15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 MART1992 ÇARŞAMBA 14 GÖRÜŞLER BELKI MURAT BELGE Sivil Toplum/Sefil Toplum E Hiç vakit geçirmeden ciddi bir"nitelik yükseltme" seferberliğine girmemiz gerekiyor. Bu olmazsa ne olacağı zaten belli: Dün grizu ,bugün deprem, yarın... rzincan depremi oldu ve şimdi herkes ihmalleri, aşıramento alışkanlıklannı, derme çatmahğı söylemeye, yazmaya başladı. Tabii deprem bir dizi felaketin -şimdilik- son halkasıydı. Bundan önce çığı ve grizuyu gönnüştük. Türkiye'de "felaket tellallığı, kahinligi" yapmak kolay. Arada bir, "Daha neler neler olacak!" diye, yeterli belirsiz- lik ve kapsayıcıhkta felaket haberi verin, bu ülke sizi mah- cup etmez. Ama ben şimdi bu tür şom ağızlıhklar yapmak- tansa. konuyu biraz daha geniş bir( çerçeveye oturtmaya çalışacağım. Olay son analizde bu toplumda insan hayaüna verilen değere ve buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın niteliğine bağlı gibi görünüyor. Bunun yanı sıra ekonomik güçsüzlük, bilgi ve görgii eksikliği gibi etkenler de var. Sonuç olarak yalnız depreme dayanıksız, çimentosu az kannmış bına de- ğil sorun: A'dan Z'ye, hayatın niteliksizliği, oturduğumuz apartman çökmese de incecik duvarlardan, izolasyonsuz tavanlardan ötürü bütün komşular birbirinin özel hayatmı yakından izleyebiliyor. Altı numaradaki evvelsi gece kansı- nı dövdü, dokuz numara dün gece orgazm oldu, hepsini bi- liyoruz. Aldığjmız nesne eli- mizde kalıyor. Ampul yanar, ayakkabı deli- nir. düğme kopar. Ye- diğimiz besinin, mus- luğumuzdan akan su- yun temizliğinden hiçbir zaman emin olamayız. Her şey derme çatmadır, çü- riiktür, bazılan düpe- düz tehlikelidir. ""~~~"~"^^~"^ m ~ m ~""""~~ Bütün bunlar vahim bir çirkinleşmeyle el ele ilerier. Geç- miş yıllara göre bir çeşit estetik merak oluştu bu ülkede. Ama bunun sonucu, çoğu zaman, estetik meraklılannın, kendiliğinden estetiği olan bir mekâna gidip çöreklenip, orada estetik bırakmaması oluyor. İstanbul'da Boğaz manzarası güzel. hepimiz onu görmek istiyoruz. Ama bu- nun için gidip Boğaz'ın orasında burasında akıl almaz site- lerimizle yerleşince, ortada bir güzellik kalmıyor. Yazlık ev modası, bizde her modada olduğu gibi bir salgın hastalık haline gelince dünyanın en güzel koylannı, kıyılannı peri- şan ettik. Şeftali, narenciye bahçelerini söküp anlamsız be- ton mantar siteleri yetiştirdik. Bunlar güzellik için, güzellik arayışıyla yaptjklanmjz. Daha acil ihtiyaçlan karşıiama üslubumuz tarif edilir gibi değil. Büyük şehirlerde olsun, taşrada olsun. işyeri koşulla- nnda standart, "korkunç" kategorisine girer. Süfli, pis me- kânlar ve her an kaza ihtimaline açık çalışma koşullan nor- malleşmiştir; başka türlüsü akla gelmez. Beğenmediğrmiz eski gecekondulann yerini alan yeni binalar, depreme ne kadar dayanıklıdır bilmiyorum, ama insan ruhunda dep- rem yaratacak kadar perişandır. Bütün bunlan kabul etmek, sindirmek de zor. Çünkü yıl- iardır,'"kalkindık, kalkınacağız" telaşı içinde yaprruşız bun- lan, bu çeşit fabrikalar kurup böyle mallar üretmişiz, bu tür binalar yapıp içine girmişiz. Şimdi bunlann şu kadannın boşa gittiğini, birçoğunun işe yaramayacağını, hatta düpe- düz kötü olduğunu kabullenmek kolay değil. Ama başka çare de yok. Hiç vakit geçirmeden ciddi bir "nitelik yükseltme" sefer- berliğine girmemiz gerekiyor. Bu olmazsa ne olacağı zaten belli: Dün grizu, bugün deprem, yann... Bu çapta bir felaket değilse de tarihimizin bizi mahkûm et- tiği bu niteliksizlik. O da zaten yeterince kötü. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Amerikan şirketinin maksatı Mısır'da Türk sigara ve tütünü mes'elesi bir kaç senedenberi, hususile şark tütünlennin gümrük resmi Çin ve Japon tütünleri haddine çıkanldığındanberi bir ha> li müşkül safhalar gecirmektedir. Bu müşkülâtın izalesile Türk sigara ve tütünlennin bu bize pek yakın memlekette gene eskisi gjbi revacının temini ve hatta inıkân dairesinde tezyidi bugünün mühim mes'elelerinden birini teşkil etmektedir. Bu maksatla Tütün tnhisar İdaremiz Mısır'da bizimle beraber çalışacak bir müessese aramış ve uzun araştırmalar neticesinde Vehip Bey Rus fırmasile anlaşmakta karar kılmıştı. Bu Vehip Bey Rus. diğer biraderi şimdiki Mısır hükûmetinde bir nezaret mev kii işgal eden ve kendisi de ekseriyat fırkasıile Mısır meclisine dahil bir zattır. Her halde bufirmanınsigara ve tütünlerimiz için yapacağı teşnki mesainin memleketimize çok nafi olacağı tahmin vetakdiredilmekteidi. Bilâhare araya bir de Biritiş - Amerikan kumpani isminde bir şirkeün de kanştığını haber alıyoruz. Mısır'da birçok fırmalan mahza körletmek için almış olan ve Türk sigara ve tütünlerine karşı da şiddetli bir rekabet >apmış bulunan ve bilhassa Çin ve Japon tütünleri üzerinde çalışan bu şjrketin bu defa bizim tütünlerimize ne gibi maksatlarla taüp olduğu cidden uzun uzun tetkik ve tahkiklere ihtiyaç göstermekte olan bir mes'ele teşkil edıyor. Hükûmetin bu mes'eleyi layık olduğu ehemmiyetle telakki edeceğini şüphesiz addederiz. TARIHTE BUGUN MÜMTAZARIKAS METROPOL SEKER AHMEf PAŞA 19O?'0E 6UGÜM, ÜfiJLÜ «OŞSOH- Z£L S/l- AKAPEMİSf 'A/£ GÖNOBRİLMİŞ; SA- Ö Ü . YÜZ- BU AZADA SE£6<L£# AÇMfŞTT. COGOT, st'M ATTILADORSAY 0n Beş Günlük Görsel Eğitim çağımızın bir görsellik çağı oldu- ğuna kuşku yok. Artık görüntü- nün, imajın egemenliği yaşanı- yor. Her yerde görüntü ve görsel- lik var: Görüntünün egemenliği bir yana, neredeyse saldınsı söz konusu. lnsanlar süreİcli olarak görüntü tüketi- yorlar: Televizyon ekranlannda, video- da, sinemada... "Sinemanın ölümü" mü dediniz? Gülerim. Tersine sinema, ana kaynağı olduğu teknolojilerin akıl al- maz gelişimi sayesinde her gün ha- yatımıza biraz daha fazla giriyor, krallığını pekiştiriyor. Asıl gündemde olan, diğer sanatlann ölümü. Edebi- yatın (okunma eyleminin gitgide nasıl azaldığına bakılırsa!), tiyatronun ya- şamlan tehlikede özellikle... Ve tiyatro/ müzik karması sanatlann: Opera, bale, varolma savaşımı veriyor ve bunun için dünyanın her yanında, ciddi bir devlet desteğine gerek duyuyoriar. Bu görüntü egemenliği karşısında ne yapacağız? En kojayı, hiçbir temel kaygı duymadan, "Ne iyi... TV kanallanmız çoğalıyor, şimdi daha çok program arasmdan seçme yapabileceğiz" demek, bunu ilerlemenin, çağdaşlaşmanın belir- tisi sayıp sevinmek ve oturup o akşarrun programlan arasmdan fılan veya falan "eğlence programı", fılan veya falan renkli dizi, "Terminator" veya "Robo- cop" arasından bir seçim yapmak... Çok-renkli gazetelerimiz de kendilerinin katkısı, ortaklığı bulunan TV kanal- lanrun programlannı başa koyaıak bu tür seçmeler için "kılavuz"lar sunuyor, kitleyi sözümona bilgilendiriyorlar. Cumhuriyet olarak biz de inanılmaz bi- çimde artan fılmler konusunda okur- lanmızı yönlendirmek için böyle bir kı- lavuz vermeye, Turhan Gürkan arka- daşımla birliktehergün fîlmleri "yıldtzla- maya" başladık. Ama bunlar yeterli mi? Daha radikal bir yaklaşım gerekli değil mi? Çok genel biçimde artan TV kanallanna sevinsek ve bu konudaki yasal düzenlemenin geç kalması konusunda, en son Radyo-TV Yüksek Kurulu Başkanı Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen'in de katıldığı kaygılanmızı ortaya koymayı görev bil- sek de temel birkaç olguya dikkat etmek gerekiyor. Bir kez, televizyon izlemek, yapısı, doğası ve özellikleri itibanyla si- nemada film izlemekten farkh bir eylem- dir. Ve küçük ekrandan alınan bir gö- rüntünün, büyük ekranda ve topluca iz- lenen bir film görüntüsünden çok farkh bir etki gücü vardır. Öte yandan, en azı- fldan bizdeki TV kanallannın (ama dün- yadakilerin de çoğu öyle) anlaşılabilir ti- cari kaygılarla, yanlanna bile yaklaş- madıklan bir başka tür görüntü olayı var. Buna da klasiğinden modemine, kaliteli fılmler, yaratıcı yönetmen ('aute- ur') sineması, sinema dilinin ve an- latımının temel ögelerini yeni baştan si- neması, sinema dilinin ve anlaümının te- mel ögelerini yeni baştan tartışan, yeni- lemeye, değiştirmeye çahşan yapımlar diyebiliriz. Onca gereksinmesini duyduğumuz, inancuna göre artık okullara da konması gerekenu görsel eğitim< "in şimdilik 15 gün boyunca ve bir festival sûresince yoğun biçimde yaşanarak edinilmesidir bu... Işte bu aşamada festivaller giriyor gündeme. Konumuz gereği, sinema fes- tivallerinden söz ediyorum. Ankara'da yapılan, İstanbul'da yapılmakta olan, nisan ayında da İzmir'de yapılacak olan, uluslararası düzeyde, ciddi, önemli, ge- niş kapsamlı sinema şenlikJeri. İşte bu tür şenJiklerdir ki bizlere farkh bir sine- mayı, görüntünün çok yeni biçimde kul- lanılma girişimlerini, hemen tüketilip atılacak fmdık-fıstık türünden filmler yerine bize yepyeni ufuklar açan, belki bir ömür boyu etkisini sürdürecek film- leri getiriyorlar. Ve emin olunuz, bun- lann etkileri yeni açılan fılan veya falan kanalın etkilerinden daha çok oluyor. Burada elbette sayısallığı söz konusu etmiyorum. Bir sinema festivali, en gör- kemlisi bile bir TV kanalının seyird sayısına ulaşamaz. Ama festivalleri -bu açıdan büe- küçük görmeyin... İstanbul Festivali'nin şu başlangjç günlerinde sağladığı seyirci ilgisi, her türlü "tahmin'- 'in ötesindedir. Yalnızca büyük usta- lann parlak fılmlen değil. Başta kendi fılmlerimiz, örneğin Pasolini'nin kısa fihnleri, Üçüncü Dünya sineması diye adlandınlabilecek az gelişmiş ülkelerin filmleri veya Muhsin Ertuğrul'un sine- mamızın klasikleri sayılabilecek filmleri bile beklenmedik bir seyirci topluyorlar. Ve yeni, farkh görüntülere aç ve geçmişi de ögrenmeye merakh olduğu anlaşılan özellikle genç kesimden bir kitleye ulaşı- yorlar. Emin olunuz ki bu çok önemlidir. Ku- rosawa, Pasolini, Bergman, Herzog veya Truffaut'nun modası geçmez yaşa- mı görüntüleme çabalanyla kanatlanan, Yeni-Dalga'nın taptaze kalmış rüz- gânyla serinleyen, "Uçmak îstiyorum" veya "Şarküteri" gibi fılmlerin şaşırtıcı derecede genç ve uçan mizahıyla ze- kanın pınlülannı duyumsayan gençler, bu anlamlı görüntülerle benzersiz bir eğitim alıyorlar. Önce gereksinmesini duyduğumuz, inancıma göre artık okul- lara da konması gereken •görseleğitim'- in şimdiük 15 gün boyunca ve bir festi- val süresince yoğun biçimde yaşanarak edinilmesidir bu... Ve sadece 100-150 bin seyirdye ulaşsa da yannın sanat alanında yaratıa gücünü oluşturması olası bu seyirciyle ülkemizin kültürel ge- leceğine katkısı, bir cırpıda mijyonlara ulaşan TV kanallanndan hiç de aşağı değildir. Onun için, bir kez daha, yaşasın festivaller... SEMİHBALCIOĞLU Yüksekokulların Fakülteye DönûşömöDoç. Dr. RAFET EVYAPAN U. Ünv. Öalıkesir Turizm İşl. ve Otelcilik Yüksekokulu Y akm bir geçmişte basın yayın yüksekokullannın fakülte ol- malan ile ilgili bir yazıda bu yüksekokullann fakültelerden pek farklı olmadıklan vurgulanarak yüksekokul isminin "fakülte" olması durumunda sadece yönetici atanma veya seçihnesi ile öğrencı diplomalann- da fakülte yazması dışında bir şey de- ğişmeyeceği ileri sürülmekte ve bunlann hiç de önemli şeyler olmadığı belirtil- mekteydi. Bundan yaklaşık 10 yıl önce fakülte- lerden pek farkı olmayan "akademiler" isim değişikliğıne uğratılarak fakülte haline getirilmişler ve o zamanın günde- mindeki "akademi-fakülte" ikiliği ve bu ikiliğin ortaya çıkardığı sorunlar çö- zümlenmişti. (Konu dışı olmakla birlik- te bir diğer ikiliğin Türk parlamento- sunda Millet Mechsi-Senato arasında olduğunu ve Senato'nun kaldınlmak suretiyle bu ikiliğin gjderildiğini anımsa- mak yerinde olacakür.) Dünün akademi-fakülte aynmı ve sıkıntılannın yerini bugün fakülte-yük- sekokul aynmı ve sıkıntılan almış gö- rünmektedir. Şu anda basın yayın yük- sekokulu için işlenen bu sorun, turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokullan için de geçerlidir. Yüksekokullann fakülteye dönüşü- mü ile sağlanacak yararlan gözden geçi- relim... Turizm sektörüyle ilgili uygulama okulu olarak turizrn liselerinden ayn bu sektöre yönelik iki tür yüksekokul bu- lunmaktadır. Bunlar -tabelası ayn- 4 yıllık turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokulu ile içinde turizm bölümleri bulunan 2 yıllık meslek yüksekokul- landır. Çoğu zaman özellikle sektörde bu yüksekokullar kanştınlmakta ve ge- rek öğrencilere gerekse de mezunlara, "Kaç yıllık yüksekokul" diye sorulmak- ta ve bu karmaşa karşısında bir öğrenci kızgınlığını belirtecek bir biçimde "1 yıllık yüksekokul" diyebilmektedir. Fakülte olmalan halinde yüksekokul- lann bu karmaşadan doğan sorunlan çözümlenmiş oiacakür. Yüksekokullar içerdiği okul ibaresiy- le ortaöğretim kurumlannı çağnştırdıği gibi yöneticilerinin isimlerinin müdür olması açısından bu kurumlardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Başka bir de- yişle ilkokul yöneticisi için kullanılan müdür nitelemesinin aynısı yüksekokul yöneticisi için de kullanılmaktadır. Yüksekokullann "fakülte" olmalan, küçümsenecek bir gelişme olmayıp tersine bir an önce gerçekleştirihnesi gereken bir işlemdir. Fakülte olmalan halinde vı"'!;.^ müdürlerinin adı T.üüür olmaktan çıka- cak, dekan olacak, böylelikle ortaöğre- tim kurumlanndaki yöneticiler için kul- lanılan isimden farklı bir isme kavuşa- caklardır. Fakültelerde birden fazla bölüm ve her bölümde de birden fazla anabilim dalı ve bunlann başında akademik işlevi olan bilim adamlan bulunur ve bu orga- nizasyonu ile fakülteler tam anlamıyla akademik bir kimliğe kavuşurken tu- rizm işletmeciliği ve otelcilik yükseko- kullannda bir bölüm bulunmakta, bu bölüm başkanlığını da aynı zamanda okulu yöneten müdür yapmaktadır. Bir kişinin aynı zamanda hem idari hem de akademik işievleri aynı etkinhkJe yap- masının ne denli başanlı olacağı orta- dadır. Bu durumlanyla fakülteler tam teşekküllü bir hastaneye benzerken tu- rizm işletmeciliği ve otelcilik yükseko- kullan tek doktorun her türlü hastalığı muayene ettiği mahalle sağlık ocaklan- na benzemektedir. Fakülte olmalan halinde yüksekokul- lar liseden sonra devam edilen bir okul olmaktan çıkacak, gerçek anlamda aka- demik kuruluşlar haline geleceklerdir. YüksekokuUar konusunda yukanda sayılanlar kadar. hatta daha da önemli olan bir husus da bu okullardaki öğren- cilerin düşünce ve beklentilerinin ne ol- duğudur. Konu, öğretim üyeleri ve yöneticiler kadar onlan da ilgilendirmektedir. 11.2. , 1992 tarihinde Balıkesir Turizm İşlet- meciliği ve Otelcilik Yüksekokulu 2. sınıf öğrencilerine "Diplomanızda fa- külte yazması sizin için ne kadar önemli- dir" sorusu yöneltilmiş ve görüşlerini isimsiz bir kâğıda yazmalan söylenmiş ve sonuç olarak 89 öğrenci önemli demiş ve bunlann büyük bir çoğunluğu "çok önemlidir" nitelendirmesinde bulun- muş iken 1 öğrenci kararsız kalmış, sa- dece 5 öğrenci önemsiz diye görüş bildir- miştir. Fakülte olmalan halinde yüksekokul- larda okuyan öğrencilerin hemen he- men tümünün istek ve beklentilerine olumlu yanıt verilmiş olacaktır. Yüksekokul ifadesi Batı dillerinde kullanılan ifadelerin tercümesi bir ifade olmasma karşıhk,Taküite ifadesi orjinal bir ifade olup adeta uluslararası bir nite- lik taşımaktadır. (Bu arada yüksekokul ifadesinin içerdiği 10 harf ile 7 harfli fa- külte ifadesine oranla daha uzun oldu- ğunu da unutmamak gerekir.) Görüldüğü gibi yüksekokullann "fa- külte" olmalan, küçümsenecek bir ge- lişme olmayıp tersine bir an önce ger- çekleştirilmesi gereken bir işlemdir. Bu açıdan turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokullannın turizm işletmeciliği fakültesi haline dönüştürülmesi veya ik- tisadi ve idari bilımler fakültesi yapıla- rak turizmin bir bölüm olarak düşünül- mesi yararlı olacaktır. ^ POLİTIKA ÜVEÖTESİ MEHMED KEMAL Büyük Nefesler... ş imdi ünü dünyalan dolaşan. İngiltere Kraliçesi'nin yağmur altında dinlediği Luciano Pavarotti de ül- İcemizden gecmiş. Uzun birsüreşurada burada do- laştıktan sonra üne kavuşmuş. Gittiğimiz gazino- larda, gece kulüplerinde söylemiştir. Ama bilmiyorum. Bil- diğim bir tanesi var: Dario Moreno!.. Şişman, iri yan gövdesiylesahneye çıkar, söylersöyletir, co- şar coştururdu. En çok da Rumca şarkılar söylerdi. Belki Rumca bizim şarkılara biraz yatkın olacak ki ondan... Da- ha sonra "Her Yerde Kar Var" ünlendi. Uzun yıllar An- kara'da kaldı. Sonra İstanbul'a geçti. İstanbul, ne olsa bir metropoldür. her türlü yeniyi kaldınr. Dario Moreno nere- ye gitse ardından "Her Yerde Kar Var" gıdiyordu. İri kı- yım, kaşlan inceliğinde bıyıklan olan, yerli, yabancı kırma- sındaki şarkıcı çok seviliyordu. Daha 'Her yerde' demeden 'Kar var* salonu çınlatıyordu. İyice üne kavuştuktan sonra îstanbul yerine Paris'i mes- ken tuttu. Ama hiçbir zaman da Türkiye'yi (Ankara, İstan- bul) unutmuyordu. Zaten iyi Türkce konuşurdu. Fransızca şarkılann bir kopyası Türkçeydi. Türkçe söylerdi, Fransız- ca söylerdi; ikisini birbirine kanştınr gene söylerdi. İyi bir dinleyici kitlesi vardı ki Gar Gazinosu basbaritonlan, revü- leri (Macar) kaldınrdı. Sanşın, tombul kızlar revüden sonra şampanya ısmarlayacak güçteki kesesi kahnlann kucağına koşarlardı. Halk Partisi zengin- ^~^^™^^~^^~^~~~~^ lerinin yerini 1950'den sonra Demokrat işa- damlan almaya baş- lamışlardı. Yeni efendi- ler. ülkeyi 'Küçük Amerika' yapmak isti- yoriar, 'her mahallede bir milyoner" anyor- lardı. Eski milyonlara şimdiki milyarlar değil trilyonlar yetişmezdi. — — ^ ^ ^ - — Enflasyon parasının değerini ölçmek olası değil. Ekmelc parasını ölçü olarak alsak, bugünün ölçülerine uydurabilir miyiz? Çoçukluğumuzda has ekmeğin (francala) tanesi (hem de kiloluk) 11 kuruştu. Bir ikinci vardı, o da 9 kuruş. Bugün ekmeğin kiloluğu kaç para, bileniniz var mı? Para- nın sözü mü olur? Ekmek bin liradan başlıyor. Pazarda bir kıvırcık salatanın tanesi on bin liradan başlıyor. Dorio Moreno ile bizim Devlet Konservatuvan basbari- tonu Vedat Gürten sıkıfıkıya ahbaptılar. Aralannda, ah- bap da olsalar biraz mesafe vardı. Biri devlet basbaritonu idi, öteki gazino basbaritonu... Neden mesafe olmasın!.. İkisinin de ortak yanı kumar... Biri Gar Gazinosu'nda, öteki Karpiç ya da Süreyya'da itibar görürlerdi. Dario Mareno Rum kırması, Vedat Gür- ten Ermeni dönmesi... Saklar gibi olsalar da gizliden gizliye bilenler vardı. İkisinin de sonu da hazin bitti. Dario'yu intihar götürdü. Vedat Gürten'i bir felç yatalak etti. Böyle şarkıcılar kilolu oluyorlar. Dario da, Vedat Gürten de, Pavarotti de. "Bunlar nereden geldi" diye sormayın. Büyük seslerin, büyük de kaderleri oluyor. Şalyapin'den bu yana böyle de- ğil mi? Dario Moreno ile Vedat Gürten sıkıfıkıya ahbaptılar. Aralannda, ahbap da olsalar biraz mesafe vardı. Biri devlet basbaritonu idi, öteki gazino basbaritonu... OKURLARDAN Partiliolnıa sorumlulıığu Çağımız hızlı birgelışim ve değişim içinde... Fikirler değişiyor, insanlar değişiyor. Dün savunulan fikirlerin yerini, bugün yenileri alıvor. Di\alcktik gereği her şe\ hareket halinde ve hiçbir şey durağan değildir. Buna bağlı olarak. insanlar da kendılerini geliştırivor. yeniliyor... ulkemizdepolitik olarak bu değışimi yakalayanlardan biri de DYP hden Süleyman Demirel"dir. Geçmişin AP liderı Süleyman Demirel, insan haklanndan. demokrasiden söz etmezken bugünün DYP lideri Süleyman Demirel isc insan hak ve özgürlüklerinden. demokratikleşmeden söz edebiimektedir. SHP olarak geçmişte bizim savunduklanmızı. bugün DYPliderivcBa!>bakan Süleyman Demirel savunmaktadtr. Biz ise sav unduklanmızı daha ilcri gdıüremedik. dcğişımı şakalayamadık. Bu aynı zamanda benim açımdan birdunım tespitidir Parti içinde yaşanılan olumsuzluklann, bizden başka hiç kimseye zarannın olmayacağı her SHP'Iitarafmdan bilinmelidir. Eğer parti içi disiplinsizlikler devam ederse. SHP'li kişiler partili olmanın sorumluiuğu içinde hareket ctmezlerse bir gün gelecek SHP'nin cevresinde hiç kimse kalmavacaktır. Ben. bulunduğum yerel çe\rede. hergün yaşadıklanmı ve gözlemlerimi yazdım ve bu konuya dikkat çekmek isıedim. Kendi içindedisiplinli ve tutarlı, değişimi yakalayan bir SH P. her zamankinden daha güçlü olacaktır. NEVZATÇAĞLAR TÜFEKÇİ ŞHPMilasİlçeYön.Kur. Ûvesi ACLAN URAZ "ÇOCUK İŞQİLER" "Chlld Workers" FOTOĞRAFALBÜMÜ (Siyah beyaz) 1987 -1992 Istemeadresi: ÇAĞDAŞ YAYINC1UK VE BASIN SANAYİAŞ Türk Ocağı caddesı, 3W7 Cağaloğlu 34334 İSTANBUL Tel:5120505(20)hat-S2601 17 Fax.5260117
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle