Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13MART1992CUMA
14 GORUŞLER
MURAT BELGE
Duyarlılık
H
ayatımda bir kere -bu yakınlarda- uçakla Diyar-
bakır'a gittim. Diyarbakır'a uçakla gitmek, her-
hangj bir yere uçakla gitmekten farklı değil ta-
bii. Oyle de oldu zaten, uçak yolculuğunun bil-
cJiğimiz kuralJan yerine getirilerek gittik. Uçak yerde ha-
reket etmeye başlayınca, teypteki ses, uçakta kaç kapı oldu-
ğunu, bunlann nerelerde bulunduğunu söyledi. Koridorda
duran hostes de eliyle gösterdi. Sonra aynı şeyler İngilizce
olarak tekrarlandı. Derken kemerçözüp-bağlamaanlatıldı,
kabinde hava basıncında değişiklik olursa tepemizdeki ku-
tulardan oksijen maskelerinin sarkacağı söylendi, bunlan
ağzımıza nasıl getireceğinıiz gösterildi. Çocuk varsa, bü-
yüklerin önce kendi maskelerini, sonra çocuklannkini tak-
malannın dogru olacağı belirtildi. Bunlar hepsi önce Türk-
çe, sonra fngilizce olarak anlatıldı. Hostes de hareketleri
gösterdi.
Birkaç kere uçağa binmişsek, bütün bunlan ezberlemiş
oluruz. Çoğumuz artık söyleneni dinlemez, hostesin hare-
ketlerine bakmayız. Ama bu uluslararası bir kuraldır. Ve
bazen bunlann, bu kural gereği söylendiği de belirtilir. Var-
sayım uçakta bunlan hiç bilmeyen birinin de bulunabilece-
ğidir. dolayısıyla bütün aynntılar anlatılmalıdır.
Şimdi, uçak Diyar-
b id
y
uçağj oiduğu 10 martta Demirel, "Tek
bir resmi dilde birleşelim"
dedi. Olabilir, resmi dil
tek olsun, Türkçe olsun,
ama ülkede yaşayan
başka dil, başka insan
yokmuşgibi
davranmayaüm.
ister istemez dikkatimi
çekti. İlk kez uçağa bı-
nen, bu tür korunma
tedbirlerinden haber-
siz, aynca Türkçe de
bilmeyen biri(leri) ola-
maz mı uçakta? Pekâiâ
olabilir. Pekiyi, biz in-
sanlara başlanna kötü
bir iş gelmemesi için anlattığımıza göre bunlan, aniadıklan
dilde anlatmamız gerekmez mi?
Pratikte bu çok gerekli olmayabilir, diye düşünebilirsiniz.
Diyelim ki uçakta Kürtçeden başka dil bilmeyen birkadın-
cağız var. Öyle de olsa, yanında mutlaka oğlu, kocası, bir
yakını vardır, o, ona söyler, tercüme eder vb. Ama bu, baş-
ka bir mantık. Bütün bireyleri eşit ve bağımsız birey olarak
kabul eden ve onlara bu şekilde çeşitli hizmetleri sunan çağ-
daş mantıktan farklı.
"Bilenler bilmeyenlere anlatsın" fıkrasına göre kurulma-
mış bu mantık.
Pratikteki faydasından çok, simgese! anlamı var böyle
şeylerin. Trenlerde, "dışan sarkmama" uyansının, kimbilir,
bdki Ispanyolcası bile yaalıdır. Olsun, yazılsın, ama Kürt-
çesi de yazılsın. Yazılmazsa, "Alman, İtalyan. tspanyol
sarkmasın, ama Kürt sarkabilir" gibi bir anlam çıkıyor ya
da "Türkçe bilmeyen Kürt sarkabilir." Bu da hiç güzel bir
şey değil.
10 martta Demirel, "Tek bir resmi dilde birleşelim" dedi.
Olabilir, resmi dil tek olsun, Türkçe olsun, ama ülkede ya-
şayan başka dil, başka insan yokmuş gibi davranmayalım.
Burada, "İsteyen kendi dilini konuşsun" demek de yeterli
değil, çünkü o zaten yapılıyor. Ancak resmi dili kurallaştı-
ran devletin resmi olmayan, ama var olan öbür dillere say-
gısını gösteren baa şeyler yapması da gerekli.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
Ecnebi nıektepleri
SVEAGAZ OCAKLÂRI
FENNİN EN SON İCADI
IDARtLİ •« DATAKlKUDIRLAIt
m n
5TETO2.
JAK.Y.LEVİ
pçtf Hat, Utı h m t
kw ıltnfa, istMM
Ecnebi mekteplerdeki tarih ve
coğrafya tedrisatı hakkında
verilen yeni kararlar
münasebetiyle Tan gazetesi
baa neşnyatta bulunmuştu.
Falih Rjfkı Atay "Hakimiyeti
Milliye'de bunlara cevap
vererekdiyorki:
•'Memleketteçahşan ve
memlekette iş kuran ecncbıler
bilakis onlara ve çocuklanna
Türkçe öğretecek kâfı.
vasıtalanmız olmadıgından
şikâyet ve bu vasıtayı
verdiğimizzaman bize
____ teşekküretmelidirler.
Türkiye'de bulunan eski ecnebilerin birçok meselelerde
muvafTakiyetsizliklerinin ve kendi memlekeilerinin
münevverlerini yanlış telakkilere sevk etmelerinin sebebi
Türkiye'yi öğrenmemiş olmalıdır. Eğerecnebi çocukian
Türkçeyi. Türkiye tarih ve coğrafyasını iyi öğrenecek olurlarsa
Türkiye'den fazla kendi memleketlerine faideli olacaklanna
şüpheyoktur. BizOsmanlı İmparatorluğu'nunhatalarını
tashihettik.
1962: Evian görüşmeleri
Fransız delegasyonuna yakın kaynaklara göre.
Fransız-Cezayir banş müzakerelerinin dün geceki beşinci
oturumunda önemli meselelerin büyük bir kısmı halledilmiştır.
Bu kaynaklar anlaşmaya "çok yaklaşıldığmı" ifade etmişlerdir
Öte yandan siyasi müşahitler, konferansın salı veya çarşamba
günü sona ereceğini ve ateşkes anlaşmasının imzalanacağını
tahmin etmektedirler.
TARIHTE BUGUN MCMTAZARIKAN
URANUS KEŞFEDILDI..
1781' BUSÜU, ÜA/LÜ ASTKOMOM MLLtÂÂ/t
(HÜeffL), UBAUUS GEZEGEfJİ'-
Nİ K£ŞFEFMİÇri. ALMAN AS/LL/ OC4*/
HEKSHBLL, /$ ytfftMPAM SÜA/&4 7İ/M X4
fAM/AJf (UGf'LTEee'PE G£ÇiRMİfTİ.32
YAÇINOA AsneokiOMtre MERAK SAGA-
GAK 8U 8İÜM PAUMP* ÖMGMÜ A&4Ş
T(#MA VE
LE
sç
BULUNPUGUMUZ SAMANYOU/ J
/V/A/ OfŞSÜKEY BtG MEGCEGE S£Ne££>l'6i-
A// tlJC KEZ oerTiyA ÇHCAGAN KtŞİYP/..
Üniversiteleşme Hareketi ve Ooğramacı
Prof. Dr. CELAL ERTUĞ Yeşiller Partisi Kurucu Genel Başkanı
Y
ükseköğretim konusu koalis-
yon hükümetinin gündemin-
dedır. Çözüm hazır-
lanmaktadır.
YÖK'ün, kamuoyunda sansasyonel
bir spekülasyon malzemesi haline geti-
rilmesi yükseköğrenim politikamız için
bir talihsizlik olmuştur.
Bütün yönleriyle üniversitelerimiz,
Türkiye'nin üniversiteleşme olgusu,
keşke daha ciddi. bilimsel, her türlü kişi-
selîikten, duygusalhktan soyutlanarak
objektif bir inceleme, sosyal araştırma
konusu ojarak tartışılabilseydi. Ne
yazık ki YÖK ile Prof. Doğramacı'nın
kişiliği özdeşleştirilerek iş yörüngesin-
den saptınlmıştır. Ben, bu yazının sınırlı
hacmi içinde meseleye bugüne kadar
yapılanlann tersine, birbirinden ayn iki
konu olarak bakmaya çahşacağım.
Önce üniversiteleşme olgusu
Türkiye'de üniversiteleşme hareketle-
ri ele alınıp tartışılırken ilk üniversite
kuruluşunun nasıl başladığına, geüşme-
sine ve ülkemizde değişik üniversite mo-
dellerinin arayışlanna dikkatle, krono-
lojik olarak yaklaşılması gerekmekte-
dir. Bizim kuşak, Darülfünun'dan üni-
versiteye dönüşün, Atatürk'ün emriyle
îsviçreli Profesör Malch'ın I933'te
yaptığı reformun ilk öğrencileridir. Ben
I932'de İstanbul Darülfünunu Tıp Fa-
kültesi'ne girmiştim. Ertesi yıl Alman
hocalarla öğrenim yapan yepyeni bir or-
tamda üniversite öğrencisi olmuştum ve
sonunda Batılı, çağdaş bir üniversitenin
diplomasmı elde etmiştim.
1933 refonn operasyonu Türkiye'de
yeni bir ufuk açmıştır. Darülfünun'dan
İstanbul Üniversitesi'nedönüşten sonra
Ankara'da bir "hukuk mektebi"
açılmış, buraya ortaokul ve lise öğrenci-
leri alınarak başkentte bir boşluk doldu-
rulmaya girişilmiştir.
İstanbul Üniversitesi ve bu fakülteler
bağımsız kuruluşlar olarak Milli Eğitim
Bakanlığı Yüksek Öğrenim Genel Mü-
dürlüğü'ne yani merkezi yönetime bağlı
kurumlardı. Daha sonra 4936 sayılı üni-
versitelere özerklik kavramı getiren yasa
çıkanldı. Akademik unvanlar, üniver-
sitelerarası jürilere bırakılmış, rektörler,
dekanlar, fakülte kurullan senatolarca
seçilmeye başlanmışür. Ancak seçimle
gelen bu dekan ve rektörlerin yetkileri
son dereee sınırlı idi.
Bu arada Orta Doğu Teknik Üniversi-
tesi, mütevelli heyetle yönetilen yeni bir
model olarak kurulmuş ve son dereee
başanlı olmuştur. Ancak Ankara Üni-
versitesi, Orta Doğu'nun anayasaya ters
düştüğü gerekçesiyle dava açarak bu ba-
şanlı kurumun kapatılması yoluna git-
miştir.
Türk toplumu, siyasal mekanizmanın
bir türlü demokratikleşememesinin
sancılan içinde her 10 yılda bir darbelere
sahne oluyordu. Böyle bir ortamda üni-
versitelerin topluma ışık tutması gerekir-
ken bu kurumlarda sen-ben kavgasının
sürüp gitmesi umutsuzluklara yol açı-
yordu.
thsan Doğramacı, ihtilal
ortamında üniversiteleri çok
ciddi ve çok sıkıntılı bir akı-
betten, Milli Eğitim
Bakanlığı'na bağlanmaktan
kurtarmtştır ve kendisi
hiçbir devrin adamı
olmamış, her yönetim onun
peşine düşmüştür.
Üniversiteleşme, nazlı birçam ağaana
benzetilebilir. Bu çam ağaa dikildigi
topraktan alabileceği besinlerle gelişip
görkemliğine kavuşur. Bu da bir zaman
işidir. Köklenme, boy atma, üniversite-
lerin gelenekleşmesi, o toplumun aynası
niteliğindedir.
12 Eylül darbesi, birçok iddialı dev-
rimler yaratmak, atıhmlar arasında yük-
sek- öğretime de çözüm getirmek için bir
YÖK kurulmasına karar vermiş, yasalar
haarlanarak yükseköğrenimi Milli Eği-
tim Bakanhğı'nın emir ve kumandasma
vermeyi bir model olarak ortaya getir-
miştir. Böylece üniversitedeki solcular,
anarşistler temizlenecek, dikensiz bahçe-
ler yaratılaçaktı. Bu sırada yurtdışında
Sorbonne Üniversitesi'nde öğretim üye-
si olarak çalışan Hacettepe'nin kurucu-
su, Dünya Rektörler Birliği'nin, UNI-
CEF'in başkanlığına seçilmiş, Hollan-
da'da üniversite reformu yapmak üzere
uzman olarak çağnlmış bir Türk ho-
casının, İhsan Doğramaa'nın adı ortaya
aülıyor.
Burada mecburen ben de îhsan'ın ki-
şiliğinden söz etmek zorundayım.
Ihsan'la biz, çok esKi iki arkadaşız.
Onunla aynı günde doçent olmuştuk. 50
yıla yakın bir geçmişimiz vardır. Hep be-
raberizdir. Kendisini bütün şefiaflığıyla
tanınm. Bugüne kadar bu konuda
susmamın nedeni de yakın arka-
daşlığımızdı. Ama şimdi baa gerçekleri
söylemek zorundayım.
Ihsan Doğramaa, ihtilal ortamında
üniversiteleri çok ciddi ve çok sıkıntılı
bir akıbetten, Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlanmaktan kurtarmıştır ve kendisi
hiçbir devrin adamı olmamış, her yöne-
tim onun peşine düşmüştür. Kendisine
teklif edilen hiçbir nimeti de kabul etme-
miştir.
Yanm yüzyıl önceden bu yana İhsan'-
ın yüreğinde ve kafasında yatan bir tek
sevda vardır. O da Türkiye'de çağdaş
bir üniversiteleşmeyi gerçekleştirmek...
îhsan, bu konuya İcendini çok iyi hazı-
rlamıştır ve amaana ulaşmak için hiçbir
engeli tanımak istemez. Hiç kimseye,
hiçbir istek için en ufak bir ödün verme-
yen bir kişiliğe sahiptir. İsteğini derhal
yaptırabilir. Orneğin 24 saatte her dev-
rin parlamentosundan, yasalar geçire-
bilmiştir. Bu vasıflanyla YÖK'e bir yön
vermiş ve birçok ildeki bir sürü tabela
üniversitesini kadrolanyla, araç ve ge-
reçleriyle birer canlı üniversite haline ge-
tirmiştir.
Öte yandan Bilkent gibi bir model
ortaya koymuştur.
Şüphesiz, bu üniversiteleştirme ha-
reketinin sonunu getirmiş olmak değil-
dir. Ama Türkiye gerçekleri içinde, bu
yanm yamalak demokratikleşme çaba-
!an yanında bu üniversiteler, geleceği-
mizin umutlan olacaktır. Esasen, Tür-
kiye'de YÖK ve Doğramaa konusunda
sürekli tartışmalann olması da bu umu-
dun başladığına bir delildir.
Doğramacı, dediğim dedik despot bir
kişi gibi görünebilir; ama bu görüntüyü,
kafasındaki modeli herkese bir konsen-
süs ile kabul ettirebilmek için vermekte-
dir.
Bir gün gelecek Türkiye'de üniversite-
leşme hareketinin kurucusu olarak
İhsan, saygıyla anılacaktır. Çünkü ken-
di insanlannın değerini bilmeyen top-
lumlar zavallı kalmaya mahkumdurlar.
Grizu ve Maden Dairesi Başkanlığı
MUAMMER ÖCAL Maden Yüksek Mühendisi
K
ömür ocaklannda grizu tehli-
kesi her zaman mevcuttur. An-
cak her ülkenin kömür üretim
miktan ve grizuda hayatını yi-
tiren insan sayısı oranlandığmda, Tür-
kiye dünya ortalamasmın 45 katı faz-
lasıyla en şanssız bir konuma girer.
Kazayı anlayabilmek için önce grizu-
yu tanımlamakta fayda vardır. Bilindiği
gibi grizu, metan gazının hava ile belli
bir oranda kanşımından oluşan patlayı-
a ve yanıcı bir gazdır. Metan gazının
hava ile kanşımı hacim olarak % 0-5 ve
% 14-28 arasında yanma, % 5-14 ara-
sında patlama özelliği gösterir. En şid-
detli patlama ise havadaki metan gazı
oranı % 9.5 iken olur.
Metan gazının % l oranını aşması
durumunda, çalışma durdurulur ve kö-
mür ocaklannda tehlike arz edecek ora-
nın oluşmamasına özen gösterilir.
Bu özenin Zonguldak havzasında
gösterildiğine eminim. Bu özenin, me-
tan gazı intişanndan önce ve sonra bir
sıra tedbirler alınarak yapıldığı da mu-
hakkaktır. Bu tedbirler arasında; kö-
mür katmanlanndan metan gazının
emilmesi, yeteri kadar hava miktan ge-
çirilerek (yıkanarak) oranın düşürülme-
si, grizuya meydan verecek kıvılam
veya kızışmayı oluşturmayacak, grizu
testi yapılmış makine ünitelerinin kulla-
nılması; bütün bunlar yapıldıktan sonra
erken uyan sistemlerinin kurulması ve
her türlü ihtimale karşı kaza tahribatı-
nın en az düzeyde kalmasını sağlayacak
emniyet mekanizmalannın oluşturul-
ması belirtilebilir.
Bütün bunlann yeterli derecede yapıl-
dığı resmi makamlar tarafından beyan
edilmiştir ve biz de bunu doğru olarak
kabul etmek isteriz.
Ancak bir meslektaş olarak Zongul-
dak grizu faciasının bilançosunun daha
az zayiatla sonuçlanabileceği kanaatini
taşıyorum. Orada hayatlannı kaybeden
maden işçilerinin acılannı, kalbimizin
derinliğinde hissetmekteyiz ve benzer
olaylann tekerrünü önlemek veya
olumsuzluklan en az düzeye indirmek
için görüşlerimizi ifade etmek zonında-
yız.
Zonguldak'taki yanlışlan ve eksiklik-
Maden Dairesi
Başkanlığı'na yeni bir şekil
verme zamanı çoktan
gebniştir. Bu merci, görev
tarifî iyi yapılmış birinci sınıf
elemanlardan
oluşturulduktan sonra
Başbakanlık'a bağb olarak
etkiü ve yetkili bir konuma
getiribneüdir.
leri ortaya koymadan önce durumun
yapısında bir yanhşlık olduğunu belirt-
mek gerekir. Bu yanhşlık da alınması
gereken tedbirlerin ve kontrolünün aynı
çatı altında olmasıdır. Her ülkede ma-
den ocaklanndaki muhtemel kazalan
önleyecek tedbirleri kontrol eden bir
merci vardır. Bu merci Maden Dairesi
Başkanlığı'dır. Bizde ise böyle bir baş-
kanlık vardır. Fakat fonksiyonu sadece
ruhsat sahası vermek veya iptal etmek-
ten ibarettir. Bizdeki Maden Dairesi'nin
emrinde tedbirleri yerinde görecek uz-
manlaşmış iş güvenliği müfettişleri yok-
tur. İş güvenliği müfettişleri, Bölge Ça-
lışma Müdürlüğü ve dolayısıyla Çalış-
ma Bakanlığı emrindedir ve iş kazaji ol-
duktan sonra suçluyu bulma gayreti içe-
risinde olur. 300 kişinin hayatını yitir-
diği bir grizu kazasında suçlu bulunsa
ne fayda getirir, bulunmasa ne zaran
olur?
Marifet, kaza oluşumundan önceki
periyodik kontrolde, iş güvenliği müfet-
tişinin, "Bu kömür ocağinda her türlü
tedbir alınmıştır" raporunu müessese
müdürlüğüne vermiş olmasındadır.
Hatta bu raporun, işçilerin de görebile-
ceği bir yerde ilan edilmesi gerekir. Ger-
çi Maden Kanunu'na göre KÎTlerde
çalışan mühendislere kontrol görevleri
verilebilir, ama hangi maden ocağı bu
tarzda bir denetime tabi tutulmuştur?
Maden Dairesi Başkanlığı'na yeni bir
şekil verme zamanı çoktan gelmiştir. Bu
merci. görev tanfı iyi yapılmış birinci sı-
nıf elemanlardan oluşturulduktan son-
ra Başbakanlık'a bağlı olarak etkili ve
yetkili bir konuma getirilmelidir.
Yeni bir yapılanmada maden ocakla-
nndaki emniyet tedbirleri, grizu patla-
masına yol açmayacak işletme uygula-
malan, grizuya yol açmayacak araç ve
gereçlerin bölgelenmesi, madencilikle il-
gili her türlü istatistiki bilgilerin toplan-
ması, Maden Dairesi'ne yapılan beyan-
lann gerçekçiliğinin tahkiki gibi fonksi-
yonlar gerekli ve zorunlu derecede yeri-
ne getirilmelidir.
Diğer yandan Zonguldak'ta masraf-
tan kaçınılmadığı için emniyet tedbirle-
rinin olabilecek en iyi şekilde bulunabi-
leceğini bekleyebiliriz. Ozel işletmecilik-
te bu tedbirlerin de -kontrol olmadığı
müddetçe- daha az olabileceğini kabul
etmek mümkündür. Nıtekim Yeniçel-
tek faciası buna bir örnektir.
Yapılanma uygun olmadığı zaman
aksaklıklan her zaman ve her yerde bek-
lemek gerekir.
SEMİHBALCIOĞLU
ANKviRA
ANKA...
MUŞEBREF HEKIMOGLU
KaAn Mozayü
E
vimde bir duvarda kadın portreleri var. Vaktiyle
kadın yılında asüğım bir tabloyla başladı, giderek
doldu. Değişik ressamlardan çok değişik kadınlar.
O duvan hayli çelişik anılar, düşüncelerle seyrede-
rim. Nuri İyem'in kırsal kesimden kente gelen bir kadını
çarpık kentleşmeyi düşündürür bana. Burhan Uygur'un
kadınlanndaki düşkınkhğı, Avni Arbaş'ın mavi kızı, Aliye
Berger'in öz portresi, Turhan Sejçuk'un sereserpe boyveren
sanşını, Artin Demirci'nin yanardağ türü bir kadın başı,
Selim Turan'ın romantik kızı, Mustafa Ayaz'ın soyunsalar
da çıplakhğı yaşamayan kadınlan, Berna Türmen'in kedi-
lerle oynaşan tombul kadmlanyla toplumun değişik kesim-
lerinden bir kadın mozayiği.
Mutlu kadınlar, duvan delecek gibi boyverenler, hüzünle
gülümseyenler, boynu bükükler, geleceğe umutla bakarken
solanlar, sonra mavi bir kadın. Parkta oturuyor, dalgageçi-
yor. Dalgacı Mahmut'a karşıhk dalgaa bir kadm. Gökyü-
zünü boyar, denizin yırtıgını diker gibi! Ona özenir ben de
düşler kuranm kimi zaman.
Kadın gününe kahvemi o duvann karşısında içerek baş-
ladım geçen pazar. Sonra Anıtkabir, Pembe Köşk, TV'deki
konuşmalan, törenleri izledim. Duvardaki kadmlara başka
kadınlar, fotoğraflar eklendi. Dev boyutlu bir mozayik
oluştu hayalimde. Çocukluğumu düşündüm, sevgiyle, say-
gıyla izlediğimiz komşu ablalan. Babam, Atatürk'ün kadın
devriminin güzel örnekleri diye söz eder onlardan. Biri, bu
köşede kaç kez yazdım, Melahat Ruacan, ağır ceza yargıcı.
Dünyada ilk yargıtay üyesi oldu sonra. Öteki Muazzez ab-
la. Mustafa Şekip'ler, Hatemi Senih'lerle birlikte felsefe
okuyan biri ailemizde. Bir başkası doktor Saadet Gören,
röntgen uzmanı, Kadıköy'de Bahariye'ye çıkarken koca-
man bir apartman katmda, çocuk gözüme çok büyük görü-
nen röntgen makineleri ve beyaz gömlekli bir genç kadın.
Mesleğinin kurbanı oldu sonra. Bir de "Taş Mektup"taki
Feriha öğretmen var. Her zaman sevgiyle, teşekkürle ana-
nm onu. O da bir Göztepe kızı, bir süre önce dünyamızda»
aynldı, ama öğrencilerinin belleğinden silinemez.
Derken başka kadınlar geliyor düşünceme. Atatürk'ün
kadın devriminden güzel uzantılar dünyamıza. Bilim dalm-
da, müzik dalında, değişik sanat dallannda, kamu görevin-
de çağdaş düzeyi ile yüzümüzü ağartan, bizi onurlandıran,
ödüllendiren kadınlar. Erkeklerle yan yana. eş düzeyde,
hatta-önde, ürmanıyorlar dallannda...
Erkeklerle yanş sözü ters geliyor bana. Bir meslek ya da
sanat dalındaki yanş asıl özümüzle değil mi? Kişiliğimizi,
yeteneklerimizi kanıtlamak için verilen bir savaş değil mi?
Yaşadığımız devrimi, haklanmıa, özgürlüklerimizi güzel
taşımak savaşı değil mi? Kadın mozayiğini partalan taşlar
erkek mozayiğini de parlatır bence. Bir sanatçı ya da bilim
kadını, bir politikacı, bir kamu görevlisi evrensel değeriyle
yargılanır ancak. Suna Kan, îdil Biret'e, başka sanatçılan-
mıza, başanlı kadınlanmıza duyduğumuz sevgi ve saygı da
kuşkusuz burdan kaynaklanıyor. Tartışmasız düzeylerin-
den.
Ancak parlak taşlar bütünü, gerçekleri gjzlemiyor. Ista-
tistikler de kanıtlıvor, kadın sorunu giderek düşündürücü
boyutlara vanyor ülkemizde. Atatürk devrimleri ile hak ve
özgürlüklerimizi birçok ülkeden önce kazanmış bir toplum
olmanın sevinci de soluyor giderek. tlkokuldan başlayarak
^ıer dalda, her alanda geriliyor kadınlar. Parlayanlar azın-
lıkta kalıyor. Laik bir ülkeyiz, yasal eşitliğimiz var, eşit hak-
lanıraz, özgürlüğümüz, ama yaşayabiliyor muyuz? Yaşa-
yanlar var, yaşayamayanlar..
Her dalda tırmanan kadınlara karşı politikada, yönetici
kadrolarda, parlamentoda kaç kadın var? Nedenleri
Atatürk devrimlerinin gerilemesinden kaynaklanıyor kuş-
kusuz. Karşı devrimlerden. Kadını eve kapamak, dünyaya
kapab yaşaünak isteyen politikadan, laiklik ilkesine İcarşı
çağdışı yöntemlere güç vermek eğiüminden! Kızlar manas-
tın oluşturan, kadın öğretmenlerin elini sıkmayan öğretim
görevlilerinden! Kız çocuğuna yeteneklerini geliştirmek
şansını çok görenlerden! Elbet çok düşündürücü bir eğilim
bu. Ama umutsuz olmamalı, nehirler tersine akmaz değil
mi? Tutucu politikalar ne süre başanlı olabilir? Çağdaş bir
devletin çağdışı eylemlere ödün vermesi ürün verebilir mi?
Bu nedenle kadın mozayiğinin karanlık taşlannı da bir uya-
n diye görmek gerekir bence. O taşlan aydınlatmak yollan-
m zorlamak gerekir. Saydamlığa, çok sesliliğe gerçekten
önem veriyorsak kadınlann gerçek çizgilerini görmezlikten
gelemeyiz. Kadınlann sesinden yoksun bir demokrasi dü-
şünemeyiz.
Kadın sorunlanyla ilgili Devlet Bakanlığı, Sayın Prof.
Dr. Türkan Akyol'un kişiliğine, deney ve birikimine karşın
kadın mozayiğini değiştirmeye yeter mi bilmem? Prof. Ak-
yol'u yakından tanıyor, bakanlığına umutla bakıyorum.
Ama İcadın mozayiğinin aydınlığmı tüm bakanlıklann or-
tak çabası oluşturabilir ancak.
Kuşkusuz bilirsiniz, bclli ülkelerde kadın ya da erkek diye
bir aynhk yok kimlik belgelerinde. Herkes insan! Tüm so-
runlann kökeni insana bakış bence. İnsana bakış, insana
yatınm tüm sorunlara en gerçek çözüm değil mi? Ö bakışa
ulaşmak, sorunlan çözmek de bir insanlık görevi.
Görevimizi yapabilirsek insanlanmıza umutla bakabili-
riz.
OKURLARDAN
Okur olmak kolay değil
Geçen günlerde bir tatili
fırsat bilip akraba ve uzun
zamandır görmediğim
dostlanmı ziyaret için
gittiğinı Manisa'dayım;
kentten aynlmama beş altı
saatlik bir zaman var. satın
alabildiğim gazeteler dışında
kalan diğer gazetelere de
şöyle birgözaünak. hızla
okumak için öğretmen evine
uğnjyorum. Hergazeteden
ikişer üçer haber ya da yazı
okuyor, iki saati geride
bırakıyorum. Bir
vatandaşımızın ben odaya
girdiğimde okumaya
başladığı gazeteye de
ulaşabilsem, işim bitecek.
Ama vatandaşımızın iki saati
aşkın bir süredir garip bir
"rehavet"le okuduğu
gazeteyi bırakacağı yok!
"Okuma odası"nda toplam
dokuz ya da on gazete var.
Vatandaşımızın hıayla ikişer
saatten on sekiz-yirmi saatlik
bir okuma zamanı ortaya
çıkaçak ki bunun, on iki
saatlik gündüz, yirmi dört
saatlik günle bağdaşır bir
yanı yok. Sonra "zayi
ilanlarT'na değın okunsa da
o gazeteden "iki saatlik bir
bügi hasadı", gerçekten bir
tansık, bir rekor!
Anladım: Okurolmak kolay
değil ve bu vatandaşımızın
okumayla arası
başkalannınkinepek
benzemiyor! İyisi mi kalkıp o
gün satın aldığım gazeteler
arasına o "sihirb gazete"yi de
katayım, olayı kapatayım,
bir "müsekkin" yutayım. Bu
•sakinleştirici', dönüş
yolculuğumda
okuyabileceğim şöyle güzel
bir roman da olabilir? Ya da
öykü, şiir, deneme, inceleme,
eleşüri kitabı da... Gerçekten!
Hazır. kitaplık görevlisi,
asker arkadaşlan,
periyodikler bölümü oturanı
ve bir "okuma odasf'nda
kendini gazetede unutmuş
vatandaşımız da yokken,
tam sırası! öyle mi dersiniz?!..
RAMİDARA
Bursa
Tartışma sayfasınm anlamı
Şu "Tartışma" kösesini
neden kaidırdınız, zaten bir
türlü anlayamamıijtım. Bu
köşcnin nc "gazcıeden
avrılan yazarlarla" ncdc
"gazctenin yeni görüntüsü"
ilcbiralakası vardı...Orası.
'kendi halindc bir kö^c"' idi
ve birçok köşe yazannın
aklına gelmedik fikirlcr,
bakış açılan orada sessiz
sedasızyeralıyordu. Bu
köşeyi başlattığınız için
teşekkürler.
NECATİSIRIM
İstanhul