Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 MART1992 ÇARŞAMBA
14 GÖRÜŞLER
BELKI
MURAT BELGE
Sivil Toplum/Sefil Toplum
E
Hiç vakit geçirmeden
ciddi bir"nitelik
yükseltme" seferberliğine
girmemiz gerekiyor. Bu
olmazsa ne olacağı zaten
belli: Dün grizu ,bugün
deprem, yarın...
rzincan depremi oldu ve şimdi herkes ihmalleri,
aşıramento alışkanlıklannı, derme çatmahğı
söylemeye, yazmaya başladı. Tabii deprem bir
dizi felaketin -şimdilik- son halkasıydı. Bundan
önce çığı ve grizuyu gönnüştük.
Türkiye'de "felaket tellallığı, kahinligi" yapmak kolay.
Arada bir, "Daha neler neler olacak!" diye, yeterli belirsiz-
lik ve kapsayıcıhkta felaket haberi verin, bu ülke sizi mah-
cup etmez. Ama ben şimdi bu tür şom ağızlıhklar yapmak-
tansa. konuyu biraz daha geniş bir(
çerçeveye oturtmaya
çalışacağım.
Olay son analizde bu toplumda insan hayaüna verilen
değere ve buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın niteliğine
bağlı gibi görünüyor. Bunun yanı sıra ekonomik güçsüzlük,
bilgi ve görgii eksikliği gibi etkenler de var. Sonuç olarak
yalnız depreme dayanıksız, çimentosu az kannmış bına de-
ğil sorun: A'dan Z'ye, hayatın niteliksizliği, oturduğumuz
apartman çökmese de incecik duvarlardan, izolasyonsuz
tavanlardan ötürü bütün komşular birbirinin özel hayatmı
yakından izleyebiliyor. Altı numaradaki evvelsi gece kansı-
nı dövdü, dokuz numara dün gece orgazm oldu, hepsini bi-
liyoruz.
Aldığjmız nesne eli-
mizde kalıyor. Ampul
yanar, ayakkabı deli-
nir. düğme kopar. Ye-
diğimiz besinin, mus-
luğumuzdan akan su-
yun temizliğinden
hiçbir zaman emin
olamayız. Her şey
derme çatmadır, çü-
riiktür, bazılan düpe-
düz tehlikelidir. ""~~~"~"^^~"^
m
~
m
~""""~~
Bütün bunlar vahim bir çirkinleşmeyle el ele ilerier. Geç-
miş yıllara göre bir çeşit estetik merak oluştu bu ülkede.
Ama bunun sonucu, çoğu zaman, estetik meraklılannın,
kendiliğinden estetiği olan bir mekâna gidip çöreklenip,
orada estetik bırakmaması oluyor. İstanbul'da Boğaz
manzarası güzel. hepimiz onu görmek istiyoruz. Ama bu-
nun için gidip Boğaz'ın orasında burasında akıl almaz site-
lerimizle yerleşince, ortada bir güzellik kalmıyor. Yazlık ev
modası, bizde her modada olduğu gibi bir salgın hastalık
haline gelince dünyanın en güzel koylannı, kıyılannı peri-
şan ettik. Şeftali, narenciye bahçelerini söküp anlamsız be-
ton mantar siteleri yetiştirdik.
Bunlar güzellik için, güzellik arayışıyla yaptjklanmjz.
Daha acil ihtiyaçlan karşıiama üslubumuz tarif edilir gibi
değil. Büyük şehirlerde olsun, taşrada olsun. işyeri koşulla-
nnda standart, "korkunç" kategorisine girer. Süfli, pis me-
kânlar ve her an kaza ihtimaline açık çalışma koşullan nor-
malleşmiştir; başka türlüsü akla gelmez. Beğenmediğrmiz
eski gecekondulann yerini alan yeni binalar, depreme ne
kadar dayanıklıdır bilmiyorum, ama insan ruhunda dep-
rem yaratacak kadar perişandır.
Bütün bunlan kabul etmek, sindirmek de zor. Çünkü yıl-
iardır,'"kalkindık, kalkınacağız" telaşı içinde yaprruşız bun-
lan, bu çeşit fabrikalar kurup böyle mallar üretmişiz, bu tür
binalar yapıp içine girmişiz. Şimdi bunlann şu kadannın
boşa gittiğini, birçoğunun işe yaramayacağını, hatta düpe-
düz kötü olduğunu kabullenmek kolay değil.
Ama başka çare de yok.
Hiç vakit geçirmeden ciddi bir "nitelik yükseltme" sefer-
berliğine girmemiz gerekiyor. Bu olmazsa ne olacağı zaten
belli: Dün grizu, bugün deprem, yann...
Bu çapta bir felaket değilse de tarihimizin bizi mahkûm et-
tiği bu niteliksizlik. O da zaten yeterince kötü.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Amerikan şirketinin maksatı
Mısır'da Türk sigara ve tütünü mes'elesi bir kaç senedenberi,
hususile şark tütünlennin gümrük resmi Çin ve Japon tütünleri
haddine çıkanldığındanberi bir ha> li müşkül safhalar
gecirmektedir. Bu müşkülâtın izalesile Türk sigara ve
tütünlennin bu bize pek yakın memlekette gene eskisi gjbi
revacının temini ve hatta inıkân dairesinde tezyidi bugünün
mühim mes'elelerinden birini teşkil etmektedir.
Bu maksatla Tütün tnhisar İdaremiz Mısır'da bizimle beraber
çalışacak bir müessese aramış ve uzun araştırmalar neticesinde
Vehip Bey Rus fırmasile anlaşmakta karar kılmıştı. Bu Vehip
Bey Rus. diğer biraderi şimdiki Mısır hükûmetinde bir nezaret
mev kii işgal eden ve kendisi de ekseriyat fırkasıile Mısır
meclisine dahil bir zattır. Her halde bufirmanınsigara ve
tütünlerimiz için yapacağı teşnki mesainin memleketimize çok
nafi olacağı tahmin vetakdiredilmekteidi.
Bilâhare araya bir de Biritiş - Amerikan kumpani isminde bir
şirkeün de kanştığını haber alıyoruz. Mısır'da birçok fırmalan
mahza körletmek için almış olan ve Türk sigara ve tütünlerine
karşı da şiddetli bir rekabet >apmış bulunan ve bilhassa Çin ve
Japon tütünleri üzerinde çalışan bu şjrketin bu defa bizim
tütünlerimize ne gibi maksatlarla taüp olduğu cidden uzun
uzun tetkik ve tahkiklere ihtiyaç göstermekte olan bir mes'ele
teşkil edıyor. Hükûmetin bu mes'eleyi layık olduğu
ehemmiyetle telakki edeceğini şüphesiz addederiz.
TARIHTE BUGUN MÜMTAZARIKAS
METROPOL
SEKER AHMEf PAŞA
19O?'0E 6UGÜM, ÜfiJLÜ
«OŞSOH-
Z£L S/l-
AKAPEMİSf 'A/£ GÖNOBRİLMİŞ; SA-
Ö Ü . YÜZ-
BU AZADA SE£6<L£# AÇMfŞTT. COGOT,
st'M
ATTILADORSAY
0n Beş Günlük Görsel Eğitim
çağımızın bir görsellik çağı oldu-
ğuna kuşku yok. Artık görüntü-
nün, imajın egemenliği yaşanı-
yor. Her yerde görüntü ve görsel-
lik var: Görüntünün egemenliği bir
yana, neredeyse saldınsı söz konusu.
lnsanlar süreİcli olarak görüntü tüketi-
yorlar: Televizyon ekranlannda, video-
da, sinemada... "Sinemanın ölümü" mü
dediniz? Gülerim. Tersine sinema, ana
kaynağı olduğu teknolojilerin akıl al-
maz gelişimi sayesinde her gün ha-
yatımıza biraz daha fazla giriyor,
krallığını pekiştiriyor. Asıl gündemde
olan, diğer sanatlann ölümü. Edebi-
yatın (okunma eyleminin gitgide nasıl
azaldığına bakılırsa!), tiyatronun ya-
şamlan tehlikede özellikle... Ve tiyatro/
müzik karması sanatlann: Opera, bale,
varolma savaşımı veriyor ve bunun için
dünyanın her yanında, ciddi bir devlet
desteğine gerek duyuyoriar.
Bu görüntü egemenliği karşısında ne
yapacağız? En kojayı, hiçbir temel kaygı
duymadan, "Ne iyi... TV kanallanmız
çoğalıyor, şimdi daha çok program
arasmdan seçme yapabileceğiz" demek,
bunu ilerlemenin, çağdaşlaşmanın belir-
tisi sayıp sevinmek ve oturup o akşarrun
programlan arasmdan fılan veya falan
"eğlence programı", fılan veya falan
renkli dizi, "Terminator" veya "Robo-
cop" arasından bir seçim yapmak...
Çok-renkli gazetelerimiz de kendilerinin
katkısı, ortaklığı bulunan TV kanal-
lanrun programlannı başa koyaıak bu
tür seçmeler için "kılavuz"lar sunuyor,
kitleyi sözümona bilgilendiriyorlar.
Cumhuriyet olarak biz de inanılmaz bi-
çimde artan fılmler konusunda okur-
lanmızı yönlendirmek için böyle bir kı-
lavuz vermeye, Turhan Gürkan arka-
daşımla birliktehergün fîlmleri "yıldtzla-
maya" başladık.
Ama bunlar yeterli mi? Daha radikal
bir yaklaşım gerekli değil mi? Çok genel
biçimde artan TV kanallanna sevinsek
ve bu konudaki yasal düzenlemenin geç
kalması konusunda, en son Radyo-TV
Yüksek Kurulu Başkanı Prof.Dr.
Yılmaz Büyükerşen'in de katıldığı
kaygılanmızı ortaya koymayı görev bil-
sek de temel birkaç olguya dikkat etmek
gerekiyor. Bir kez, televizyon izlemek,
yapısı, doğası ve özellikleri itibanyla si-
nemada film izlemekten farkh bir eylem-
dir. Ve küçük ekrandan alınan bir gö-
rüntünün, büyük ekranda ve topluca iz-
lenen bir film görüntüsünden çok farkh
bir etki gücü vardır. Öte yandan, en azı-
fldan bizdeki TV kanallannın (ama dün-
yadakilerin de çoğu öyle) anlaşılabilir ti-
cari kaygılarla, yanlanna bile yaklaş-
madıklan bir başka tür görüntü olayı
var. Buna da klasiğinden modemine,
kaliteli fılmler, yaratıcı yönetmen ('aute-
ur') sineması, sinema dilinin ve an-
latımının temel ögelerini yeni baştan si-
neması, sinema dilinin ve anlaümının te-
mel ögelerini yeni baştan tartışan, yeni-
lemeye, değiştirmeye çahşan yapımlar
diyebiliriz.
Onca
gereksinmesini duyduğumuz,
inancuna göre artık okullara
da konması gerekenu
görsel
eğitim<
"in şimdilik 15 gün
boyunca ve bir festival
sûresince yoğun biçimde
yaşanarak edinilmesidir bu...
Işte bu aşamada festivaller giriyor
gündeme. Konumuz gereği, sinema fes-
tivallerinden söz ediyorum. Ankara'da
yapılan, İstanbul'da yapılmakta olan,
nisan ayında da İzmir'de yapılacak olan,
uluslararası düzeyde, ciddi, önemli, ge-
niş kapsamlı sinema şenlikJeri. İşte bu
tür şenJiklerdir ki bizlere farkh bir sine-
mayı, görüntünün çok yeni biçimde kul-
lanılma girişimlerini, hemen tüketilip
atılacak fmdık-fıstık türünden filmler
yerine bize yepyeni ufuklar açan, belki
bir ömür boyu etkisini sürdürecek film-
leri getiriyorlar. Ve emin olunuz, bun-
lann etkileri yeni açılan fılan veya falan
kanalın etkilerinden daha çok oluyor.
Burada elbette sayısallığı söz konusu
etmiyorum. Bir sinema festivali, en gör-
kemlisi bile bir TV kanalının seyird
sayısına ulaşamaz. Ama festivalleri -bu
açıdan büe- küçük görmeyin... İstanbul
Festivali'nin şu başlangjç günlerinde
sağladığı seyirci ilgisi, her türlü "tahmin'-
'in ötesindedir. Yalnızca büyük usta-
lann parlak fılmlen değil. Başta kendi
fılmlerimiz, örneğin Pasolini'nin kısa
fihnleri, Üçüncü Dünya sineması diye
adlandınlabilecek az gelişmiş ülkelerin
filmleri veya Muhsin Ertuğrul'un sine-
mamızın klasikleri sayılabilecek filmleri
bile beklenmedik bir seyirci topluyorlar.
Ve yeni, farkh görüntülere aç ve geçmişi
de ögrenmeye merakh olduğu anlaşılan
özellikle genç kesimden bir kitleye ulaşı-
yorlar.
Emin olunuz ki bu çok önemlidir. Ku-
rosawa, Pasolini, Bergman, Herzog
veya Truffaut'nun modası geçmez yaşa-
mı görüntüleme çabalanyla kanatlanan,
Yeni-Dalga'nın taptaze kalmış rüz-
gânyla serinleyen, "Uçmak îstiyorum"
veya "Şarküteri" gibi fılmlerin şaşırtıcı
derecede genç ve uçan mizahıyla ze-
kanın pınlülannı duyumsayan gençler,
bu anlamlı görüntülerle benzersiz bir
eğitim alıyorlar. Önce gereksinmesini
duyduğumuz, inancıma göre artık okul-
lara da konması gereken •görseleğitim'-
in şimdiük 15 gün boyunca ve bir festi-
val süresince yoğun biçimde yaşanarak
edinilmesidir bu... Ve sadece 100-150
bin seyirdye ulaşsa da yannın sanat
alanında yaratıa gücünü oluşturması
olası bu seyirciyle ülkemizin kültürel ge-
leceğine katkısı, bir cırpıda mijyonlara
ulaşan TV kanallanndan hiç de aşağı
değildir. Onun için, bir kez daha, yaşasın
festivaller...
SEMİHBALCIOĞLU
Yüksekokulların Fakülteye DönûşömöDoç. Dr. RAFET EVYAPAN U. Ünv. Öalıkesir Turizm İşl. ve Otelcilik Yüksekokulu
Y
akm bir geçmişte basın yayın
yüksekokullannın fakülte ol-
malan ile ilgili bir yazıda bu
yüksekokullann fakültelerden
pek farklı olmadıklan vurgulanarak
yüksekokul isminin "fakülte" olması
durumunda sadece yönetici atanma
veya seçihnesi ile öğrencı diplomalann-
da fakülte yazması dışında bir şey de-
ğişmeyeceği ileri sürülmekte ve bunlann
hiç de önemli şeyler olmadığı belirtil-
mekteydi.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce fakülte-
lerden pek farkı olmayan "akademiler"
isim değişikliğıne uğratılarak fakülte
haline getirilmişler ve o zamanın günde-
mindeki "akademi-fakülte" ikiliği ve bu
ikiliğin ortaya çıkardığı sorunlar çö-
zümlenmişti. (Konu dışı olmakla birlik-
te bir diğer ikiliğin Türk parlamento-
sunda Millet Mechsi-Senato arasında
olduğunu ve Senato'nun kaldınlmak
suretiyle bu ikiliğin gjderildiğini anımsa-
mak yerinde olacakür.)
Dünün akademi-fakülte aynmı ve
sıkıntılannın yerini bugün fakülte-yük-
sekokul aynmı ve sıkıntılan almış gö-
rünmektedir. Şu anda basın yayın yük-
sekokulu için işlenen bu sorun, turizm
işletmeciliği ve otelcilik yüksekokullan
için de geçerlidir.
Yüksekokullann fakülteye dönüşü-
mü ile sağlanacak yararlan gözden geçi-
relim...
Turizm sektörüyle ilgili uygulama
okulu olarak turizrn liselerinden ayn bu
sektöre yönelik iki tür yüksekokul bu-
lunmaktadır. Bunlar -tabelası ayn- 4
yıllık turizm işletmeciliği ve otelcilik
yüksekokulu ile içinde turizm bölümleri
bulunan 2 yıllık meslek yüksekokul-
landır. Çoğu zaman özellikle sektörde
bu yüksekokullar kanştınlmakta ve ge-
rek öğrencilere gerekse de mezunlara,
"Kaç yıllık yüksekokul" diye sorulmak-
ta ve bu karmaşa karşısında bir öğrenci
kızgınlığını belirtecek bir biçimde "1
yıllık yüksekokul" diyebilmektedir.
Fakülte olmalan halinde yüksekokul-
lann bu karmaşadan doğan sorunlan
çözümlenmiş oiacakür.
Yüksekokullar içerdiği okul ibaresiy-
le ortaöğretim kurumlannı çağnştırdıği
gibi yöneticilerinin isimlerinin müdür
olması açısından bu kurumlardan hiçbir
farkı bulunmamaktadır. Başka bir de-
yişle ilkokul yöneticisi için kullanılan
müdür nitelemesinin aynısı yüksekokul
yöneticisi için de kullanılmaktadır.
Yüksekokullann "fakülte"
olmalan, küçümsenecek bir
gelişme olmayıp tersine bir an
önce gerçekleştirihnesi
gereken bir işlemdir.
Fakülte olmalan halinde vı"'!;.^
müdürlerinin adı T.üüür olmaktan çıka-
cak, dekan olacak, böylelikle ortaöğre-
tim kurumlanndaki yöneticiler için kul-
lanılan isimden farklı bir isme kavuşa-
caklardır.
Fakültelerde birden fazla bölüm ve
her bölümde de birden fazla anabilim
dalı ve bunlann başında akademik işlevi
olan bilim adamlan bulunur ve bu orga-
nizasyonu ile fakülteler tam anlamıyla
akademik bir kimliğe kavuşurken tu-
rizm işletmeciliği ve otelcilik yükseko-
kullannda bir bölüm bulunmakta, bu
bölüm başkanlığını da aynı zamanda
okulu yöneten müdür yapmaktadır. Bir
kişinin aynı zamanda hem idari hem de
akademik işievleri aynı etkinhkJe yap-
masının ne denli başanlı olacağı orta-
dadır. Bu durumlanyla fakülteler tam
teşekküllü bir hastaneye benzerken tu-
rizm işletmeciliği ve otelcilik yükseko-
kullan tek doktorun her türlü hastalığı
muayene ettiği mahalle sağlık ocaklan-
na benzemektedir.
Fakülte olmalan halinde yüksekokul-
lar liseden sonra devam edilen bir okul
olmaktan çıkacak, gerçek anlamda aka-
demik kuruluşlar haline geleceklerdir.
YüksekokuUar konusunda yukanda
sayılanlar kadar. hatta daha da önemli
olan bir husus da bu okullardaki öğren-
cilerin düşünce ve beklentilerinin ne ol-
duğudur.
Konu, öğretim üyeleri ve yöneticiler
kadar onlan da ilgilendirmektedir. 11.2.
, 1992 tarihinde Balıkesir Turizm İşlet-
meciliği ve Otelcilik Yüksekokulu 2.
sınıf öğrencilerine "Diplomanızda fa-
külte yazması sizin için ne kadar önemli-
dir" sorusu yöneltilmiş ve görüşlerini
isimsiz bir kâğıda yazmalan söylenmiş
ve sonuç olarak 89 öğrenci önemli demiş
ve bunlann büyük bir çoğunluğu "çok
önemlidir" nitelendirmesinde bulun-
muş iken 1 öğrenci kararsız kalmış, sa-
dece 5 öğrenci önemsiz diye görüş bildir-
miştir.
Fakülte olmalan halinde yüksekokul-
larda okuyan öğrencilerin hemen he-
men tümünün istek ve beklentilerine
olumlu yanıt verilmiş olacaktır.
Yüksekokul ifadesi Batı dillerinde
kullanılan ifadelerin tercümesi bir ifade
olmasma karşıhk,Taküite ifadesi orjinal
bir ifade olup adeta uluslararası bir nite-
lik taşımaktadır. (Bu arada yüksekokul
ifadesinin içerdiği 10 harf ile 7 harfli fa-
külte ifadesine oranla daha uzun oldu-
ğunu da unutmamak gerekir.)
Görüldüğü gibi yüksekokullann "fa-
külte" olmalan, küçümsenecek bir ge-
lişme olmayıp tersine bir an önce ger-
çekleştirilmesi gereken bir işlemdir. Bu
açıdan turizm işletmeciliği ve otelcilik
yüksekokullannın turizm işletmeciliği
fakültesi haline dönüştürülmesi veya ik-
tisadi ve idari bilımler fakültesi yapıla-
rak turizmin bir bölüm olarak düşünül-
mesi yararlı olacaktır.
^ POLİTIKA
ÜVEÖTESİ
MEHMED KEMAL
Büyük Nefesler...
ş
imdi ünü dünyalan dolaşan. İngiltere Kraliçesi'nin
yağmur altında dinlediği Luciano Pavarotti de ül-
İcemizden gecmiş. Uzun birsüreşurada burada do-
laştıktan sonra üne kavuşmuş. Gittiğimiz gazino-
larda, gece kulüplerinde söylemiştir. Ama bilmiyorum. Bil-
diğim bir tanesi var: Dario Moreno!..
Şişman, iri yan gövdesiylesahneye çıkar, söylersöyletir, co-
şar coştururdu. En çok da Rumca şarkılar söylerdi. Belki
Rumca bizim şarkılara biraz yatkın olacak ki ondan... Da-
ha sonra "Her Yerde Kar Var" ünlendi. Uzun yıllar An-
kara'da kaldı. Sonra İstanbul'a geçti. İstanbul, ne olsa bir
metropoldür. her türlü yeniyi kaldınr. Dario Moreno nere-
ye gitse ardından "Her Yerde Kar Var" gıdiyordu. İri kı-
yım, kaşlan inceliğinde bıyıklan olan, yerli, yabancı kırma-
sındaki şarkıcı çok seviliyordu. Daha 'Her yerde' demeden
'Kar var* salonu çınlatıyordu.
İyice üne kavuştuktan sonra îstanbul yerine Paris'i mes-
ken tuttu. Ama hiçbir zaman da Türkiye'yi (Ankara, İstan-
bul) unutmuyordu. Zaten iyi Türkce konuşurdu. Fransızca
şarkılann bir kopyası Türkçeydi. Türkçe söylerdi, Fransız-
ca söylerdi; ikisini birbirine kanştınr gene söylerdi. İyi bir
dinleyici kitlesi vardı ki Gar Gazinosu basbaritonlan, revü-
leri (Macar) kaldınrdı. Sanşın, tombul kızlar revüden sonra
şampanya ısmarlayacak güçteki kesesi kahnlann kucağına
koşarlardı.
Halk Partisi zengin- ^~^^™^^~^^~^~~~~^
lerinin yerini 1950'den
sonra Demokrat işa-
damlan almaya baş-
lamışlardı. Yeni efendi-
ler. ülkeyi 'Küçük
Amerika' yapmak isti-
yoriar, 'her mahallede
bir milyoner" anyor-
lardı. Eski milyonlara
şimdiki milyarlar değil
trilyonlar yetişmezdi. — — ^ ^ ^ - —
Enflasyon parasının değerini ölçmek olası değil. Ekmelc
parasını ölçü olarak alsak, bugünün ölçülerine uydurabilir
miyiz? Çoçukluğumuzda has ekmeğin (francala) tanesi
(hem de kiloluk) 11 kuruştu. Bir ikinci vardı, o da 9 kuruş.
Bugün ekmeğin kiloluğu kaç para, bileniniz var mı? Para-
nın sözü mü olur? Ekmek bin liradan başlıyor. Pazarda bir
kıvırcık salatanın tanesi on bin liradan başlıyor.
Dorio Moreno ile bizim Devlet Konservatuvan basbari-
tonu Vedat Gürten sıkıfıkıya ahbaptılar. Aralannda, ah-
bap da olsalar biraz mesafe vardı. Biri devlet basbaritonu
idi, öteki gazino basbaritonu... Neden mesafe olmasın!..
İkisinin de ortak yanı kumar...
Biri Gar Gazinosu'nda, öteki Karpiç ya da Süreyya'da
itibar görürlerdi. Dario Mareno Rum kırması, Vedat Gür-
ten Ermeni dönmesi... Saklar gibi olsalar da gizliden gizliye
bilenler vardı.
İkisinin de sonu da hazin bitti. Dario'yu intihar götürdü.
Vedat Gürten'i bir felç yatalak etti.
Böyle şarkıcılar kilolu oluyorlar. Dario da, Vedat Gürten
de, Pavarotti de.
"Bunlar nereden geldi" diye sormayın. Büyük seslerin,
büyük de kaderleri oluyor. Şalyapin'den bu yana böyle de-
ğil mi?
Dario Moreno ile Vedat
Gürten sıkıfıkıya
ahbaptılar. Aralannda,
ahbap da olsalar biraz
mesafe vardı. Biri devlet
basbaritonu idi, öteki
gazino basbaritonu...
OKURLARDAN
Partiliolnıa sorumlulıığu
Çağımız hızlı birgelışim ve
değişim içinde... Fikirler
değişiyor, insanlar değişiyor.
Dün savunulan fikirlerin
yerini, bugün yenileri alıvor.
Di\alcktik gereği her şe\
hareket halinde ve hiçbir şey
durağan değildir. Buna bağlı
olarak. insanlar da
kendılerini geliştırivor.
yeniliyor...
ulkemizdepolitik olarak bu
değışimi yakalayanlardan
biri de DYP hden Süleyman
Demirel"dir. Geçmişin AP
liderı Süleyman Demirel,
insan haklanndan.
demokrasiden söz etmezken
bugünün DYP lideri
Süleyman Demirel isc insan
hak ve özgürlüklerinden.
demokratikleşmeden söz
edebiimektedir.
SHP olarak geçmişte bizim
savunduklanmızı. bugün
DYPliderivcBa!>bakan
Süleyman Demirel
savunmaktadtr.
Biz ise sav unduklanmızı
daha ilcri gdıüremedik.
dcğişımı şakalayamadık. Bu
aynı zamanda benim
açımdan birdunım
tespitidir Parti içinde
yaşanılan olumsuzluklann,
bizden başka hiç kimseye
zarannın olmayacağı her
SHP'Iitarafmdan
bilinmelidir.
Eğer parti içi disiplinsizlikler
devam ederse. SHP'li kişiler
partili olmanın sorumluiuğu
içinde hareket ctmezlerse bir
gün gelecek SHP'nin
cevresinde hiç kimse
kalmavacaktır.
Ben. bulunduğum yerel
çe\rede. hergün
yaşadıklanmı ve
gözlemlerimi yazdım ve bu
konuya dikkat çekmek
isıedim.
Kendi içindedisiplinli ve
tutarlı, değişimi yakalayan
bir SH P. her zamankinden
daha güçlü olacaktır.
NEVZATÇAĞLAR
TÜFEKÇİ
ŞHPMilasİlçeYön.Kur.
Ûvesi
ACLAN URAZ
"ÇOCUK İŞQİLER"
"Chlld Workers"
FOTOĞRAFALBÜMÜ
(Siyah beyaz)
1987 -1992
Istemeadresi:
ÇAĞDAŞ YAYINC1UK VE BASIN SANAYİAŞ
Türk Ocağı caddesı, 3W7 Cağaloğlu 34334 İSTANBUL
Tel:5120505(20)hat-S2601 17 Fax.5260117