15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 NİSAN 1992 PA2ARTESİ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Koalisyon Hükümetuıe Öneriler Verdiğimiz birkaç önlemi koalisyon hükümeti kolayca uygulayabilir. Bir hafta içinde bu önlemler yürürlüğe konur. Hiç olmazsa nisan ayı geçinme endeksi yayımlandığında bir duraklama ya da gerileme olur. İstatistik Enstitüsü bu sonuçları ancak haziran ayında yayımlayabilir. Bütün sorun koalisyon hükümetinin öngörmüş olduğu yüzde 40 enflasyon sözüne doğru bir adım atılmışolur. Dr.NEZİH H.NEYZİ PEVA Piyasa Araştırmaları Y.K. Başkanı Enflasyon herhalde kendi kendine oluşma- dı ve hiç de kendi kendine gideceğe benzemi- yor. Bu nedenle bazı önlemlerin alınması gerekiyor. Devletin elinde olanaklar var, fa- kat her nedense bunlan harekete geçirmiyor. îşletmelerdeyeni biranlayış tarzı gelişti. Ar- tık hiçbir işletme -özel olsun, kamu olsun- maliyet düşürücü çalışmalar yapmıyor. Enf- lasyon var diye her işletme fıyat artışını kendi- ne hak görüyor. Tabii bu arada gereksiz zamlar da yapılıyor ve genel bir fıyat artışı ha- vası içinde kimin ne kadar arttırması ya da arttırmaması gerektiği tartışılamıyor bile. Ör- neğin. hiç gereği yok iken petrol ürünlerine %5zamyapıldı. Deviet Fiyatları Düşürebilir: Fıyat denetımi yapılsın demiyorum, çünkü derhal mal darlığı ve karaborsa ile sonuçlanır. Fiyat çözümle- meleri (analizleri) yaparak ve büyük kalem- lerden işe başianabilir. Örneğin. petrol fiyatla- rı dünyada düşmektedir. Bu düşüş bizde de iç piyasaya yansıtılabilir. Hatta vergi gelirinden biraz fedakârlık ederek. hükümet ham petrol fıyatında yüzde onluk bir indirim yapabilir. Bunun etkisi bütün ürünlerde hemen görüle- cektir. Benzin ve motorinde yapılacak yakla- şık yüzde onluk bir indirim, taşıma maliyetle- rinde derhal bir düşüş sağlayacaktır. Taşıma- cılığın büyük bir bölümü karayolu ile yapıldı- ğından bu. sebze ve meyveden gazeteye kadar. fiyatı frenleyici bir etken olabifir. Hükümetin Elindeki Başka Önetnli Fiyat Mekanizmaları: TEKEL büyük bir vergi top- lama kurumu olarak çalışmaktadır. TE- KEL'in elindeki sigara ve içkifiyatlanndaçok yüksek kar marjlan vardır. TEKEL zarara geçsin. fiyatlan düşürsün. demiyoruz. Fakat TEKELin yapacağı yüzde onluk bir fıyat in- diriminin piyasada yaratacağı psikolojik etki- nin büyük olacağı kanısındayız. Karaborsa burada tersineortayaçıkmıştır. Kaçakçılar si- garayı TEKEL'den ucuz piyasaya sürmekte- dir. TEKEL, kâredeyim derken karaborsayı geliştirmektedir. Petrol Ofiside bir deviet kuruluşudur. I991 yılında bu işletme 277 milyar lira kâretmiştir. Pompa Ilyatlannda yüzde bir oranında bir in- dirim sağlanırsa. Petrol Ofisi istasyonlannın salışlarında mutlaka bir artış olacaktır. Belki böylece psikolojik olarak bir yerde fiyatlar kı- rılmış olacak ve bu durum Mobil. Shell, BP ve öbür istasyonlann da kendiliklerinden küçük indirimler yaprnalanna yol açabilecektir. _TPAO ve TÜPRAŞ da her yıl bilançolannı kâr ile kapatan KİT'lerdir. Onlar da bu fren- leme operasyonuna küçük bir yüzde ile katıla- bilir ve psikolojik etkiyi desteklerlerse. petrol sektörü genel fiyatlarda duraklama ve belki bir ölçüde gerileme sağlayabilir. Bilindiği gibi enflasyon girdabı sadeceemis- yondaki para miktarı ile hız kazanmaz. Para- nın döııüş hızının da fıyatlann artışına etkisi vardır. Bütçe açığını karşılamak için eninde sonunda Merkez Bankası para basacaktır. Btından kaçınılmaz; fakat. hiç olmazsa. kredi mekanizmasında bir düzenleme yapılabilir. Bankalar Birliği. bir zamanlar, bedava alt'tn \e daire piyangolannı yasaklamıştı. Hatta reklamlara bile İcısıntı getirmişti. Birlik. bunu bir bakıma küçük bankaları kdrumak ve bü- yük bankalan ezici reklam kampanyalannı durdurmak için yapmıştı. Oysa. şimdiki ban- ka reklamlarını incelediğimizde enflasyonu körükleyici öğeler görüyoruz. "İhtiyacmızı niçin erteliyorsıınuz?" diye reklam yapılıyor ve arkasından milyonlarca liralık konut kre- disi. otomobil kredisi ve hatta daha küçük alışverişler için krediler öneriliyor. Bunlann faizleri bu ilanlarda belirtilmiyor. Tüketici, psikolojk birbaskı altında bırakılıyor. "Zaten fiyatlar artacak" korkusuyla pek çok malın bir an önce satın alınmasına gidiliyor. İşte bu, tam enflasyonu teşvik edici bir etken oluyor. Basın ve Enflasyon: Televizyonda söyleni- yor: Bütçe şu kadar trilyon lira açık, diye. Basında belki birdefa yazılıyoryada yazılmı- yor. Ondan sonra hiçbir kamuoyu oluşturul- muyor. Bu açık niçin oluyor? Nasıl kapana- cak? Bu konular hiç tartışılmıyor. Nasıl olsa hazır bir kabahatli var. Bütün kabahat KİT'- lerde. Onlar çok açık veriyor. Onun için enf- lasyon oluyor. Bu mantık silsilesı tamamen yanlıştır. Niçin KİTIer bu hale düşürüldü? Hangi politikacı, kaç adet lüzumsuz kimseyi KİT yöneticilerine baskı yaparak işe aldırdı? O kadar çok kamuoyu araştırması yapılıyor, işin bu yönü hiç incelenmiyor ve gazetelerde bu konuda pek bir şey yazılmıyor. Basın da enflasyona "körükle gidiyor". Acaba bir fiyat araştırması yapılsa ve hangi gazete kaça satılıyor bir incelense. nasıl birso- nuç elde edilir? Gazeteler verdikleri sonsuz eklerden dağıtılamaz hale geldiler. Eskiden saat 07.30'da eve gelen bir gazete satıcısı an- cak 08.30'da ya da daha geç gelebilmekte ve gazeteleri taşıyamamaktan yakınmaktadır. Herkes çocuk eki (ilavesi) ya da bilmem ne eki almak zorunda bırakılamaz. Bundan dolayı artan gazete maliyetleri de yine tüketiciye yansıtılıyor. Hazine ve Enflasyon: Hazine ve Dış Ticaret Müsteşan Sayın Tevfık Altınok'un bildirdiği sayılara (rakamlara) göre 1992"de KİT açık- lan resmen 28 trilyon, fakat bunun yıl sonun- da iki katı olarak gerçekleşeceğini tahmin ediyor. Aynca 160 fon için de öngörülen açık 5 trilyon. Hadi KİTler kötü yönetildi, açık verdi, ya bu fonlar da nereden çıktı başımıza? Bunlan da derhal özelleştirmeli ya da yaban- cılara satmalı bir an önce! Aynca KİTler tica- ri bankalardan bçırç almış ve bu borç 17 tril- yona dayanmış. İnanılır gibi değil! Bir genel müdür gidip bir KİT için özel bankadan borç alacak ve kimbilir yüzde kaç faiz ödeyecek. Deviet böyle bir işleme nasıl izin verir! Neyse, şimdi hiç olmazsa bu gibi sayılar açıklanıyor ve işin vahameti ortaya çıkıyor. Hastalık an- laşılmca tedavi olanağı da araştınlacaktır. Sonuç ve önlem İşte bu verdiğimiz birkaç önlemi koalisyon hükümeti kolayca uygulayabilir. Bir hafta içinde bu önlemler yürürlüğe konur. Hiç ol- mazsa nisan ayı geçinme endeksi yayımlandı- ğında bir duraklama yada gerileme olur. İsta- tistik Enstitüsü bu sonuçlan ancak haziran ayında yayımlayabilir. Bütün sorun koalis- yon hükümetinin öngörmüş olduğu yüzde 40 enflasyon sözüne doğru bir adım atılmış olur. ARADA BİR Prof. Dr. OZCAN BAŞKAN Marmara Üniversitesi YOK: Demokrasi-OtokrasiYÖK konusundaki eleştiriler de, savunmalar da, hep ay- rıntılarla saptınlmakta ve böylece temel sorun yeterince ay- dınlanmış olmamaktadır. Bu canalıcı sorun ise şudur: Aca- ba çağdaş Türkiye'de her şey 'açık rejim' yönüne giderken YÖK gibi bir kuruluş, 'kapalı rejim' olarak varlığını sürdürmeli midir? Bir başka deyişle, 2000'li yıllara yaklaşırken 'demokrasi' içerisinde 'otokrasi' gibi bir canavar beslenmeli midir? Şu karşılığı tartışmak bile saçma olsa gerek. Toplum- cul yönetim demokrasi mi olmaiı, yoksa kişicil yönetim otok- rasi mi? Bunun yanıtı 2500 yıl önce tarihçi Herodot tarafın- dan zaten verilmiştir. Herodot, ünlü tarih kitabında, demok- rasi uygulayan Grekler ile otokrasi bastıran Persler arasında karşılaştırma yapmıştır. Buna göre tek merkezden yönetilen kaba güç olarak elbette Persler ilk başlarda üstün gibi gel- mişlerdir. Fakat sonunda zafer kazananlar, gene de Grekler olmuştur. Bugünkü Batı uygarlığına temel olan eski Grek uy- garlığı da bundan sonra yeşermiştir. Yani, esnek demokrasi zafer kazanmıştır kaskatı otokrasi uzerinde. Peki bunu başa- ran Grek rejimi nasıl bir şeydi? Düşman sınıra dayanmışken bfle tyrbiriyle didişmekten usanmayan bir site-devletler top- lulugu Sokrates gibi bir bilgeyi, oy çokluğu ile demokrasi adı- niaöhjme mahkûm eden Atina devleti, kölelik düzenini sa- vunan birtoplum anlayışı. Peki, durum böyle diye demokra- si rejimi bir yana mı bırakılmalıydı? İkinci Dünya Savaşı da aynı senaryonun filme çekimi değil miydi? Sorunda zafer ka- zanan taraf yine demokrasi bloku olmadı mı? Oysa Nazi Al- manyası'nda Hitler, onca otobanlar yaptırıp övgü kazanmış- tı. Faşist İtalyası'nda Mussolini, trenleri tam saatinde kaldı- rıp takdir edilmişti. Fakat sonunda baştaki aldatıcı başarria- ra karşın diktatörlük düzeni çöküp gitti. Oysa tüm çalkantıla- ra karşın demokrasi düzeni yaşayakaldı ve sürüp gidiyor. O halde şu karşıtlık nasıl tartışılabilir bütün bunlara karşın? 'Demokrasi' mi yararlıdır, yoksa 'otokrasi' mi? Yanıt çok açık değil mi? Elbette 'demokrasi'. Çünkü insanlık tarihinde bun- dan daha iyi bir düzen henüz bulunamamıştır da ondan. Çün- kü demokrasi temelde bir 'azgın-özgür' olma düzeni değil, tam tersine bunu engelleme düzenidir. Yani "azgın alçaklar, her istediklerini yapmakta özgür olamasınlar" diye demok- rasi savunulmaktadır. Bu ise 'açık rejim' demektir. Yani bir merkezce yapılan davranışa karşı oluşan tepkilerin, yine o merkeze ulaştırılıp da bir sonrası davranışı olumlu biçimde dengelemesi. Bu da doğadaki en geçerli olgu otan 'dengeylem' işleminin bir gereğidir. Eğer bozulma eğilimin- deki denge, siyasal alanda 'bürokratik' düzenek yüzünden çok hızlı işlemezse o zaman dengelenme içten içe aksar, bo- zulur, yozlaşır ve sonunda da içinde bulunduğu toplumsal organizmayı çökertir. İşte bugünkü YÖK kurumu da bazı uygulama bozuklukla- n bakımından değil de 'açık/kapalı düzen' karşılığı açısından ele alınmalıdır. YÖK gibi bir kuruluş, bir eşgüdüm merkezi olarak herkesçe benimsenen bir kurum olabilirdi. Fakat bu kuruluş, üniversitenin tepesinde, bir kapalı 'üst-örgüt' olarak canavarlaştığı için 'yok' olmalıdır; yapılması doğal sayılacak bazı olumlu noktalar da yok sayılaraktan... Çünkü YÖK el- bette yeni üniversiteler açacaktı; elbette yurtdışına adam gön- derecekti; elbette bir 'dokümantasyon' merkezi kuracaktı. Fa- kat bu gibi sıradan işler nasıl affettirir işlenen şu büyük gü- nahı? Oğretim üyeleri artık üniversiteden soğutulmuşlardır. Duygusal olarak üniversite artık onların öz malı değildir. Bu- na karşılık üniversite, arhk 'Doğramacı' adlı bir örgütçü kişi- nin kişisel oyuncağıdır. İşte bu lek-adamlık' yüzünden YÖK de bütün 'kapalı' hiyerarşik örgütler gfbi 'tepeden-inme' ça- lışmaktadır. Başta bir Sezar, bir papa, bir 'baba' ya da YOK başkanı vardır. Onların altında, valiler, başpiskoposlar ya da rektörler bulunmaktadır. Onların altında ise piskoposlar ya da dekanlar; daha altında da papazlar ya da bölüm başkan- ları. Örgüt, böylesine tepeden aşağı doğru olunca o zaman her düzeydeki sorumlu da kendisini seçtiren bu yukarıdaki düzeyin 'suyuna gitme' zorunda kalabilmektedir. Böylece fin- cancı katırlarını ürkütmeme' kaygısı öne geçerek yukarı doğru 'sorun aktarma' işinden çok, sahte başarılar tezgâhlama ön sıraya çıkmaktadır. Böyle bir eğilim ise insan yapısına çok uygun olduğu için doğal karşılanmalıdır. Bu bakımdan, suç- lanacak birileri varşa, bunlar 'birey' olarak yöneticiler değil de kurum olarak YÖK adı verilen bir tür suç örgütüdür. Çün- kü bu yönetimsel kuruluş. Türkiye'deki yüksekögrenim ku- rumunu temelinden dinamitiemiştir. Hem de birkaç on-yıl ken- disine gelemeyecek biçimde. Herhalde Türkiye'deki eğitimi bu biçimde hallaç pamuğuna çevirmek üzere 'harici düşmanlar' bulunsaydı, 'dahili kötücüler' tarafından sözümo- na iyi niyet ile yapılan bu bombalamayı beceremezlerdi. Sonuç olarak denebilir ki YÖK örgütü, belki o günün ko- şullarına göre iyi niyetle kurdurulan, fakat sonradan azman- laşıp, azgınlaşıp da kanşerleşen bir 'yönetsel şebeke' dam- gası yemiş durumdadır. Oğretim üyelari üniversiteye artık so- ğumuşlardır; yeniden ısınmaları belki de yirmi otuz yıl süre- cektir. Bütün sorun bu noktadadır. Yoksa kitaplık, yolluk, vb. gibi noktalardaki aksak uygulamalar bu batışın gerçek ne- deni değildir. Tartışmalar, hep kişisel yakınmalara dayanan ayrıntılar üzerine çekildiği içindir ki temel sorun hep gözler- den uzakta kalmıştır. Eğer on yıldır aklı başında bu kadar ki- şi ve kuruluş, bugünkü kanseheşmiş hali ile YÖK denilen ku- rumun bir ameliyat ile alınıp da hiç değilse duygusal bir ra- hatfek yaratılması için 'yok' olmasını istiyorlarsa artık 'kemo- terapi, radyoterapi' gibi oyalayıcı yöntemler ileri sürüp de ameliyatı geciktirmek, insan sağduyusuna aykırı düşmekte- dir. YOK belki ilk baştan 'zararsız' bir ur olarak düşünülmüş- tü. Fakat onun içine giren bir 'azgın' virüs yüzünden kanser- leşerek bir 'habis' ur haline dönüştüğü de gerçektir. Mitterrand'ın Zîyaretî ve Türk-Fransız üisldleri Türkiye-Fransa ilişkilerinde başarılı bir sonuca ulaşılabilmesi için ilişkilerin gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması ve diplomatik ilişkilerde esas faktörün ulusal çıkarların korunması olduğunun unutulmaması gereklidir. M. YILMAZ İKİZER EmckliElçi Yıllar önce Napoli'dc görevliykcn. Pransanın lanınmış gazeıelerinden "Lc Mondc"un başyazarlanndan birinın ver- diği bir konfcransı dinlcmişıim. Başyazar. ülkesinin. Cezayir sorununu çözüme ulaş- tırdıktan sonra kendini rahatlamış savarak gcncl bir poliıika değişikliğinc gittiğini vc bu ara ülkesinin NATO'nun askcri kana- dından çekildiğini, bunda. Küba bunalımı- nın hal şeklinin Fransız yöncticilerc. So\- yetler Birliği'nin artık büyük bir tchlikc olu^turmadığı izlcnimini vermcsinin de bü- yük rol oynadığını. kaldı ki. muhtemel bir Rus saldırısını NATO'nun daha Alman sı- nırlannda karşılayacağı bilindiğindcn as- kcri kanatıan çekilişinin ucuz bir kahra- manlık gösterisi olduğunu anlaımıştı. Konfcransçıya göre Fransa. böylece, ABD'yc karşı duyduğu czikliktcn kurtul- muşlur. Ancak Washington"un Moskova ile doğrudan tcmasından da memnun de- ğildir. Zira. iki süpergüçardsındaki temas- lar. sorunlann kcndisinin bulunmadığı toplantılarda ele alınması sonucunu vcr- mekte ve aynca bu ülkeye. Yalta görüşme- lerineçağırılmamış bulunduğunu da hatır- lalmaktadır. Bununla berabcr Fransa. Amcrika ile Rusya'nın anlaşamamaları te- nıcnnisinde de bulunamamaktadır. Çün- kü, Fransa'nın düşlediği "Dört Büyükler - ABD. SSCB. İngiltere vc Fransa" doruğu gcne gerçeklesememekte ve üstclik. soğuk savaşla beraber her iki süper güç de küçük devletlere "Ondan yana mısın. bcndcn ya- na mı" diyeceğinden büsbütün uydu (peyk) durumuna düşme tehlikesi ile karşı- laşılmaktadır. Başyazara göre. bir ülkenin dış politika- sını anlayabilmck için o ülkenin insanlan- nın hangi duygu ve düşüncelerle yetişliril- diğini bilmck. bunun için dc özclliklc okul kitaplannı incclcmck gcrckir. Nitckim. dünyanın her ycrinde coğrafya derslerinde bir genel harita ve bu harita içinde o ülke- nin yeri gösterilmektc vc örncğirj İlalya'da coğrafya kitaplannda "İtalya. Avrupa"nın güncyinde bir yanmadadır" denilmekte ikcn. Fransız kıiaplannda kocaman bir Fransız haritası konulmakta ve "Fransa"- nın doğusundaki memleketler. batısındaki memlekeller. kuzey vegüncyindcki mcmlc- keller" diye başlanarak Fransız öğrcncisi- nc sanki Fransa dünyanın merkcziymiş gibi bir izlenim verilmektedir. Fransa'nın bu dış poliıikası, konuyla il- gili hcrkcsçc kuşkusuz bilinmektcdir. Bu deviet, uluslararası ilişkilerde etkinliğini çoktan vitirmiş olduğu halde bir türlü kurtu- lamadığı büyüklük kompleksinden dolayı. dünva poliıika alanında iddtastnı sürdüre- bilmek için örneğin alom silahına önem vcımiştir. Ancak bu yolda sarf edilen mu- azzam paralar bekleneni sağlayamamış. Fransız aıom gücü süpcrdevlctlcr karşısın- da zayıf. çelimsiz ülkeler karşısında da faz- la kuvvetli kaldığından pek yararlı olma- mış ve nitekım Ortadoğu anlaşmazlığında Fransa öncmli bir rol oynayamamışlır. NVashington'un ctkisini azaltmak için -nükleer silahı bulunmayan ve NükleerSi- lahlann \ayılmaması Anlaşması"nr da imzalamış olan- Federal Almanya'ya Amerikan nükleer şcnısiyesi ycrine kendi nükleer himayesini önermiş. fakai Fransız atom silahlarının menzilinin Rusya'ya ka- dar erişcmediğini bilen Bonn. bu öneriyi lcbcssümle karşılamıştır. Fransa. aynı şekilde. iki süper güce karşı bir Avrupa Birliği kurulması fikrinin hara- rctli savunucusu olmuş. ancak birliğin li- derliğınt elinde tutabilmek amacıyia Ortak Pazar'a katılmak için Commonvvealth ile mcvcul özel bağlannı korumak isteyen ve bu talebi kabul edilmcdiğindcn başlangıçia adı geçen örgütün dışında kalan Büyük Britanya'nın daha sonraki kalılma başvu- rusunû yıllarca veto clmiş. sonra Ortak Pazafda Alrnanya'nın gitıikçe ağırlığını hissettirdiğini görünce -bir denge öğesi ola- rak- Londra'nın katılmasını kendi çıkarla- n açısından yararlı bulup muhalcfetini kaldırmıştır. Evet, bu politika bilinmektedir. ama başyazann. Fransa'nın zaman zaman de- ğişik ve hayli çelişkili görünen davranışlan- nın nedenleri hakkındaki sözleri gerçekten ilginç ve önemlidir. Esasen, Cumhurüaş- kanı de Gaulle'ün -başkent Ottawa'ya uğ- rayıp Kanada yctkili deviet adamlan ile görüşme gercğini bile duymadan- sadece bu ülkenin Fransız kesimi yöneticilerinin daveli üzerine Montreal'e gitmesi ve ziya- reti sırasında "Fransız loprağına" geldiğini vurgulayan sözler sarf etmesi. duyulan mc- galomaninin -bütün uluslararası gelenek- İerle nczaket kurallannın dışına çıkarak- sahibini dünya kamuoyunda küçük düşü- ren haddini bilmez davranışlara yol açabi- lcceğini açıkça göstcrmektedir. Ve nihayet. nükleer denemelere karşı olan "Ycşil Barış Örgütü'nün Gökkuşağı Savaşçısı" adlı gemisinin 1985 yılında Yeni Zelanda'da batınlışı. gerekli nitelikleri taşı- madığı halde süper güçlerle yanşarak bir "büyük deviet" olduğunu kanıtlamaya ça- lışan Fransa"nın büyüklük kompleksinin kendisini ncgülünçdurumlara düşürdüğü- nün en son örneklerinden biridir. Hatırla- nacağı gibi gemi. Fransa'nın Pasifık Okya- nusu'ndaki çekirdekli denemeleri protesto etmek ve bu denemelerin çcvreyc verdiği zararian saplamak için gittiği Yeni Ze- landa'da esrarengiz şekilde batınlmış ve Fransa. Yeni Zelanda hükümelmce. bu olaydan dolayı sorumlu uıtulmuştu. Sos- yalist hükümetin kesin bir biçimde iddiau reddeımesinc karşın. sonradan. olayın -Sa- vunma Bakanlığının emriyle hareket eden- Fransız ordusunda görevii iki kurba- ğa adamın eseri olduğu ortaya çıkanlmış ve Yeni Zelanda Başbakanı. Fransa'yı. edepsizce davranmakla ve uluslararası te- rorizmi desteklemekle suçlamıştı. Bu fiyas- koya ck olarak. nükleer prestij uğruna milyarlarca frank harcayan Fransa'nın. birkaç yıl önce. hem de Cumhurbaşkanı Mitlerrand'ın huzurunda. fırlattığı bir Ariane Fiizesi'nin dc düşmesinden sonra La Fonlainc'in "Öküze Benzemeye Çalı- san Kurbağa Çatladı" hikâycsi her yejrde kahkahalarla anıhr olmuştur. Türkiye-Fransa ilişkilerinc gelince; Pa- ris, son yıllarda ülkemize karşı takındığı olmumsuz tutumu. genellikle, insan hakla- n alanında henüz Batılı ölçülere erişemc- miş olmamızla izaha çalışmaktadır. Aslın- da, hem yasalanmızda hem de uygulama- lanmızda demokratik ilkelerle bağdaşma- yan pek çok nokta olduğunu biz de elbette biliyoruz. Örneğin. en basit polisiye fılmlc- rinde görüldüğü gibi Batı. bir sanığı yaka- ladığında. ona, avukatı geldikten sonra konuşma hakkını verirken. bizim bu hakkı ancak kısa bir süre önce tanımamızın ve üstelik hakkın kullanılmasını savcının ona- yına bağlamamızın hiç savunulacak yönü yoktur. Fakat. kesin bir kınamaya gitme- den önce. içinde bulunduğumuz özel ko- şullann göz önünde bulundurulmasının gerekeceği de ortadadır. Aynca. vatandaş- lanmızın kendi deyimlerine ek olarak Fransız fılmlerinde görülen ömekleriyle de ortaya çıktığı gibi Fransız polisinin uygula- malannın da her zaman ideal ölçülere uymadığı da bellidir. Bu nedenlerle ve yu- kandaki açıklamalanmızdan da anlaşıla- cağı üzere. başanlı bir sonuca ulaşılabilme- si için ilişkilerin gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması ve diplomatik ilişkilerde esas fak- törün ulusal çıkarlann korunması olduğu- nun unutulmaması gereklidir. Ziyaretten hemen önce Fransız başkentinde yapılan açıklamalar Fransız dostlanmızın nihayet bu. gerçekleri görmeye başladıklannı gös- termcktedir. Bu düşüncelerle. koalisyon hükümetimi- zin ülkedeki koşullann iyileştirilmesi çaba- lannı sürdürürken -içinde işadamlannın da bulunduğu- kalabalık bir heyetle Cum- hurbaşkanı Mitterrand'ın yurdumuza geli- şini olumlu bir gelişme sayıyor ve mem- nunlukla karşılıyoruz. BU KiTAP OKUNUR VE "KONUŞULUR • Bir "yaramaz-hasarı" çocuğun afaroznamesi bu.. • Sosyal demokrasi-yerel 1 yönetim-porti üçgenindeki aykırı anılar, yorumlar, 4 öneriler, görüsler. • İnönü, 12 Eylül ürünü tnü? Kim demis! "Yılhr boyu sosyal demokrasiye gönül verenlere, el yordamıyia çağdaş, demokratik sosyolizmi mum şKjında bulmayo çalşanlara..." Ödeaıefi İsteme/Yazışma Bir Belediye Boşkanından Genç sosyal demokrat belediyeler üzerindeki baskılorın trojikomik öyküsü Baykal, Karayolan, Görseler.. P.K. 347 Yenişehir-Ankora Tel: (9-4) 435 7911 Fax: (94) 435 28 45 CIKTL. KiTAPEVLERiNDE ARAYINIZ HAMIYET YILDIZ (1969-....) "O bir güvercindi ak mı ak, O bir kaysı dalı hem de meyveli... Dediler ki dediler ki vurmuşlar, Ateş düştü ciğerimin bağına" ONU UNUTMAYACAĞIZ l.Ü. Basın Yayın Y.O'dan arkadaşları, Ahmet Şık, Aliaddin Savaş, Ali Kemal Saglam, Alper Taş, Aytaç Özkardeş, Cemil Kıaltürk, Cevdet Albayrak, Deniz ErkıLç, Derviş Ertekin, Elif Beşli, Fatih Tombuloğlu, Fehmi Kaya, Füsun Altıncr, Füsun Demiralp, Gazi Kutsal, Gonca Pozam, Gönül Göze, Hüseyin Özdemir, Hüseyin Yıldız, llknur Yılmaz, Mehmet Akkuj, Melek Erkan, Meral Arslankaya, Meral Gttndoğdu, Muhammet özcan, Murat Ide, Murat Kenan Hocaoğlu, Mustafa Çetinkaya, Mustafa Konukluk, Mustafa N. Yükselır, Necla Kayısçı, Neja( Sunar, Nuh Köklü, Nuran Savaş, Ömer, Recep Genel, Reyhan Yıldız, Sadık Güleç, Sami Ekşi, Sedat Bakıcı, Selahallin Kınalı, Semra Kardeşoğtu, Sevda Çalışkan, Sevgi Budak, Sevilay Yılman, Sibel Topaktaş, Sukan Ulusoy, SOheyla Akbulut, Süleyman Yasak, Tacetün Kurt, Taylan Kıneke, Ünal Koçak, Yıldırıın Özcan SAHİBİNDEN Selimpaşa Araptepe'de 191 m 2 denize yakın vılia arsası satılıktır 230 89 61 TEMSİLİ VE KATILIMa DEMOKRASİNİN KÖKENİ Doç. Dr. Sami Selçuk 10.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli gönderilraez. PENCERE Tarihi Yaşarken Vahşetten Uzak Durmak... Edebiyatta •deneme' türünün büyük ustalarından saytlan Michel de Montaigne çağının bütün çalkantılannın dışına çı- karak eylemsizliği eylem diye benimsediğinde, otuz yedi ya- şındaydı. Artık en büyük tutkusu, benliğinin iç dünyasında olabildiğine özgürleşme isteğiydi. Şatosuna çekildi, kalemi- ni eline aldı ve dedi ki: '—Kitaplığım, benim krallığımdır; burada mutiak bir kral gi- bi saltanat sürmeye çalışıyorum." Montaigne neden kendine dönük bir yaşamı secmişti? Çünkü kısacık hayatında sağduyu ve barışı özlerken, toplu- mun çıldırdığını görmüştü. Stefan Zvveig bunu şöyle anlatır: "(Montaigne) bakışlarını, ülkesini ve insanlığı kirleten, çıl- dırtan öfke ve nefret dalgasından tüyleri ürpererek çevirir. Bor- deaux'da tuz vergisi nedeniyle gerçekleşen halk ayaklanma- sının akıl almaz bir vahşetle bastırılışına tanık olduğunda, he- nüz çok gençtir, ancak on beş yaşındadır; bu sahne, Monta- igne'in yaşamı boyunca acımasızlığın can düşmanı olmasına yol açar. Ğencecik çocuk yüzlerce insanın ölene kadar işkence görûşûnü, asılışını, kazığa vurulmasını, kafalarının kesilmesi- ni, bedenlerinin dörtparçaya ayrılmasını, yakılışmı görür; kar- galann olaydan günler sonra bile kurbanlann yan yanmış, yarı çürümüş etlerini kapışmak için ölüm alanının uzerinde uçma- larınt izler. Acılar içinde kıvrananların çığlıklannı duyar; yanık et kokusunu bütün sokaklar boyunca alır. Ve daha gençlik ça- ğına henüz adımını atmışken bu kez başlayan iç savaş, ideo- tojiierin bağnaz karsıtlıklan aracılığıyla, tıpkı bugünkü toplumsal ve ulusal bağnazlıklann dünyayı yıkıma sürüklemesi gibi Fran- sa'yı bütünüyle yıkıma sürükler. 'Chambre Ardente' Protestan- ları yaktınr; Bartholomaeus gecesinde sekiz bin insan ö/dû- rülür. Protestonlar ise cinayete cinayetle karşılık veririer; kili- selere saldınp heykelleri parçalarlar; bu gözü dönmüşlük ö/ü- lere bile rahat vermez.f...) Katolik ve Protestan birlikleri birbir- lerinin ardından köy kcy, kent kent dotaşıriar, ama hep Fran- sız Fransıza vatandaş vatandaşa karşıdır ve vahşet konusun- da hiçbiri ötekinden aşağı kalmaz. Tutsak edilen garnizonlar son askerine kadar kılıçtan geçirilir, nehirler cesetlerte dolar; yağmalanan yakılıp yıkılan köylerin sayısı 120 bin dolayında- dır; kısa bir süre sonra cinayetler ideolojik temellerinden ko- par. Silahlı çeteler, Katolik ve Protestan aynmı yapmaksızın şa- tolara ve yolculara saldırırlar. Artık kimse evinden ve parasın- dan, bir gün sonra yaşayıp yasamayacağından, özgür olup olmayacağından emin değildir" (Yarının Tarihi; Türkçesi Ah- met Cemal, Can Yayınlart) • Toplumlar kimi zaman çıldırabilir, hastalanabilirler, elbet bu- nun altında yatan bir neden ya da nedenler vardır. Avrupa, Rönesans'la uyandı. Uyanış çağı, reformla vicdan özgürlü- ğüne doğru yol alırken mezhep kavgalarıyla ortalık allak bul- lak oldu; köylüler, soylular, din adamlan birbirlerine girdiler Montaigne 16'ncı yüzyıl Fransası'nda çağına tanık oldu. Dayanamadı gördüklerine. Şatosuna çekildi. • Düşünüyorum; çağımızda kimin çekilebilecek şatosu var? Televizyon hiçbir sınır ve duvar tanımıyor. İç benliğimize ka- panmanın olanağı yok; ülkemiz bir yana, kendimizi dünya- dan soyutlayamayız. Artık çevremiz ne evimizdir, ne mahallemizdir, ne kentimiz- dir ne ülkemizdir. Bütün yeryüzüdür, insanlıktır. Elbet insan- lığı kendi berHiğimizde arayıp bulmak zorundayız; ama, bu '£>en'i sencilliğin dengelerinde durulayamazsak kişiliğimizi ko- rumak güçleşir. Vahşetin, acımasızlığın, korkunun zaman ve mekân içinde dünyayı dolaşıp durdüğu çağımızın tarih bilin- ciyle algılandı. Şimdi de Anadolu, gaddarlığın ve acımasızlığın çukuruna itilmek isteniyor. Hiç kimse buna seyirci kalamaz. Dünya tarihinde 'aydınlanma'run tanyeri sayılan 'reforrrf vah- şet ve acımasızlıkla birlikte yaşandı; Batı'da 'ctemofrras/'nin gerçekleşmesi yolunda ölenlerin sayısını kimse kesinlikle he- sap edemez. Peki, ülkemizde tam demokrasiye geçiş süre- cine girmişken, Türkiye'yi mezbahaya dönüştürmek isteyen- leri durduramayacak mıyız? EMINE SICBVf (1958-20 Nisan 1991) Bir yıl oldu. Doğa, ölüme inat kıpır kıpır. Sokaklannı hiç de yorulmadan arşınladığımız, deliler gibi güldüğümüz Ankara günleri capcanh yaşıyor yüreğimde. Öyle çok, ama öyle çok özlüyorum ki! CAN KARTOĞLU GÜRSES T.ŞİŞE VE CAM FABRIKALARI AŞ TASARRUF SAHİPLERİNE DUYURUDUR Şirketimizce azami brüt %80(net V*l\.6) oranı üzerinden iskonto edilmek suretiyle ihraç edilecek A tipi, 360 gün vadeli 10. tertip 3. seri 10.000.000.000.— (on milyar) TL tutanndaki fınansman bono- su 20.4.1992 larihinden itibaren 10 işgünü süre ile satışma aracüık eden, Camiş Menkul Değerler AŞ tarafından aşağıda belirtilen adre- sinde satışa sunulacaktır. Bu finansman bonolannın halka arzı, Sermaye Piyasası Kurulu ta- rafından 2499 sayıh kanun ve 86/11130 sayılı Bakanlar Kurulu ka- rarına dayanılarak çıkanlan seri III. no. 4 sayılı tebliğ uyannca veri- len 24.3.1992 tarih ve FB.7/T-3 sayılı izne dayanmaktadır. Ancak bu izin finansman bonolanmızın ve ortakhğımızın kurul ya da ka- muca tekeffttlü anlamına gelmez. 1. Ortaklığın çıkarılmı? sermayesi 2. Finansman bonosunun vade tarihi 3. Finansman bonosunun ödenmesini garanti eden banka 4. Satış süresinin birinci günündeki net oran üzerinden iskonto edilmiş 1.000.000.— TL'lik bononun satış fiyatı 5. Satışın yapılacağı yer 388.138.800.000.— TL 14.4.1993 Yoktur. : 582.750.— TL : Camiş Menkul Değerler AŞ Barbaros Bulvan No. 125 Camhan Balmumcu- Beşiktaş/lstanbul 6. Diğer hususlar: a) Finansman bonolarının vadelerinde geri ödeme hizmetleri, Ca- miş Menkul Değerler AŞ'nin yukanda belirtilen adresinde yapılacak- tır. b) Ortaklığın eylül 1991 hesap dönemine ilişkin mali tablo ve ra- porlan, denetleme kuruluşu Ergin Uluslararası Denetim ve Mali Mü- şavirlik AŞ tarafından denetlenmiştir. c) Olumlu görüş içeren denetleme rapor özeti, izahnamede yer aJ- maktadır. d) 25.3.1992 tarihinde tescil edilen Izahname, Camiş Menkul De- ğerler AŞ'nin yukarıdaki adresinde halkuı ıncelemesine açık tutul- maktadır. e) Kupür dağılımı: Kupür dejeri (TL) Adet Tutar (TL) 1.000.000 5.000.000 10.000.000 2.500 750 375 3.625 2.500.000.000 3.750.000.000 3.750.000.000 10.000.000.000
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle