova'yı. Sel sulanyla boğuldu her yan. Berdan Çayı ile Mersin'in içinden gecen As- lanköy Deresi taşlı. Tarihi Müftü Köprüsü yıkıldı. Evleri, bahçeleri. apartmanlan sular aldı. Çoğu eşya- lan denize taşıdı. Deniz bulandı. in- sanlar günlerce deniz kıyısından ha- lı, kilim ve ev eşyası topladı. Bu görülmemiş sel afetini o zama- nın radyo ve basını bolca verdi. Hat- ta bu tufana. o yıl ayın çevresini dolaştıktan sonra dünyaya dönen Apollo'nun neden olduğunu sanan kimi Çukurovah çiftçiler ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne "Göğü dd- diniz. Tufana sebep oldunu/!" diye- rek telgraflarçekti. İşte o sel yılında Toroslar'ın yeraltı gölleriyle ırmaklan taştı. Görülme- dik. umulmadık yerlerden sekiz-on değirmeni döndürür gürlükte sular fışkırdı yeryüzüne. Fışkırmakla da kalmadı, simsiyah olmuş, çürümüş. yosun tutmuş, kararmış bir sürü in- san iskeletıyle kafatası kustu çıkardı aışan. Ortaya çıkan bu iskelet ve ka- fatası artıklannı. yaklaşan bir "kıya- met'ın habercisi olarak yorumlayan kimi fanatik din adamlan bile oldu. Acaba o yeraltı sulannın günyüzü- ne kusup çıkardığı onca iskelet ve kafatası artığı, sellerin toprağıyla birlikte kökünden kaayıp götürdüğü bir gömütlük eskisinin artıklan mıy- dı, yoksa yukanda sözü edilen yan efsane Yörük öyküsünün bir tür doğ- rulanması mıydı. hâlâ bilinemiyor. SlRECEK GÜNCEL CUNEYT ARCAYUREK • Baştarafı 1. Sayfada mada beceri sahibi partilerden kurulu koalisyonlara bırakıyor. Demokrasinin pekçok dalında olduğu gibi, geçirdi- ğimiz onca deneyimden sonra, sanırız, ülkemiz farklı görüşlü partilerden kurulu hükümetler konusunda da olgunlaşıyor. Orneğin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Meh- met Moğultay'ın, ILO koşullarına dayanarak hazırla- dığı "iş güvencesi" tasarısıyla ilgili gelişmeler... Uzlaşma arayışının güzelliğini sergiliyor. Üstelik cepheler kurulmuş. Bir yanda Türk-iş, DİSK ve Hak-iş gibi işçi kuruluşları; karşıda TÜSİAD, Oda- lar Birliği, TİSK gibi işverenler cephesi. Işten çıkar- maları mahkemeye götüren, yargı kararı uygulan- mazsa işçiye tazminat hakkı tanıyan maddeye işve- renler karşı çıkıyorlar. Nuh diyor peygamber demi- yorlar. işçi cephesi de tersini savunarak sertleşiyor. Konu giderek öylesine tırmanıyor ki, pekçok kesimde, hü- kümette giderek büyüyecek bir çatlağın belirdiği söy- leniyor. önümüzdeki günlerde sosyal demokrat SHP'nin orta sağ DYP'den kopacağını içeren irdele- meler duyuluyor. Beklentikr gerçekleşir mi? iktidardan uzaklaştıkça eski günleri arayanlann ko- pup kaçtığı ANAP ile CHP'yi yeniden yaratarak SHP milletvekilleriyle iktidara ortak olmayı düşleyen DSP önde gidenleri... Koalisyonu ve hükümetteki oluşma- ları yüzeysel değerlendiriyor. İş güvencesi tartışma- larını yeni bir umut kapısı görmüşler, ellerini ovuştu- ruyorlar. Oysa, uzlaşma arayan Mehmet Moğultay, önceki gün Başbakan'a yakınlığıyla tanınan Devlet Bakanı, üstelik işadamı Cavit Çağlara gidiyor. Bakanlıkta ye- nilen öğle yemeğinde "sorunu tartışıyorlar." Çağlar, Demokrasi diyorsak, iş dünyasını dinleye- ceğiz bir yerde" diyor. İş dünyasıyla uyum içinde olmayan hiçbir hükümetin yaşamayacağını savunu- yor. Tasarının bu biçimiyle "zor geçeceğine" değini- yor. Uzlaşma arıyor. Moğultay, yasayı gelecek hafta Bakanlar Kurulu'na sunacak. Tasarıyı 158 sayılı ILO Sözleşmesi'ne uy- gun hazırlamış. 'Demokrasi ise demokrasi. Ama Batı- lı ülkelerin benimsediği kurallarla koşulları içeren bir demokrasi' diyor da başka bir şey demiyor Moğultay. Odahakh... Kısacası, amaç bir "rivayet muhtelif." öykünün buraya kadarı, iktidara hasret çekenleri doğruluyor. Ne çare, hevesleri kursaklarda bıraka- cak, yargıları yeni baştan biçimlendirecek başka bil- gilervar. İnönü: Yok, yok! Taraflarm birbirine ters düşen, neredeyse katılaş- maya yüz tutan davranışlarını dün sabahki söyleşi- mizde bir kez de bizden dinleyen inönü, "Şimdi ne olacak?" sorumuzu, serinkanhlıkla "Hiçbir şey olma- yacak. Tasarı, Bakanlar Kurulu'na henüz gelmedi. Geldiğinde tıpkı adalet konularında olduğu gibi iyi şe- kilde çıkacağından eminim" diye yanıtlıyor. Adalet yasalarında hükümetin iki kanadı arasında- ki kimi anlaşmazlıklar Bakanlar Kurulu'ndaki görüş- melerde ya da kurulan bir alt komisyonda giderilmiş- ti. Bu nedenle inönü, "işin ortasının nasıl bulunacağı- nı" basit bir ifadeyte, "Hep bulundu, yine bulunur" diye açıklıyor. Moğultay da "hükümette sallantı" olasılığını, "Yok efendim yok" diye değerlendiriyor. Zaten Başbakan Demirel de ipi germek istemiyor. Çok dikkatli Bu nedenle, örneğin Moğultay yasası- na temel teşkil eden 158 sayılı ILO Sözleşmesi'ni hemen imzalamıyor. Birlikteliğin erdemi, engelleri uzlaşmayla aşma ıs- teği şimdilik, evet şimdilik bakanlara. özellikle iki li- dere egemen. İş güvencesi yasasıyla daha epey yol alınacağa benziyor. Hükümet beklentileri içinde olanlarda... Hevesler kursaklarda! Aykut'a suçlaıııa • Baştarafı 1. Sayfada Haklannda "görevi kötüye kullanmak" savıyla soruştur- ma açılması istenenlerin adlan şöyle: Eski Bakan Imren Aykui, SSK eskı Genel Müdürü Meh- met Karaduman. SSK eski Yönetim Kurulu üyeleri Enver Toçoğlu. Zeki Çakmakçı, Cengiz Karahan. Haklannda ""görevi savsak- lamak" savıyla soruşturma açılması istenenler ise şunlar: SSK Genel Müdürü Yalçın Sayın, Yönetim Kurulu üyele- ri Enver Toçoğlu, Askeri Var- gıtay eski üyesi Emekli Deniz Hakim Albay Akdemir Ak- mut, Şışli Bclediye eski Başka- nı Mehmet Emin Sungur. Vakıfla ilgili olarak açılan soruşturmanın savcılığa gön- dcrildiğini Cumhuriycf ten öğrcnen ANAP İstanbul Mil- letvekili İmren Aykut "Açsın- lar. Benim hiç alakam yok 1.5 sene oldu ben aynlalı, bcn sa- dece kurucusuyum"dedi. İktidann. bütün dos>alan savcılığa göndermeyı âdet hali- ne getırdiğini kaydcden Ay- kut, şunları söyledi: "Yolsuzluklann hesabını soracağız. diye o kadar çok ko- nuştular ki. şimdi.yolsuzluk olsun, olmasın mutlaka bu dosyalan gönderiyorlar. Gön- dersinler. Sonucu hep beraber göreceğiz. Savcılık konusu en ufak bırhusus\okturveolma- vacaktır. Bunlar çirkin şeylcr- dir. Bunlar. çok kötü bir uygu- lama başlattılar. Onun sonuç- lanndan tabii ki. kendileri de zarar görecekler. Durup du- rurken insanlara iftira atıyor- lar. Bir takım zorlamalarla, sanki birtakım usulsüz ısler >apılmış gibi gösterme çabala- nyla hazırlandığını biliyoruz. Dosyanın savcılığa gönde- nlmesini" çok iyi" karşıladığı- nı söylcven A>kut. \oisuziuk dosyasından bir sonuç çıkma- yacağını savundu. Aykut. so- ruşturmadan bir sonuç çıkma- dığı takdirde karşı dava açaca- gını belirterek sözlerini söyle sürdürdü: "Ben bu konuda kendine fevkalade güvenen bir insa- nım. Memnuniyetle bu soruş- turmanın sonucunu bekliyo- rum. Dört yıl günde 17 saat çahşmış. insanlara bir şeyler yapmak için çırpınmış bir insa- na bu yapılır mı? Geçmiş döne- min en düzgün bakanına çamur atmak istiyorlar. Bun- lar şimdi. kendi kabinelerinde karşılaştıklan bir olayın inti- kamını almaya çalışıyorlar. İcraatlanm eleştirilebilir. Fa- kat şeref ve haysiyetime hiç kimse>e laf söyletmem." Hakkında soruşturma açıl- ması istcnen Türk-İş Genel Mali Sekreteri ve SSK Yöne- tim Kurulu üyesı Enver To- çoğlu' da kcndisi hakkındaki işleme bir anlam vercmediğini belirtti. Toçoğlu "Herkes bili- yor ki. İmrcn Aykuf a kanşı en büyük mücadeleyi ben ver- dim. Bu mücadelc >üzünden İmren Aşkut ile davalı bile ol- duk."dedi. POLİTİKA VE ÖTESİ MEHMEDKEMAL Imzadan Imzaya... Ahmet Necdet'in bir dizesi var: 'Işıyan sözü gördüm' der. Bu kısacık dize çok şeyler anlatır. Ne anlatır?' diye sormayın, bunu erbabı bilir. Bu dize elbette tek başına de- ğildir. Dizenin başı, sonu, yandaşı vardır. önce şöyle oku- yalım: 'Düşlerde bölük pörçük/lşıyan sözü gördüm...' Bir de şöyle: 'Işıyan sözü gördüm/Bir yüzde yüzgörümlük...' Ahmet Necdet, son kitabı Gün Yüzleri'ni gönderirken (Broy Yayınları) ilk sayfaya bu dizeyi yazmış. Bu kitabın neresindedir diye epeyce aradım, sonra buldum. iltifat et- miş, ben de teşekkür ederim. Mehmet Ali'nin Hatayı'nda imza günü vardı. Benim bil- diğim imza günü yeni çıkan kitaplar için yapılır. Behzat Ayın yeni bir kitabı çıkmıştı: Kuşku ve Korku... Bir imza günü isterdi. Benim bu yıl çıkan yeni bir kitabım yoktu ki imza günüm olsun!... Dost hatırını kırmamak için biz de imza gününe katıldık, geçen yıl çıkan kitabı tezgâhın üstü- ne koyduk. İmza günü için çağrılar çıkarılmıştı, ama gaze- tede ilan yoktu. Nedense unutulmuştu. Gene de imzaya gelenler vardı, sağolsunlar!.. İmza gününde iki bayan yazar daha kitaplarını imzalı- yordu: Elgiz Pamir Ay (Behzat'ın eşi) ve Tansu Bele... Elgiz Pamir'in kitabı fırından çıkmış taze ekmek gibi stcağı sıca- ğına idi. ilk ağızda ciltlenmiş olanlar gönderilmişti. Adı: Sanata Çağrı.. Yazar, istanbul Üniversitesi Edebiyat Fa- kültesi Felsefe Bölümü çıkışlıydı. Paris'te okumuştu. Dergi ve gazetelerde yayımlanan makalelerini, sanat, edebiyat, felsefe üstüne denemelerini toplamıştı. Kısa da bir açıklama yazmıştı. "...Hızlı teknolojik değışmelerin inanılmaz boyutlara ulaştığı çağımızda giderek insana özgü değerleri', güzel' ve güzele duyulan sevgiyi' yitiren insanı sanata çağırıyo- rum." Kitap, yer yer serpiştirilmiş Picasso desenleri ile bezen- mişti. Bu aydınlığın kapsamı idi. Sadece deneme diyebile- ceğimiz yazılar yoktu, şiirler de vardı. İşte bir tanesi: Gün doğuşunu/Gün batımını/ebem kuşağını hiç usanmaz mısın taşımaktan kanatlarında Sen ey Anka kuşunun özenip de gönül verdiği Tansu Bele de istanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü bitirmiş. "Ah Benim Bir Başıma istanbul Kadınlığım" adlı kitabı iki yıl önce çıkmış, Sanat Olayı'nın öykü ödülünü al- mış. Öyküleri arasından sekizini bu kitapta toplamış. "Ya- zarlığı temel uğraş olarak seçtiğini" söylüyor. Necdet Ökmen'i yıllardır tanırım, yaşamı boyu bir öykü vurgunudur. öykücülüğü çok eskilere dayanır. Politikada seçilir başarıları olduğu halde kendini öyküye vermiştir. Poiitika ve politikacılarla inceden inceye alayları vardır. ilk öyküsü New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni is- tanbul gazetesinin birlikte düzenledikleri 1950 yılı Dünya Hikâye Yarışması'nda birinciliği kazandı. Havadis gazete- sinin açtığı fıkra yazarlığı yarışmasında birinci oldu. Bir süre günlük, kısa fıkralar yazdı. Köpeğin Biri' adlı kitabın- dan sonra 'Sen Kimbilir Ne Kadar Güzel ölürsün' ikinci öykü kitabıdır. Bu öyküleri okura şöyle tanıtmak istiyor: • "Son yazdığım hikâyeleri (öykü demiyor) bir araya geti- rince hepsinin ölüm konusunda kesiştiklerint görüp ben de şaşırdım. Oysa önceden kararlaştırılmış böyle bir iste- ğim yoktu. Tüm hikâyeler kimi mizahi, kimi duygusal açı- dan 'ölüm' ortak paydasında birleşmiş olunca, önceki kita- bımın ikinci baskısına eklediğim bir hikâyeyi de aralarına kattım. Bu kitap, 'ölüm üstüne çeşitlemeler' niyetine de okunabilir." Kitaplar işte böyledir. Necdet ökmen'in öyküleri, ortaya çok çıkmamış bir ustadan örneklerdir. Okudukça bizi Çe- hov'a götürür. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Taze peynir ve şekerle yapılan bir tür tatlı. 2/ Isviç- re'de bir kanton... Gece yapılan sine- ma ya da tiyatro gösterisi. 3/ Halk dilinde pancara ve- rilen ad... Afrika- da bir ırmak. 4/ Bir çokluğu oluş- turan varlıkların her biri. 5/ Ava ahştınlmayan bir tür doğan... tlaç. 6/ Eylemleri olum- suz yapmakta kullaıulan ek... Bir şeyi unutmamak için parmağa bağ- lanan iplik. 7/ Bir elektroliz aygı- tındaki artı kutup... Hayat arkada- şı. 8/ Büyük makamdaki kimsele- ri hoş sözlerle, fıkra ve öykülerle eğlendiren kimse... Kurşun borula- nn ağzını açmakta kullanüan ucu sivri takoz. 9/ Kendini beğenmiş, sevimsiz. YUKARpAN AŞAĞIYA: 1/ Bir kitabı, bir yayını tamamlamak ve zenginleştinnek için yapı- lan ek. 2/ Tarımda kullamlan azotlu gübre... Çam ağacından yapümış su testisi. 3/ Gaziantep'in bir ilçesi... Evin bölümü. 4/ Meslek. 5/ Ağız kısmı yayvan bakır tas... Su. 6/ Yüz, çeh- re... Eskiden 'nasıl, niçin' anlamında kullamlan sözcük. 7/ Ki- şinin sevinç, güven ve her tür devimsel etkinliklerinin normal olmayan bir biçimde arttığı ruh hastalığı... Doyurma. 8/ Tıp dilinde derinin kanlanmasına verilen ad... Tarla sının. 9/ Kim- yasal temel madde. ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ DERGİSİ'nin ŞİİR ÖZEL SAYISI çıktı. Dil Derneği'nin aylık dil ve yazın dergisı Çağdaş Türk Dili'njn "Hrfzı Veldet Velidedecğlu'nun Anısına" yayımlanan ŞİİR ÖZEL SAYISI çıktı. Çağdaş Türk Dili'nin, nisan/mayıs aylarını kapsayan bu sayısında Hrfzı Veldet Velidedeoğlu için Ömer Asım Aksoy, Yekta Güngör Özden, Sami Karaören'in yazıları, Yaşar Mlraç'ın bir şiiri yer alıyor. Ayrıca Şiir Ûzel Sayısı'nda Gülten Akın, Aziz Nesin, Ali Yüce, Cahit Külebl, Ceyhun Atuf Kansu ile birlikte otuza yakın ozanın şiirleri bulunuyor. Sennur Sezer, Ünsal Özünlü, Erendiz Atasü, D. Levertoy. (Çev. Ahmet Kocaman), Ceyhun Aksoy, Haluk Cengiz, All Ozçelebi, Muzaffer Uyguner, V. Dogan Günay, Hasan Akarsu'nun şiir ve şiir kitapları ûzerine yazıları; Mustafa Canpolat. Ali Dündar, Kamile İmer'in inceleme yazıları; Semih Poroy'un çizgısi ve Ülkü Günay'ın kapak resmıyle Çağdaş Türk Dili'nin bu sayısı oldukça ilginç ve dolgun ıçerıği ile okurlarına ulaşıyor. Mart 1992'de 5. cilde başlayan Çağdaş Türk Oili, tanınmış dil ve yazın ustalarının yanı sıra, genç kalemlerin de ürünlerini yayımlayarak yayın sıyasasındak: tutarlılığını koruyor. Çağdaş Türk Oili, beş yıldır sürdürümcülerinın ve yazalarının katkısıyta yaşıyor. ÇTD'nin bir yıllık sûrdürüm ederi 50.000 TL., 6 aylık 25.000 TL.'dir. Dil Derneği'nin 35 51 11 sayılı posta çeki hesabına yurdun her yerinden para yatırılabilir. Derneğin adresi, Tuna Cad. 5/12 06410 Kızılay-Ankara'dır. Tol. 435 24 56.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle