Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 16EKİM1992CUMA
14 DIZIYAZI
Bir gece vakti. Biraz önce kahkahalarla gülen Leyla hıçkırarak ağlamaya başlıyor
Mıun ışığıkorkuyu aydııılatır
Leyla ya da
Açgözlü Genç Kızlar
R O G E R V A I L L A N D
Çeviren: Feridun M. AKSIN
^Vntigone kendisi söz konusu
oluncu bu kadar kesin olamazdı.
Constantiople"da doğmuştu, genç kız-
lığında Türk uyrukluydu. Ama bu
bcn7cri olmayan güzelliği. bu Asyalı
oval yuziü. slav gözleri, bu Yunanlı
burnu. bu armul biçimi memelcri. bu
gcniş kalçalan. bu uzun esnek bacak-
lan. bu mat tenı. bu dar alnı ve bütün
bu lcvanten baygınlığı yaratmak için
bütün kanlar birbırine kansmıştı. Bir
"Perair'ydıo.
"Gcçcn hafta", diye anlaııyordu.
Büyükadah zengin bir Türkün evine
ça> içmeyc davet edildim.
"Gelır gelmez beni odasına çektı ve
üsiümc atladı. Onu itıim: "Hayır, ol-
maz" dedim. "önce bırakın da size alı-
şayım. Bir siire bırbirimizle görüşür-
scİc herhalde size karşı bir yakınlık
duyabilirim. Eh işte o zaman sevgılı
olabıliriz."
"Öyle değil mi?" diye soruyordu ba-
na. Bu denli basit bir şeyi reddetmiş
olmaktan özürdilergibiydi: "Tanıma-
dığın bir adamla hemen de sevişemez-
sin herhalde, değil mi?"
vA aşam tarzı üzerine bu soruyu da
çok tatlı bir dudak büküşüyle süslü-
yordu.
x\dalarda uzun gezintiler yapı-
• yor. kimi zaman da gemiye binerek
Asya kıyısına kadar gidiyorduk. Eski
bir Ford bizi limandan alıyor. eski Bi-
zanslılann da "yazlık"a geldikleri kut-
sal kaynaklardan birinın bulunduğu
ycrc götürüyordu. Dev çınar ağaçlan-
nın gölgcsinde hasırlar üzerine uzan-
mış. önümüzdeki tepside tatlılar. so-
ğuk su ve güleç yüzlü küçük kızlann
aralıksız tazeledikleri Türk kahveleri,
bütün bir öğleden sonrayı orada geçi-
riyorduk.
^ •f*\.ntigone bana uzun uzun kocası-
mn ğeniş yüreklılığinden söz ediyor.
âşıklarının becerileri, tutkunluklan ile
övünüyordu. Bir sürii boş inana var-
dı. Boyuna tahtaya vuruyor. bütün
dünyada Fransız usulü diye bilinen
okşama biçimi nedeniyle kör olmak-
tan korkuyordu. Yaşlı bir Ermeni
bunun doğru olduğunu söylemişti
ona.
yla üzerinde bir tür alacah bu-
lacalı pıjama. bütün o kocaman. ağır
bılczikleri kollarında. yan çıplak yata-
ğın üzerine uzanmıştı. Burası yan yan-
ya. bohem bir öğrenci odası ile aşağı
tabakadan bir randevu evi arası bir ye-
re benziyordu. Bunu kendisine söyle-
dim ve özellikle dc kotü romanlar
de kavuşturduğu kollan arasına
gömmüş hıçkınklarla ağlıyor. Ben.
orada. yatağın yanında bir iskemle üs-
tünde. bir erkek kadar beceriksizim.
Dışarda çepeçevre yayılan denizin gü-
neş altında panldadığinı. adanın gü-
lüşlerle uğuldadığını düşünüyordum.
JLieyla hıçkınklar arasında kesik
kesik konuşuyor.
"Dayanamıyorum artık. dayanamı-
yorum... Hep mücadele... Ichtar Bey'-
Ie... Annemle... Sevgılilerimle... Sevgı-
lim olmak isteyenlerle... Para bulmak
için... Harcamak için... Eğıtimi bırak-
mak için... Zevkli olmak için.... Zevk-
siz olmak için...
"Artık fazla geliyor, uyumak istiyo-
rum. uyumak yıllarca uyumak. An!
Haremde yaşamalıydım. büyük anne-
lerimgibi..."
/\.ma kendine geldi bile. bana dö-
nüyor: "Ah! Ah! Çok memnunsunuz
A-ieyla arkadaşı NVanda'dan ko-
nuşuyor. Onu bir gün Quartier Latin-
de bir kahvede yazı yazdığı sırada içeri
girerken görüyor: Beyaza yakın san
saçlar. keten çiçeği mav isi gözler. Ta-
tarlar gibi kınşık bir yüz, düzensiz
ama olağanüstü anlamlı çizgiler.
NVanda. Polonyalı kız öğrenci. Leyla'-
nın yanındaki masaya oturuyor. Biraz
5onra yanma Pan-Avrupa Birliği'nin
övgüsünü yapan bir genç geliyor. Ley-
la birdenbire konuşmalanna kanşı-
yor:
"Ben de". diyor. "Pan-Avrupa'ya
ben de katılmak isterdim."
"Hangi uyruktansınız?" diye soru-
yor propagandacı.
"Türk. Mustafa Kemal ıktidara gel-
diğinden beri. Türkiye Avrupa'nın bir
parçası oldu" diye. bütün coğrafı. et-
nografık. ve polıtik benzerliklen hıçe
sayarak devam ediyor. Ne önemi var
ki. böylece Wanda ile ilişki kurmuş
oluyor.
lerle ezıyor, hatta vuracak kadar ileri
gidiyordu. Wanda ıse hor gören bir
suskunluk ve sinir bozucu bir gülüm-
seme ile boyun eğerek karşılık veriyor-
du. Bir haziran ayında Polonya'ya
döndü. Şimdi bakanhklardan birinde
memur olarak çalışıyor.
Ba*ana sevgililerinin sayısını bilme-
diğini söylemiş olan Leyla, ""Tek aş-
kım o oldu" diyor.
B
Tünel'e çok yakın bir mağazanın, 392 numaradaki Beyoğlu'nun en iyi konfeksiyonculanndan Nikos Skarlatos'un
dükkânının »itrini. Mağaza, o zamanlar Foto Süre\ \ a'nın. günümüzde ise Dört Mosirn Lokantası'mn bulunduğu
yapının biraz ilerisinde,Jsveç KonsoJosJuğıTnun karşısındadır. (Foıoğraf: SELAHATTİN GİZ).
okuyan oda hızmetçilerine özgü ro-
mantizmin öğeleri olan günnük koku-
su ve karanlık oda özentisinden hiç
hoşlanmadığımı belirttim.
onra küçük bir caminin önünde-
ki köy meydanında meyve kümeleri
arasında dolaşıyorduk. Bu sırada başı
sanklı bir muını Gazi'nin dinsel alan-
daki baskılanndan hiç kaygı duymak-
sızın önünde bir bardak su, sakin sa-
kin luırgîlesini içiyordu.
B'u arada bir öğleden sonra
Leyla'nın odasına girdim. İçeri bir ışık
girmesın diye yalnızca perdeleri ört-
mcklc yetinmemiş bir de battaniye
asmıştı pencereye. Bir köşede birmum
yanıyordu. Başucu masası üstündeya-
nan günnükıen yayılan koku odayı
dolduruyordu. Masalann. koltuklann
üzcrinden yerlere kadar kaımakanşık
bir kitaplar. elbıseler. çoraplar, ayak-
kabılar. kâğıtlar. gazeteler ve izmarit-
lcryığını vardı.
Lahkahalarla güldü.
"Bayağı zevklere de. bayağı yerlere
de bayılıyordum ben. Le Corbusier
stiliyle. 1925 dekoratif sanatlanyla
kendinden geçmek, benım o kendisi-
nin "ileri" ve "modern" olduğuna ina-
nan arkadaşlanm için iyidir. Benimse
umurumda değil. umurumda değil.
umurumda değil..."
değil mi sayın Fransız! Bir genç Türk
kızı size haremden söz ediyor. Ne! Not
almıyor musunuz? Ama, size bir şey
söyleyeyim mi. evet hâlâ harem var.
Nerede olduğunu da biliyorum. Sizin
Paris'teki genelev lerinizdir harem.
Ben Saint-Michel çevresinde küçük
sokaklardaki genelevlerin hepsini do-
laştım. Ne dingınlik, ah! Monşer, ne
dinginlik. İşte oralara düşeceğim so-
nunda.
"Pek de olmayacak şey değil, Ley-
la."
"Değil mi?"
oğrusu. Paris'te öğrenilen ve es-
tetizmin bir türü olan şu antiestetik
görüşlerden biriyle karşılaşmayı bekli-
yordum. Ama işte şimdi kahkahalann
tonu gittikçe yükselmeye başlıyor,
kesik kesik titreşiyor ve Leyla birden
ağlamaya başlıyor.
D«
Ma, ınzaraya bakın Mum titreşi-
yor. Yan karanlıkta, Leyla başını ön-
'ekor değişti- Saatler boyunca
birbirini izleyen hıçkınklar. gülüşler.
yakınmalar, lakılmalardan sonra,
Leyla. pencereden perdeleri indirdi.
Şimdi dirseklenmiz pencereye dayalı.
üzerine gece inmeye başlayan Mar-
mara'ya karşı yanyana duruyoruz.
Güneş Antigoni'nin iki memesinin
tam arayerinden battı. Uzaklardan
Haliç'e girmek için yol arayan gemile-
rin farlan panldıvor.
MT olonyalı genç kız Leyla'nın tam
tersidir: Bizimki ne denli hoyrat ve
doymazın biriyse, öteki de o kadar içe
kapalı ve yumuşaktır. Türk kızı bütün
isteklerinın bilincinde olmak, yaşamı-
nı egemenliği altında tutmak istiyor.
Slav ise bütün isteklerini öldürmeye
çalışıyor, uykulu bir dinginliğe gömü-
lüp kendini unutmayı diliyordu. Ama
yalnızlıklan aynıydı. Annesi deli. ba-
bası her şeyini yitirmiş sarhoş bir soy lu
olan VVanda da. Leyla kadar ailesin-
den kopuktu. İkisi de kendilerini bir
yurt düşüncesine ya da herhangi bir
geleneğe bağlı hissedebilmek için gere-
ğinden fazla düşünce sistemiyle uğraş-
mışlardı. ülkelerinin gözü yükseklerde
gençlerinin basit hedeflerinin çekimine
kapılmak ıçın de fazla zekiydiler. On-
ları birbirine bağlayan ikisinin de fazla
gururdan kendi kendilerine bile itiraf
edemedikleri bu aynı acıydı.
'ir süre sonra. gecenin geç saatle-
rinde. Leyla. yeniden yatağının üzeri-
ne uzanmış. ellerimi tutarak şunlan
söyledi:
"Korkuyorum.
"Küçücük bir çocukken. anımsar
mısınız. bir merdiveni tırmanıyor, ya
da bır ovada koşuyorsunuzdur. İşte o
zaman ansızın büyük bir baş dönmesi
duyarsınız, öğrendiğiniz her şey. örne-
ğin toprak serttir, üzerinde yürüyebi-
lirsiniz. ya da büyükler güçlüdür ve
onlann kollannın arasına sığınabilirsi-
niz gibi düşünceler yıkılıyormuş gibi
gelir size. Bütün kesinlikler bir anda
yok olur. Kendinizi karanlık ve tehli-
keli şeylerin dolaştıği büyük bir boşlu-
ğun orta yerinde bulursunuz.
"Şımdı ben bu durumdayım işte.
"Avrupa'da. sizin ülkelerinizde çok
şeyler biliyorsunuz. İnsan kendisini
çevreleyen kişilerin davranışlan hak-
kında varsayımlar üretebiliyor. Çün-
kü bu insanlar basit ve belirli. adı
konulmuş isteklere. gereksinimlere,
kinlere kıskançhklara. öfkelere göre
hareket ediyorlar. Herkes uysun ya da
karşı koysun, aşağı yukan aynı ahlâk
yasalannı kabul ediyor. Doğa olayla-
nnın gidişini öngörebilecek güvenilir
kaynaklara inanılıyor. Tutarh bir ev-
renle karşı karşıyasınız.
"Hatta yabanıl dünyanın bile bir tür
oturmuşluğu var. Onu yöneten ruhlar
da çok basit duygularla yönlendirili-
yor, belirli büyülerle öfkeleniyorlar ya
da yatışıyorlar.
"Bense hiç bir şeyi anlaytrmıyorum
artık. Herhangi bir kimse herhangi bir
şeyi yapabilir gibi geliyor bana. Ichtar
Bey dün çok ıyiliksever görünüyordu:
yann belki sonsuz derecede kötü ola-
bilir: bu adam konusunda hiçbir şey
belirli değil kafamda.
"Paris'te hırsızlığın kötü birşey ol-
duğu söylenir. buradaysa bir zekâ
kanıtı olarak görülüyor. Fizikte ve
matcmaktikte kullanılan aynı mantık
kurallan benim yurttaşlanmı, geçen
gün Yalova'da duyduğunuzsaçmalık-
lara götürüyor. Ama. sahi. saçmalık
mı bunlar?
"Ben ne biliyorum peki? Yann ne
olacağım?Nedeneminolabilirim?Oh!
Kesin ve somut olan tek şey çok yor-
gun olduğum ve şurada karın boşlu-
ğumda yerleşen bunaltının beni boğ-
duğu."
O
ç olarak söyleyebilirim ki
Fransızlar Leyla"yı iyi anlayamadılar.
Onu yer yer ukala ve bozulmuş bula-
caklar. Ne sevinçlerinin ne de acılan-
nın içine girebilecekler. Bu genç Türk
kızını ağır bir biçimde yargılayacak-
lar. Yüzyıllardan beri kurumlann şu
kadarcık değiştiği bir ülkede doğanlar
onu nasıl anlayabilirler? Ölçülü insan-
lardır onlar.
^».ma Leyla'nın ölçüsü yoktur.
Hareket halinde bir toprak üzerinde,
yirmi yıl süren savaşlardan. yalnız po-
litik .değil. toplumsal devrimlerden
geçen bir ülkede doğdu Fransız kızla-
nnı küçümsüyor. çünkü aralannda en
••modern""leri bile her şeyi kendilerine
Batı uygarlığınm bıraktığı kavramlara
göre yargılıyor. Nasıl küçümsemesin
onlan Leyla?
teyandan birbirlerinden nefret
ediyorlardı: Leyla VV'anda'yı kıncı söz-
Tatar kiıııedenir? Bulgar kînıdir?
Tataristan'ın yüzölçümü' 68 bin
km
2
, nüfusu ise 3.6 milyondur. Bu nü-
fusun halen yüzde 48'i Tatar, yüzde
44"ü Rus'tur. Bu sayılann 1991 öncesi-
ni yansıttığını, bugün artık Ruslann
yüzde 43"e indiğini söyleyenler var.
Ancak başkent Kazan'da Rus nüfu-
sun yüzde 80"e vardığı görülüyor.
Tataristan dışında yaşayanlar da sa-
yılırsa, Bagımsız Devletler Toplu-
luğu'ndaki (BDT) tüm Tatar nüfusu 7
milyon olarak hesaplanıyor. Başta
Türkiye olmak üzere Finlandiya'dan
Amerika'ya, Avustralya'dan Al-
manya'ya, dünyanın dört bir yanına
dağılmış Tatar diasporasırun miktan
konusunda ıse tam bir sayı bilinmiyor.
Tatarların tarihi
Göçebelikten yerleşik düzene geçen
ilk Türk boyu olan Tatarlann tarihi,
Volga Bulgarlanna dayanıyor.
Volga'ya İdil diyen Tatarlar Volga la-
fına, bizlerin İstanbul'a Kostantinopl
denilişinde gösterdiğimiz duyarlılığı
gösteriyorlar. Daha IX. yüzyılda par-
lak bir uygarlığa sahip olmuş olan
Bulgarlar, X. yüzyılda da İslamı ka-
bul ederek, Müslüman olan ilk Türk
boyu olmuşlardır.
Bugün Tatarlar, Bulgar gecmişleriy-
le çok ıftihar ediyorlar. Soyyetler dö-
neminde Kuybişev adı verilnüş olan
Samara kentıne yeniden tarihtekı ilk
adı, Bulgar adı verildi. Hatta bir kısım
Tatar. yeni bir başlangıç yapmak, öz-
lerinedönmek üzere Tatar ısmini bıra-
kıp Bulgar ismini almak istiyor. Ge-
rekçeleri de, "Tamr" sözcüğünün
çağnşımlanndan kurtulmaktır.
"Tatar" kimi zaman sadece Kınm'-
Bulgar (eski adıyia Samara)
kentinde Küçük Minare. 6'ncı
yüzyılda kurulan ve özellikle
9'uncu yüzyıldan sonra pariak
bir dönem yaşayan Bulgar
kenti, Volga Bulgarlarının
başkentiydi. 14'üncü yüzyıida
Moğollar tarafından istilada
Bulgar kentinin tam
ortasındaki cami tamamen
yıkıldı. Küçük Minare ise
avakta kaldı.
TATARLARI
U N U T M A Y I N I Z
GÖNÜL PULTAR
da ve Volga Nehri'yle L'ral Dağlan
arasındaki İdil-Ural bölgesinde yaşa-
yanlara dennruş. kimi zaman da, bu-
günkü "Türki" anlamında. yani Sov-
yetler Birliği"nde yaşayan tüm Türkle-
ri kastetmek için kullanılmıştır.
Gerçekte "Tatar" bir Moğol boyunun
adıdır. "Tatar" kavramının, "Türk-
Moğol kanşımı" anlamını da ıçerecek
şekilde kullanılması yanlış olmayabı-
lir. Ancak. günümüzde Tataristan hal-
kı "Tatar" adını taşıdığı sürece. Rus-
lar "Moğollar Orta Asya"ya dönün.
burası zaten sizin değil" denı>. hakkını
kendilerinde göreceklerdir. Bu. gerek-
çelerden biridir.
Yanlış bilgi
İkinci gerekçe ise Ruslann yüzyıllar-
dır "Tatar" sözcüg^..^ ^^klemiş ol-
duklan olumsuz imgedır. '"Moğol-
Tatar istilası" ve "Tatarlann" yıkıcık-
ğı. vandalizmi ve genelde kaba-sabalı-
ğı. yüzyıllardır Ruslann tarih kitapla-
nnda. müzelennde ve de her fırsatta
basında işlemiş. bir ölçüde Batılılan ve
hatta Türkleri dahi inandınnış olduk-
lan bir dezenformasyondur. Işin ger-
çeği şudur ki, Volga Bulgarlannı
Moğollar yıkmışlardır. Yani yıkıcılık-
tan ilk yakınacak olan Tatarlardır.
(Daha doğrusu, Volga Bulgarlannın
bugün Tatar diye çağnlan torunlan
olan kımselerdır. çünkü Bulgarlan yı-
kan Moğol boyunun adı "Tatar"dır.
Bundan dolayı "Tatar" uzun süre Bul-
garlann torunlan arasında "barbar"la
eşanlamlı sayılmıştır.
Bir görüşe göre 19. yüzyılda Nasıri
ve Mercani gibi, dinsel hüviyetin öte-
sinde bir ulusal kimlik şekillendirmeye
çalışanlann kendi uluslanna, ayıncı
bir tanımlama gereği olarak Tatar de-
mekte beis görmemiş olmalan. halkın
"Tatarlık"ı benimsemesıne yol açmış-
tır.
Tabii herkes bu duyarlığı paylaşmı-
yor. Halen Tataristan'da Tatar kimli-
ğınden rahatsız olmayan, bilakis gu-
rur duyan sayısız insan vardır. Ancak
yüzyıllardır ailelerinde Bulgar kimliği-
nin bihncini taşımış. şimdi de Bulgar
adına dönüş yapmak isteyenlerin be-
lirttiklerine göre. Bulgar adını alma
konusunda en büyük engel diğer va-
tandaşlannın karşı çıkması değil, ken-
di içlerinde taşıdıklan bir korkudur.
Bu da Türkiye'nin "Bulgar'" adına
gösterebileceği olası bir olumsuz tep-
kıdır.
Kazan Hanlığı
Volga Türklerini daha sonra. Altı-
nordu devleti yıkıldıktan sonra Kazan
Hanhğı'nı kurmuş olarak görüyoruz.
Onbeşinci yüzyılda kurulan Kazan
Hanlığı Moskova Prensliği'nin vergi
vermiş olduğu güçlü bir devlet olmuş-
sa da Korkunç Ivan tarafından 1552'-
de işgal edilmiş ve Kazanlılar bundan
sonra yüzyıllarca. Rus boyunduruğu
altında yaşamaya mahkûm olmuşlar-
dır.
İngıliz tarihçisi Toynbee 1552 tarihi-
ne çok önem verir, zira Kazan Han-
lığı'nın düşüşü bir dönüm noktası
olmuştur. Ruslar için Doğu'nun kapı-
sı açılmıştır. Ruslar bundan sonra ko-
layhkla Orta Asya'ya yönelebilmişler
ve bugün Türki cumhuriyetler dediği-
miz ülkelerin topluluklannı teker te-
ker yutabilmişlerdir.
1552'nin üzerinde durmakta yaraı
vardır. Ruslann bu olayı, örneğin
Normanlann İngjltere'ye girişi gibi.
geriye dönüşü olmayan bir gelişme
olarak görme eğilimleri vardır.
SORECEK
ANKARA/ANKA
MÜŞERREF HEKÎMOĞLU
Cobra Güzel Bir Yıbn...
Güneş rengi bir kapak, beyaz bir cobra kıvrılıyor ortasın-
da. Güzel bir yılan Beynimize bir aydınlık sokar gibi. SA-
NART-92 olayında yer alan Cobra sergisinin kitabı bu.
Ancak adını yılandan değil, Danimarka, Belçika, Hollanda
başkentlerinin ilk harflerinden alıyor. 1948 yılında oluşan
bir grubun yapıtlarını başkentimizde görmek inanılmaz bir
olay. Mimar Ali Artun'u yürekten kutluyorum.
Cobra sergisi Galeri NEV'in başkentimizin sanat yaşa-
mındaki yerini ve düzeyini de yeniden vurguluyor bence.
İki yıllık bir çalışmanın ürünü. Dünyanın ünlü müzelerinde
korunan çok değerJİ tabloları (örneğin biri on bir milyar li-
raya sigortalı) Resim-Heykel Müzesi'ne getirmek güç bir
iş. Ama bilerek, inanarak, severek başlayan girişimler ba-
şarıya ulaşıyor. Danimarka'nın ünlü Luisiana Müzesi'nin
kapılarını, Batı ülkelerinin ünlü müzelerinin yöneticileri
açamıypr ama SANART'ın kurucu üyesine açılıyor. Nasıl
derseniz Cobra'nın oluşmasına benzer ortak coşkuyla.
Danimarka'nın sanatsever büyükelçisi Niels Christian Til-
lisch de büyük çaba gösteriyor bu sergi için. SANART-92
uluslararası bir olay başkentimizde. Yaratanlar kime, ne-
reye başvuracaklarını biliyor, amaçlarını kesin kararlılıkla
gerçekleştiriyorlar. Bize de çağdaş bir yaklaşımın üret-
kenliğini gösteriyorlar. Yabancı sanatçılar, müzeciler, dip-
lomatlar da bu olaya katılmaktan geri kalmıyor.
Cobra sergisinde, sanatta özgürlüğün sınırsızlığını yaşı-
yor insan. Grubun önculeri tüm kurallan reddediyor. İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra oluşuyor Cobra. Savaşın acı-
masızlığını, savaştan başka bir şey üretmeyen Avrupa
kültürünün utancını duyarak. Kuşkusuz barışı özleyerek.
Herke&bir sanatçı olmalı, yaratıcı gücünü geliştirmeli, di-
yorlar. Böyle oluşuyor ilk yapıtlar. Zaman tünelinde 1948
yılı. Ama herkes bir sanatçı olmaiı sözü gerçekleşiyor mu
acaba? Sınırsız özgürlüklerle yaratılan yapıtları bugün bi-
raz hüzünle seyretmiyor muyuz? Kırk yıl sonra yine savaş
ateşleri içinde değil miyiz? Gerçek acı da olsa Cobra'nın
aydınlık uyarısı yadsınamaz bence. Sanatta sınırsız özgür-
lüğün savaşı bu. Sınırsız özgürlüğün özlemi. Kimi tablolar
çocuksu biraz, kiminde masalsı biçimler, cadılar, büyücü-
ler, kiminde çocuklar, çiçekler, bir düş dünyasından gö-
rüntüler gibi. Kuraharı aşınca bilinçaltı dışa vuruyor, bilin-
caltındaki ortaklığı yaşıyor insan. Cobracılar ortak bilinçal-
tını yansıtmak istiyorlar. Içgüdülerle oluşan bir resim
şenliği bu. Resim Heykel Müzesi için de güzel bir uyarı bu
sergi. Tabloların yerleşim biçimi, ışık düzeniyle çağdaş
sergilerin düzeyini belirtiyor. öte yandan başkentimizde
bu tür sergiler için yeni müzeler gereksinimi hissettiriyor.
Eski Halkevi rahmetli Fahri Korutürkün cumhurbaşkanlığı
döneminde müzeye dönüşmeseydi başkentimiz bir Re-
sim ve Heykel Müzesi'nden yoksun olacaktı bugün. Sayın
Emel Korutürk'ü teşekkürle anımsadım sergiyi gezerken.
Olayın gerçekleşmesinde büyük katkısı var. Ancak baş-
kentimizdeki modern sanat müzelerinin boşluğu dolmuş
değil. Yer olsa çok güzel sergiler düzenlenebilir, ülkemiz-
den dünyaya, dünyadan ülkemize sanat köprüleri kurula-
bilir. Kültür Bakanlığı ya da özel kuruluşlar, çok değerli
koleksiyonları olan bankalar bu boşluğu hızla doldurmalı
bence. Çağdaş bir başkent çağı yaşamaktan geri kalamaz
değil mi?
SANART-92 de en çok çağdaş bir yaklaşımın ne güzel
boyutlara varacağını kanıtlıyor doğrusu. istenirse neler
yapılıyor, olanaklar nasıl zorlanıyor!
Bu güzel olaylsrın, hipodrom konserlerinin. sokak ser-
gilerınin, Altın Park etkınliklerinin yaşanması bir rastlantı
değil elbet. Galiba başkentimizde de Cobra türü bir olay
yaşanıyor Başkentlilerin bilinçaltındaki ortak özlem. Çağ-
*daş bir başkentte yaşamak özleminın uzantıları bu olaylar.
Bir başkent ya da bir büyükşehir de sanat ve kültür olayla-
rıyla büyür ve boyutlanır ancak. Yoksa köy ya da kasaba
yaşamına gömülür. Böyle dönemlen de yaşadı başkenti-.
miz, ama artık çağdaş bir başkent olmak yolunda. Bir yan-
da metro kazıları, bir yanda kültür ve sanat etkinlikleri ve,
SANART-92 olayıyla güzel sonbahar günleri yaşıyor. An-
kara'nm başkent oluşunu da coşkuyla kutladık. Anakent
Belediye Başkanı Murat Karayalçın ve eşinin Devlet Ko-
nukevi'nde düzenlediği toplandı büyük ilgi gördü. Üniver-
sitelerden. sanatçılardan, başta Anayasa Mahkemesi,
yargı organlarından başkanlar, politikacılar, gazeteciler,
yabancı diplomatlar ve başkentlilerle kalabalık, salonlar-
dan taşıyor. Ama konuklar arasında SHP'li bakanlar yoktu
nedense! DYP'li dörtbakana karşın SHP'li bakanların yok-
luğu beni biraz düşündürdü doğrusu. Yorum yapamadım.
Başarılı bir başkanı kutlamak güzel bir görev bence. Erdal
Inönü SHP lideri olarak da, Başbakan Yardımcısı olarak
da bu tür görevlerden geri kalmaz hiç. Murat Karayalçın
ve arkadaşlanm da güzel selamladı. Otekilerin bir selamı
esirgemeleri nasıl yorumlanır!
Yazımı Cobra kitabının son satırlarıyla bitiriyorum. Rein-
houd'un heykelini anlatan satırlar. Sergideki yılan heykeli
bu. "Bu yılan günümüzün sanatsal ormanı içinde ilerleme-
ye devam eden, arada bir başını kaldıran, kuyruğunu oy-
natan ve sürekli öz kuyruğunu ısıran bir yılandır. içinde
bulunduğu orman değerıni yitirse de Cobra hala var" di-
yor.
Bu sözler yalnız sanatsal ormanlar için mi geçerli aca-
ba? Ya siyasal ormanlar?
BULMACA
SOLDAN SAGA:
1/ Koruma, destek-
leme. 2/ Bir nota...
Sazın en ince ses ve-
ren teli... Evrensel
alıa olan kan grubu.
3/ Bir çeşit kâğıt
oyunu... Parola. 4/
Bir şeyin ön tarafı;
cephe... Yankı. 5/
Boru sesi... Kuran'da
bir sure. 6/ II. Dün-
ya Savaşı'nda önemli
çarpışmalara sarfne
olmuş bir Japon
adası. 7/ Manavgat
Çayı üzerinde kuru-
lu olan baraj ve hidroelektrik sant-
ralı. 8/ Nazi partisinin hücum kıta-
sını simgeleyen harfler... Nefret edi-
len kimseler için kullanılan bir söv-
gü sözü. 9/ Bir işletmenin ani batı-
şı... Birine dokunsun diye söylenen
söz.
YUKARTOAN AŞAĞrYA
1/ Atlas Okyanusu'nda yaşayan iri
bir kuş türü. 2/ Bir çeşit otomobil
yanşı... Tibet sığın. 3/ Hububat to- _ ^ _
zu... Bütün kutsal Hint metinlerinin başında ve sonunda tek-
rarlanan mistik hece. 4/ Tokmakbaş adı da verilen bir balık.
5/ Adları sıfat yapmakta kullanılan bir yapım eki... Bir doku-
ma maddesi. 6/ Hint-tran dil grubuna verilen ad... Ekin biçil-
dikten sonra toprakta kalan köklü sap. 7/ Doğal demir ve kal-
siyum silikat. 8/ Bir haber ajansının simgesi... Sert ye fazla kı-
zarmayan bir domates türü. 9/ Sırma ya da gümüş işlemeli bir
cins ipekli kumaş.
MUĞLA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Sayı: 1992/126
Davacı Hasan Keskin tarafından davalı Günnur Keskın aleybine
açılan boşanma davasırun yapılan duruşmalan sırasında:
Muğla ili, Köyceğiz ilçesi, Gulpınar Mahallesi, Güleri Caddesi, no:
34'te ikamet ettiği bildiri'en, Ektem km, Raziye'den olma, 1964 D.lu
davalı Günnur Keskin adına çıkarılan dava dilekçesini içenr, tebli-
gat bila tebliğ iade edilmiş olup, zahıta marifetiyle yapılan tahkikat-
ta da açık adresinin tespit edilemediği bildirilmiş olmakla, davalı
Günnur Keskin'in HUMK.'nun 213, 337. maddeleri gereğince, du-
ruşmanın bırakıldığı 6-11-1992 günü saat 09.00'da Muğla Asliye Hu-
kuk Mahkemesi duruşma salonunda hazır bulunması veya kendisini
bir vekille temsil etlirmesi, aksi takdirde duruşmanın yokluğunda ya-
pılıp, karar verileceği ilanen tebliğ olunur. 22/6/1992