15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 MART1992 PAZARTESİ 14 GORÜŞLER •nHUKUKÇU ItjGÖZÜYLE BULENT TANOR DavuhınSesi davulu çalınmasına izin vermemeleri işi çözer. Nostaljik duygularını saygıyla karşıladığım okunımuz gücenmesin, ama "Davulun sesi, ancak uzaktan kulağa hoşgelebüir." tu davul ne Karayılan'ınki ne de Okay Temiz'inki. Bir kere onu sen seçmiyorsun; sen ona gitmiyorsun. 'r sana geliyor, seni buluyor. Hem de en olmadık r bir zamanda. Gecenin ortayerinde yatak cxlana ve uykuna ginvenyor apansızın. Ritmi de bozuk; bazense hiç yok. Şimdilerde Cumhuriyet'in sütunlan yalnız "Gazeteyi nasıl kurtarabiliriz" tartışmasına konu olmuyor; ramazan davulunun fayda ve zararlan da irdeleniyor. İki davulzede okur, bu uygulamayı hem ilkel hem de kişi- sel özgürlüklerine saldın olarak nitelendirip bundan yakını- yorlar. Bir başka okur ise bu geleneğin nostaljik yanıyla hoşgörülmesini, bu arada davulcunun da bahşiş günü "gö- rülmesi"ni diliyor. Biz de dün kapımızı çalan Adanalı davulcuyu boş çevir- medik. Ama iş bununla bitmedi. Laf arasında davulcudan iki şey öğrendik. Birincisi, kulaklan biraz ağır işiten komşu- muzun, önceki gece davul sesini duyamamış oîmaktan do- layı yakındığıydı. Bu yüzden olsa gerek ki geceleyin davulcu kapımızın.önünde esaslı bir "bis" yaptı. Ikincisi ise davuJ çalmak için kaymakamhklardan özel izin alındığı idi. Aslın- da bunu yeni öğreniyor sayılmazdım. îki-üç yıl önceydi. Gazetelerden, yaklaşan ramazan ayı münasebetiyle 30 bin kadar davulcu adayının izin başvuru- su hazırlıklan içinde olduklannı okuyunca "Bu yıl bari er- ken davranayım" diyerek esaslı bir dilekçe döktürdüm. fnsan haklanndan, kamu düzeni ve sükûnu kavramından, resmi makamlann bu alandaki sorumluluklanndan bahis açtım. İlkin, ilçemizin ^ — — • — — — — — — — ^ — — beiediye başkanma uğ- Mülki amirlerin ramazan radım. Başkan, men- subu olduğu partinin adının zaten dinsiz- imansıza çıktığını, bu gibi işlere bulaşmak is- temediğini söyleyince kendisine hak verdim. Zaten yeni seçilmişti; daha baştan bu gibi konularda yıpranması doğru olmazdı. Bunun ûzerine kay- makama çıktım. Ilkin beni hoş karşıladı. Sonra ben "insan haklan, laiklik" fılan deyince, biraz canı sıkılmış gibi oldu. Dilekçemi emniyet amirliğine havaleedeceğini söyledi. tşin peşini bırakmamaya kararlıydım. Havaleli dilekçe elimde, oraya bizzat gittim. Emniyet amirine vekâlet eden muavininin odasma girince son derece şık ve sivil giyimli bir kişi masasından fırlayarak beni odanın ortasında karşılayı- verdi. Eski biröğrencimizdi. Hocalık hatın bu ya, beni yere göğe koyamadı. Arkasından hal hatır, izzet ikram. Tabii, sebeb-i ziyareümin "davul meselesi" olduğunu, ancak ısrar- lar üzerine ve güç bela açıklayabildim. O tarihten bu yana, her yıl otuz ramazan, davulcu yine mahallemizden eksik olmadı. Ama daha çok üst sokakta çaldığından, sesi uzaktan geliyordu. Ta ki dün geceye ka- dar. Davulculann, bu mevsimlik işçilerin halini anlamak zor değil. Kimbilir bunlar nelere katlanıp bu olanağı elde edebi- liyorlar? Aynca davulu onlann çalıp parsayı yine başkalan- nın topluyor olması ihtimali de cabası. Bu alan da sektörleş- miş olabilir. Ama davulun bir de öbür yüzü var. Günümüzün çalışan, yorgun ve gergin insanını bir de uykusundan etmenin, ne insan haklanyla, ne estetikle ne de nostaljiyle ilgisi olabilir. Üstelik çalar saatlerin her keseye uygunu işportalarda sergi- lenirken. Asıl sorumlu olan kamu otoritelerine gelince; bunlann başlıca görevlerinden biri, huzur ve sükûnu sağlamaktır. Bunun içinse herzaman birolağanüstü hal rejimi gerekmez. Olayımıza dönersek. mülki amirlerin ramazan davulu ça- lınmasına izin vermemeleri, işi çözer. Nostaljik duygulannı saygıyla karşıladığım okurumuz gücenmesin, ama "Davulun sesi, ancak uzaktan kulağa hoş gelebilir." 60-30YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: İstanbul'da süt fabrikası İstanbul şehrinin süt ihtiyacını sıhhi ve fenni bir şekilde temin etmek için asri bir süthane tesisi elzem görülmektedir. Şehre muhtelifsemtlerden muhtelif kanallarla süt getirildığı için layıkıle kontrol yapılamadığı anlaşılmıştır. Bu yüzden şehir halkının bir kısmı larafından temiz olmıyan sütler istihlak cdildiği süphesi uyanmıştır. — -»•.— ^_M-»- 'c r ? olunan tetkikat *- - — neticesinde İstanbul'da yapılacak bir süt fabrikasının 300 bin liraya çıkabileceği anlaşılmıştır. Verilen malumata göre Alpullu Şeker fabrikası şchrin bu mübrem ihtiyacını nazari dikkate almış, bu hususta biretüt hazırlamağa bâşlamıştır. TARİHTE BUGÜNMÜMTAZARIKAN y MttOn «f nucuntam T E C I Ü B E E T T İ H ŞEVKİYE MAY'/N İNTİHARi! İS73'TB 8UGÜH,ÜNLÛ OYUNCU ŞEVKİYE MAY, 8/6 BUNALIM SONUCU HAVA6A2I İLEİMTİNAR ETTİ.. KOMİK $£V/Cİ8EY'L£,ICANT0CU MARİ FERAH'lN KI2I OLAN OANATÇI, DAHA ALTI YA$INOAYK£N SAHNEYE Ç.IKMtŞTI. GENÇLİK Y/LL4R/NPA, *LÜKÜSHAYAr", "O£Lf DOUl" "ALA8AMA*&İ- Bt 8İRÇOK OPERETTE ROL ALAN ŞEVKİYE MAY, DAHA SONRA ŞEHİR rİYATROLARl'NA GİRDİ VE ORAOA YİRMİ YIL KAOAR OY. NADt. ARDINPAN ÖZEL TİYATROLARA GEÇ- Tİ, BU ARADA FİLMLER ÇEYİRDİ. ŞEVtdYE MAY, 19?2'DE, DORMEM TİYAT£OSUN£>A KlRKSİRİNd SANAT YfltNI KUTLAMtÇTI. ÜSTTB, O 6£C£ £ANNEOEN İ İ İ SELAMLARICBN 6ÖR.ÜLÜYOH.. Ulustararası Konjonktürde Ermenistan İSMAİLSOYSAL Etn. Büyükelçi, Ortadoğu ve Balkan İncelemeler Vakfı Yön. Krl. Bşk. B asınımızda, Türkiye'nin Erme- nistan devletini tanımakta acele ettiği ya da bu tanıma için en azından bugünkü Türkiye- Ermenistan sırurinı tanıması koşulunu aramamakla bir yanılgıya düştüğü yo- lunda yorumlar yapıîdı. Aynca Ka- rabağ olaylannın kamuoyumuzda ya- rattığı haklı tepkiler üzerine Ermenis- tan'ın Kafkasya bölgesinde yeni bir Israil olabileceği ve dış Ermenilerin (di- aspora) çoktandır bilinen savlannı ger- çekleştirmeye çaLşabileceği yolunda kaygılar dile getirildi. Bugünkü Türkiye-Ermenistan sının- nın değişmezliğini, Ermenistan'a kabul ettirmeğe çalışmarun hiç gereği yoktur. Çünkü 1918'dekurulanilkbağımsızEr- meni devletinin 1920 sonbahannda Kuzeydoğu Anadolu'yu istila serüveni üzerine Kâzım Karabekir komutasın- daki Türk ordusu Ermeni kuvvetlerini perişan edip Ermenistan'a girdiğinde Ermenilerbanşisteyince,2aralık 1920- de yapılan Gümrii Banş Antlaşması'yla aşaş yukan bugünkü sınır kabul edil- miştir. Gümrii Antlaşması'nın 3. mad- desi uyannca Ankara hükümeti, 1914 sının ile bu yeni sınır arasında kalan Kuzeydoğu Anadolu topraklannda. oradan göç eden Ermenilerin geri dön- melerinden sonra bir plebisit yapılması- nı kabul etmişti ki bu onun self-determi- nation ilkesine saygısını dünyaya tanıt- mak istediğini ve plebisitin Ermeni savlannı boşa çıkaracağmdan emin ol- duğunu gösteriyordu. • Gerçi Gümrü Antlaşması'nın imzala- nışından hemen sonra Kızılordu'nun Kafkaslara inmesi üzerine Ermenistan'- daki Menşevik (ılımlı sosyalist) hükü- meti yerine kurulan Bolşevik hükümeti Gümrü Antlaşması'nı onaylamak iste- memiş, böylece antlaşma yürürlüğe gir- memişti. Artık Ermenistan. bağımsızlı- ğını fıilen yitirip Sovyetler Birliği'nin bir födere parçası olmuştu ('). Gümrü Antlaşması yürürlüğe girme- miş olsa da tarihsel gerçekler bakımın- dan önemli olan nokta, bağımsız bir Ermeni devletinin meşru hükümetinin bu antlaşma ile siyasal iradesini göster- miş olmasıdır. Kaldı ki "Rusya Sovyet- leri Federal Cumhuriyeti Hükümeti" Kaflcasya'ya istediği anayasal düzeni verdikten sonra Ankara hükümeti ile 21 Mart 1921 'de imzaladığı Moskova Ant- laşması'yla Ermenistan sınınnı, kabul etmiş, bunu 12 Ekim 1921'de Kars Ant- laşması'yla "Ermenistan Sovyet Cum- huriyeti" de onaylamışür. Kanımızca, bugün Ermenistan devletinin Moskova Antlaşması'nı tanımadığını açıklamış olmasının, Kars Antlaşması'nı da yü- rürlükten kaldırdığı sonucuna vanla- maz. Yeni Ermenistan devleti, 1991'de ba- ğımsızlığını kazanınca Türkiye ile olan bugünkü sının tanımadığını açıklamış değildir. Hukuka ve gerçeklere aykın böyle şey yapsa idi hem gülünç hem de Türkiye ile gelecekteki ilişkilerini tehli- keye sokmuş olurdu. Acaba Türkiye, yeni Ermeni hükü- metine, "bu sının kabul ettiğini ve Tür- kiye'nin topraklannda gözün olmadığı- Ermenistan 'ın ekonomik bakımdan yaşayabilir olması Türkiye ve doğusundaki Azerbaycan ve öbür Türki ülkeler ve İran ile düzgün ilişkiler sürdürmesine bağlıdır. nı resmen açıklamazsan, seni tanımam" demeli miydi? Buna hukuksal ve güven- lik bakımdan bir gerek olmadığı gibi böyle bir istem hem Türkiye gibi büyük ve güçlü bir devleti küçük düşürür hem de Ermeni hükümeti, bu konuda hâlâ hayaller içinde yaşayan "diaspora"nın olası tepkisini düşünerek Türkiye'nin is- temine yanaşmazdı. Bugün Ermenistan'ı tanımış durum- dayız. Ama henüz diplomatik ilişkiler kurmuş değiliz. Bu tutumuzu Karabağ sorununun çözümüne değin sürdürme- miz doğaldır. Ermenistan'ın Kafkasya bölgesinde ileride bir İsrail olabileceği savlan, ger- çekçi değildir ve yersizdir kanısındayız. Bu küçük devletin pek stratejik önemi yoktur. Çünkü denize bağlantıdan yok- sundur; Gürcistan üzerinden bir bağ- lanu kurulması, iki ulus arasında öteden beri var olan çekişmeler nedeniyle biraz zordur. Ermenistan'ın ekonomik ba- kımdan yaşayabilir olması, Türkiye ve doğusundaki Azerbaycan ve öbür Tür- ki ülkeler ve İran ile düzgün ilişkiler sür- dürmesine bağlıdır. Başta Fransa ol- mak üzere kimi Batılı devletlerin onu Türkiye ile anlaşmaya, Trabzon üzerin- den ticaretini geliştirmeye özendirdikle- rinin emarelerini görüyoruz. Ermenis- tan'ın, İran üzerinde bir ekonomik çıkış yolu mümkün değildir. Hatta Ermenis- tan'ın, Azerbaycan ile kötü ilişkiler için- de iken îran ile ileri düzeyde işbirliği kurması da zordur. Çünkü Kuzey Aze- rilerin (Azerbaycan) güneydeki uzantısı 15 milyonluk iran Azerbaycanı bunu hoşgörmez. Hatta böyle bir şey İran'rn parçalanmasına yol acabilir. Tahran'ın son olaylar üzerine gösterdiği telaşın ne- deni de budur. Denilebilir ki Ermenistan'ın bağım- sızlığına kavuşması, onu ister istemez Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmeye zor- layacaktır. Böyle birgelişme 196O'lı yıl- lardan beri ülkemizin başına açılan Ermeni sorunu ve ASALA terorizminin kaynağını zamanla kurutacak nitelikte- dir. Dolayısıyla Rum-Ermeni-Şuriye- PKK sinsice fesat bağlantısı -ki buna Yunanistan ve îran'ın hangi nazarla baktığı da aynca izlenmeğe değer- çö- zülmeye başlayabilir. Türkiye, bugün stratejik konumu, ekonomik potansiyeli ve askersel gücü ile tarihsel devlet gelenegi ile laiklik ilke- sinin dinamiği vedemokrasisi ile saygın- lığa kavuşmuş bir devlettir. Artık eski- den kalma kokuşmuş kompleksleri bırakmalı ve çağdaş uygarlık değerleri- nin sahibi olarak cesaretle yürümeliyiz. Türkiye'nin jeopolitik bakımdan 3-4 boyutlu bir konuma sahip olması nede- niyle bölgesindeki dengelerin kurulması ve sürdürülmesindeki öneminin bilinci içinde olması doğaldır. Bu bilincin bizi AT önünde Yunanistan'ın şantajı ya da onun arkasında gizlenen kimi devletle- rin olumsuz tutumuna karşın vakarlı bir "realpolitik" yaklaşım içinde, layık ol- duğumuz yerlere götüreceğine hiç kuş- ku yoktur. C) Bkz. Ismaıl Soysal. "Türkiye'nin Siyasal Ant- laşmalan" CI, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s. 17-26 SEMİHBALCIOĞLU Ormanstzlaşma veFelakeUer Prof. Dr. ÎSMETŞANLI / Ü. Orman Fakültesi Öğr. Üyesi, TMMOB Orman Müh. Şb. Bşk. Y irmi barinci yüzyıla sekiz kala, ülkemiz bir toplumsal kargaşa yaşamaktadır. Yurt ve ülke so- runlan, iç ice karmaşık bir yu- mak ve tümü birbiriyle ilintili, biri diğerinin uzantıa biçimindedir. Sorunlan çözümle- mede hangileri öncelikü; bu da özellikle karmaşıktır. Oysa yapılagelen puslu. tu- zakh bir toplum oluşturmak, "bagımlılığın] sürdürmek", üretmeden doğal kaynaklan "talanca" tezelden tüketmek ve de kullan - maknudır? Ama büiyoruz, özellikle birükte yaşadı- ğımız ve onunla var okluğumuz ormanlan- mız; yani toprağımız, suyumuz ve soluğu- muz olan havamızdır. Kısacası "çevre"- mizdir, "ekoloji"mizdir. Evindeki bir çiçeğin, bir ağacın ölümü (kuruması) karşısında ağıtlar yakan, bir I ağacın kesilmesi sonucu dünyalan kopa- İ ran, ama yok olan ormanlarapeşkeşedılen orman veya ormansıl yerlere suskun kalan "okumayan aydınlara" ne demeli? Orman, kimilerin görüşü gibi salt kereste ve odun üreten bir varlık değildir. Sürekli yenilenebilen bir doğal, varhk ve tümüyle ekolojik bir sistemdir. Öyle bir sistemdir ki türlü bitkileri, hayvanlan (mikroorganiz- malar içerik), taşı topragı ile kendine özgü bir yaşam birliğidir. Görüşler, bir toplumun uygarlık düze>i- ni gösteren bir simgedir. Birbirinin aynası, birbirinin yansımasıdır. Ama gerçek bir şey var. Ormanı bitki-toprak-su birliği içinde algılamak ve ormanahk sanatı uygulama- anı bu birliğin dengesi içinde yapmakür. Bu üç temel öğe hangi yaşamın temel öğeleri değikürler ki? Bir tekinin yozluğu veya dengesizliği ile ne olur? Üstünde yaşa- nacak bir yurt mu kalır? Toplumlar kalıa oluşlanru sürdürebilirler mi? Son yıllarda yaşadığımız sel ve taşkınlan. Güneydoğu'- da oluşan çığ olayları bunlann eksikligin- den veya dengesizliğinden değil mi? Kimi maden işletmeleri, linyit kömürü işletmeleriniıı neye dek doğayj-araziyi- paramparça ettilderi ve erozyona nasıl çağ- n çıkarmklanm ibretle ve de sabırla izle- mekte>ız. Aynca tanm alanlannın, doğal afetlerin, hayvancüığın güvencesi olan or- Ormansızlaşma büyük felaketler getirecek, çölleşme hızlanacak, taşkınlar, heyelanlar, çığlar siiriip gidecek. Türkiye'mizin genelinde- susuzluk-kuraklık ve erozyon acımasız boyutlara ulaşacak. man, daha da korkunç boyutlardadır. Yurdumuzun l, 5'i ormandır ve bunun % 70"i degrade olmuş durumdadır. Birçok toplumsal ve doğal özeUilderini yitirmiş olan bu ormanlan, baltalık işletmeden ko- ru işietme biçimine dönüştürmek ve bunu gecikmeden yapmak ormanahk politikası- nın.ön görevlerinden biriydi. Ne yazık ki kimi yerlerde bunun tersini göztemliyoruz. Az da olsa kimi koruluk yerlerin türlü ne- denlerle baltalıklara dönüştüğü göze çarp- maktadır. Bu olumsuzluklar yanında, 1980e dek ormanlanmıza her yanına ulaşabilecek yol şebekesi yapdabilmış, birçok alanlar ağaç- landınlmış. şiddetü erozyona karşı kimi barajlann yapırru gerçekleştirilmiştir. Tüm bu hizmetleri ve önlem alınmasını, bir avuç orman mühendisi, büyük özverilerle, uy- gar zorunlu gereksinimlerden yoksun ko- şullarda. gerçekten >ıırtsever duygu ve duyunç içinde gerçekİeştirebilmişlerdir. Fakat ne yazık ki 19801i yülardan sonra kimi diğer alanlarda olduğu gibi ormanlar- da ve de ormancılıkta da bazı ciddi olum- suzluklara rastlanmaktadır. Yaşanan acı sonuçlara aymazhk içinde seyirci kalamayız. Yılda denizlere 540 mil- yon ton civannda toprak kitlesinin taşındı- ğj, bu ölçüde topragın 140 bin kişinin ge- çim gereksinimini karşılayacak bir üretim kapasitesine sahip olduğu bilinmektedir. Tüm olumsuzlukîara karşın ormanlanmı- zın ham doğal kaynak olarak, üstünde sağ- îılda yaşanacak bir yurt olarak, ülke eko- nomisine katkı ve işsizliği giderici olarak bir gizilgucü vardır. Hektar başına oluşan artimı arturmak, geniş çaph ağaçlandırma- lar yapmak, fıdanüklann sayılannı pek çok çoğaltmak ilk akia gelen seçeneklerdir. 1950'lerden bu yana ormanahk büimci- leri, kamuoyuna, sağduyu sahiplerine ses- leniyoriar, ormansızlaşma büyük felâketler getirecek. çöUeşme hızlanacak, taşkınlar, heyelanlar, çığlar sürüp gidecek. Türkiye'- mizin genehnde-susuzluk-kurakhk ve eroz- yon aamaaz boyutlara ulaşacak. Güneydoğu'da yaşanan çığ olaylann- dan sonra pek yakında a>Tu yörede veya yörenin yakınlannda taş ve kaya parçalan kopmalan oluşacak, gene can ve mal ka- yıplan önümüze gelecek. POLİTİKA VEÖTESİ MEHMED KEMAL Oyah Yazma_. C an Yücel'in şiirleri birer kitap olarak Papirus Yayınlan'nca çıkanlıyor. İlk kitap, "Yazma". Can Yücel'in 1946-50 yıllannda yazdığı şiirler, bundan 47 yıl önce yayımlanmışü. Bunlar, yirmi yaşm heyecanı, telaşlı şiirleri. Ben o yıllan düşündükçe hatınma, yemeni, yazma düzeninde kitapla, Sakız Ağaa şii- ri gelir. Sakız Ağacı, aramızda oldukça ünlüydü. Can mı ezbere okurdu, bizim belleklerimizde mi vardı, küçük mey- hanelerde her keyiflendiğimizde okurduk. "O bir sakız ağacıydı, alelade; Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi, O zaman bu zamandır memnun yerinden; Seyreder bulutlan. göğü, denizi." Garip şiirinin egemen olduğu, İkinci Yeni şiirin fışkırma- dığı, 1940 Kuşağı şiirinin yasaklandığı bir dönemdi. Çok partili demokrasiye girmek üzere olduğumuz, neyin yerine nenin konacağının daha bilinmediği bir dönemde ortaya çıkmak kolay değildi. Can, 50 yıllan sonrasında hem kendi- ni, hem de şiirini anyordu. Kim bilir kaç yıl sonra bulacak- ü!.. İlk kitabı Yazma'ydı, gençlik, arayış şiirleriydi bunlar... Ardından Sevgj Duvan (1973), BirSiyasinin Şiirleri (1974), Ölüm ve Oğlum (1976). Şiir Alayi (1981), Rengahenk (1982), Gökyokuş (1984). Canfeda (1987), Çok Bi Çocuk (1988) gelecekti. 88den 92'ye kadar dört yıl içinde daha bir- çok şiir, kitap olmayı bekliyordu. Canı bilmem. Can Yücel, elli yıldır kendi şiirini ve dilindeki şiiri arayıp dunıyor. Bulmuş mudur? Arıyor yaî.. ama ben "Yazma"yı çok se- verjm; hoyrat deli- kanlıhk gecelerimizin unutulmaz anılan vardır. Karanlık gece- lerde 'Penceresi siyah perde' türküsü çığırdığımız delişmenlik hatalan unutulabilir i _ — ^ _ — ı ^ _ _ _ ^ _ _ _ mi? Bizim kuşak, arayan bir kuşakür. Aradığımızı hemen ya- nı başımızda da bulacağjmıa sanırdık. öyle olmasa, sonu- nun nereye varacağını bilmediğimiz gençliği cömertçe har- ayabilir miydik? Şimdi düşünüyorum da biz tek partiden korkmadik, ama tek parti bizden korktu. Ya da korkusunu önümüze sürdü. Şimdi her şey değişti. değişir görünüyor. Hiçbir şey Sovyet İmparatorluğu'nun yıkılışı gibi kolay ol- madı. Bir çatı uçsa, ardında birkaç kiremidi kalır. Dil-Tarih'te, "Hocalanmızı atmayın!" diye imza atanla- nn sayısı 108 kişiydi. Hocalan attılar, öğrencilere pek kıya- madılar. Bu öğrencilerin arasından şairler, öykücüler, ro- mancılar, bilim adamlan, ressamlar gktı. Dahası var, yön değiştirdiklerinde birkaç 4>üyük sermayeci, madenci de çıkmadı mı? Can Yücel'i uzun süre, önünde duran babasının dayanıl- maz şöhreti ile aradığı siyaset yordu. Bu yüzden örnründe kesintiler olmuştur. Bundan dolayı şiirinde türlü arayışlar vardır. Yunan, Latin şiiri kadar Divan şiirini de yoklamış- tır. Birinde bulamadığını ötekinde aramıştır. Ünlü şiirdeki dizeleri Türkçede vermek için çok sınayan- lar çıkmıştır: *•To be or not to be That's the question Bunu, "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" diye çevirdiler. Can'ın son bulgusu şöyle: Bir ihtimal daha var. o da ölmek mi dersin? Can Yücel, elli yıldır kendi şiirini ve dilindeki şiiri arayıp duruyor. Bulmuş mudur? Anyor ya!.. PENDİK ASLtYE ÜÇÜNCÜ HUKUK MAHKEMESİ'NDEN SAYI Esasl991 35 Davaa Arsa Ofisı Genel Müdû/lüğü tarafından mahkememizde açılan 2942 sayılı yasanın 16-17. maddeleri geregınce tescil davasınm yapılan açık yargılaması sırasında: Aşağıda isım \e en son bildinien adresı yazılı bulunan davalıya mahke- memiz larafından tebligat yapılması mümkün olmadığı gibi yapılan tüm yazışmalara ve lahkikatlara rağmen davalının tebligata sarih açık adresı- nin tespiti mümkün olmadıândan davalıya duruşma günü ve saaünin ilanen tebliğıne karar\eri!miştir Aşağıda hüvi>eti ve en son bıldınlen adresı yazılı bulunan davalının duruşma günü olan 20.5.1992 tanhinde saat 10.00'da mahkememız du- ruşma salonunda ha/ır bulunması dava ile ılgılı her türlü yazılı belge ve delillerinı dos\amıza duruşma gününe kadar ibraz etmesı delıllennı ibraz ptmez ve mazeret göstermcksızin duruşma günü \e saatinde mahkeme- mizde hazır bulunmazsa >argılamanın gıyabmda yapılarak karar verile- ceö davalıya davetiye yerine kaım olmak üzere ilanen tebliğ olunur. "DAVAL1: I-Selım Esin Ahmet Kunoğlu Sok. No: 4 Kasımpaşa lstanbul 2-Kenan Esin Hacı Ahmet Kurtoâlu Sok. No 4 Kasımpaşa tstanbul TESCİLİİSTENEN DAVA KONVSl TAŞINMAZ Pendık. Şeyhlı. 358 pafta. Basın: 2Ü925 PENDİK ASLİYE ÜÇÜNCÜ HUKUK MAHKEMESİ'NDEN SAYI: Esas 1991 77 Davacı Arsa Ofisı Genel Müdürlüğü tarafmdan mahkememizde açılan 2942 sayılı yasanın I6-17 . maddeleri gereğince tescil davasınm yapılan açık yargılaması sırasında: Aşağıda isim ve en son bıldirilen adresı yazılı bulunan da\ alıya mahke- memiz larafından tebligat >apılması mümkün olmadığı gibi yapılan tüm vazışmalara ve tahkikatlara rağmen davalının tebligata sarih açık adresi- nin tespiti mümkün olmadığmdan davalıya duruşma günü ve saaünin ilanen tebliğine karar verilmiştir Aşağıda hüvıyeli ve en son bıldirilen adresı jazılı bulunan davalının du- ruşma günü olan 20.5.1992 tarihinde saat 10.00'da mahkememiz duruş- ma salonunda hazır bulunması dava ile ilgili her türlü yazılı belge ve delil- lerinı dosyamıza duruşma gûnüne kadar ibraz etmesi. delıllerini ibraz etmez ve mazeret göstermeksızin duruşma günü ve saatinde mahkeme- mizde hazır bulunmazsa yargılamanın gıyabında yapılarak karar verile- ceği. davalıya davetiye yerine kaım olmak üzere ilanen tebliğ olunur DAVALI: ! -Ömer Osman Ersoy İzzet oğlu. Fikirtepe Mandıra Cad. GürSok. No: 11 Radıköy 2-Necatı Ozbek Fahri oğlu. Fikirtepe Mandıra Cad. No: 20 Kadıköy TESCtLt tSTENEN DA\'A KONl'SU TAŞLNMAZ Pendık. Şeyhli köyü 2 ada 323 parsel. Basın: 23934 İLAN PENDİK 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Hâkım: Yalçm Erkmen 18598 Kâtip: Sevcan Ergür Karar No: 1991 64 Esas No: 199! 38 Karar tarihi: 25.12.1991 Davaa Arsa Ofısi Genel Müdürlüğü tarafından davalılar Mukadder Develi aleyhine açılan 2924 sayılı yasanın 17. maddesine göre tescil da\a- sının vapılan açık yargıiamaM sonunda: Mahkememizden verilen 25 12.1991 gün ve 1991,38 Esas 1991 64 ka- rar sayılı ilamımız ile davalılann hıssedar bulunduklan İstanbul ilı. Pen- dik ilçesi. Şeyhli köyü. mevkıinde kaın bulunan 2 pafta-335 parsel sayıb taşınmazda davalılara ısabet eden 390 8200 hissenin toplam 3.120.000- TL sı karşılığında davacı Arsa Ofısi Genel Müdürlüğü adına tapuya les- cıline karar verilmiştir Mahkememiz larafından adresi tespit edılemeyen ve duruşma günü ve saatı ilanen tehliğedilen davalı Mukadder Develi tarafa karanmcdaveti- ye yerine kaim olmak uzere fLANEN TEBLİĞ OLUNUR. 2.3.1992 DAVALININ EN SON ADRESt VE İSMİ: DAVALI: Mukadder Develi Şeyhli köyü Pendık Basın: 23931
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle